1Mesnevi Okumaları - 7
Çok Kıymetli Gönül Dostlarımız,
Bu hafta Mesnevi Okumaları yazı dizisinin 7’ncisini yayınlıyoruz.
Efendim bu yazı dizisine nasıl başladığımızı ve Şefik Can Mesnevi tercümesine nasıl kavuştuğumuzu çok kısaca anlatmak istiyoruz izninizle…
Yılbaşı akşamı sevgili dostum güzel insan Hülya Keleş hanım, Youtube’dan bir film izlememi tavsiye etti. Filmdeki turist rehberinin; Ben neden şu turist kadar Mesnevi’yi hiç okumadım diye hayıflanmasından etkilendik ve bu sene biz de okumaya karar verdik.
Cep telefonumuza çeşitli Mesnevi uygulamaları indirdik ve okumaya başladık.
Sevgili dostum Efkan Vural hocam; Celal istersen her hafta okuduklarını özetle, hem sen daha iyi anlarsın, hem sayfana girenler faydalanır, hem de bu yazılar arşiv olur, dedi.
Peki hocam haklısınız, dedim. Mesnevi’nin orjinali Farsça idi. Onlarca tercümesi vardı ve öğrendiğimize göre en sade en anlaşılır rahmetli Şefik Can’ın Mesnevi tercümesiydi.
Bu tercümenin telefon uygulaması var mı diye, yaşayan son Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hanımefendiye emaille sorduk. Yok, ama ben size bunların kitaplarını göndermek istiyorum, adresini verir misin Celal kardeşim, dedi ve gönderdi sağolsun.
Geçenki bir yazıda dediğimiz gibi bu tercümeden yazılara beyitler alıntı yapmaya sevgili H. Nur Artıran Hocamız, izin verdi. Allah razı olsun. Onu çok seviyorum.
Şimdi yine Şefik Can Mesnevi tercümesinden etkilendiğimiz bir hikaye şöyledir:
TACİR İLE PAPAĞANI
Ticaretle uğraşan bir adamın kafeste mahpus güzel bir papağanı vardı.
Tacir Hindistan'a gitmek üzere yol hazırlığına başladı.
Cömertliğinden ötürü, köle ve cariyelerinin her birine; "Çabuk söyle, sana Hindistan'dan ne getireyim?" diye sordu.
Onlardan her biri bir şey istedi. O iyi adam da hepsine istediklerini getireceğine ."dâir-söz verdi.
Sıra papağana gelince, tacir ona da; "Sana Hindistan'dan ne getireyim?" diye sordu.
Papağan; "Oradaki papağanları gör... Benim durumumu onlara anlat; de ki:
'Sizi çok özleyen filân papağan, Cenâb-ı Hakk'ın takdiri ile bizde mahpus bulunmaktadır.
Size selâm söyledi. Sizden yardım diledi. Bir çare, bir kurtuluş yolu bulmanızı niyaz etti.'
Ve yine, size seslenerek dedi ki: Benim, gurbet ellerde, özlemler içinde, sizden ayrı düşmenin acıları ile çırpınıp durmam, can vermem doğru mudur?
Ben burada, demir kafes içinde mahpus olayım, her şeyden mahrum bir hayat yaşayayım da* siz, bazen yeşil ormanlarda gezesiniz; bazen a-ğaç dallarına konaşınız? Bu ilgisizlik size yakışır mı?
Dostlarm vefası böyle mi olur? Ben hapiste çok sıkıntılı bir hayat yaşayayım, siz ise gül bahçelerinde gezip tozasınız.
Ey mutlu kardeşlerimiz, ey hür bir hayat süren büyükler. O yeşilliklerde bir sabah şarabı içerken, bu ağlayıp inleyen esir papağanı da hatırlayınız.
Dostların dostu yâd etmeleri, dost için kutluluk ve mutluluktur. Hele yâd Leylâ, yâd edilen Mecnun olursa...
Ey dostlar, siz, boyu poşu düzgün güzel eşlerinizle, zevk ve safa için desiniz, bense burada mahpus bir halde, yüreğimden akan kanları içme deyim. .... .'..".
Bana yardım etmek istemezseniz bile, hiç olmazsa beni yâd ederek bi rer kadeh şarap içiniz.
İçerken de bu topraklara serilmiş düşkünü, zavallıyı yâd edin de içkinin bir yudumcuğunu da toprağa dökün.
Bu ne şaşılacak şeydir! O ahd, o yemin nerede? O şeker gibi dudaklardan çıkan vaadler ne oldu? Dostluk ne çabuk unutuldu?'"
Tacir, papağanın selâmını, Hindistan'daki papağanlara götürmeyi ka bul etti.
Ve yola çıktı. Hindistan'ın tâ öte ucuna varınca, orada bir kaç papağan gördü.
Atını durdurarak onlara seslendi. Evindeki mahpus papağanın selâmını onlara iletti. Onun gönderdiği haberleri, söylenmesini istediği sözleri söyledi.
O papağanların içinden biri, bu sözleri duyunca titredi, titredi düştü, nefesi kesildi ve öldü.
Tacir, söylediğine pişman oldu. "Bir canlının ölümüne sebep oldum, günaha girdim." dedi.
"Bu papağanın, belki de bizim papağanla akrabalığı vardı. Belki de bunların ruhları birdi, belki de bunlar iki ayrı bedende aynı ruhu taşıyor lardı.
Bu işi neye yaptım? O haberi ne diye verdim? Zavallı kuşu bu haberle yaktım, yandırdım." dedi.
Tacir, alış verişini tamamladı. Muradına ermiş bir halde, döndü memleketine geldi.
Her kölesine Hindistan'dan armağan getirdi. Her cariyesine bir bağışta bulundu.
Papağan; "Bu kulun armağanı nerede? Görüp söylediklerini bana anlat" dedi.
Tacir; "Bırak Allah aşkına." dedi. "Söylediğime ve söyleyeceğime hâlâ pişmanım^ pişmanlıktan ellerimi parmaklarımı ısırıyorum.
Ben bilgisizliğimden, akılsızlığımdan böyle olumsuz bir haberi lâf olsun diye götürdüm, ne diye söyledim." deyip duruyordu.
Papağan; "Efendi!" dedi. ''Nedeıî pişman oluyorsun? Bu öfkeye, bu kedere sebep nedir?"
Tacir dedi ki; "Senin sözlerini, şikâyetlerini sana benzeyen papağanlara söyledim.
İçlerinden bir papağan, senin derdinden bir koku aldı. Şikâyetlerinin sebebini anladı. Üzüntüden ödü patladı. Titredi, titredi, düştü ve öldü.
Ben ne yaptım da söyledim diye pişman oldum ama... Değil mi ki söyledim, son pişmanlık, neye yarar?" dedi.
Tacirin papağanı da Hindistan'daki papağanın başından geçeni duyunca o da titreyerek düştü, kaskatı kesildi.
Tacir, güzel papağanının düşüp öldüğünü görünce, yerinden fırladı. Üzüntüden külahını başından çıkarıp yere vurdu.
Papağanının bu perişan haline dayanamadı, yenini yakasını yırttı..
"Ey güzel papağan!" dedi. "Ey benim hoş sesli kuşum! Sana ne oldu? Neden bu hâle geldin?
Vah benim güzel sesli kuşum, vah benim yoldaşım, sırdaşım.
Vah benim güzel, hoş sesli kuşum, neşemi canım, bağım, bahçem, çiçeğim!
Eğer Süleyman (a.s.)'ın böyle bir kuşu olsaydı, o hiç başka kuşlarla oyalanır mı idi?
Ey dil, sen ölümlere sebep oldun! Bana çok zarar verdin, söyleyen sen olduktan sonra, ben sana ne diyeyim?
Ey dil, sen, hem ateşsin, hem de harman; bu ateşi bu harmana nice bir 1700 salacaksın?
Ey dil, can da, senden şikâyetçidir. Çünkü, can, her ne dersen onu yapıyor ama, yine de gizlice senin.elinden feryad etmektedir..
Ey dil, sen, hem tükenmez bir hazinesin, hem de dermanı bulunmaz bir dertsin.
Sen hem kuşları tuzağa düşüren hilesin, ıslıksın, hem de insana ayrılık zamanında eşsin, dostsun.”
Tacir ateşler, dertler, feryadlar içinde, bu çeşit yüzlerce darmadağın sözler söylüyordu.
Kâh birbirini tutmaz sözler söylüyor, kâh nazlanıyor, kâh yalvarıyor, kâh gerçek sevgiden, kâh mecazî aşktan bahsediyordu.
Bundan sonra, tacir, papağanı kafesten çıkartıp attı. Papağan da hemen uçup yüksek bir dala kondu.
Güneş tan yerinden nasıl doğuverir ve yükselirse, ölmüş papağan da öylece uçtu ve yükseldi.
Tacir, kuşun bu haline şaşırdı, kaldı. Hiç bir şeyden haberi yok iken papağanın sırlan beliriverdi.
Başını yukarı kaldırdı da; "Ey bülbül gibi güzel sesli olan papağan." dedi. "Anlat da, biz de bu manevî halden nasibimizi alalım, biz de ne olduğunu bilelim.
O Hindistan'daki papağan, orada ne yaptı? Sana ne öğretti de bize bir hile yaptın? Canımızı yaktın."
Papağan dedi ki: "O kuş yaptığı işle, hareketle bana öğüt verdi. 'Söz söylemeği, neşelenmeyi bırak' demek istedi.
'Çünkü senin güzel sesin, söz söylemen, seni kafese koymuştur. Kurtulmak için, kendini ölü gibi göstermesinin sebebi budur.
Ey halkın da, üstün insanların da çalgıcısı olan esir papağan, sen de benim gibi öl de, esirlikten kurtul.' dedi. Ben de öyle yaptım, kurtuldum."
Papağan, tacire, hoşa giden bir-iki öğüt daha verdi. Sonra "Allah'a ısmarladık artık ayrılık zamanı geldi." dedi.
"Allah'a ısmarladık ey efendi, ben, esirlikten kurtuldum, asıl geldiğim yere, vatanıma dönüyorum. Benim gibi yaparsan sen de kurtulursun, hürriyetine kavuşursun."
Tacir de, sevgili papağanına dedi ki: "Haydi git, Allah'a emânet ol, sen bana şimdi, yeni bir yol gösterdin."
Tacir, kendi kendine; "Bu bana iyi bir öğüttür. Ben, papağanımın yolunu tutayım. Bu yol insanı hakîkate götüren nurlu bir yoldur." dedi.
"Ben insanım, benim canım, papağanın canından nasıl aşağı ve kabiliyetsiz olur? Can, bunun gibi iyi bir iz izlemeli."
***
Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak.
Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.
Celalin Penceresinden
Çok Kıymetli Gönül Dostlarımız,
Bu hafta Mesnevi Okumaları yazı dizisinin 7’ncisini yayınlıyoruz.
Efendim bu yazı dizisine nasıl başladığımızı ve Şefik Can Mesnevi tercümesine nasıl kavuştuğumuzu çok kısaca anlatmak istiyoruz izninizle…
Yılbaşı akşamı sevgili dostum güzel insan Hülya Keleş hanım, Youtube’dan bir film izlememi tavsiye etti. Filmdeki turist rehberinin; Ben neden şu turist kadar Mesnevi’yi hiç okumadım diye hayıflanmasından etkilendik ve bu sene biz de okumaya karar verdik.
Cep telefonumuza çeşitli Mesnevi uygulamaları indirdik ve okumaya başladık.
Sevgili dostum Efkan Vural hocam; Celal istersen her hafta okuduklarını özetle, hem sen daha iyi anlarsın, hem sayfana girenler faydalanır, hem de bu yazılar arşiv olur, dedi.
Peki hocam haklısınız, dedim. Mesnevi’nin orjinali Farsça idi. Onlarca tercümesi vardı ve öğrendiğimize göre en sade en anlaşılır rahmetli Şefik Can’ın Mesnevi tercümesiydi.
Bu tercümenin telefon uygulaması var mı diye, yaşayan son Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hanımefendiye emaille sorduk. Yok, ama ben size bunların kitaplarını göndermek istiyorum, adresini verir misin Celal kardeşim, dedi ve gönderdi sağolsun.
Geçenki bir yazıda dediğimiz gibi bu tercümeden yazılara beyitler alıntı yapmaya sevgili H. Nur Artıran Hocamız, izin verdi. Allah razı olsun. Onu çok seviyorum.
Şimdi yine Şefik Can Mesnevi tercümesinden etkilendiğimiz bir hikaye şöyledir:
TACİR İLE PAPAĞANI
Ticaretle uğraşan bir adamın kafeste mahpus güzel bir papağanı vardı.
Tacir Hindistan'a gitmek üzere yol hazırlığına başladı.
Cömertliğinden ötürü, köle ve cariyelerinin her birine; "Çabuk söyle, sana Hindistan'dan ne getireyim?" diye sordu.
Onlardan her biri bir şey istedi. O iyi adam da hepsine istediklerini getireceğine ."dâir-söz verdi.
Sıra papağana gelince, tacir ona da; "Sana Hindistan'dan ne getireyim?" diye sordu.
Papağan; "Oradaki papağanları gör... Benim durumumu onlara anlat; de ki:
'Sizi çok özleyen filân papağan, Cenâb-ı Hakk'ın takdiri ile bizde mahpus bulunmaktadır.
Size selâm söyledi. Sizden yardım diledi. Bir çare, bir kurtuluş yolu bulmanızı niyaz etti.'
Ve yine, size seslenerek dedi ki: Benim, gurbet ellerde, özlemler içinde, sizden ayrı düşmenin acıları ile çırpınıp durmam, can vermem doğru mudur?
Ben burada, demir kafes içinde mahpus olayım, her şeyden mahrum bir hayat yaşayayım da* siz, bazen yeşil ormanlarda gezesiniz; bazen a-ğaç dallarına konaşınız? Bu ilgisizlik size yakışır mı?
Dostlarm vefası böyle mi olur? Ben hapiste çok sıkıntılı bir hayat yaşayayım, siz ise gül bahçelerinde gezip tozasınız.
Ey mutlu kardeşlerimiz, ey hür bir hayat süren büyükler. O yeşilliklerde bir sabah şarabı içerken, bu ağlayıp inleyen esir papağanı da hatırlayınız.
Dostların dostu yâd etmeleri, dost için kutluluk ve mutluluktur. Hele yâd Leylâ, yâd edilen Mecnun olursa...
Ey dostlar, siz, boyu poşu düzgün güzel eşlerinizle, zevk ve safa için desiniz, bense burada mahpus bir halde, yüreğimden akan kanları içme deyim. .... .'..".
Bana yardım etmek istemezseniz bile, hiç olmazsa beni yâd ederek bi rer kadeh şarap içiniz.
İçerken de bu topraklara serilmiş düşkünü, zavallıyı yâd edin de içkinin bir yudumcuğunu da toprağa dökün.
Bu ne şaşılacak şeydir! O ahd, o yemin nerede? O şeker gibi dudaklardan çıkan vaadler ne oldu? Dostluk ne çabuk unutuldu?'"
Tacir, papağanın selâmını, Hindistan'daki papağanlara götürmeyi ka bul etti.
Ve yola çıktı. Hindistan'ın tâ öte ucuna varınca, orada bir kaç papağan gördü.
Atını durdurarak onlara seslendi. Evindeki mahpus papağanın selâmını onlara iletti. Onun gönderdiği haberleri, söylenmesini istediği sözleri söyledi.
O papağanların içinden biri, bu sözleri duyunca titredi, titredi düştü, nefesi kesildi ve öldü.
Tacir, söylediğine pişman oldu. "Bir canlının ölümüne sebep oldum, günaha girdim." dedi.
"Bu papağanın, belki de bizim papağanla akrabalığı vardı. Belki de bunların ruhları birdi, belki de bunlar iki ayrı bedende aynı ruhu taşıyor lardı.
Bu işi neye yaptım? O haberi ne diye verdim? Zavallı kuşu bu haberle yaktım, yandırdım." dedi.
Tacir, alış verişini tamamladı. Muradına ermiş bir halde, döndü memleketine geldi.
Her kölesine Hindistan'dan armağan getirdi. Her cariyesine bir bağışta bulundu.
Papağan; "Bu kulun armağanı nerede? Görüp söylediklerini bana anlat" dedi.
Tacir; "Bırak Allah aşkına." dedi. "Söylediğime ve söyleyeceğime hâlâ pişmanım^ pişmanlıktan ellerimi parmaklarımı ısırıyorum.
Ben bilgisizliğimden, akılsızlığımdan böyle olumsuz bir haberi lâf olsun diye götürdüm, ne diye söyledim." deyip duruyordu.
Papağan; "Efendi!" dedi. ''Nedeıî pişman oluyorsun? Bu öfkeye, bu kedere sebep nedir?"
Tacir dedi ki; "Senin sözlerini, şikâyetlerini sana benzeyen papağanlara söyledim.
İçlerinden bir papağan, senin derdinden bir koku aldı. Şikâyetlerinin sebebini anladı. Üzüntüden ödü patladı. Titredi, titredi, düştü ve öldü.
Ben ne yaptım da söyledim diye pişman oldum ama... Değil mi ki söyledim, son pişmanlık, neye yarar?" dedi.
Tacirin papağanı da Hindistan'daki papağanın başından geçeni duyunca o da titreyerek düştü, kaskatı kesildi.
Tacir, güzel papağanının düşüp öldüğünü görünce, yerinden fırladı. Üzüntüden külahını başından çıkarıp yere vurdu.
Papağanının bu perişan haline dayanamadı, yenini yakasını yırttı..
"Ey güzel papağan!" dedi. "Ey benim hoş sesli kuşum! Sana ne oldu? Neden bu hâle geldin?
Vah benim güzel sesli kuşum, vah benim yoldaşım, sırdaşım.
Vah benim güzel, hoş sesli kuşum, neşemi canım, bağım, bahçem, çiçeğim!
Eğer Süleyman (a.s.)'ın böyle bir kuşu olsaydı, o hiç başka kuşlarla oyalanır mı idi?
Ey dil, sen ölümlere sebep oldun! Bana çok zarar verdin, söyleyen sen olduktan sonra, ben sana ne diyeyim?
Ey dil, sen, hem ateşsin, hem de harman; bu ateşi bu harmana nice bir 1700 salacaksın?
Ey dil, can da, senden şikâyetçidir. Çünkü, can, her ne dersen onu yapıyor ama, yine de gizlice senin.elinden feryad etmektedir..
Ey dil, sen, hem tükenmez bir hazinesin, hem de dermanı bulunmaz bir dertsin.
Sen hem kuşları tuzağa düşüren hilesin, ıslıksın, hem de insana ayrılık zamanında eşsin, dostsun.”
Tacir ateşler, dertler, feryadlar içinde, bu çeşit yüzlerce darmadağın sözler söylüyordu.
Kâh birbirini tutmaz sözler söylüyor, kâh nazlanıyor, kâh yalvarıyor, kâh gerçek sevgiden, kâh mecazî aşktan bahsediyordu.
Bundan sonra, tacir, papağanı kafesten çıkartıp attı. Papağan da hemen uçup yüksek bir dala kondu.
Güneş tan yerinden nasıl doğuverir ve yükselirse, ölmüş papağan da öylece uçtu ve yükseldi.
Tacir, kuşun bu haline şaşırdı, kaldı. Hiç bir şeyden haberi yok iken papağanın sırlan beliriverdi.
Başını yukarı kaldırdı da; "Ey bülbül gibi güzel sesli olan papağan." dedi. "Anlat da, biz de bu manevî halden nasibimizi alalım, biz de ne olduğunu bilelim.
O Hindistan'daki papağan, orada ne yaptı? Sana ne öğretti de bize bir hile yaptın? Canımızı yaktın."
Papağan dedi ki: "O kuş yaptığı işle, hareketle bana öğüt verdi. 'Söz söylemeği, neşelenmeyi bırak' demek istedi.
'Çünkü senin güzel sesin, söz söylemen, seni kafese koymuştur. Kurtulmak için, kendini ölü gibi göstermesinin sebebi budur.
Ey halkın da, üstün insanların da çalgıcısı olan esir papağan, sen de benim gibi öl de, esirlikten kurtul.' dedi. Ben de öyle yaptım, kurtuldum."
Papağan, tacire, hoşa giden bir-iki öğüt daha verdi. Sonra "Allah'a ısmarladık artık ayrılık zamanı geldi." dedi.
"Allah'a ısmarladık ey efendi, ben, esirlikten kurtuldum, asıl geldiğim yere, vatanıma dönüyorum. Benim gibi yaparsan sen de kurtulursun, hürriyetine kavuşursun."
Tacir de, sevgili papağanına dedi ki: "Haydi git, Allah'a emânet ol, sen bana şimdi, yeni bir yol gösterdin."
Tacir, kendi kendine; "Bu bana iyi bir öğüttür. Ben, papağanımın yolunu tutayım. Bu yol insanı hakîkate götüren nurlu bir yoldur." dedi.
"Ben insanım, benim canım, papağanın canından nasıl aşağı ve kabiliyetsiz olur? Can, bunun gibi iyi bir iz izlemeli."
***
Bu yazıdan tek gayemiz Allah rızası için faydalı olmak.
Allah Mesnevi’yi okuyup anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasip etsin.
Celalin Penceresinden