Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Sosyal ve kültürel sermaye bağlamında sakatlık alanına bakmak | Mağdule Demircioğlu

magdule

Yeni Üye
Üyelik
14 Mar 2013
Konular
3
Mesajlar
4
Reaksiyonlar
0
Sosyal ilişkiler kişileri dâhil etmeyle birlikte onlara belirli olanaklar sağlarken bazen de onları dışlamakta ve yok saymaktadır. İletişim ağlarıyla oluşan etkileşimlerden insanlar yarar sağlamaya çalışır, bu ilişkilerde bir değer biçiminde ortaya çıkan sosyal sermaye olarak adlandıracağımız durumu Pierre Bourdieu, imtiyazlıların bir serveti ve onların üstünlüklerini sürdürmek için kullandıkları bir araç olduğunu ileri sürer. Sakatların sosyal ve sembolik sermaye açısından konumlarını bu bağlamda çözümlemeye çalıştığımızda öncelikle konumuz açısından sermaye türlerini tanımladıktan sonra bu durumu sakatlık alanıyla ilişkilendirdiğimizde daha doğru sonuçlara ulaşacağımızın inancındayım.

Bir iktidar biçimi olarak güç ilişkilerini belirleyen “sermaye”, birey ile toplum arasında bir bağ kurar. Zira toplum, “sermaye” dağılımındaki farklılaşma aracılığıyla yeniden inşa edilir. Bireylerin biriktirdiği “sermaye” aynı zamanda sınıf ayrımlarını da yeniden üretir. Yani ekonomik sermaye biçimi dışında kalan farklı “sermaye” biçimlerinin burada varlığı söz konusudur. Bunlar sırasıyla; sosyal”, “kültürel” ve “sembolik sermayedir.

Bourdieu’ya göre bireyin “ekonomik” ve “kültürel sermaye”si, eğitimsel başarısı ya da başarısızlığı, onun doğuştan sahip olduğu sosyal konumundan kaynaklanmaktadır. Toplum içindeki iktidar şekillenmesi ve bunun neden olduğu eşitsizlikler, “sosyal sermaye” bağlamında, bireylerin sahip oldukları bağlantıları geliştirmelerini ve korumalarını kaçınılmaz bir hale getirmektedir. “Sosyal sermaye”, bireyin sahip olduğu toplumsal ağlar ile oluşur ve belli şartlarda ekonomik sermayeye dönüşebilir. Birey, “sosyal sermaye”sini oluşturan ilişkiler ağını bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde güçlendirir, sürdürür, biçimlendirir ya da yeniden etkinleştirir. Bu ilişkiler ağından sürekli olarak bir yarar sağlamaya çalışır. Bu yarar maddi veya sembolik olabilir. “Sosyal sermaye” aktüel ve potansiyel değerler bütünü olarak da algılanabilir.
Bu tür “sermaye” için ön koşul, sürekli bir ağın varlığı ve bu bağlantılar içinde karşılıklı kabul ve takdir edilen kurumsal ilişkilerin hayatiyet bulmasıdır. Bu nedenle de aynı sosyal yapıların içinde olanların çıkarları denk düştüğünde aralarında var olan dayanışma, açıkça kayırmaya dönüşmektedir. Bu haliyle sermaye, bir iktidar biçimidir. Kişiye, kendi geleceği ve başkalarının geleceği üzerinde denetim kurma olanağı sağlar. Buna göre, “kültürel sermaye” bireylerde sınıfsal konumlanış açısından eşit değildir. Ürettiği ideoloji ile sınıfsal niteliklerinden dolayı özerk bir alan haline gelmiştir. Kültürel sermaye nesnelleşmiş, kurumsallaşmış ve somutlaşmış olan bilgi sermayesidir. “Sembolik sermaye” edinilmiş tüm maddi ve manevi olmayan zenginliklerin yoğunlaştırılmış halidir. İktidarı elinde tutan ile onun dışında kalan arasındaki ilişkiden doğar. Bu “sembolik sermaye”, şekil değiştirmiş, dönüşmüş ve diğer sermayelerin meşrulaştırılmış biçimidir. Her ne kadar “eğitimsel sermaye”nin ya da “sembolik sermaye”nin ekonomik sermayeye dönüşmesi mümkün olsa da, bu tür “sermaye” türlerinin sembolik değerleri, kendi alanları içinde önemli bir prestij ve statü kaynağıdır.

Bourdieu’nun “sermaye” tanımlamalarında adlandırılan “sermaye”lerden her biri ve genelde hepsi, toplumun egemen sınıflarına ilişkin bir özellik ve onların maddi-manevi servetlerini bilince çıkaran bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradan hareketle, ortaya çıkan doğal sonuç, toplumun egemen gücünü oluşturan kesimlerin dışında kalan diğer sınıf unsurlarının, istisnalar hariç, toplumun mülksüz kesimlerini oluşturduğu gerçeğidir. Sakatlara ilişkin dünyadaki ve ülkemizdeki gerçekleri Bourdieu’nun bu kavramsallaştırmaları üzerinden ele alacak olursak; onun ayrımlaştırarak analiz ettiği “sermaye” türlerinden her üçününde de, toplumdaki ayrıcalıklı sınıflara ait birer nitelik olduğunu istatistiklere baktığımızda görürüz.

2012 yılında İŞKUR tarafından yapılan işe yerleştirmelerin sosyal duruma göre dağılımına baktığımızda; toplam işe yerleştirmenin % 93,6’sı (520 bin 714 kişi) normal işe yerleştirmedir. ‘Özürlülerin’ toplam işe yerleştirme içerisindeki oranı % 6,4 (35 bin 531 kişi) iken eski hükümlülerin oranı yalnızca % 0,1 (342 kişi)’dir.
Günümüze kadar gelen sakatlıkla ilgili araştırmaların büyük çoğunluğu çalışma hayatına ilişkin öngörülen fırsat eşitliğine odaklanmaktadır. Sakatlarla ilgili bütün sorunların, onlara istihdam olanakları sağlandığı takdirde çözüleceği inancı toplumun bütün kesimlerinde kabul gören bir yaklaşımdır. Oysaki sakatlar, toplum hayatında ve üretim sürecine katılma noktasında ülkemizdeki ve dünyadaki işgücü verilerinden anlaşılacağı gibi (sakatların % 20’si işgücüne katılırken % 80’i işsizdir) içinde yaşadıkları koşullar açısından toplumun en yoksul kesimlerini oluşturmaktadırlar. ABD’de sakatların üçte birinin yıllık geliri 15 bin doların altındadır. Bu göstergeler, sakatların doğrudan ekonomik “sermaye”lerinin yokluğu anlamına gelmektedir. Elbette ekonomik sermayenin yokluğu, diğer tür “sermaye”leri edinme noktasında da bir “imkânsızı” ortaya koymaktadır.

Sakatların, tanımlanan “sermaye” türleriyle olan ilişkilerini bu “sermaye”ler bağlamında değerlendirecek olursak: Söz gelimi, “kültürel sermaye”nin eğitimle kazanıldığını düşündüğümüzde, dünyada sakatların ancak 1800’lerden itibaren toplu halde eğitim hizmetinden faydalandıklarını görürüz. Türkiye’de ise ancak 20. yüzyılın başlarında önce sağır, dilsiz ve körlerin eğitimlerine başlanmış, zihinsel engeli olanlar ise daha sonraki yıllarda kurumsal olarak eğitim hizmetlerinden yararlanabilmişlerdir.

2010 yılında nüfusun okuryazarlık durumu incelendiğinde okuryazar olmayan tüm nüfusun oranının % 5,78 sakat nüfusun ise % 41,6 olduğu görülmektedir. Ayrıca lise ve daha üstü eğitime bakıldığında tüm nüfusta oranı % 24,82 iken sakatlarda % 7,7 dir. Yine Bourdieu’ya döner ve onun “kültürel sermaye”nin büyük ölçüde eğitimle edinilebileceği yargısına bağlı kalarak verileri değerlendirirsek; bu sayısal göstergeler itibariyle sakatların “kültürel sermaye”ye sahip olmaları anlamında hiçbir şanslarının olmadığını görürüz. Toplumda eşitsizlik yaratan süreçleri, örneğin okuldaki başarıyı sadece zekâya ya da yetenek farklılıklarına bağlamak yanılgılara sebep olur. Eğitim sistemi başarıya odaklı olduğundan bireyin sistemin beklentilerini karşılayabilmesi için buna uygun bir sosyo-ekonomik altyapıya sahip olması gerekir.

Bir diğer şehir efsanesi de, “eğitim şart” klişesinin işaret ettiği genel kabuldür. Yapılan saha çalışmalarında ve gözlemlerimizde, yüksek öğrenim yapmış olan körlerin, eğitim yaptıkları alanda değil de, bununla ilgisi olmayan işlerde çalıştıkları gerçeğine ulaşılmaktadır. Ülkemizde yüksek öğrenim yapmış körlerin büyük çoğunluğu “hukuk” eğitimi almaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da onların avukat olmaları beklenir. Zira bu eğitimi almış olan körler genellikle devlet kurumlarında telefon santral memuru olarak çalışmaktadır. Çünkü avukatlık mesleği, geniş bir ilişkiler ağına, “sosyal” ve “sembolik sermaye”ye ihtiyaç göstermektedir.
Eğitim kazanımlarını etkileyen faktörlerin soydan gelen maddi ve manevi zenginliklere bağlı olduğunu düşündüğümüzde, statü sağlayan “eğitim sermayesi”ne kimileri zaten sahipken, kimileri ise bu duruma sahip olamamaktadır. “Alan”ların özerkliğini, “sembolik sermaye” kavramıyla ilişkilendirdiğimizde, okullar sadece bilgi vermek ve yetenek kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda kendi kurumlarına alımlar noktasında seçim yapma ve eğitim verme haklarını tekellerinde tutarak, mevcut yapıyı yeniden üretirler. Örneğin; sakat çocukların ilköğretim kurumlarında eğitim almaları oldukça zordur, bu çocukların eğitim almaları için özel eğitim okulları bulunmaktadır. Çünkü eğitim sisteminde yönetmelik aracılığıyla oluşturulan bu düzenlemeler, sakat öğrencilerin üzerinden toplumsal normların kabulüne yönelik ayrımcı politikaların gerçekleşmesini sağlar. Sadece sakatları kapsayan EKPSS/ÖMSS sınavları aracılığıyla kendileri için belirlenmiş alanlarda birbirleriyle rekabet ederek cazip olmayan işlere mecburi olarak yerleştirilmektedirler.

Yukarıda da ifade edildiği gibi “sosyal sermaye”, kişilerin sahip olduğu her türden toplumsal bağlantı ve ilişkiler ile birlikte akrabalık ve aile ilişkilerini de içeren bir çerçevede ele alınır. Yani kişi toplum içinde sahip olduğu bu ilişkilerin gücü oranında bir etkiye sahip olur ve bir konum kazanır. Sanayileşme devrimiyle başlayan kapitalist üretim sürecinin büyük bir bölümünde etkili olan aile bağları, işe alım konusunda, günümüzde de asıl önemini korumaya devam etmektedir. Yapılan bir iş arama araştırmasında, bireyin kişisel iletişim ağının büyüklüğünün, iş bulma olasılığında hatırı sayılır bir olumlu etkisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
1990’ların ortalarında Kanada’da uzun vadeli sosyal yardım alanlar arasında yapılan araştırmada, sosyal sermayenin sosyal yardım alma konumundan çıkış üzerindeki etkisinin, insani sermaye ve demografik özellikler de dâhil, diğer bütün faktörlerin etkisinden daha fazla olduğunu göstermiştir. İşkur’un 2012 yılında yaptığı “Türkiye İşgücü Piyasası Analizi” çalışmasında, açık işlerin en fazla akraba-eş dost vasıtasıyla arandığı, İŞKUR’un ise ikinci sırada olduğu ve açık işlerin % 42’sinin İŞKUR vasıtası ile karşılanmaya çalışıldığı tespit edilmiştir. Ülkemizde sakatlara yönelik yapılan saha çalışmalarında elde edilen bulgulara göre sakatların işe girme konusunda, “sosyal sermaye” anlamında ilişkilerini kullanmak istemekle birlikte bunun beklenen ölçüde mümkün olmadığını da görmektedirler.

Tarih boyunca “sosyal, ekonomik, kültürel ve sembolik sermaye”lerinin ortaya koyduğu birikimin yeterli olmayışı ve bu “sermaye”lere ait “alan”larda mücadele edebilecek bağlantılardan da yoksun olmaları, sakatların ayrıca “alan” içine geç girmelerinden dolayı deneyimlerinden oluşan bir tarihe de sahip bulunmamaları, “alan” içinde bir oyuncu olarak ortaya çıkmalarını da zorlaştırmaktadır. Sosyal ve kültürel sermaye”lerin yer aldığı “alan”lara oyuncu olarak katılımları ve kendi çıkarları için mücadele etmeleri oldukça zor olan sakatların, bu sermaye türlerinden yoksun oluşlarının getirdiği olumsuzlukları azaltacak, durumlarını iyileştirici sosyal politikaları neoliberal ekonomik uygulamalarda elde etmeleri olanaklı değildir.
 
Her geçen gün "sermaye" tekelleşiyor. Kültürel sermaye için de, sosyal sermaye için de, sembolik sermaye için de, bildiğimiz kapital için de bu böyle! Bunlara sahip olma yolları git gide imkansız hale geliyor biz sakatlar için; kronik yoksunluğa/yoksulluğa mahkum ediliyoruz. Böylesi -sınıfsal diyebileceğimiz- eşitsizliklerin varoladuğu bir düzende "Amerikan rüyası herkese açık" denmesi insanlarla alay etmek gibi...

Özellikle kültürel birikim çok mühim geliyor bana. Eğitimden ve sosyal ilişkilerden kopartılan sakatların (dahil eder gibi yapıp dışarda tutmayı da kastederek söylüyorum) kendilerini yetiştirip toplumda saygın bir yer edinmesi ne kadar mümkün olabilir ki?

Gettolara sürülen yoksun/yoksul insanlar buradan çıkacak tüm araçlardan da uzak tutuluyor. Hal böyleyken, bu temel çelişki giderilmediği sürece, "engelli hakları" adı altında konuşulan her şey de anlamsız kalıyor...
 
Üst Alt