Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[omerk] Seyir defteri

omerk

Yeni Üye
Üyelik
24 Mar 2005
Konular
1
Mesajlar
19
Reaksiyonlar
0
Bugün 7 Mayıs Cumartesi…
Rahatsız etmeyen sert ama sıcak bir rüzgar ve arabanın camından sarkıttığım kolumu okşayan güneşli bir hava vardı. Kalabalık Alışveriş merkezlerinden pek haz etmem, bulunmak kaçınılmaz olduğunda da kendimi dışarı atmak için acele ederim…
Müşteri ziyareti için bir hipermarkette idim. Otoparkda uygun bir yer bulabilmek için yaklaşık 15 dakikalık bir parkur katetmem gerekti, otopark alanının etrafını üç kez tavaf edişimin ardından aracımı bırakıp içeriye girebildim. Görüşeceğim kişi randevusunu unuttuğundan, “Müşteri daima haklıdır” şuuruyla hareketle yaklaşık 2,5 saat kadar Alışveriş merkezi içerisine hapsolma yada otopark kabusunu tekrar yaşamayı göze alıp başka bir mekan tercih etme alternatiflerinden içeride kalmayı daha akıllıca buldum…

Herhangi bir savaştan kalma gazilerin, mevcut geçliğin kıyafet, hal ve hareketlerini ‘Kadir İnanır’ bakışlarıyla ağır bir tenkitle kınayışı gibi dolaşan insanları izledim gezinirken… 2,5 saat burada hapsolacaktım ve burası benim Fobimdi…

‘2,5 saat sonra’ olarak teyitleşmiş idik ama ‘daima haklı’ olan müşterim 3 saat 12 dakika gibi bir sürede geldi.
Geçen bu süre içinde beliren düşüncelerimi paylaşmak istedim bu yazıyla.. Gereksiz uzun yazılarımdan ötürü birgün bu siteden kovulacağım ama aktarayım yinede

Bu duygularımın oluşmasında emeği geçen; ‘Güncel Moda’ ya uyan arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyorum…

Siz de tanık oldunuzmu yada hatırlarmısınız bilmiyorum o dönemleri…
‘ Kot pantolon’ yada ‘BlueJean’ Avrupai bir giyim tarzıydı. Gıdaların Buzdolaplarında tanzimi için kullanılan ‘streç’in biraz daha elastikisi idi ve vucüt hatlarını gizleme gereği duymadan sarardı… Avrupai bir giyim tarzıydı, Milliyetçi, Dinine bağlı ve Osmanlı mirasçısı olan Türklere uygun bir giyim tarzı değildi bazı çevreler için…. Kot pantolon; cesaret, Modernlik, Büyükşehirde yaşamayı hak eden kişilerin bayrağıydı adeta…
İnsanın inanç ve yaşayış şekli giydiği pantolondan analiz edilirdi.
Bu ruh haliyle ‘Kot Pantolon’a hayır’ grubuna ait olduğunu simgeleyen, kendi kalıbından bir tane daha sarmalayabilecek bollukta pantolon ve bağsız, topuksuz, dökme plastik (çarık) ayakkabılar giyen tipler Büyükşehirlere yakışmazdı. Onlar Büyükşehire ait değillerdi ve o şekilleriyle asla olmazlardı… Giyisileri yamalı ve gökkuşağı gibi renk renk ve uyumsuz (pantolon farklı, gömlek – kazak farklı), Saçları Dağınıktı… Evde kullanılan Fönn makineları onlara çok uzaktı ama en azından ‘tarak’ kullanabilirlerdi; onu da yapmaz, yapmak istemezlerdi… Onlarda kendilerini Büyükşehire yakıştırmazlardı zaten; bu onlar için öz’üne ihanetti… Jilet kullanmakta Kot Pantolon giymek gibiydi, ikisinin de manevi cürümü ağır idi. Erkeklerin kirli sakal, bayanların da saçlarının herhangi bir bölümden belli bir tutamının kınalı olması onlar için övünç kaynağıydı… Bu insanlar Madalyonun ‘Tura’ kısmıydı, Avrupai giyinen ve yaşayan insanlar ‘yazı’ yada , ‘Kot pantolona hayır’ cılar ‘Arabeks’, ‘evet’ diyenler Moderndi. Yazının akışında da bu son iki tanımlamayı kullanacağım ben de
Her iki grupda TÜRKÇE konuşuyorlardı ama , Arabeks grup; ton ve tonlamaları kendine has bir uslupla gerçekleştirdiğinden Modern grupça anlaşılmazdı ve insana özgü olan ‘konuşma’ yine onlara yakıştırılmazdı. Arabeks grupta bunun bilincinde olsa gerek, kendi grubundan bir insanla karşılaşmadıkça konuşmayı tercih etmezdi.. Bir grup Kilim üzerinde ekmek arası reçel yerken, diğer grup halifleks ve parke üzerinde hamburger… Birileri mahallelerine gelen sütçünün gügümünden kiloyla dökülen, diğer grup Paket sütlerle tamamladı fiziksel gelişimini… Bir grup temmuz sıcağını ‘atlet’ ile, diğer grup Lacost T-shirt ile geçirdi… Affedin; Bir grup paçalı don, diğer grup ‘kilot’ kullanırdı. ‘Paçalı Don’ kırolukdu, ayıptı kullanmak ince kumaşlı pantolon altında belli olunca…
Bir grup kendine has türkülerini dinlerken diğer grup POP müzik dinlerdi. Her iki grupda kendine ait olmayan tarzda müzik duymak istemezdi.. Bunları hatırlamak için fazla uzağa değil; 90 lı yılların başına kadar dönmeniz yeterli…

Gözlerinize verdiğim rahatsızlığa son vereyim; asıl düşünceme gireyim hemen, bugün beliren bende…


Günümüz modasının yegane temsilcileri; Güncel Seyyar mankenler olan gençlik… ‘Tiki’, ‘matalci’, ‘entel’ ler…
Dağınık saçlı, kirli sakallı, çarığa benzer ayakkabılı. Kırmızı ayakkabıları yeşil bağcıklı olan gençler… Bol ve düşük belli pantolonlarından firikik veren, 90 lı yılların modern tiplerine gülmek için malzeme veren ‘paçalı donların’ etiketli ve desenli olanı (Boxer) onlara rahatsızlık vermiyor… ‘Atlet’ ler renkli olunca giyilmesi, o şekilde dolaşılması ayıp olmuyor! “oha falan” olabilen gençlik. Kavuniçi pantolon – kırmızı ayakkabı – cırtlak yeşil t-shirt onlar için ‘renk uyumu’ kanununa aykırı değil.. Saçlar Portakal renkli olabiliyor, ama kınalı değil! Pantolonlar yırtık ama yamalı değil! Türkçeyi ‘Amerikan İngilizcesi’ lehçesi ile konuşan gençler… 90’lı yılların ‘arabeks’i değimli bunlar? Sadece beyaz çorap ve tespihin eksikliği dışında her şey tamam….

Dere depe düz gittik, düzlüğe ayak uyduramadık, dereye geri döndük. 90’lı yılların fakir yemeği ‘bulgur pilavı’ , en iddealı diyetisyenlerin önerdiği rejim menülerinin top 10’u içinde…
Devlet arazisi üzerine yasal olmayan şekilde yapılan gecekonduların bahçelerinde, kemer sıkma stratejisi adına yetiştirilen sebzelerle beslenen arabeskler vardı; ‘manav’ dan alış-veriş yapabilmek zenginlikti… Odun ekmeği ve Mahalleye servis Sütçüler Arabesklere özgüydü, Altı nokta nokta benekli fırın ekmeği ve Paket sütler varlıklı bireylerin. Kilimler de arabesklerindi, halıfleksler zenginlerin…
Zenginler mi fakirleşti şimdi, neden bilmiyorum.. Köy Ekmeği, Bahçe sebzesi ve taze çiftlik sütü tedariki için kilometrelerce yol kateden varlıklı insanlar tanıyorum.
90’lı yıllarda ‘çiftlik çocuğu’ olmak bir zavallılıktı, şimdi zenginlik belirtisi…
Tozlanmış fotoğraf albümlerini açar gibi… Geçmişe geri dönüş görüyorum.
Çevirmeli telefonlar çok pahalı bir aksesuar, sesi kameralı telefonlarda melodi oluyor.
Yeniden yorumlanan eski şarkılar, türkü barlar, gaz lambası… hidrolik direksiyonu, merkezi kiliti, elektrikli camları olmayan otomobilleri yeniden canlandırma çalışmaları… Bütün bunları neden yapıyoruz? Pantolonlarımız pas lekesi renginde, aşınmış ve birkaç yerinden yamalı… Önünden araba geçmeyen, etrafındaki bina sayısı az/hiç olmayan yerleri tercih etmemiz neden? Biraz daha birikim yapıp, sineması, barı olma şartı aramadan ucra bir kasaba hayatı arzuluyorum, etrafımda da aynı arzuları paylaştığım, uluslar arası firmalarda iyi konumlara gelmiş insanlar tanıyorum…

Tarhana Çorbası, Soğan, kurufasülye, kilim, kirli sakal ve hatta dağınık saçlar… Şimdi neden hayat kalitesi ölçü biriminden değil? Dere – tepe düz gittik, dereye geri mi döndük?

Bu bir eleştiri değil. Ben de Pas lekeli, ilk giyişte falçata ile pantolona çizikler atmış, kavuniçi t-shirt ve cırtlak yeşil giyisiler giyebilen birisiyim. Benimde dağınık uzun saçlarım ve sol kulağımda küpem oldu. Ben de Halıfleks üzerinde paket sütler tükettim. Anlatmak isteğim; 90'lı yılların 'geri kalmış, renksiz' sitillerine geri döndüğümüz...

Bir sonuca bağlayarak bitirmek isterdim ama yeter… 
Artık uzun yazılar yazmayacağım, tutabilirmiyim bilmiyorum ama Söz… 
Yine buraya kadar okuyan herkese teşekkürler (sadece bu kısmını okuyanlar hariç)
Sevgiler..
OmerK
 
Bisey degil Omer, benim icin zevkti okumak,,,,
Ben de bu konuda bir-iki cift laf etmek isterim ama simdi degil yarim saat sonra sinavim var, evden cikmak zorundayim. (Ey engelliler.biz nelere kadirsin sen?)

omerk' Alıntı:
Artık uzun yazılar yazmayacağım, tutabilirmiyim bilmiyorum ama Söz

Sadece bu sozu neden verdigini bilmek istiyorum.
`Uzun yazi okumak istemezuk` mu dediler?
Yazilarini okuyanlar icin yaz sen de, herkesin mahallesi burasi, herkes konusuyor, sen niye susacakmissin? Iki kelimelik mesaja tercih ederim 200 kelimelik mesaji..
Koskoca bir gunumu ayirip insan, toplum, siyaseti okuyacagim zaten birgun.
Yaziniz, okuyanlarin olduguna suphe etmeyiniz.
(Ataturk'ten alinti gibi oldu) :)
 
Sevgili omerk,

keyifle okudum yazdıklarını. Böyle (uzun) yazmaya devam et lütfen.

Syg.
 
dere tepe düz gittik

Ömercim

sen bu sözünde durma hep uzun yaz böyle olur mu?

Bizde zevkle okuyalım.
 
Re: dere tepe düz gittik

Büyük bir keyifle okudum yazınızı.

yazılarınızın devamını bekliyoruz.
 
Sen yazmaya devam et arkadaşım,
arkadaşlarımın da belirttiği gibi okuyanlar için yazmaya devam et....

Gürültüden,
stresten,
trafikten,
sahte ilişkilerden,
zoraki gülümsemelerden,
yorgunluktan
yoğunluktan
.
.
.
bu liste böyle uzar gider
bıkmış olmalıyız
Ben de çevremde bir çok arkadaşımın düşündüğü gibi düşünüyorum,
ilk fırsatta uzaklaşacağım buralardan

Geçmiş hep geçmişte kalacak ve
gelecekte yine hep geçmişe özlem duyanlar olacak sanırım
.
.
.
 
...

Git...
Karar verdiysen git, 'kal' diyecek kadar aciz değilim.
Öyle arkandan ayrılık şarkıları da dinlemem,
Kızıl saçlarını bulabilirim Güneşin batışında,
Ne iç çekerim, ne hayalin bölebilir uykularımı.
Aciz değilim sandığın gibi, tutunabilirim, durabilirim ayakta,
Derin yaralar da açmaz Gidişin,
Alışkınım gidişlere...

Sensiz de soluk alabilirim,
Bulabilirim kokundan biryerlerde, bahardayız nasıl olsa
Zorlamaz beni Sensizlikte 'sen' ler yaratmak, bunu yapabilirim.

Hadi,
Geldiyse vaktin git,
Süzülerek çık kapıdan ve dışarıda giy ayakkabılarını,
'Sivri topukların' bıraktığı izlerden yoruldum,
Gideceğin yerlere ait bir izde istemem halılarımda, Keşfe çıkmışsındır mutlaka...
Açık bırak kapıyı, ne gölgen kalsın arkanda ne kokun,
Çıkışını görmek istemeyişimden değil arkamı dönüşüm,
'Alışkanlık'ları silkeliyorum penceremden...

Hadi,
Git, vaktini geçirdin çoktan gidişin,
Ne sesi var ne rengi iç çekişlerin..
Git hadi...
Ama durakla biraz kapıda, öyle git nereye gideceksen.
Durakla sadece, Durma, Dönme ne kapıdan ne kararından
Nereye gideceğini de sormadım dikkat ettiysen, bir önemi yok gittiğin yerin
Durakla sadece, Arkana bile dönmene gerek yok, sadece durakla,
Birkaç saniye geciktir,
Durakla ki 'Gidiş' olsun adı...
'Terkediliş' utandırır beni bilirsin, adı 'Terkediliş' olmasın...

OmerK
 
Tozlanan Duygular...

Zaman geçtikçe 'Yaşanmışlar' unutulur bir anlamı yoksa..
Unutulur 'yaşaması' gerekmiyorsa, yada birisi kurcalayıncaya dek terkedilir çatı katlarında...
Hatır etmez 'yaşanmışlar' a sadece ve sadece 'Toz' uğrar büyük bir sadakat ile.. Sahip çıkarcasına an an sarmalar, kaplar dörtbiryanını...

Duygularda böyledir, terkedilmiş duygular...
Çatı katı, 'terkedilmiş duygu ve yaşanmışlar şehri'dir... O çatı altında yeni duygular, yeni heyecanlar yaşarız, Kriterlerimize göre kullanmak istemediğimiz bu duygu ve yaşanmışları , diğerlerinin yanına çıkarır, ışığı açıp envanter çıkarmadan bırakırız öylece. Nedense usulca ineriz aşağıya, ya mahcupuzdur, yada karar vermemiş. Toz bekler bir süre... sadakatle, ümitle yapışacaktır, sahiplenecektir 'terkedilmiş' i... geri alınsın istemez...

Ne kadar misafirperver olsakta, yeni uğraşlar bulsakda birgün ; ne misafir gelir, ne 'uğraş' ımız kalır... Evde dolaşmak yorar... Bir ayağınız olduğunuz yerde tutar sizi, bir ayağınız çatı katına sürükler... Hangi ayağınız güçlüyse oraya sürüklenirsiniz...
Çatıkatına sürüklenenler.... Bir ziyaretçi sıfatıyla orada oldukları için ışığı yakacak cesaret ve güçtedirler... Neyi - nerede aradığınız konusunda hiçbir fikriniz yoktur, güçlü ve sadık bir hafızanız yoksa.. Boş bakışlarla adece dolaşırsınız, birşeyler parıldayıp yada ayağınıza takılıp 'anımsa' der... Anımsıyorsanız 'aradığınız o' dur. Tozdan arındırmaya kimse cesaret edemez, hafif silebilirsiniz sadece, hatırlamak istediğiniz yerleri... Dokunursunuz, her dokunuş kare kare belirir... Sadece hatırlamak istediğiniz bölümdür, isteğinize göre ya acı verir, ya haz.... Kullanmak istersiniz , kullanamazsınız.. Tedavülden kalkmış yada 'tozlanma' değiştirmiştir kimyasını... Tozlar saldırır üzerinize, o artık tozlarındır. Dokunmaya hakkınız yoktur. Çatı katı müzedir... Yaşanmışlar, Terkedilmişler müzesi... Sadece ve sadece 'El sürmeden' gezebilirsiniz....

Hisleri, duyguları, yaşanmışları terk etmeyelim, bırakalım sadece bırakılması gerekiyorsa... Bıraktığımız yerin önemi yok yerini hatırlayabildiğimiz sürece... Uğrayan biz olalım, Toz değil...

Zincirleme oluyor ama; Dostlar - Arkadaşlıklarda 'Duygular' gibidir, Nesnemiz uğrayamayacak gibiyse, sesimiz, kalemimiz, selamımız uğrasın, TOZ değil....

Bastırılan tüm duygular, bilinçaltı insanın 'çatıkatında' istifleniyor... 'Çatıkatı' mızı arasıra günelşendiğimiz bir 'balkon' olarak kullanmak dileğiyle...
 
Üst Alt