Kutlu Doğum Etkinliğinde ağlatan hikaye
Bu Cuma akşamı (18 nisan 2014) Komşumuz ve dostumuz Sincan İbni Sina Anadolu lisesi Müdür Başyardımcısı sevgili Efkan Vural hocam, ve Bülent Yolcu hocam bizi öğrencilerin sunacağı kutlu doğum etkinliğine davet etti.
Etkinliği hazırlayan, öğrencileri eğiten kişi sevgili edebiyat öğretmeni Bülent Yolcu hocam idi. Bülent hocamdan bir yazıda bahsetmiştik. Okulunda engelliler klübü kurmuştu.
Geçen yıl (16 mayıs 2013) kıymetli öğretmen arkadaşı İlkgül Çelebi hocam, Efkan Vural hocam ve altı öğrenciyle bendenizi ziyaret etmişlerdi. Bir yazıda anlatmıştık.
Bülent hocam harika bir iş çıkarmış. Öğrencileri o kadar güzel çalıştırmış ki hiç hata yapmadılar. Öğrenciler, şiirleri öylesine içten okudular ki, adeta bize o sahneleri yaşattılar.
Bütün öğrencilerin diksiyonu o kadar güzeldi ki, maşallah diyorum. Yetiştiren hocalardan Allah razı olsun. Hele o programdaki sunucu erkek ve kız öğrenci, TRT spikerlerine taş çıkartır.
Tekerlekli sandalyemizle, mecburen protokole ayrılan yerde izledik. Kendimizi çok özel hissettik Önde kimseyi rahatsız etmek istemedik ve babam sandalyeyi en uca koydu.
Fakat yine o tevazusuyla İlkgül Çelebi hocam yanında durabileceğimizi ve asla rahatsızlık değil memnun olacağını ifade ettiler.
Acizane gözümüzü öğrenciye değilde, sahne fonuna çevirip şiiri dinledik ki, şiirin sözlerine odaklanıp şiiri yaşayalım. Sanırım İlkgül hocam yanlış anladı.
Celal, beğenmedin mi, sıkıldın mı, diye sordu. Hayır hocam, aksine çok beğendim, dedik ama yine şiiri okuyan talebeye bakmadığımız için sanırım yanlış düşünmesine sebep olduk.
Kutlu doğum anma programına iki değerli sanatçı konuk oldu. Birisi değerli sanatçı Hasan Sağındık idi. Eşi, Efkan hocamın okulunda öğretmen olduğu için geceye şeref vermişti.
Gecenin anlamına binaen özel bir şiir okudu. Ayrıca kutlu doğum için bestelediği özel ilahisini okudu. Müzikal açıdan çok güzel bir besteydi. Allah razı olsun.
İkinci değerli sanatçı Ziya Uğur idi. O da, son ilahi albümünden özel bir ilahi bestesini okudu. Ayrıca çok güzel bir fon müziği eşliğinde bir yazı okudu. Ama muhteşem anlattı. İzleyenlerin gözleri doldu.
İşte yazının başlığında bahsedilen o hikaye, Ziya Uğur bey önce şu açıklamayı yaptı:
Medine’de bir şirkette elektrik teknisyeni olarak çalışan Allah dostu ve peygamber aşığı bir kardeşimiz, işin son günü sabah mesaisinde kendisine verilen teknik görevi tamamlayıp ayrılmak üzere iken Resulullah’ın Ravzasında elektrik çarpması sonucu vefat etti ve Cennet-ül Bakiye defnedildi. Tabii ailesi mecburi istikamet Türkiye’ye döndü.
O zaman 7 yaşında olan oğlu Muhammed Nebi Doğanay bugün ortaokuldayken kompozisyon dersi ödevi olarak bir makale yazmış ve birincilik almış. İşte o peygamber aşkını en derinden yaşayan bir yüreğin yansımaları.
Bir Güneşim Bir Babam Birde Terliklerim
(Kompozisyon yarışmasında birinci seçilen yazı)
Bir ilkbahar gününde, güller gibi kokan Medine'de dünyaya gözlerimi açmışım. Doğduğum hastahane, Ravza'nın hemen yanı başında olduğu için, duyduğum ilk koku, Sen'in bahçenin gül kokuları olmuş. Babam gelip de, daha kulağıma ezan okumadan, kulaklarım mescidinin ezan sesiyle şereflenmiş. Kırk günlük olduğumda ilk ziyaretimi de Hâne-i Saadet'ine yapmışım.
Hemen hemen yaptığım her ilkte, Sen varsın. Daha konuşmayı öğrenmeden, Sen'i sevmeyi öğrenmişim. İlk adımlarımı Ravza'nın mermerlerinde atmış ve Rabb'imle ilk buluşmamı, ilk secdemi Sen'in mescidinde yapmışım. Evini her ziyaret edişimizde Sen'i görmesek bile, varlığını hisseder, evinden her ayrılışımızda da hüzünlenirdik.
Çocuklar evde sıkılınca isterler ki, babaları onları parka, eğlence yerlerine götürsün. Medine'de yaşadığımız sürece, bunları hiç istemedik babamızdan. Canımız sıkılmaz mıydı acaba hiç? Sanırım Medine'deki hiçbir çocuğun canı sıkılmazdı. Çünkü burada hiçbir yerde olmayan Gül Bahçesi ve bahçenin "Biricik Efendisi" vardı.
Vaktimizin çoğu, o bahçede geçerdi. Sen'in bahçenin mermerlerine ayakkabıyla basamazdık. Yalın ayak dolaşırdık mermerlerin üstünde. Korkardık belki bahçenin güllerine basmaktan kim bilir. Yazın mermerler ayaklarımızı yakar, bu hoşumuza giderdi. Babama sormuştum bir seferinde:
- Babacığım Medine neden bu kadar sıcak?
- Evlâdım, Medine'de iki Güneş var da ondan.
- Nasıl olur babacığım, Güneş tek değil mi?
Babam gülerek:
Doğru yavrum, bütün dünyayı ısıtan bir tane Güneş var. Bir de âlemleri aydınlatan ve ısıtan öyle bir Güneş daha var ki; O da (sas) Medine'de olunca sıcaklık iki kat oluyor.
Babamın bu cevabı çok hoşuma gitti. Gerçekten mermerler ayaklarımızı ısıtıyordu; ama Sen'in sıcaklığın içimizi daha çok ısıtıyordu.
Medine'den ayrıldıktan sonra belki ayaklarımız üşümedi; ama içimiz bir türlü ısınmıyor. Çünkü gönlümüzün Güneş'ini orada bırakmıştık. Artık O'nun (sas) evine, bahçesine gidemiyor, mermerlerinde yalın ayak koşamıyorum. Gerçi ışığın tâ buralarda da bizi aydınlatıyor; ama içimi ısıtması için Ravza'na koşmam lâzım.
Bahçende yürürken güzel ezanlar okunurdu, sanki Bilâl-i Habeşi okurdu. Biz de mescide koşar, babamın yanında namaz kılardık. Bazen o an yanımıza usulca bir kedi sokulurdu.
Babam: ‘İncitmeyin sakın, onlar Ebû Hüreyre'nin (ra) kedileri.’ derdi. Biz de onları severdik.
Çarşamba günleri Uhud'a gider, Sen'in çok sevdiğin amcanı ziyaret ederdik. O bizim de amcamızdı. Kardeşlerimle Ayneyn Tepesi'ne çıkar, oradan Uhud'da yatan 70 şehide selâm verirdik. Uhud Dağı'na her baktığımızda, Sen'i orada görür gibi olurduk. Uhud da, Ravza'n gibi gül kokardı. Orası da ayrı bir gül bahçesiydi sanki.
İşte benim yedi senem ki; en değerli, en güzel yıllarım, Sen'in Köyünde, Gül Bahçende, savaştığın yerlerde, Sen'inle dopdolu geçti. Sen'i görmesem de, Sen'inle yaşamaya o kadar alışmıştım ki, yanından ayrılırken, sanki bir parçam orada kalmıştı.
Buraları bana gurbet oluverdi. Elimde olsa hemen yanına koşar gelirim, ama hep, "Büyüyünce gidersin." diyorlar. İşte sırf bu yüzden hemen büyümek istiyorum. Yanına gelince büyümüş bile olsam, bahçendeki mermerlerde yalın ayak dolaşacağım. Tâ ki Güneş'im, içimi ısıtıncaya kadar.
Hasretinden, gönlüm üşüyor. Belki hasretin herkesin içini yakar; ama beni üşütüyor işte. Çünkü benim ruhum, doğduğumdan beri, sevginle ısınmaya alışmış. Sıcaklığına o kadar muhtacım ki; ne olur sana gelemesem bile, Sen beni hiç bırakma, evimizi şereflendir, ışığınla gecelerimize nur ol, sıcaklığınla bütün zerrelerimizi ısıtıver. Tıpkı Medine'de iken ısıttığın gibi.
Benim adım Nebi. Bu ismi bana, Sen'i çok seven biri koymuş. Diğer adım, Muhammed. Bu ismi de Köyünde bıraktığımız babacığım vermiş.
Ben de Sen'in gibi babasız büyüyorum. Ama Sen, asla yetimliğimizi hissettirmiyorsun. Medine'den ayrıldığımızdan beri, hep yanıbaşımızdaymışsın gibi hissediyorum. Geceleri korkmadan güvenle uyuyorum. Sen'i tanıdığım ve sevdiğim için Rabb'ime binlerce kez teşekkür ediyorum.
Babamı kabre koyarken, ağabeyimin terlikleri onun kabrine düştü ve orada kaldı. Ben o terlikleri çok kıskandım. Çünkü ağabeyimin terliği hep babamla kalacaktı. Babamı son ziyaret edişimde, ben de kimse görmeden terliğimi babamın kabrine gömüverdim. Benimki de babamla kalsın diye.
Evet, demiştim ya, bir Güneş'imi, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geride. Babam ve terliğim hep oradaydı, gelemezlerdi. Ama Güneş'im hep yanımdaydı. Yetimlerin Efendisi, yetimlerini hiç ışıksız bırakır mıydı?
Dünyanın bir ucuna da gitsek, bizi bırakmayacağını biliyordum. Gözümüz, gönlümüz Sen'inle aydınlanır Efendim! Ruhumuz, içimiz sıcaklığınla ısınır.
Rabb'imden hep bana tekrar Sen’in gül bahçenin mermerlerinde yalın ayak koşmayı nasip etmesini diliyorum. Tâ ki aşkınla, sevginle bütün bedenim yanıp kavrulsun. Terliğimi bıraktığım o güzel mekan son durağım olsun.
Muhammed Nebi Doğanay
Harika bir gece yaşattınız. Emeği geçen tüm öğretmen ve öğrencilerden Allah razı olsun.
Celalcelik@gmail.com Ankara ( Konya-Ereğli )
http://celal1973.blogspot.com/
Bu Cuma akşamı (18 nisan 2014) Komşumuz ve dostumuz Sincan İbni Sina Anadolu lisesi Müdür Başyardımcısı sevgili Efkan Vural hocam, ve Bülent Yolcu hocam bizi öğrencilerin sunacağı kutlu doğum etkinliğine davet etti.
Etkinliği hazırlayan, öğrencileri eğiten kişi sevgili edebiyat öğretmeni Bülent Yolcu hocam idi. Bülent hocamdan bir yazıda bahsetmiştik. Okulunda engelliler klübü kurmuştu.
Geçen yıl (16 mayıs 2013) kıymetli öğretmen arkadaşı İlkgül Çelebi hocam, Efkan Vural hocam ve altı öğrenciyle bendenizi ziyaret etmişlerdi. Bir yazıda anlatmıştık.
Bülent hocam harika bir iş çıkarmış. Öğrencileri o kadar güzel çalıştırmış ki hiç hata yapmadılar. Öğrenciler, şiirleri öylesine içten okudular ki, adeta bize o sahneleri yaşattılar.
Bütün öğrencilerin diksiyonu o kadar güzeldi ki, maşallah diyorum. Yetiştiren hocalardan Allah razı olsun. Hele o programdaki sunucu erkek ve kız öğrenci, TRT spikerlerine taş çıkartır.
Tekerlekli sandalyemizle, mecburen protokole ayrılan yerde izledik. Kendimizi çok özel hissettik Önde kimseyi rahatsız etmek istemedik ve babam sandalyeyi en uca koydu.
Fakat yine o tevazusuyla İlkgül Çelebi hocam yanında durabileceğimizi ve asla rahatsızlık değil memnun olacağını ifade ettiler.
Acizane gözümüzü öğrenciye değilde, sahne fonuna çevirip şiiri dinledik ki, şiirin sözlerine odaklanıp şiiri yaşayalım. Sanırım İlkgül hocam yanlış anladı.
Celal, beğenmedin mi, sıkıldın mı, diye sordu. Hayır hocam, aksine çok beğendim, dedik ama yine şiiri okuyan talebeye bakmadığımız için sanırım yanlış düşünmesine sebep olduk.
Kutlu doğum anma programına iki değerli sanatçı konuk oldu. Birisi değerli sanatçı Hasan Sağındık idi. Eşi, Efkan hocamın okulunda öğretmen olduğu için geceye şeref vermişti.
Gecenin anlamına binaen özel bir şiir okudu. Ayrıca kutlu doğum için bestelediği özel ilahisini okudu. Müzikal açıdan çok güzel bir besteydi. Allah razı olsun.
İkinci değerli sanatçı Ziya Uğur idi. O da, son ilahi albümünden özel bir ilahi bestesini okudu. Ayrıca çok güzel bir fon müziği eşliğinde bir yazı okudu. Ama muhteşem anlattı. İzleyenlerin gözleri doldu.
İşte yazının başlığında bahsedilen o hikaye, Ziya Uğur bey önce şu açıklamayı yaptı:
Medine’de bir şirkette elektrik teknisyeni olarak çalışan Allah dostu ve peygamber aşığı bir kardeşimiz, işin son günü sabah mesaisinde kendisine verilen teknik görevi tamamlayıp ayrılmak üzere iken Resulullah’ın Ravzasında elektrik çarpması sonucu vefat etti ve Cennet-ül Bakiye defnedildi. Tabii ailesi mecburi istikamet Türkiye’ye döndü.
O zaman 7 yaşında olan oğlu Muhammed Nebi Doğanay bugün ortaokuldayken kompozisyon dersi ödevi olarak bir makale yazmış ve birincilik almış. İşte o peygamber aşkını en derinden yaşayan bir yüreğin yansımaları.
Bir Güneşim Bir Babam Birde Terliklerim
(Kompozisyon yarışmasında birinci seçilen yazı)
Bir ilkbahar gününde, güller gibi kokan Medine'de dünyaya gözlerimi açmışım. Doğduğum hastahane, Ravza'nın hemen yanı başında olduğu için, duyduğum ilk koku, Sen'in bahçenin gül kokuları olmuş. Babam gelip de, daha kulağıma ezan okumadan, kulaklarım mescidinin ezan sesiyle şereflenmiş. Kırk günlük olduğumda ilk ziyaretimi de Hâne-i Saadet'ine yapmışım.
Hemen hemen yaptığım her ilkte, Sen varsın. Daha konuşmayı öğrenmeden, Sen'i sevmeyi öğrenmişim. İlk adımlarımı Ravza'nın mermerlerinde atmış ve Rabb'imle ilk buluşmamı, ilk secdemi Sen'in mescidinde yapmışım. Evini her ziyaret edişimizde Sen'i görmesek bile, varlığını hisseder, evinden her ayrılışımızda da hüzünlenirdik.
Çocuklar evde sıkılınca isterler ki, babaları onları parka, eğlence yerlerine götürsün. Medine'de yaşadığımız sürece, bunları hiç istemedik babamızdan. Canımız sıkılmaz mıydı acaba hiç? Sanırım Medine'deki hiçbir çocuğun canı sıkılmazdı. Çünkü burada hiçbir yerde olmayan Gül Bahçesi ve bahçenin "Biricik Efendisi" vardı.
Vaktimizin çoğu, o bahçede geçerdi. Sen'in bahçenin mermerlerine ayakkabıyla basamazdık. Yalın ayak dolaşırdık mermerlerin üstünde. Korkardık belki bahçenin güllerine basmaktan kim bilir. Yazın mermerler ayaklarımızı yakar, bu hoşumuza giderdi. Babama sormuştum bir seferinde:
- Babacığım Medine neden bu kadar sıcak?
- Evlâdım, Medine'de iki Güneş var da ondan.
- Nasıl olur babacığım, Güneş tek değil mi?
Babam gülerek:
Doğru yavrum, bütün dünyayı ısıtan bir tane Güneş var. Bir de âlemleri aydınlatan ve ısıtan öyle bir Güneş daha var ki; O da (sas) Medine'de olunca sıcaklık iki kat oluyor.
Babamın bu cevabı çok hoşuma gitti. Gerçekten mermerler ayaklarımızı ısıtıyordu; ama Sen'in sıcaklığın içimizi daha çok ısıtıyordu.
Medine'den ayrıldıktan sonra belki ayaklarımız üşümedi; ama içimiz bir türlü ısınmıyor. Çünkü gönlümüzün Güneş'ini orada bırakmıştık. Artık O'nun (sas) evine, bahçesine gidemiyor, mermerlerinde yalın ayak koşamıyorum. Gerçi ışığın tâ buralarda da bizi aydınlatıyor; ama içimi ısıtması için Ravza'na koşmam lâzım.
Bahçende yürürken güzel ezanlar okunurdu, sanki Bilâl-i Habeşi okurdu. Biz de mescide koşar, babamın yanında namaz kılardık. Bazen o an yanımıza usulca bir kedi sokulurdu.
Babam: ‘İncitmeyin sakın, onlar Ebû Hüreyre'nin (ra) kedileri.’ derdi. Biz de onları severdik.
Çarşamba günleri Uhud'a gider, Sen'in çok sevdiğin amcanı ziyaret ederdik. O bizim de amcamızdı. Kardeşlerimle Ayneyn Tepesi'ne çıkar, oradan Uhud'da yatan 70 şehide selâm verirdik. Uhud Dağı'na her baktığımızda, Sen'i orada görür gibi olurduk. Uhud da, Ravza'n gibi gül kokardı. Orası da ayrı bir gül bahçesiydi sanki.
İşte benim yedi senem ki; en değerli, en güzel yıllarım, Sen'in Köyünde, Gül Bahçende, savaştığın yerlerde, Sen'inle dopdolu geçti. Sen'i görmesem de, Sen'inle yaşamaya o kadar alışmıştım ki, yanından ayrılırken, sanki bir parçam orada kalmıştı.
Buraları bana gurbet oluverdi. Elimde olsa hemen yanına koşar gelirim, ama hep, "Büyüyünce gidersin." diyorlar. İşte sırf bu yüzden hemen büyümek istiyorum. Yanına gelince büyümüş bile olsam, bahçendeki mermerlerde yalın ayak dolaşacağım. Tâ ki Güneş'im, içimi ısıtıncaya kadar.
Hasretinden, gönlüm üşüyor. Belki hasretin herkesin içini yakar; ama beni üşütüyor işte. Çünkü benim ruhum, doğduğumdan beri, sevginle ısınmaya alışmış. Sıcaklığına o kadar muhtacım ki; ne olur sana gelemesem bile, Sen beni hiç bırakma, evimizi şereflendir, ışığınla gecelerimize nur ol, sıcaklığınla bütün zerrelerimizi ısıtıver. Tıpkı Medine'de iken ısıttığın gibi.
Benim adım Nebi. Bu ismi bana, Sen'i çok seven biri koymuş. Diğer adım, Muhammed. Bu ismi de Köyünde bıraktığımız babacığım vermiş.
Ben de Sen'in gibi babasız büyüyorum. Ama Sen, asla yetimliğimizi hissettirmiyorsun. Medine'den ayrıldığımızdan beri, hep yanıbaşımızdaymışsın gibi hissediyorum. Geceleri korkmadan güvenle uyuyorum. Sen'i tanıdığım ve sevdiğim için Rabb'ime binlerce kez teşekkür ediyorum.
Babamı kabre koyarken, ağabeyimin terlikleri onun kabrine düştü ve orada kaldı. Ben o terlikleri çok kıskandım. Çünkü ağabeyimin terliği hep babamla kalacaktı. Babamı son ziyaret edişimde, ben de kimse görmeden terliğimi babamın kabrine gömüverdim. Benimki de babamla kalsın diye.
Evet, demiştim ya, bir Güneş'imi, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geride. Babam ve terliğim hep oradaydı, gelemezlerdi. Ama Güneş'im hep yanımdaydı. Yetimlerin Efendisi, yetimlerini hiç ışıksız bırakır mıydı?
Dünyanın bir ucuna da gitsek, bizi bırakmayacağını biliyordum. Gözümüz, gönlümüz Sen'inle aydınlanır Efendim! Ruhumuz, içimiz sıcaklığınla ısınır.
Rabb'imden hep bana tekrar Sen’in gül bahçenin mermerlerinde yalın ayak koşmayı nasip etmesini diliyorum. Tâ ki aşkınla, sevginle bütün bedenim yanıp kavrulsun. Terliğimi bıraktığım o güzel mekan son durağım olsun.
Muhammed Nebi Doğanay
Harika bir gece yaşattınız. Emeği geçen tüm öğretmen ve öğrencilerden Allah razı olsun.
Celalcelik@gmail.com Ankara ( Konya-Ereğli )
http://celal1973.blogspot.com/