1Mesnevi Okumaları - 3
Çok Kıymetli Gönül Dostlarımız,
İki hafta ara verdiğimiz yazılara 3. Yazı ile devam ediyoruz elhamdülillah. Bu hafta Mesnevi’yi henüz fazla okumayadığımız için önce iki yazıdan sonrasında ise son okuduğumuz hikayeden kısaca bahsedeceğiz.
Birinci yazımızdaki bilgileri, Yeryüzünde şu an yaşayan son Mesnevihan (Hz. Mevlana’nın eseri Mesnevi’yi her yönüyle en iyi bilen kişi) sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendi’nin etkinliklerinin paylaşıldığı Facebook grubundan aldık.
H. NUR ARTIRAN’IN MESNEVİ SOHBETİNDEN
Mesnevî ikliminde, zemzemlerin cömertçe ikram edildiği bir başka boyutta, kalplerimize nice şifalar sunan Rabbimize şükrederek sizleri selamlarız.
Efendim, Şefik Can Uluslararası Mevlânâ Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı Muhterem H. Nur Artıran Hanımefendi 29 Ocak 2017, Pazar günü Türk Edebiyatı Vakfı'nda Mesnevî Sohbeti yaptılar. Sohbetlerinde “Sırrını saklarsan muradına çabuk nail olursun” hadisinin geçtiği, Mesnevî’nin ilk hikâyesi olan “Padişah ve Câriye Hikâyesi”ni şerh etmeye başladılar.
Konuşmalarının başında, kıssa ve hikâyeleri dinlemedeki asıl maksadın bunları kendi beden evimizde bulmak olduğunu ifade eden çok Muhterem H. Nur Artıran Hanımefendi; Hz. Yunus, Hz. Nuh, Hz. İbrahim (a.s.) kıssalarının kendi iç dünyamızdaki karşılıkları ile örneklendirdiler.
Hikâyede yer alan her beyit ve hatta her kelimenin bilinçli bir şekilde, özel olarak seçildiğine dikkatlerimizi çektiler ve “Ey Dostlar, dinleyin şu hikâyeyi anlatır hepimizin hâlini” buyuran Hz. Mevlânâ'nın bizi bize anlatmayı dilediğini ifade ettiler.
Sembolleri düşünerek, hikâyeyi dinlememizi-okumamızı tavsiye ettiler ve padişah ile ruhumuzun, câriye ile nefsimizin, kendilerine güvenip inşallah bile demeyen hekimler ile sahte şeyhlerin, gayb âleminden gönderilen hekîm ile de gerçek, hakiki bir mürşid-i kâmilin sembolize edildiğini açıkladılar.
Yalınayak, koşarak mescide giden ve hatasını anlayıp ağlayarak dua eden, Allah’tan yardım isteyen ve sonunda da derdine çare bulacak bir hekîmin gönderileceği müjdesini alan padişahın hâllerinin, bizler için de her türlü istek ve arzumuzda yol gösterici olduğunu vurguladılar.
Gayb âleminden gelen hekîme: “Sen Muhammed Mustafa’sın, ben de Ömer’im” diyen padişahın; artık ruhu ve nefsi arasında, tıpkı Hz. Ömer gibi adalet kurmak isteğinde olduğunu anlattılar. Ayrıca padişahın hekîmi görünce ona sımsıkı sarılmasının, “Bir ses duyduğunuz zaman ona tüm vücudunuzla yönelin.” hadis-i şerifine işaret ettiğini belirttiler.
Maddi manevi hayatımızda herhangi bir konuda başarılı olmak için bu hadisi gereğince anlayıp yaşamamız, bir işe yöneldiğimizde ona tüm duygu ve düşüncelerimizle, manevi varlığımızla sarılmamız gerektiği üzerinde önemle durdular.
***
HZ. MEVLÂNÂ’YI ANLAMAK
Bu ikinci yazımızda, Yine, Sevgili H. Nur Artıran’ın Semazen.net sitesinde yayınlanan Hz. Mevlana’yı anlamak başlıklı yazısından kısa bir bölümü paylaşmak istiyoruz:
[url]http://www.semazen.net/yazar_yazi.php?id=466[/URL]
(1909-2005) Doksan altı yıllık bereketli ve feyzli ömrünü, Hz.Mevlânâ ve Mesneviye adayan güzide insan, yüz yılımızın yetiştirdiği âli şahsiyetlerden biri olan Merhum Mesnevihan Sertarik Şefik Can Hocamız; Tüm yaşamı boyunca Hz.Mevlânâ’nın en doğru bir şekilde anlaşılması için gayret göstermiş; gönülden bir yakarışla her zaman şöyle demiştir:
“Hz.Mevlânâ’yı sağdan soldan değil, bizatihi kendisinden öğrenin. O eserlerinde gizlidir” Şefik Can Hocamız; gönlündeki sonsuz ilâhi aşkı, doksan altı yıllık engin tecrübesiyle; Hz.Mevlânâ’nın eserlerinde gizli olduğunu söyleyerek, tüm insanlık âlemine eşsiz bir mânevi miras olan; O müstesna eserleri, daha dikkatli bir şekilde okumaya, okuduklarımızı anlamaya, anladıklarımızı da yaşama gayreti içinde olmaya bizleri davet etmiştir.
Bu sebeple ki; Hz.Mevlânâ’nın tüm evreni kaplayan ilâhi nûrunun ve en büyük özelliklerinden biri olan, hoş görü ve insan sevgisindeki hikmetin asıl kaynağını eserlerinde görmeye çalışarak ; Divân-ı Kebir ve Mesneviden bazı beyitleri arz etmek isterim.
Cenâb-ı Allah; Hz.Muhammedi ve onun varisleri olan büyük velileri de bu âleme rahmet olarak gönderdi diye buyuran Hz.Mevlânâ; Kendisinin de çok büyük bir ilâhi rahmet oluşunun açık bir tecellisi olarak Divân-ı Kebir’de şöyle buyurmuştur:
“Biz cümle dertlerin devası, çaresizlerin çaresiyiz. Savaşta Hz.Ali’nin Zülfikâr’ıyız. Biz Hz Ahmedin tevhid müjdesini vermedeyiz. Hz.İsâ gibi çocukken beşikte konuşmaya başlamışız ”1
“Biz bu dünyada güneş gibiyiz. Herkese can vermeye, tüm insanlık âlemine yararlı, faydalı olmaya gelmişiz.
Kalpleri kırılmış, gamlara düşmüş kişilere dost olmaya, onların gamlarını, kederlerini paylaşmaya gelmişiz.
Hor görülenleri, toprağa düşenleri, ayaklar altında ezilenleri, gül bahçesine getirelim, onlara neşeler bahşedelim diye bu dünyaya gelmişiz.
Biz altın gibi birkaç kimsenin öz malı değiliz. Biz ummanlar gibiyiz madenler gibiyiz; biz bu âlemde herkesin malıyız” 2
Arz edilen bu Divân-ı Kebir beyitlerden açıkça anlaşıldığı üzere Hz.Mevlânâ; Biz altın gibi birkaç kimsenin öz malı değiliz. Biz herkesin malıyız” diyerek, kendisinin belli bir millet, din ve mezhep ile asla sınırlanamayacağını çok açık bir şekilde ifade etmiştir.
Biz bu dünyada güneş gibiyiz diye buyuran Hz.Mevlânâ; tevhid rûhuyla yaşamayı kendisine gaye edinerek; Müslümanlığın üzerinde hassasiyetle durduğu “insan yaratılmışların en şereflisidir” düstûruyla; hiçbir ayrım yapmadan tüm yaratılmışları büyük bir muhabbetle kucaklamıştır.
***
4. HİKAYE: KİNDAR YAHUDİ PADİŞAHIN ÇOCUĞU ATEŞE ATTIRMASI
Hz. Mevlana bu hikayede, İsa AS devrinde, güya Musa AS dinini korumak isteyen, İsa düşmanı zalim ve gaddar bir yahudi padişahın Hristiyanları dininden döndürmek için ateş yaktırması ve…
Ve o yahudi pâdişâhın, kucağında çocuğu bulunan bir anneyi getirtip, çocuğunu ateşe attırması, çocuğun ateş içinde dile gelerek; halkı ateşe atılmaya teşvik etmesi anlatılıyor.
Hz. Mevlana hikaye içinde pekçok hikmet pınarı mesajlar verir. Bazıları:
O Yahudi, bir kadını çocuğu ile putun önüne getirdi, ateş yalımlanmıştı. Çocuğu anasından alıp ateşe attı. Kadın korkup gönlünü imandan ayırdı. Kadın put önünde secde etmek isteyince çocuk ateş içinde “ben ölmedim” diye haykırdı.
“Ana gel. Gerçi zahirde ateş içinde isem de ben burada iyiyim, hoşum. Bu ateş; perde olarak zahirde bir gözbağıdır. Fakat hakikatte mana yakasından baş çıkartmış, zuhur etmiş bir rahmettir. Ana gel, Tanrı’nın buhranını gör ki bu süretle Hak hastalarının zevk ve işaretini göresin.
Ana hakikatte ateş olan, fakat zahiren suya benzeyen bir alemden çık, bu ateşe gir de ateşe benzeyen suyu gör. Ateşe gir de ateş içinde gül ve yasemin bulan İbrahim’in sırlarını gör. Senden doğarken ölümü görüyordum, senden ayrılmaktan çok pek korkuyordum. Halbuki senden doğunca havası hoş, rengi güzel bir aleme gelip dar bir zindandan kurtuldum. Şimdi şu ateş içindeki sükün ve rahatı bulunca dünyayı ana rahmi gibi görmeye başladım.
Bu ateş içinde bir alem gördüm ki her zerresinde bir İsa nefesi var. Şekli yok kendisi var bir cihan... O zahiren var olan dünya ise sebatsız şekilden ibaret.
Ana, analık hakkı için gel, gir... bu ateşin ateşlik hassası yok. Ana, gel, gir... tam talih ve devlet zamanı. Ana, gel, gir... devleti elinden kaçırma.
O köpeğin kudretini gördün. Gel de bir de Tanrı’nın lütuf ve kudretini gör. Ben sana acıdığımdan ayağını çekiyorum, yoksa neşemden zaten seni kayıracak halde değilim. İçeri gel, başkalarını da çağır ki padişah ateş içinde sofra kurmuştur.
Ey Müslümanlar, hepiniz ateşe girin; din lezzetinden başka her şey azaptan ibarettir.
Ey ahali, hepiniz yüzlerce baharı olan bu nasibe pervane gibi gelin, atılın!” diye bağırdı.
O, cemaat ortasında böylece bağırmakta; halk, sesinden heybet içinde kalmaktaydı.
Bunun üzerine kadın, erkek kendilerini, ihtiyarsız, ateşe atmaya başladılar. Hem de memur olmaksızın, kimse kendilerine cebretmeksizin. Yalnız dost aşkı ile. Çünkü sevgili, her acıya lezzet verir.
Nihayet öyle oldu ki hademe, halkı “ateşe atılmayınız” diye menetmeye başladı.
O Yahudi’nin yüzü kara ve mahcup bir hale geldi. Bu sebeple pişman oldu, gönlü sıkıldı. Zira halk, imana eskiden olduğundan daha ziyade aşık, kendilerini feda etmede daha fazla sadık oldular.
Şükür olsun ki , Şeytan’ın hilesi ayağına dolaştı. Şükür olsun ki, Şeytan da kendisini yüzü kara gördü! Halkın çehresine sürüp bulaştırdığı zillet tamamı ile o adamlıktan dışarı padişahın yüzüne bulaştı.
O, pervasızca halkın elbisesini yırtardı, kendininki yırtıldı, halkın elbisesi sağlam kaldı.
Hz. Mevlâna bu hikâyeden hakîkatler çıkardığı, görünen dünya ile görünmeyen dünyanın, suret ile sıfatın nasıl karşılaştırıldığı görülmektedir.
***
Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak.
Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.
Celalin Penceresinden
Çok Kıymetli Gönül Dostlarımız,
İki hafta ara verdiğimiz yazılara 3. Yazı ile devam ediyoruz elhamdülillah. Bu hafta Mesnevi’yi henüz fazla okumayadığımız için önce iki yazıdan sonrasında ise son okuduğumuz hikayeden kısaca bahsedeceğiz.
Birinci yazımızdaki bilgileri, Yeryüzünde şu an yaşayan son Mesnevihan (Hz. Mevlana’nın eseri Mesnevi’yi her yönüyle en iyi bilen kişi) sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendi’nin etkinliklerinin paylaşıldığı Facebook grubundan aldık.
H. NUR ARTIRAN’IN MESNEVİ SOHBETİNDEN
Mesnevî ikliminde, zemzemlerin cömertçe ikram edildiği bir başka boyutta, kalplerimize nice şifalar sunan Rabbimize şükrederek sizleri selamlarız.
Efendim, Şefik Can Uluslararası Mevlânâ Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı Muhterem H. Nur Artıran Hanımefendi 29 Ocak 2017, Pazar günü Türk Edebiyatı Vakfı'nda Mesnevî Sohbeti yaptılar. Sohbetlerinde “Sırrını saklarsan muradına çabuk nail olursun” hadisinin geçtiği, Mesnevî’nin ilk hikâyesi olan “Padişah ve Câriye Hikâyesi”ni şerh etmeye başladılar.
Konuşmalarının başında, kıssa ve hikâyeleri dinlemedeki asıl maksadın bunları kendi beden evimizde bulmak olduğunu ifade eden çok Muhterem H. Nur Artıran Hanımefendi; Hz. Yunus, Hz. Nuh, Hz. İbrahim (a.s.) kıssalarının kendi iç dünyamızdaki karşılıkları ile örneklendirdiler.
Hikâyede yer alan her beyit ve hatta her kelimenin bilinçli bir şekilde, özel olarak seçildiğine dikkatlerimizi çektiler ve “Ey Dostlar, dinleyin şu hikâyeyi anlatır hepimizin hâlini” buyuran Hz. Mevlânâ'nın bizi bize anlatmayı dilediğini ifade ettiler.
Sembolleri düşünerek, hikâyeyi dinlememizi-okumamızı tavsiye ettiler ve padişah ile ruhumuzun, câriye ile nefsimizin, kendilerine güvenip inşallah bile demeyen hekimler ile sahte şeyhlerin, gayb âleminden gönderilen hekîm ile de gerçek, hakiki bir mürşid-i kâmilin sembolize edildiğini açıkladılar.
Yalınayak, koşarak mescide giden ve hatasını anlayıp ağlayarak dua eden, Allah’tan yardım isteyen ve sonunda da derdine çare bulacak bir hekîmin gönderileceği müjdesini alan padişahın hâllerinin, bizler için de her türlü istek ve arzumuzda yol gösterici olduğunu vurguladılar.
Gayb âleminden gelen hekîme: “Sen Muhammed Mustafa’sın, ben de Ömer’im” diyen padişahın; artık ruhu ve nefsi arasında, tıpkı Hz. Ömer gibi adalet kurmak isteğinde olduğunu anlattılar. Ayrıca padişahın hekîmi görünce ona sımsıkı sarılmasının, “Bir ses duyduğunuz zaman ona tüm vücudunuzla yönelin.” hadis-i şerifine işaret ettiğini belirttiler.
Maddi manevi hayatımızda herhangi bir konuda başarılı olmak için bu hadisi gereğince anlayıp yaşamamız, bir işe yöneldiğimizde ona tüm duygu ve düşüncelerimizle, manevi varlığımızla sarılmamız gerektiği üzerinde önemle durdular.
***
HZ. MEVLÂNÂ’YI ANLAMAK
Bu ikinci yazımızda, Yine, Sevgili H. Nur Artıran’ın Semazen.net sitesinde yayınlanan Hz. Mevlana’yı anlamak başlıklı yazısından kısa bir bölümü paylaşmak istiyoruz:
[url]http://www.semazen.net/yazar_yazi.php?id=466[/URL]
(1909-2005) Doksan altı yıllık bereketli ve feyzli ömrünü, Hz.Mevlânâ ve Mesneviye adayan güzide insan, yüz yılımızın yetiştirdiği âli şahsiyetlerden biri olan Merhum Mesnevihan Sertarik Şefik Can Hocamız; Tüm yaşamı boyunca Hz.Mevlânâ’nın en doğru bir şekilde anlaşılması için gayret göstermiş; gönülden bir yakarışla her zaman şöyle demiştir:
“Hz.Mevlânâ’yı sağdan soldan değil, bizatihi kendisinden öğrenin. O eserlerinde gizlidir” Şefik Can Hocamız; gönlündeki sonsuz ilâhi aşkı, doksan altı yıllık engin tecrübesiyle; Hz.Mevlânâ’nın eserlerinde gizli olduğunu söyleyerek, tüm insanlık âlemine eşsiz bir mânevi miras olan; O müstesna eserleri, daha dikkatli bir şekilde okumaya, okuduklarımızı anlamaya, anladıklarımızı da yaşama gayreti içinde olmaya bizleri davet etmiştir.
Bu sebeple ki; Hz.Mevlânâ’nın tüm evreni kaplayan ilâhi nûrunun ve en büyük özelliklerinden biri olan, hoş görü ve insan sevgisindeki hikmetin asıl kaynağını eserlerinde görmeye çalışarak ; Divân-ı Kebir ve Mesneviden bazı beyitleri arz etmek isterim.
Cenâb-ı Allah; Hz.Muhammedi ve onun varisleri olan büyük velileri de bu âleme rahmet olarak gönderdi diye buyuran Hz.Mevlânâ; Kendisinin de çok büyük bir ilâhi rahmet oluşunun açık bir tecellisi olarak Divân-ı Kebir’de şöyle buyurmuştur:
“Biz cümle dertlerin devası, çaresizlerin çaresiyiz. Savaşta Hz.Ali’nin Zülfikâr’ıyız. Biz Hz Ahmedin tevhid müjdesini vermedeyiz. Hz.İsâ gibi çocukken beşikte konuşmaya başlamışız ”1
“Biz bu dünyada güneş gibiyiz. Herkese can vermeye, tüm insanlık âlemine yararlı, faydalı olmaya gelmişiz.
Kalpleri kırılmış, gamlara düşmüş kişilere dost olmaya, onların gamlarını, kederlerini paylaşmaya gelmişiz.
Hor görülenleri, toprağa düşenleri, ayaklar altında ezilenleri, gül bahçesine getirelim, onlara neşeler bahşedelim diye bu dünyaya gelmişiz.
Biz altın gibi birkaç kimsenin öz malı değiliz. Biz ummanlar gibiyiz madenler gibiyiz; biz bu âlemde herkesin malıyız” 2
Arz edilen bu Divân-ı Kebir beyitlerden açıkça anlaşıldığı üzere Hz.Mevlânâ; Biz altın gibi birkaç kimsenin öz malı değiliz. Biz herkesin malıyız” diyerek, kendisinin belli bir millet, din ve mezhep ile asla sınırlanamayacağını çok açık bir şekilde ifade etmiştir.
Biz bu dünyada güneş gibiyiz diye buyuran Hz.Mevlânâ; tevhid rûhuyla yaşamayı kendisine gaye edinerek; Müslümanlığın üzerinde hassasiyetle durduğu “insan yaratılmışların en şereflisidir” düstûruyla; hiçbir ayrım yapmadan tüm yaratılmışları büyük bir muhabbetle kucaklamıştır.
***
4. HİKAYE: KİNDAR YAHUDİ PADİŞAHIN ÇOCUĞU ATEŞE ATTIRMASI
Hz. Mevlana bu hikayede, İsa AS devrinde, güya Musa AS dinini korumak isteyen, İsa düşmanı zalim ve gaddar bir yahudi padişahın Hristiyanları dininden döndürmek için ateş yaktırması ve…
Ve o yahudi pâdişâhın, kucağında çocuğu bulunan bir anneyi getirtip, çocuğunu ateşe attırması, çocuğun ateş içinde dile gelerek; halkı ateşe atılmaya teşvik etmesi anlatılıyor.
Hz. Mevlana hikaye içinde pekçok hikmet pınarı mesajlar verir. Bazıları:
O Yahudi, bir kadını çocuğu ile putun önüne getirdi, ateş yalımlanmıştı. Çocuğu anasından alıp ateşe attı. Kadın korkup gönlünü imandan ayırdı. Kadın put önünde secde etmek isteyince çocuk ateş içinde “ben ölmedim” diye haykırdı.
“Ana gel. Gerçi zahirde ateş içinde isem de ben burada iyiyim, hoşum. Bu ateş; perde olarak zahirde bir gözbağıdır. Fakat hakikatte mana yakasından baş çıkartmış, zuhur etmiş bir rahmettir. Ana gel, Tanrı’nın buhranını gör ki bu süretle Hak hastalarının zevk ve işaretini göresin.
Ana hakikatte ateş olan, fakat zahiren suya benzeyen bir alemden çık, bu ateşe gir de ateşe benzeyen suyu gör. Ateşe gir de ateş içinde gül ve yasemin bulan İbrahim’in sırlarını gör. Senden doğarken ölümü görüyordum, senden ayrılmaktan çok pek korkuyordum. Halbuki senden doğunca havası hoş, rengi güzel bir aleme gelip dar bir zindandan kurtuldum. Şimdi şu ateş içindeki sükün ve rahatı bulunca dünyayı ana rahmi gibi görmeye başladım.
Bu ateş içinde bir alem gördüm ki her zerresinde bir İsa nefesi var. Şekli yok kendisi var bir cihan... O zahiren var olan dünya ise sebatsız şekilden ibaret.
Ana, analık hakkı için gel, gir... bu ateşin ateşlik hassası yok. Ana, gel, gir... tam talih ve devlet zamanı. Ana, gel, gir... devleti elinden kaçırma.
O köpeğin kudretini gördün. Gel de bir de Tanrı’nın lütuf ve kudretini gör. Ben sana acıdığımdan ayağını çekiyorum, yoksa neşemden zaten seni kayıracak halde değilim. İçeri gel, başkalarını da çağır ki padişah ateş içinde sofra kurmuştur.
Ey Müslümanlar, hepiniz ateşe girin; din lezzetinden başka her şey azaptan ibarettir.
Ey ahali, hepiniz yüzlerce baharı olan bu nasibe pervane gibi gelin, atılın!” diye bağırdı.
O, cemaat ortasında böylece bağırmakta; halk, sesinden heybet içinde kalmaktaydı.
Bunun üzerine kadın, erkek kendilerini, ihtiyarsız, ateşe atmaya başladılar. Hem de memur olmaksızın, kimse kendilerine cebretmeksizin. Yalnız dost aşkı ile. Çünkü sevgili, her acıya lezzet verir.
Nihayet öyle oldu ki hademe, halkı “ateşe atılmayınız” diye menetmeye başladı.
O Yahudi’nin yüzü kara ve mahcup bir hale geldi. Bu sebeple pişman oldu, gönlü sıkıldı. Zira halk, imana eskiden olduğundan daha ziyade aşık, kendilerini feda etmede daha fazla sadık oldular.
Şükür olsun ki , Şeytan’ın hilesi ayağına dolaştı. Şükür olsun ki, Şeytan da kendisini yüzü kara gördü! Halkın çehresine sürüp bulaştırdığı zillet tamamı ile o adamlıktan dışarı padişahın yüzüne bulaştı.
O, pervasızca halkın elbisesini yırtardı, kendininki yırtıldı, halkın elbisesi sağlam kaldı.
Hz. Mevlâna bu hikâyeden hakîkatler çıkardığı, görünen dünya ile görünmeyen dünyanın, suret ile sıfatın nasıl karşılaştırıldığı görülmektedir.
***
Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak.
Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.
Celalin Penceresinden