Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

İşte bir aşk hikayesi

(ben)

Emektar Üye
Üyelik
28 Ara 2018
Konular
45
Mesajlar
12,061
Reaksiyonlar
55
Her biri bilinmez bir mezar şimdi. Mezar taşları ürpertir, ürkütür insanı. Ama beni, o hassas melteme bile dayanamayacak kadar hafif vücutları, yüreklerinin çektikleri, katlandıkları ve yaşadıkları dillere destan, ateş dolu, acı dolu hayatları daha çok ürpertmiştir hep. Mezar taşlarından daha fazla.“Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu’yu” demiş ozan. Demiş ya! Ne yürekten demiş, ne Doğru demiş. Anadolu’m benim. Günde bin güzellik görüp, birine vurulduğumuz. Gam ile dert ile yoğrulduğumuz. Gök gözlü, güneş yüzlü, derin sözlü, yarım özlü. Ekmek’ini el ile paylaşan, çarşambasını sel alan, sevdiklerini el alan. Kor yürekli, demir bilekli, başı bulutlarda yiğitlerin, vefalı, sadık, vefakâr, örük saçlı, uzun boylu yapalakların, tuğ sunaların, toraşamların, gül yüzlü güzellerin, ceylanların, efsanelerin, lav gibi fışkıran yüreklerin, düğünlerin, halayların, türkülerin, ağaların, beylerin, ozanların ve dillere destan âşıkların diyarı Anadolu’m. Anadolu’m benim. Kerem ile Aslı’sı var, Ferhat ile şirin’i var, Leyla ile Mecnun’u var, Elif ile Mahmut’u, Sürmeli bey’i, Şah İsmail’i, Sümmani’si var. Dil hangi birine döner, yürek hangi birine katlanır. Ve kalem hangi birini yazabilir. Yazıpta başedebilirki.

İşte Senem ile Yazıcı oğlu da bu yürek yangınlarını çekmiş binlerce kor yığınından sadece ikisi.

Tülü mayalar, kırk atlar koçlar, taylar kuzular, gökçe gelinler ve koç yiğitlerden kurulu örük kervanı Binboğa dağlarının üstünden aşıp, güneş’in kızıla boyanıp battığı Tanır yaylasına doğru ince bir çizgi gibi, bir uçtan bir uca süzülüp geçti. Günlerdir at üstündeki aşiret mensupları yorulmuşlar, bunalmışlardı. Ama yol bitmiş sınırın hemen yanı başındaki konak yeri Yapalak görünmüştür. Akşamüstü yaylaya ulaşınca kervanın en önünde giden tülü mayadan yaşlı bir Yörük beyi sıçrayıp indi. Arkasında uzanan kervana dur etti ve bağırdı. “Konak yerimiz buradır. Atlar bağlana, denkler çözüle tez elden çadırlar kurula Allah hayıra getire dedi ”Yiğitler atlarından, gelinler tülü mayalarından indiler. Birkaç genç kadın, Yörük beyinin indiği devenin yedeğindeki al bir at’tan, genç bir kızı incitmekten korkar gibi tutup indirdiler yere. Altına kilim serildi. Üstüne gölgelik çekildi hemen. Bağdaş kurup oturdu genç Yörük kızı yere. Omuzunun bir ucundan bir ucuna fişeklik çevriliydi. Belinde gümüş saplı bir hançer takılıydı. İran ipeğindendi tüm giysileri. Samur saçları başındaki yeşil berenin içinde toplanmış, kenarlarından taşmıştı. Uzun boylu, beyaz tenli, simsiyah gözlü, ceylan bakışlı, bakanın bir daha baktığı, görenlerin yüreklerini yaktığı bir ahuydu bu. Ne Tanır, ne Binboğalar nede bu küçük Yapalak, böyle bir güzele çadır açmamış, böyle bir ceylana raslamamışlardı. Yayla böyle bir güzel görmemişti.

Tez elden çadırlar kuruldu. Atlar kuzular koyunlar çayır’a salındı. Beyin siyah çadırından geniş obası kuruldu. Tüfekler, sazlar asıldı çadır direklerine. Ay orta yere gelip dolandı. Mehtap bir uçtan bir uca ışığıyla doldu yapalak’a. Yörükler meydan yerinde yaktıkları, gökyüzüne uzanan bir ateş yığınının başında, geceye teslim ettiler ilk günlerini.

Ertesi sabah hemen duyuldu Tanır’a Yörüklerin gelip yerleştikleri. Adettendi, yerli halk gelip hoş geldiniz derdi. Birkaç ay kalıp sonra gidecek olan bu göçebe Yörükleriyle kardeş gibi geçinirlerdi. Hoşgeldine gitmek bölgenin ağasına düşerdi. Ağa yanına bölge büyüklerini toplar, kadınını yanına alır, gider yeni misafirleriyle tanış olurdu. Yine öyle oldu. Tanır’ın şanlı Bey’i Yazıcı oğlu köyünün büyüklerini çağırıp, başlarına da oğlu Osman’ı katıp hoş geldine gönderdi Yörük içine. Atlayıp atlarına, vardılar Yörük yaylasına yerliler. Yörükler hürmetle yürekten karşıladılar gelenleri. Koşup ağaya haber verdiler. Kara çadırından önce ak saçlı örük beyi, ardında o ahu gözlü, fidan boylu ceren çıktı. Bir hançer gibi dikildi karşılarına. Başı yularda iki eli böğründe Daha buyrun diyemeden, ziyaretçilerin başında atın üstünde bir kartal gibi duran yemyeşil gözlü, kartal bakışlı çınar gibi heybetli Osman’a takıldı gözleri. Bir yıl gibi sürdü ikisi içinde bu bakışlar. Bakıştılar.

Buyrun dedi Yörük bey’i. Yanında hala, yere saplı bir hançer gibi duran kıza döndü. Senem dedi: Atı tut kızım. Koştu Senem adetleri gereğince, gelen kafilenin bey’i ile hanım ağasının atının yularına sarıldı. Kadında Osman’da indiler atlarından. Tam kafile Yörük illeri gelenekleri gibi halka tutup oturdular. Hoş geldiniz edildi. Kahveler, katıklar içildi, konuşulup tanışıldı. Ama iki gencin aklı ve gözleri bir an bile ayrılmadı birbirlerinden. İşte diyordu Senem! Kendimi kollarına teslim edebileceğim, erim, erkeğim diyebileceğim çınar gibi bir yiğit. İşte diyordu Yazıcı oğlu Osman’a. Yazıcı oğlu Osman’da; Baba evine götürebileceğim, övünç duyup yaslanacağım, bir ahu diyordu kendi kendine.

Akşama kadar kalındı Yörük yaylasında. Geniş sofralar yazıldı yere, koyunlar kızartıldı, katıklar yayıldı, yenildi içildi. Ama Senem’le Osman bir kere düşen bir kor yığını gibi, bakıp durdular birbirlerine. Akşam Yörüklerden ayrılıp Tanır’a doğru yola çıktıkları zaman, Osman yüreğinden bir parçanın yapalakta kaldığını hissetti. Senem yüreğinden bir parçanın kopartılıp alındığını, içinden bir şeylerin eksildiğini sandı. Günler akıp geçti. Ne Senem ne de Osman unutamadılar birbirlerini. Bir bahane bulup yeniden gidemedi Osman Yörük çadırına. Senem obadan dışarıya ayak atamadı.

Ama seven yürek neler etmez ki, her şeyin çaresi bulundu. Bir Yörük kadını yardım etti bey kızına Bey oğlu atlayıp atına Seneme koştu.Ay ışığında her buluşup konuşmalarında daha çok yandı yürekleri, daha çok sevdiler, daha çok bağlandılar birbirlerine.

Sevda bu. Çaresi olmazsa sarartıp soldurur, öldürür adamı. Senem de Osman da aynı ateşte kavruldular. Senem seviyordu ama çaresizdi. Biliyordu ki babası obadan dışarı kız vermezdi. Töreler böyleydi. Osman düşündü, bir Yörük kızını eve almazdı babası. Kaçalım dediler bir gün. Yok dedi Senem. Kaçalım dedi oğlan yok dedi Senem. Ben böyle bir ateşle yana yana ölürümde kaçmam. Kaçıp yere yıkmam başını babamın. Babamın başını yere yıkamam. Başka çare yok. Kaideleri yıkacak, iki sevdalıyı birbirine kavuşturacak, ağır kuvvetli Yörük beyine bir dünür kafilesi gerekti.

Bir yiğit sararıp solar erir giderde, bir bey kadını hatun anası hissetmez mi? Gayrı sordular, Osman anlattı. Bir tek oğlanın derdine çare bulmak, onu bu dertten bu acıdan kurtarabilmek için kaideleri bir bir yıktı babası. Etraf çevrelerden ağalar toplandı. Dünür kafilesi ve hediyeler hazırlanıp vardı Yörük ağasına. Bir sevinç bir umut düştü içine Senem’in, bir sevinç doldurdu içini Osman ağanın. Ne kaldı ki aha bugün olsa yarın kavuşuverirler. Birbirlerine yakışan nazarlık bir çift olular. Allah’ın emriyle dediler kızını istediler. Allah yazdıysa biz ne edek velâkin obamızın kanunları vardır. İhtiyarlarımıza soralım, bir kaç gün izin verin düşünelim, iletiriz kararımızı. İsteriz ki kızımız oğlunuza kurban ola, böyle bir beyin gelini ola. Ama töreler dediler.

Umut içinde döndü dünür kafilesi. Bir yangın düştü içine Yörük beyinin. Ama ölürde törelerini yıkmaz, aşiretin dışına kız vermezdi. Fakat bu çevrenin en güçlü adamı dünür geliyor. Vermezlerse basarlar obayı alır kaçırırlar kızı. Onlar basmadan biz kaçmalıyız dedi oba yaşlılarına. Hemen o gece çadırlar söküldü, sürü toplandı, kervan hazırlandı. Ve Senem içi kan ağlıyor. Bir ölüden farksız. Tüm oba yiğitlerinin arasında çekilip gittiler Yapalaktan. Bir gecede toplandılar gittiler.

Ertesi gün tüm Tanırlılar boş buldular yaylayı. Bin yerinden hançerlenmiş gibi inledi yıkıldı, bir ölüden farksız oldu Osman. Her yana haberler salındı, sözcüler gönderildi. Aylar yıllar sürdü bu arayış. Ama ne Yörük kervanının izine rastlandı, ne de Senemden bir haber alındı.

Yıllar geçti aradan yandı yıkıldı Osman, ama Senemden bir haber alamadı. Talih’i her gün biraz daha karardı. Bir düğünde bir gözünü kaybetti. Değen saçmalarla birlikte anası babası öldü. Günler yel gibi geldi geçti. Onun içindeki yangın geçmedi unutamadı Senem’i. On yıl, yirmi yıl, elli yıl, atmış yıl geçti, bir haber gelmedi Senem’den.

Sonra bir yaz günü evinin önünde oturup çocuklarıyla oynarken; Köyün çerçicisi bir ermeni vardı. O geldi koşarak yanına. Ağam dedi! Ağam kurban olam haberler ne ki haberler. Desem yıkılırmısın yoksa sevinirmisin. Eski bir yaraya tuz mu atarım. Anlat dedi Yazıcıoğlu. Anlat hele ne istersin. Haberin hayırlıysa tarla veririm, değilse çek git.

Kozan’daydım dedi ermeni çerçi, mal satardım. Açmış oturmuştum metamı, buğday almış kumaş verirdim. İki büklüm bir ihtiyar geldi yanıma. Saçları ak, gözlerinin feri sönmüş bir ihtiyar kadın. Oğul dedi nerelisin. Tanırlıyım ana dedim. Osman ağayı bilir misin dedi. Bilirim elbet dedim. İnsan köyünün ağasını bilmez mi?

Kuşağından bir çıkını çıkarttı. Aha bu lapatan’ı elime tutuşturup, Osman ağaya söyle Senem ananın selamı var, yüreği yüreğinle birdir. Kimseye yar olmamıştır. Bir yayla kızı gibi sevmiş bir yayla kızı gibi sadık kalmıştır de, Ama gayrı her şey geçti. Gelip aramaya, arayıp sormaya de. Ağam selam yerde kalmazmış getirdim sana, Gayrı sen bilirsin dedi ermeni çerçi. Yüreğinde yetmiş yıl evvelin koru yeniden yandı. Osman Ağanın içinde kaynar bir şey aktı. Altınlar tarlalar verdi ermeni çerçiye. At hazırlattı, yanında iki adam düştü kozanın yoluna. Osman Ağa Senem ile buluştu mu bunu bilmiyoruz ama Maraş'ta Tanır da. Toros'lar da, Avşar illerinde ne zaman bir düğün kurulsa; Önce Osman ağanın aldığı haberden sonra söylediği türküyü söyler kadınlar erkekler. Yankıları Torosların Binboğaların ötesine doğru yanık bir ses, yanık bir yürek. Nerede bir gece toplantısı olsa, yaşlılar genç'lere Senem ile Yazıcıoğlu Osman’ın sevdalarını anlatırlar hep.


Türkünün Sözleri

Aşan bilir karlı dağın ardını
Çeken bilir ayrılığın derdini
Bülbül kaça aldın gülün nargını
Gül alıp satmanın zamanı değil


Yaprak gazel olmuş duruyor dalda
Vefasız güzelden bize ne fayda
Bu ayda olmazsa gelecek ayda
Ölürüm vazgeçmem sevdiğim senden


Selvinin dalları boyundan uzun
Yavrular gözüme bir salkım üzüm
Ölmeden görseydi o yâri gözüm
Koyun kuzu kurban olur o zaman
 
Son düzenleme:
TAHİR İLE ZÜHRE HİKAYESİ ve ŞİİRİ
TAHİR İLE ZÜHRE HİKAYESİ
Geçmiş zaman ve eski günlerde zengin ve şöhretli bir padişah vardır. Malı, mülkü, askere kısaca her şeyi vardır. Ancak çocuğu olmamaktadır.
Doktorlara gitmiş derdine çare bulamamıştır. Bunlardan fayda göremeyince kendisini eğlenceye verip ve yaptırdığı bahçeye gidip gelmeye başlar. Bir gün veziri ile çarşıda dolaşmaya çıkar. “her kim bana bir altın verirse tanrı onun muradını versin” diyen bir dilenciye para verir. Oradan ayrılıp bahçeye doğru giderler ve bir ağacın altında otururlar. İleride bir ağacın altında da yaşlı bir derviş görürler, onun yanına giderler. Derviş “marifetlerim vardır” deyince, padişah gönlünden geçeni bilmesini ister. Dervişte padişah ve vezirin çocuğunun olmadığını, evlat istediklerini bilir. Bunun üzerine dervişten yardım isterler. Dervişte cebinden cebinden bir elma çıkarır ve ikiye böler. Bu elmaları yerlerse çocukları olacağını, padişahın kızı, vezirin oğlu olacağını, ama onları ayırmamalarını evlendirmelerini söyler. Padişahta vezirde çok sevinir. Akşam elmayı yerler ve dokuz ay on gün sonra padişahın kızı, vezirin oğlu olur. Kızın adını Zühre, oğlanın adını Tahir koyarlar. Tahir ile Zühre birlikte büyürler. En tanınmış hocalardan ders alırlar ve çok zeki olduklarından her şeyi öğrenirler. Fakat on yaşında Zühre’nin gönlü Tahir’e düşer ve uyurken Tahir’i öper. Tahir çok kızar çünkü kardeş olduklarını sanır. Bir gün Zühre Tahir’i yine öper ve Tahir’de Zühre’yi döver. Zühre o kadar üzülür ki Allah’a “Allah’ım benim sevgimin yarısını Tahir’e ver” diye dua eder. Tahir’de Zühre’ye aşık olur. Bu sefer Zühre kendini naza çeker. Ancak kardeş olmadıklarını öğrenen Tahir ile Zühre günden güne bir birine daha çok bağlanırlar. Sazlarını alıp bir birlerine türkü söylerler. Bunları gören Arap köle padişahın karısına söyler. Padişah kızını Tahir’le evlendirmenin zamanı geldiğini söyler.
Ancak karısı kızının padişah oğluyla evlenmesini istemektedir. Padişah kendi gözleriyle aşıkları görmek ister ve görünce de aşıkları evlendirmeye karar verir. Bu arada Tahir rüyasında iki kara köpeğin kendisine saldırdığını görür ve rüyası çıkar. Padişahın karısı, padişaha sihirbaz cadının yaptığı şerbeti içirince padişah Tahir'den soğur ve onu saraydan kovar. Aşkı ile yanıp tutuşan Tahir Zühre’nin köşkünün önüne gelerek sitem dolu türküler söyler. Zühre’de olayları dadısından öğrenir ve her şeyi Tahir’e açıklar. Arap köle bunları görünce yine padişaha haber verir. Bu sefer padişah onu Mardin’e sürer. Mardin’de yedi yıl kalan Tahir bir gün Allah’a dua eder ve onu zindandan kurtarmasını ister. Duası kabul olur zindanın açılan kapısından siyah atıyla Hızır gelir ve onu atına alıp, o uyurken Zühre’nin köşkünün önüne bırakır. Zühre Tahir’i dadısına gönderir. O günden sonra her gece gizli gizli buluşup zevk ve sefa eylerler. Fakat bir gün Tahir rüyasında yine kara köpeklerin etrafını sardığını görür. Rüyası yine çıkar çünkü Arap köle onları yine görmüştür. Bunu padişaha haber verir ve Tahir, üstü açık bir sandıkla Şat suyuna bırakılır. Şat suyu kenarında da Göl padişahının sarayı vardır. Zühre bunu bildiği için Göl padişahının kızına mektup yazar ve göl padişahının kızları da onu bulurlar. Göl padişahın üç kızı da Tahir’i sevmektedir ve bir gün onu paylaşamadıkları için kavga ederken, Tahir bunları duyar ve kaçar. Bir çeşme başında dua eder ve uyur. At sesiyle uyanınca, yanında bir derviş görür. Yine ata biner ve gözlerini kapatır. Derviş “aç” dediği zaman Tahir kendisini Zühre’nin köşkü önünde olduğunu görür. Dadısına gider. Dertleşirler. Bir gün Tahir davul zurna sesleri duyar ve dadısından Zühre’nin evleneceğini öğrenir. Kadın esvabı ile düğüne gider. Kendini Zühre’ye tanıtır. Ertesi gün Zühre ile anlaşırlar. Hamama gitmek için çıkıp kaçmaya karar verirler.
Ancak Arap köle de kadın kılığına girmiş ve onları görmüştür. Arap köle durumu padişaha haber verir. Padişah Tahir’i yakalatır. Mecliste onu ve kızını anmadan üç hane türkü söylerse affedeceğini söyler. Tahir iki haneyi söyler fakat üçüncü hanede Zühre'nin içeri girdiğini görünce onun ismini kullanır. Padişahta onun boynunu vurdurmaya karar verir. Cellat Tahir’in boynunu vurmadan Tahir namaz kılıp Allah’a ruhunu alması için dua eder ve hemen ölür. Bunu gören Zühre aklını kaçırır. Hekimler çare bulamaz hatta Tahir’in etini yedirmeye çalışırlar ama dadısından bunu öğrenen Zühre’de çok kızar, Tahir’in mezarına gider. Allah’a ruhunu alması için dua eder ve ölür. Mezara gelen Arap köle de Zühre’ye aşık olduğu için kendini hançerle öldürür. Padişah kızını Tahir’e vermediği için pişman olur ama iş işten geçmiştir. Bir süre sonra aşıklara mezar yapılır. Arap köle de başuçlarına gömülür. Oradan geçenler Zühre'nin mezarında beyaz bir gül fidanı, Tahir’in üzerinde ise kırmızı bir gül fidanı görürler. Arab’ın mezarında da kara bir çalı bitmiştir. Her sene aşıklar baltalarla o çalıyı keserler ancak çalının yine bittiğini görürler. Ziyaretgah olan mezarı da aşıklar ve bağrı yanıklar sürekli ziyaret ederler. (alıntı)

Tahir'le Zühre Meselesi
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte yani yürekte.
Mesela bir barikatta dövüşerek mesela kuzey kutbunu keşfe giderken mesela denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Nazım Hikmet RAN.1949 (alıntı)
 
Matematikle yazacağım bulunduğum koordinatlara bakıp düşündüm.
Sonra kendimi buldum.
Ben aşk çemberine teğet geçen bir doğruyum tek tesellim hala doğru oluşum.
Teğet geçme nedenim ise; Çemberin yerinde sabit durmayışından.
Eksiğim yok muydu?
Vardı tabi iki komşu dik kenar arasındaki bir açı kadar diktim.
Doksan dereceydim yani, ve senide hipotenüs gibi hep karşıma duracak sandım.
Lakin aldanmışım.
İlişkimizin boyutları bir üçgen gibi genişleseydi tamam, ama sen bir gün çekip gidince üçgenimiz bozuldu.!
Ben de iki vektör arasındaki açı olup çıktım.
Oysa; üçgen olmalıydık, dörtgen olmalıydık, beşgen olmalıydık, ne bileyim çokgen olmalıydık.. ama asla yamuk olmamalıydık..
Yamuğa hep acırım, hem de nefret ederim.
Ne zaman yamuk dense bir dik inerdi içime, aklıma ve içim cız ederdi.
Bundan sonra sen düşeceksin aklıma ve inan içim cız etmeyecek sana.
Matematik her zaman sabittir. 2x2=4 P=3,14...
Edebiyat ise değişkendir.
"Ah aman gider o yare haber, yarda yanar bir zaman." misali olmayacak hayalleri vardır edebiyatın.
Lakin ne yare haber gider, Ne de yar yanar.
Olan yine sana olur, Eczacılara gün doğar.
Düşünüyorum da kıskanırdım eskiden seni.
Paylaşmam derdim, yarin yanağından gayri demiştim asla.
Ve de sen tektin, paylaşılmazdın.
Şimdilerde bunun da formülünü buldum.
"Dört çarpı sen kare artı sen"
Bu formülden içi boş kaç tane sen türetilebilir?
Senden korkmuyorum artık, umarım sen utanırsın bütün kalbimle, benliğimle sana karşı hissettiklerimi ve seni her şekilde görmek istediğimi bildiğin halde gittin ya git git...
Zıkkımın kareköküne kadar yolun var diyemiyorum.
Yine de reel sayılar kadar reel mutluluklar dilerim sana.
Dört işlem bilirdim önce, senden önce yani.
En çok bölmeyi severdim, yanlış anlama! ekmeğimi bölerdim, yüreğimi bölerdim.
Senden sonra çarpmaya başladım, kafamı bütün duvarlara!
Toplamayı severdim senden önce.
Toplardım bütün güzellikleri sen beni bu güzelliklerden çıkardın da eline ne geçti?
Altıyla beşin toplamlarından bile elde bir kalırken Senin bu sevdada elinde ne kaldı?
Sen payı paydasından küçük,
Sen dört işlemi yutan eleman,
Sen çarpım tablosunda yolunu şaşırmış (x).
Sen bir bilsen, biz sana ne değerler verdik de sen eşitliğin sağına hep değersiz olarak geçtin.
Bense x'in yanına yazılmış herhangi bir rakam.
Ve sen her dafasında X'i yalnız bırakmak için beni benle sadeleştirdin.
Eline ne geçti diyorum?
X'i yalnız bırakabildin mi bari?
Yalnız bırakabildin mi X'i?
Neyi, niçin istedim anlamazdım bir türlü
Seni memnun etmek için ne olmalıydım?
Parabol mü yoksa parası bol mu?
Sana kafiyeler dizmeyeceğim artık.
Serbest, müsaaaat ve ölçüsüz şiirler yazmayacağım.
Kırmızı panjurlu bir evimiz olacaktı. bir de havuzumuz olacaktı.
Havuzumuzu iki musluk dört saatte doldururken, bir saatte iki musluk boşaltacaktı.
İki de oğlumuz olacaktı, birinin ismini PASCAL, diğerininki ABDÜLKERİM koyacaktık.
İkisinin yaşlarının toplamı babalarından bir eksik, annelerinden dört fazla olacaktı.
aaaatlar ülkesinin en aaaat çifti olacaktık.
Sen profiterol yerken ben acılı lahmacun yiyecektim...
Artık hiç biri olmayacak çünkü sen sevgimin değerimi sıfır'a eşitledin, Sen beni terkettin...
Bir matematikçi böyle anlatmış aşkı
 
İlişkimizin boyutları bir üçgen gibi genişleseydi tamam, ama sen bir gün çekip gidince üçgenimiz bozuldu.!
Gel artık
 
...cehennemden qelseydiniz oraya qelicektim...
...sizin olduqunuz cehennem benim cennetimdi...
...notre dame dua etsem neye yarardi ki....
..............juliet...
(ben )...matematiksel olanı cok beqendim....😌
 
...cehennemden qelseydiniz oraya qelicektim...
...sizin olduqunuz cehennem benim cennetimdi...
...notre dame dua etsem neye yarardi ki....
..............juliet...
(ben )...matematiksel olanı cok beqendim....😌

1+1=2 kuralını yıktık, ben+o=3 sevdanız bizi üçledi
 
4÷2=2
karekök 4 karekök dışına 2 olarak çıkar..
4-2= 2....
bunları coqaltabiliriz ve sonuç 2 çıkar....😹😹😹
yanlış yazmış klavye otomatik o yüzden duzelttim...
 
4÷2=2
karekök 4 karekök dışına 2 olarak çıkar..
4-2= 2....
bunları coqaltabiliriz ve sonuç 2 çıkar....😹😹😹
yanlış yazmış klavye otomatik o yüzden duzelttim...

Toplama işlemi yap
1+1=2 fakat ben o birde sevdamız üç olduk
 
evet ama diqer matematiksel işlemler de 2 çıkar onu diyorum...😹😹😹 o kim peki ....😹😹😹
 
Sen ayrı trende ben ayrı garda yollar aşkımıza gölge düşürdü
hasret geldi geçdi bu son baharda yıllar aşkımıza gölge düşürdü
günleri ayları yılları saydım bir tek seni sevdim o karardaydım
sen leyla ben mecnun olmaz olaydım çöller aşkımıza gölge düşürdü
hakkım helal olsun sende helal et ferhat kerem aslı şirin civayet
biraz çekemezler birazda gurbet eller aşkımıza gölge düşürdü
günleri ayları yılları saydım bir tek seni sevdim o karardaydım
sen leyla ben mecnun olmaz olaydım çöller aşkımıza gölge düşürdü
ne yalan ne sitem neden bir ruya suskun gözlerini hasret uykuya
aradığımız aşka gerçek duygu ya kum lar aşkımıza gölge düşürdü
günleri ayları yılları saydım 1 tek seni sevdim o karardaydım
sen leyla ben mecnun olmaz olaydım çöller aşkımıza gölge düşürdü
 
Üst Alt