Sen, giderken öyle çok şeyi de alıp götürdün ki bizden. Önce, nefesimiz kesildi sanki. Gözlerimizdeki ışık söndü aniden. Nefes alamadık, yutkunamadık. Kas katı kaldık ölüm haberini aldığımızda. İnanmak istemedik. İnanamadık. Olamaz diye bir feryat koptu yüreğimizden.
Sen, o tertemiz, pırıl pırıl, gözleri gülen delikanlım şimdi neredesin. Belki de görüyorsun, duyuyorsun bizi. Gözyaşlarımızı silmek için uzanıyor ellerin, ama bedenini toprağın bağrında uyutmamız gerekiyordu. İnancımız toprağa verin diyordu, verdik. Ruhun huzura ersin diye. Ne sen bize dokunabilirsin artık, ne da biz sana. Resimlerinle konuşmak çok acı yavrum, çerçevenin, camın soğukluğunu hissediyor ellerim. Senin sıcaklığın yok… Sana bakarken gözlerin, dudakların hareketlenmiş gibi geliyor.
Benimle konuşuyorsun sanıyorum. Ama seni duyamıyorum yavrum. Seni duyamıyorum … Kulaklarımdaki tek ses ambulansın o acı siren sesi. Bir umut sesi idi, son duyduğum. ‘’ Çabuk olun, belki yaşıyordur.’’ O an yaşıyor muydun, bunu hiçbir zaman bilmek mümkün olmadı. O fidan gibi bedenin yıkanırken, Çenene bağlanan beyaz şerit, o bembeyaz kefenin son giysilerindi. Üzerinden çıkanlar ne oldu bilmiyorum. Ama kokun geliyor burnuma, sen aklıma geldiğin an… Çaresizlik bu işte yavrum, çaresizlik bu… Oysa ne umutlar beslemiştik yüreğimizde, hayaller, gelecek planları yapmıştık seninle. Şimdi sen yoksun. Hayallerimiz yok.
Gülmeyi unuttu gözlerimiz, ferimiz söndü, ellerimizin, ayaklarımızın dermanı tükendi. Ölüm seni meleklere kavuştururken, seni seven bizlere dinmeyecek acıyı bıraktı. Bu acı ile nasıl yaşayacağız bilemiyoruz. Nasıl dayanacağız yokluğuna…
Nasıl ?
Sen, o tertemiz, pırıl pırıl, gözleri gülen delikanlım şimdi neredesin. Belki de görüyorsun, duyuyorsun bizi. Gözyaşlarımızı silmek için uzanıyor ellerin, ama bedenini toprağın bağrında uyutmamız gerekiyordu. İnancımız toprağa verin diyordu, verdik. Ruhun huzura ersin diye. Ne sen bize dokunabilirsin artık, ne da biz sana. Resimlerinle konuşmak çok acı yavrum, çerçevenin, camın soğukluğunu hissediyor ellerim. Senin sıcaklığın yok… Sana bakarken gözlerin, dudakların hareketlenmiş gibi geliyor.
Benimle konuşuyorsun sanıyorum. Ama seni duyamıyorum yavrum. Seni duyamıyorum … Kulaklarımdaki tek ses ambulansın o acı siren sesi. Bir umut sesi idi, son duyduğum. ‘’ Çabuk olun, belki yaşıyordur.’’ O an yaşıyor muydun, bunu hiçbir zaman bilmek mümkün olmadı. O fidan gibi bedenin yıkanırken, Çenene bağlanan beyaz şerit, o bembeyaz kefenin son giysilerindi. Üzerinden çıkanlar ne oldu bilmiyorum. Ama kokun geliyor burnuma, sen aklıma geldiğin an… Çaresizlik bu işte yavrum, çaresizlik bu… Oysa ne umutlar beslemiştik yüreğimizde, hayaller, gelecek planları yapmıştık seninle. Şimdi sen yoksun. Hayallerimiz yok.
Gülmeyi unuttu gözlerimiz, ferimiz söndü, ellerimizin, ayaklarımızın dermanı tükendi. Ölüm seni meleklere kavuştururken, seni seven bizlere dinmeyecek acıyı bıraktı. Bu acı ile nasıl yaşayacağız bilemiyoruz. Nasıl dayanacağız yokluğuna…
Nasıl ?