Rüzgârgülü
Evimizin tam karşısında, kadın ve erkeklerin dayanışma içinde yere serdikleri, sakız gibi beyaz bir çarşafın üstünde öğüttükleri buğday parçacıklarını anımsıyorum özlemle...
Üst üste konmuş iki yuvarlak taş, ( yaklaşık elli cm çapında ) üzerinde bir delik ve o deliğe sokulan, tutamaç görevi gören bir sopa... O sopanın yardımıyla arasındaki buğdayı öğüten değirmen taşının her dönüşünde, buğday parçacıklarının dökülüşünü hayret ve zevkle izlerdim çocukken. Ben de çevirmek isterdim. Minik ellerimle o sopaya yapışır, elimin altındaki o büyük ellerin yardımıyla değirmen taşını çevirdiğimi düşünerek inanılmaz bir keyif alırdım. İşe yarıyordum, çok mutluydum...
Kafamı okşayan eller... Nasırlaşmış avuçlarına takılan, bir iki tel saçımı rüzgârın gözlerimin önüne getirişini, gülümseyerek anımsıyorum...
Yana serilmiş o temiz çarşafın üstünde yarı kurumuş tarhanayı bekler, kedi ve kuşlardan korurdum. Sıcak bir kafa okşayıştı ödülüm. Bu ödülü almak, sevildiğimi hissetmekti çabam.
Hiç doymadım sevgiye bu yaşıma geldiğimde bile...
Az ilerde ki çeşmede ellerimi yıkarken kurduğum hayal, ilerde benim de olacak değirmen taşımı tek başıma çevirmekti…
Güçlü olacaktım, çok güçlü!!!
Sonra anladım ki güç tek başına pekte anlamlı değil. Bilek gücüydü o zamanlar düşlediğim. Kişiliğimin güçlü olması gerektiğini büyüyünce anladım. O gücü sevgiden alıyormuşuz, sevgi güçlü kılıyormuş bizi...
Değirmen taşım olsa da tek başıma çevirip duracaktım taşımı. Buğdaylarımı tek başıma yiyecek, etrafımda insanlar olmadan mutlu mu olacaktım?
Hala o değirmen taşını düşlüyorum, bu kez farklı şey öğütüyorum o taşta…
Umutlarımı, hayallerimi, tek başıma çeviriyorum.
Değirmen taşımın etrafa uçuşturduğu hayal ve umutlarımı içim sızlayarak izliyorum... “ Ufacık parçalar halinde uçuşun bakalım, sizi tekrar birleştiremem... Geri istiyorum sizi! Pişirip yiyemem de, ne yapacaktım? Nasıl faydalanabilirdim sizden? Kırıntıydınız, işe yarar mısınız? ”
Yapabilirdim, ama nasıl? Temel Reis’in konserve kutusundaki ıspanağı gibi sizleri bir kutuya koysam, gerektiğinde çıkarsam mı? Yok, yok anlamsız… Bana o kırıntılar güç veremezdi. Biraz daha büyümeliydiniz. Tarlaya da ekemezdim ki sizi yeşerin diye...
Hava güneşli, pırıl, pırıl deniz… Balkonda rüzgârgüllerim dönüyor… Portakal ağacım bile var balkonumda. Saksısına soktuğumuz rüzgârgülü hızla dönüyor. Erguvan ağaçları Rumeli Hisarında renk değiştirmiş, kısa süre sonra açacaklar...
Ben hala ” o kırıntıları nasıl büyütebilirim?” diye düşünüyorum...
Sevgi yetmez mi büyütmeye? Hani yeter diyordum, sevgi her şeydi?
Radyoda MFÖ çalıyor ...” Sana sarı laleler aldım, çiçek pazarından… ” diyordu… Laleler rüzgârgülüm gibi sarı mıydı?
Öğütülmüş umutlarımı avuçlarımda tutuyorum…
Elimdeki kitabı masaya koyup, çıplak ayakla sahilde yürüyorum... Kumların arasında ışıldayan deniz kabuklarını izlerken, ani bir kararla koşmama neden olan hayalim hanginizdi? O küçük tepeye tırmanırken soluklandığım taşı kim aldı oradan? Ya sahilde güneşin batışını izlediğim bank nerede? Kimin ne işine yarar ki çaldınız onları…
Avucumda tuttuğum kırıntılar terimle oyun hamuru gibi olmuşlar. Rengârenk görünüyorlar… Onları daha da sıkıyorum avucumda… İçlerinde her renk var. Bütün renkleri görüyorum... Ayrı olan sarı ve mavi karışmış yeşil olmuş... İyice sıksam, hatta yoğursam onları yeni renkler elde edebilir miydim? Bunun için çaba gerekliydi. İyice sıkıyorum avucumda...
Nasırlı avuçları görüyorum o anda, başımı okşayarak bana: “Aferin kızım! Daha sık, daha da… Başaracaksın! Sen çocukken de böyleydin. O minik ellerinle buğdayı un yapmıştın, şimdi o unları buğday yapamasan da yeni şekiller verebilirsin, istediğin her şeyi yapabilirsin. Hadi! Daha sık, sımsıkı kapat avucunu! Terlesin avuçların, yumruğunun arasından damlasın terlerin… Çaba harcamazsan, terlerin kurursa, tekrar toz haline gelir avucunda tuttukların. Rüzgârda sağa sola savrulur. Yakalayamazsın peşinde koşsan da... Her biri bir köşede işe yaramaz halde öylece durur…”
Sıkıyorum avucumu... Bütün organlarımı kullanarak... Yüreğimi, beynimi, gözlerimi, kulaklarımı da dâhil etmiştim bu işe…
Kulaklarımda o sıcak sesler vardı… ”Haydi!” diyorlardı;” Başaracaksın! ”
Gözlerimi sımsıkı kapattım, içimden geçirdim tüm anımsadığım güzellikleri... Gözlerimi açtım yavaşça, avucumu araladım…
Harika bir hamur olmuştu o tozlar. Rengârenkti… Bir parça kopardım hamurdan, sapsarı bir kelebek yaptım... Üzerine saflık ve temizliği simgeleyen benekler koydum, bembeyaz o çarşaflar gibi... Avucumdan yavaşça bıraktım… Önce bir iki kez kanatlarını açtı kapattı ve portakal ağacına doğru uçtu. Harika bir duyguydu bu. Kelebeğe ben hayat vermiştim, tabi o da bana.
Bir parça hamur daha aldım avucumdan sevgiyle. Bunu rüzgârgülü yapacaktım. Yeşil olsun rüzgârda hızla dönsün!
Tek başına olursa o, rüzgâr savurur bir yerlere... Birinin onu tutması gerek ya da onun bir yerlere tutunması. Tek başına yapamaz...
Karşıda beni soluksuz izleyen biri var, sanki bana “Ben yardım ederim! “ der gibi bakıyor.
Rica etsem benim rüzgârgülüme sahip çıkar mı? Elinde sevgiyle tutar mı?
Benim avucumda hala hamur var. Açamam avucumu, hamurum kurur!
Daha o kadar çok şey yapacağım ki...
Sırada: Güneş, Yıldızlar, Masmavi bir Deniz ve Kelebeğime yalnız kalmasınlar diye
yığınla "Sevgi Kelebekleri…"
Çoook Çalışmam Gerek, Çooook!!!
Not: Bu ilk günüm sitede. Hepine Merhaba
Öykülerim bir edebiyat sitesinde yayınlanıyor bir kaç senedir. Dilerim beğenirsiniz. Sevgiler...
Evimizin tam karşısında, kadın ve erkeklerin dayanışma içinde yere serdikleri, sakız gibi beyaz bir çarşafın üstünde öğüttükleri buğday parçacıklarını anımsıyorum özlemle...
Üst üste konmuş iki yuvarlak taş, ( yaklaşık elli cm çapında ) üzerinde bir delik ve o deliğe sokulan, tutamaç görevi gören bir sopa... O sopanın yardımıyla arasındaki buğdayı öğüten değirmen taşının her dönüşünde, buğday parçacıklarının dökülüşünü hayret ve zevkle izlerdim çocukken. Ben de çevirmek isterdim. Minik ellerimle o sopaya yapışır, elimin altındaki o büyük ellerin yardımıyla değirmen taşını çevirdiğimi düşünerek inanılmaz bir keyif alırdım. İşe yarıyordum, çok mutluydum...
Kafamı okşayan eller... Nasırlaşmış avuçlarına takılan, bir iki tel saçımı rüzgârın gözlerimin önüne getirişini, gülümseyerek anımsıyorum...
Yana serilmiş o temiz çarşafın üstünde yarı kurumuş tarhanayı bekler, kedi ve kuşlardan korurdum. Sıcak bir kafa okşayıştı ödülüm. Bu ödülü almak, sevildiğimi hissetmekti çabam.
Hiç doymadım sevgiye bu yaşıma geldiğimde bile...
Az ilerde ki çeşmede ellerimi yıkarken kurduğum hayal, ilerde benim de olacak değirmen taşımı tek başıma çevirmekti…
Güçlü olacaktım, çok güçlü!!!
Sonra anladım ki güç tek başına pekte anlamlı değil. Bilek gücüydü o zamanlar düşlediğim. Kişiliğimin güçlü olması gerektiğini büyüyünce anladım. O gücü sevgiden alıyormuşuz, sevgi güçlü kılıyormuş bizi...
Değirmen taşım olsa da tek başıma çevirip duracaktım taşımı. Buğdaylarımı tek başıma yiyecek, etrafımda insanlar olmadan mutlu mu olacaktım?
Hala o değirmen taşını düşlüyorum, bu kez farklı şey öğütüyorum o taşta…
Umutlarımı, hayallerimi, tek başıma çeviriyorum.
Değirmen taşımın etrafa uçuşturduğu hayal ve umutlarımı içim sızlayarak izliyorum... “ Ufacık parçalar halinde uçuşun bakalım, sizi tekrar birleştiremem... Geri istiyorum sizi! Pişirip yiyemem de, ne yapacaktım? Nasıl faydalanabilirdim sizden? Kırıntıydınız, işe yarar mısınız? ”
Yapabilirdim, ama nasıl? Temel Reis’in konserve kutusundaki ıspanağı gibi sizleri bir kutuya koysam, gerektiğinde çıkarsam mı? Yok, yok anlamsız… Bana o kırıntılar güç veremezdi. Biraz daha büyümeliydiniz. Tarlaya da ekemezdim ki sizi yeşerin diye...
Hava güneşli, pırıl, pırıl deniz… Balkonda rüzgârgüllerim dönüyor… Portakal ağacım bile var balkonumda. Saksısına soktuğumuz rüzgârgülü hızla dönüyor. Erguvan ağaçları Rumeli Hisarında renk değiştirmiş, kısa süre sonra açacaklar...
Ben hala ” o kırıntıları nasıl büyütebilirim?” diye düşünüyorum...
Sevgi yetmez mi büyütmeye? Hani yeter diyordum, sevgi her şeydi?
Radyoda MFÖ çalıyor ...” Sana sarı laleler aldım, çiçek pazarından… ” diyordu… Laleler rüzgârgülüm gibi sarı mıydı?
Öğütülmüş umutlarımı avuçlarımda tutuyorum…
Elimdeki kitabı masaya koyup, çıplak ayakla sahilde yürüyorum... Kumların arasında ışıldayan deniz kabuklarını izlerken, ani bir kararla koşmama neden olan hayalim hanginizdi? O küçük tepeye tırmanırken soluklandığım taşı kim aldı oradan? Ya sahilde güneşin batışını izlediğim bank nerede? Kimin ne işine yarar ki çaldınız onları…
Avucumda tuttuğum kırıntılar terimle oyun hamuru gibi olmuşlar. Rengârenk görünüyorlar… Onları daha da sıkıyorum avucumda… İçlerinde her renk var. Bütün renkleri görüyorum... Ayrı olan sarı ve mavi karışmış yeşil olmuş... İyice sıksam, hatta yoğursam onları yeni renkler elde edebilir miydim? Bunun için çaba gerekliydi. İyice sıkıyorum avucumda...
Nasırlı avuçları görüyorum o anda, başımı okşayarak bana: “Aferin kızım! Daha sık, daha da… Başaracaksın! Sen çocukken de böyleydin. O minik ellerinle buğdayı un yapmıştın, şimdi o unları buğday yapamasan da yeni şekiller verebilirsin, istediğin her şeyi yapabilirsin. Hadi! Daha sık, sımsıkı kapat avucunu! Terlesin avuçların, yumruğunun arasından damlasın terlerin… Çaba harcamazsan, terlerin kurursa, tekrar toz haline gelir avucunda tuttukların. Rüzgârda sağa sola savrulur. Yakalayamazsın peşinde koşsan da... Her biri bir köşede işe yaramaz halde öylece durur…”
Sıkıyorum avucumu... Bütün organlarımı kullanarak... Yüreğimi, beynimi, gözlerimi, kulaklarımı da dâhil etmiştim bu işe…
Kulaklarımda o sıcak sesler vardı… ”Haydi!” diyorlardı;” Başaracaksın! ”
Gözlerimi sımsıkı kapattım, içimden geçirdim tüm anımsadığım güzellikleri... Gözlerimi açtım yavaşça, avucumu araladım…
Harika bir hamur olmuştu o tozlar. Rengârenkti… Bir parça kopardım hamurdan, sapsarı bir kelebek yaptım... Üzerine saflık ve temizliği simgeleyen benekler koydum, bembeyaz o çarşaflar gibi... Avucumdan yavaşça bıraktım… Önce bir iki kez kanatlarını açtı kapattı ve portakal ağacına doğru uçtu. Harika bir duyguydu bu. Kelebeğe ben hayat vermiştim, tabi o da bana.
Bir parça hamur daha aldım avucumdan sevgiyle. Bunu rüzgârgülü yapacaktım. Yeşil olsun rüzgârda hızla dönsün!
Tek başına olursa o, rüzgâr savurur bir yerlere... Birinin onu tutması gerek ya da onun bir yerlere tutunması. Tek başına yapamaz...
Karşıda beni soluksuz izleyen biri var, sanki bana “Ben yardım ederim! “ der gibi bakıyor.
Rica etsem benim rüzgârgülüme sahip çıkar mı? Elinde sevgiyle tutar mı?
Benim avucumda hala hamur var. Açamam avucumu, hamurum kurur!
Daha o kadar çok şey yapacağım ki...
Sırada: Güneş, Yıldızlar, Masmavi bir Deniz ve Kelebeğime yalnız kalmasınlar diye
yığınla "Sevgi Kelebekleri…"
Çoook Çalışmam Gerek, Çooook!!!
Not: Bu ilk günüm sitede. Hepine Merhaba
Öykülerim bir edebiyat sitesinde yayınlanıyor bir kaç senedir. Dilerim beğenirsiniz. Sevgiler...