David Brin-Postacı
Kıyametsavaşı sonrası dünya artık eski dünya değildir,A.B.D devleti yok olmuştur(evet çok üzüldük gerçekten ) yok olan bir devletin yeni yaşam düzeninde eski teknolojiden eser kalmamıştır insanlar tıpkı kadim zamanlardaki gibi kabile düzenine dönmüş ve gelişmiş bir zamandan geriye dönmenin verdiği daha ilkel bir yaşam sürmekte ve her zamanki gibi bu durumdan nemalanmak isteyen,kendi düzenlerini her gittikleri yerde zorbaca sürdürmek isteyen çetelerin saldırılarından korunmaya çalışmaktadırlar.Tüm bu kaos ortamında bir adam; eski günlerin eğitimli,kendini yetiştirmiş ama şimdilerde ise yatacak yer ve bir kap sıcak yemek için gittiği yerlerde hikayeler anlatan,shakespeare'den oyunlar sunan günü kurtarıp,hayatta kalmaya çalışan bir gezgin bir yolcu nereye gittiği bilinmeyeni...
Bir gün, kimbilir ne zamandan kaldığı bilinmeyen devrilmiş bir posta arabası ve mektuplarla karşılaşır.O an, olacakları çok da düşünmeden sadece eski kıyafetlerini postacının üstündeki daha az yıpranmış kıyafetlerle değişir,postaları işe yarayacağını düşündüğü posta çantası ile birlikte yüklenir ve yeniden yola çıkar ve o artık bir postacıdır.Yeni dünyaya umut verecek bir misyonu farkında olmadan yüklenir ilk gittiği yerde postacı olmadığına kimseyi inandıramaz(hoş bunun için o da bir çaba göstermez postacı sanıldığı için saygı görmüştür,sıcak bir oda,yemek verilmiştir en azından bir süreliğine yeni bir bilinmeze doğru yol alması gerekmeyecektir) insanlar, bir umuda bağlanmaya o kadar ihtiyaç duymaktadır ki o da bu yalanın doğurduğu umuda(yeni birleşik devletler amerikasının kurulduğuna dair postacı ile gelen bu umuda) zamanla inanmaya başlayacak hatta bu kaostan çıkmak adına onu daha da geliştirmek zorunda kalacaktır.Bırakmayı düşündüğü zamanlar olur, yine yeniden tek başına sadece kendinden sorumlu olduğu tek kişilik yaşam mücadelesine dönmek ister ama "sorumluluğu kim alacak" sorusunun cevabı vicdanına ve beynine sürekli hucüm ederken bunu yapamaz.Kıyametsavaşı ile yok olan dünyalarda yeniden eski günlere dönüşe yeniden insan olmaya bir yalandan doğan umuda yürekten bağlanmanın hikayesi,güzeldi. Kevin Kostner'in yönettiği ve başrolünü oynadığı aynı adlı filmini yine yeniden izleyip gayri ihtiyari kitap ve film karşılaştırmasını yapacağım muhtemelen.Bilimkurgu sevenlerin ilgisini çekebilir :wink:
Başlıktada belirttiğim gibi çaresiz anlarda hayatınızı değiştirecek değişimlerle karşılaşırsanız ona inanıp,yürekten bağlanmakla kendinizde o zamana kadar var olduğunu bile bilmediğiniz ve keşfettiğinizde,işleyerek önce kendiniz sonra diğer insanlar için iyi değerlendirilebilecek bir şeyi keşfetmiştir Gordon ve tüm ulusda o umudun peşinde gerçekten iyi işler başarmışlardır.İllaki çaresiz anlar mı olmalı insan hayatında bir takım değişimler yaşamak için ya da bir nevi bin nasihattense yediğimiz bir darbe bir yıkım bizim bir durup düşünmemizi bir şeyleri değiştirmemizi sağlar.Sanırım benim için genelde yıkımlar durup düşünmemi sağlamıştır.Her şey iyi giderken gerçekler tüm çıplaklığıyla görünmeyebiliyor
Kıyametsavaşı sonrası dünya artık eski dünya değildir,A.B.D devleti yok olmuştur(evet çok üzüldük gerçekten ) yok olan bir devletin yeni yaşam düzeninde eski teknolojiden eser kalmamıştır insanlar tıpkı kadim zamanlardaki gibi kabile düzenine dönmüş ve gelişmiş bir zamandan geriye dönmenin verdiği daha ilkel bir yaşam sürmekte ve her zamanki gibi bu durumdan nemalanmak isteyen,kendi düzenlerini her gittikleri yerde zorbaca sürdürmek isteyen çetelerin saldırılarından korunmaya çalışmaktadırlar.Tüm bu kaos ortamında bir adam; eski günlerin eğitimli,kendini yetiştirmiş ama şimdilerde ise yatacak yer ve bir kap sıcak yemek için gittiği yerlerde hikayeler anlatan,shakespeare'den oyunlar sunan günü kurtarıp,hayatta kalmaya çalışan bir gezgin bir yolcu nereye gittiği bilinmeyeni...
Bir gün, kimbilir ne zamandan kaldığı bilinmeyen devrilmiş bir posta arabası ve mektuplarla karşılaşır.O an, olacakları çok da düşünmeden sadece eski kıyafetlerini postacının üstündeki daha az yıpranmış kıyafetlerle değişir,postaları işe yarayacağını düşündüğü posta çantası ile birlikte yüklenir ve yeniden yola çıkar ve o artık bir postacıdır.Yeni dünyaya umut verecek bir misyonu farkında olmadan yüklenir ilk gittiği yerde postacı olmadığına kimseyi inandıramaz(hoş bunun için o da bir çaba göstermez postacı sanıldığı için saygı görmüştür,sıcak bir oda,yemek verilmiştir en azından bir süreliğine yeni bir bilinmeze doğru yol alması gerekmeyecektir) insanlar, bir umuda bağlanmaya o kadar ihtiyaç duymaktadır ki o da bu yalanın doğurduğu umuda(yeni birleşik devletler amerikasının kurulduğuna dair postacı ile gelen bu umuda) zamanla inanmaya başlayacak hatta bu kaostan çıkmak adına onu daha da geliştirmek zorunda kalacaktır.Bırakmayı düşündüğü zamanlar olur, yine yeniden tek başına sadece kendinden sorumlu olduğu tek kişilik yaşam mücadelesine dönmek ister ama "sorumluluğu kim alacak" sorusunun cevabı vicdanına ve beynine sürekli hucüm ederken bunu yapamaz.Kıyametsavaşı ile yok olan dünyalarda yeniden eski günlere dönüşe yeniden insan olmaya bir yalandan doğan umuda yürekten bağlanmanın hikayesi,güzeldi. Kevin Kostner'in yönettiği ve başrolünü oynadığı aynı adlı filmini yine yeniden izleyip gayri ihtiyari kitap ve film karşılaştırmasını yapacağım muhtemelen.Bilimkurgu sevenlerin ilgisini çekebilir :wink:
Başlıktada belirttiğim gibi çaresiz anlarda hayatınızı değiştirecek değişimlerle karşılaşırsanız ona inanıp,yürekten bağlanmakla kendinizde o zamana kadar var olduğunu bile bilmediğiniz ve keşfettiğinizde,işleyerek önce kendiniz sonra diğer insanlar için iyi değerlendirilebilecek bir şeyi keşfetmiştir Gordon ve tüm ulusda o umudun peşinde gerçekten iyi işler başarmışlardır.İllaki çaresiz anlar mı olmalı insan hayatında bir takım değişimler yaşamak için ya da bir nevi bin nasihattense yediğimiz bir darbe bir yıkım bizim bir durup düşünmemizi bir şeyleri değiştirmemizi sağlar.Sanırım benim için genelde yıkımlar durup düşünmemi sağlamıştır.Her şey iyi giderken gerçekler tüm çıplaklığıyla görünmeyebiliyor