Bir kısmınızın, "o terbiyesiz yazı nereye gitti" dediğinizi duyuyorum, bloga benden sonra edeple ilgili yazıyı ekleyen arkadaşın uyarısını dikkate alıp o yazıyı kaldırdım, yerine de 3,4 sene önce yazdığım bir yazıyı ekliyorum
Bu ara değişiyorum. Devamlı oturduğum çay bahçesini terk ettim, artık seyrek uğruyorum. Yıllarca oturdum orda. Caminin hemen yanında olduğu için, rengini cemaatten alıyordu: Orta yaşlılar, yaşlılar, Milli Görüş çevresi ve bir iki dindar genç. Saadetin yaşlılarıyla çoktan bağlantıyı kesmiştim, gençleriyle aram iyiydi ama onlardan da halden anlayan yok... İrfan Abinin dünyayı siyasetten, siyaseti de, Ergenekon ve Milli Görüş eleştirisinden ibaret sanması; bu sığlıkta bir parça renkli diye Muhammet Hocaya bağladığım ümidimi, onun da her sıkıştığında demagoji deresinde boğması, beni iyiden iyiye sıkmaya başlamıştı. Artık derenin karşı tarafındaki Yakamoza takılıyorum. Müdavimleri daha genç, daha farklı, daha Nişantaşılı. Ben çok kolay uyum sağlayamam yeni ortamlara. Geçen seneden başlamıştım arada buraya gelmeye, ama kendimi çok iğreti hissediyordum, yeni yeni alışıyorum.
Bu tip mekânlarla ilişkinizde garsonlar çok önemli. Eğer garsonlara adlarıyla seslenebiliyorsanız, aidiyet ilişkisi kurulmuş demektir. Aramızda muhabbet olmayan hiç kimseye adıyla hitap edemediğim için genç-erkeklere delikanlı diye sesleniyorum. Bazıları çok rahat, şunun adı ne deyip, sesleniveriyor. Ama onlar benim gibi sosyalleşmesini tamamlamamış değiller, ya da her yerde babasının evi gibi rahat olan tiplerdenler ki ben o tiplerden Allaha sığınırım. Daha önce takıldığım yerde çalışan Yusuf diye bir genç vardı, o da benim gibi bu sene mekanını değiştirip, buraya geçmiş. Bir tek onun adını ağzıma alabiliyorum. Belki de buraya alışmamı kolaylaştıran o. Kızlar? Onların çalıştığı yerlerde daha önce bulunmadığım için ne diyeceğime karar veremedim. On beş-on altı yaşlarında bir kız var. Her gün mutat olduğu şekilde, altı gibi evden çıkıyorum, diğer taraftan sahile inip (ne var ne yok diye etrafa bakmak için) yeni mekâna doğru ilerleyip, masalardan birine yanaşıyorum. Genelde benim gittiğim saatlerde etrafta o kız olduğu için, bana doğru bakacağı zamana kadar beklemem gerekiyor. Gözleri bana dönünce: Bir dondurma ve eğer boştaysalar Habertürk ve Sabah diyorum, her hangi bir hitap sözcüğü kullanmadan Hürriyet olsa daha iyi olurdu ama burada yok Posta Ve Takvime Abdesti muhafaza ederek bakmaya imkân yok... Bir buçuk saat kadar gazete okuyorum, eğer masama dayım ya da başka birileri gelmişse, biraz muhabbet sonra sahilde biraz tur akşam ezanı okunurken evin yolunu tutuyorum.
Aslında buraların prime time zamanı tam bu saatlerde başlar ama ben karanlığı sevmem, bir de kız milletinin sahili işgali bu vakitlere denk geliyor Erkeklik çok iğrenç bir şey. Zannımca ya erkek olmayacaksın, ya da en azından sakat olmayacaksın. Kızlar da böyle midir acaba? Gerçi beğenilmek, sevilmek arzusunun, avaz avaz bağırdığını görüyorum onlarda da, ama işin cinsellik tarafı erkekler için çekilmez dert. Şu muhabbete benzer bir şeyler geçer mi onların aralarında mesela: Gene yaz geliyor, soyunan dışarı fırlayacak. Nereye kaçsam, nereye sıkıştırsam boynumu gene burası iyi, İzmitte, Fethiye Caddesinde dolaşmanın imkânı yok. Ya cinnet geçireceksin ya kendine cömert bir kız arkadaş bulacaksın yada her eve döndüğünde banyoya koşacaksın.
İşte erkeğin iç dünyasını ifşa ediyorum. Erkelerin tamamında bu biyolojik temel mevcuttur. Geri kalan: kültür, ahlak, din gibi ıvır zıvır, hep bu temelin üzerinde
[FONT='inherit']
Giyim tarzımda da önemli bir değişiklik yaptım. Yaklaşık on senedir, yaz kış pantolon üzerine gömlek giyiyordum. Artık tişört de giyeceğim. Beni daha genç gösteriyormuş, birisi öyle dedi. İnsanların bakışları da buna benzer şeyler söylüyor. Yıllardır gömlekte ısrar etmemin nedeni: Boğazımın ince olması nedeniyle, gömleğin Yakalarının dik durarak bu inceliği, kamufle ettiği ve daha yakışıklı görünmemi sağladığına dair inancımdı. Gene aynaya baktığımda fikrim değişmiyor ama başka bir konuda fikrim ve tavrım değişiyor: Gerçeklik mutlak değil. [/FONT][FONT="]Yani ben kendime baktığımda farklı bir şey görüyorum, başkası baktığında başka bir şey görüyor. Önceden de rölativiteye inanırdım ama uygulama konusunda fazla bir cesaret gösteremediğime göre, yeterince içselleştirmiş değildim. Bu biraz değişmiş. Artık daha cesur olacak, kendi gördüğümün, başkalarının gördüklerinden daha doğru olduğu, ön kabulünün, hemencecik zihnimi ve irademi ele geçirmesine izin vermeyeceğim. [/FONT]
Bu ara değişiyorum. Devamlı oturduğum çay bahçesini terk ettim, artık seyrek uğruyorum. Yıllarca oturdum orda. Caminin hemen yanında olduğu için, rengini cemaatten alıyordu: Orta yaşlılar, yaşlılar, Milli Görüş çevresi ve bir iki dindar genç. Saadetin yaşlılarıyla çoktan bağlantıyı kesmiştim, gençleriyle aram iyiydi ama onlardan da halden anlayan yok... İrfan Abinin dünyayı siyasetten, siyaseti de, Ergenekon ve Milli Görüş eleştirisinden ibaret sanması; bu sığlıkta bir parça renkli diye Muhammet Hocaya bağladığım ümidimi, onun da her sıkıştığında demagoji deresinde boğması, beni iyiden iyiye sıkmaya başlamıştı. Artık derenin karşı tarafındaki Yakamoza takılıyorum. Müdavimleri daha genç, daha farklı, daha Nişantaşılı. Ben çok kolay uyum sağlayamam yeni ortamlara. Geçen seneden başlamıştım arada buraya gelmeye, ama kendimi çok iğreti hissediyordum, yeni yeni alışıyorum.
Bu tip mekânlarla ilişkinizde garsonlar çok önemli. Eğer garsonlara adlarıyla seslenebiliyorsanız, aidiyet ilişkisi kurulmuş demektir. Aramızda muhabbet olmayan hiç kimseye adıyla hitap edemediğim için genç-erkeklere delikanlı diye sesleniyorum. Bazıları çok rahat, şunun adı ne deyip, sesleniveriyor. Ama onlar benim gibi sosyalleşmesini tamamlamamış değiller, ya da her yerde babasının evi gibi rahat olan tiplerdenler ki ben o tiplerden Allaha sığınırım. Daha önce takıldığım yerde çalışan Yusuf diye bir genç vardı, o da benim gibi bu sene mekanını değiştirip, buraya geçmiş. Bir tek onun adını ağzıma alabiliyorum. Belki de buraya alışmamı kolaylaştıran o. Kızlar? Onların çalıştığı yerlerde daha önce bulunmadığım için ne diyeceğime karar veremedim. On beş-on altı yaşlarında bir kız var. Her gün mutat olduğu şekilde, altı gibi evden çıkıyorum, diğer taraftan sahile inip (ne var ne yok diye etrafa bakmak için) yeni mekâna doğru ilerleyip, masalardan birine yanaşıyorum. Genelde benim gittiğim saatlerde etrafta o kız olduğu için, bana doğru bakacağı zamana kadar beklemem gerekiyor. Gözleri bana dönünce: Bir dondurma ve eğer boştaysalar Habertürk ve Sabah diyorum, her hangi bir hitap sözcüğü kullanmadan Hürriyet olsa daha iyi olurdu ama burada yok Posta Ve Takvime Abdesti muhafaza ederek bakmaya imkân yok... Bir buçuk saat kadar gazete okuyorum, eğer masama dayım ya da başka birileri gelmişse, biraz muhabbet sonra sahilde biraz tur akşam ezanı okunurken evin yolunu tutuyorum.
Aslında buraların prime time zamanı tam bu saatlerde başlar ama ben karanlığı sevmem, bir de kız milletinin sahili işgali bu vakitlere denk geliyor Erkeklik çok iğrenç bir şey. Zannımca ya erkek olmayacaksın, ya da en azından sakat olmayacaksın. Kızlar da böyle midir acaba? Gerçi beğenilmek, sevilmek arzusunun, avaz avaz bağırdığını görüyorum onlarda da, ama işin cinsellik tarafı erkekler için çekilmez dert. Şu muhabbete benzer bir şeyler geçer mi onların aralarında mesela: Gene yaz geliyor, soyunan dışarı fırlayacak. Nereye kaçsam, nereye sıkıştırsam boynumu gene burası iyi, İzmitte, Fethiye Caddesinde dolaşmanın imkânı yok. Ya cinnet geçireceksin ya kendine cömert bir kız arkadaş bulacaksın yada her eve döndüğünde banyoya koşacaksın.
İşte erkeğin iç dünyasını ifşa ediyorum. Erkelerin tamamında bu biyolojik temel mevcuttur. Geri kalan: kültür, ahlak, din gibi ıvır zıvır, hep bu temelin üzerinde
[FONT='inherit']
Giyim tarzımda da önemli bir değişiklik yaptım. Yaklaşık on senedir, yaz kış pantolon üzerine gömlek giyiyordum. Artık tişört de giyeceğim. Beni daha genç gösteriyormuş, birisi öyle dedi. İnsanların bakışları da buna benzer şeyler söylüyor. Yıllardır gömlekte ısrar etmemin nedeni: Boğazımın ince olması nedeniyle, gömleğin Yakalarının dik durarak bu inceliği, kamufle ettiği ve daha yakışıklı görünmemi sağladığına dair inancımdı. Gene aynaya baktığımda fikrim değişmiyor ama başka bir konuda fikrim ve tavrım değişiyor: Gerçeklik mutlak değil. [/FONT][FONT="]Yani ben kendime baktığımda farklı bir şey görüyorum, başkası baktığında başka bir şey görüyor. Önceden de rölativiteye inanırdım ama uygulama konusunda fazla bir cesaret gösteremediğime göre, yeterince içselleştirmiş değildim. Bu biraz değişmiş. Artık daha cesur olacak, kendi gördüğümün, başkalarının gördüklerinden daha doğru olduğu, ön kabulünün, hemencecik zihnimi ve irademi ele geçirmesine izin vermeyeceğim. [/FONT]