Kabul etmesi güç ama 60 yıllık stratejik ortaklığın ardından Türkiye ve ABD, özellikle Ortadoğu’da, stratejik rakiplere dönüşüyor. Bu durum Türkiye’nin dış ve iç politikasındaki önemli kaymaların ve uluslararası sistemdeki değişikliklerin mantıklı bir sonucu.
Geçtiğimiz günlerde meslektaşım ve yakın dostum Charles Kupchan, “Düşmanlar nasıl dost olur?” isimli bir kitap yayımladı. Kupchan kitabında düşman ülkeler arasındaki ilişkilerin düzelmesi için diplomatik diyalogun kilit bir araç olduğunu ifade ediyor.
Dostum Charlie belki de yeni kitabında “Dostlar nasıl hem dost hem de düşman olur?” sorusuna yanıt aramak ister. Bu durumda ABD ve Türkiye’nin ilişkilerini bir numaralı örnek olarak kullanabilir.
Kabul etmesi güç ama 60 yıllık stratejik ortaklığın ardından Türkiye ve ABD, özellikle Ortadoğu’da, stratejik rakiplere dönüşüyor. Bu durum Türkiye’nin dış ve iç politikasındaki önemli kaymaların ve uluslararası sistemdeki değişikliklerin mantıklı bir sonucu.
Bu gerçeklik, Pazartesi günü İsrail’in Gazze’ye giden gemilere yaptığı baskının ardından Türkiye’nin gösterdiği tepkiyle daha net ortaya çıktı. Pazartesi günü yaşananlar, ABD’nin dış politika kadroları için bir uyandırma çağrısı olmalı. Muhafazakar Parti’nin içinde hala nostalji etkili ancak ABD’de resmi makamlar Washington ve Ankara’nın güvenliğinin Sovyet tehdidi dolayısıyla birbirine bağlı olduğu günleri arıyor. Ancak bu zamanların ilişkilerine dönmek çok kolay görünmüyor.
"MODEL ORTAKLIK" HEDEFLERİNE NE OLDU?
Obama göreve ilk geldiğinde Türkiye’yle “model ortaklık” kurma hedeflerini açıkça dile getirmişti. Bu açıklamaların üzerinden yaklaşık bir buçuk yıl geçtikten sonra, Washington model ortaklık çabalarıyla Ankara’nın ABD’yi aştığı gerçeği arasında sıkışıp kalmış durumda. Türkiye’yle yeniden güzel günlere dönme arzusu, bu ittifakın altın günleriyle ilgili hatıralardan kaynaklanıyor.
Gerçi o zamanlar bile ilişkiler yüzde 100 mükemmel değildi. Ancak şimdi Türkiye, dünyanın en büyük 16’ncı ekonomisi ve attığı diplomatik adımlarla olgunluğa ermiş durumda.
Ankara’nın tavrını en net ortaya koyduğu yer de Ortadoğu. Türkiye sekiz kısa yıl içinde kenarda durup izleyen bir ülkeden, etkili bir oyuncuya dönüştü. Kağıt üzerimde Washington ve Ankara’nın hedefleri aynı: İsrail ve Filistinliler arasında barış, istikrarlı ve bütünleşmiş bir Irak, nükleer silah sahibi olmayan bir İran, istikrarlı bir Afganistan ve Batı’ya eğilimli bir Suriye.
KUTUPLAR DEĞİŞİYOR
Ancak detaylara inildiğinde bütün bu meselelerde Ankara ve Washington farklı kutuplarda yer alıyor. Tarihte ilk defa Türkiye İsraillilerle Filistinliler arasında tarafını belli edip, Tel Aviv’den Gazze üzerindeki ablukayı kaldırmasını istedi. Dahası Başbakan Erdoğan’ın AK Partisi’yle Hamas arasında da sıcak bir diyalog söz konusu. O kadar ki bu durum sadece İsrail’i değil, ABD’nin bölgedeki diğer müttefikleri Mısır, Suudi Arabistan ve Filistin Yönetimi’ni de kızdırıyor.
Afganistan konusunda bile Türkiye’nin işbirliği şüpheli. 2001’den beri Türkiye ABD’ye destek veriyor, hatta geçtiğimiz günlerde asker sayısını da artırdı ancak askerlerinin savaşa girmesine şiddetle karşı çıkıyor. Ankara güney komşusu Suriye’yle de çok yakın ilişkiler içine girdi. Gerçi sonradan Washington da bu iyi ilişkilerin kendi çıkarına olduğunu kabul edip sürece destek verdi.
Ancak uzun vadede Suriye konusunda Türkiye ve ABD farklı taraflarda yer alabilir. Türkiye ABD’nin ve İsrail’in Suriye’nin Hizbullah’a Scud füzesi sattığı ve Hizbullah militanlarını eğittiği iddiaları konusunda bir hayli sessiz kaldı. Eğer İsrail bu füzelere karşı bir önleyici saldırı düzenlerse Türkiye’nin ne yapacağı belli değil. Ancak her halükarda İsrail’in kuzey sınırında bir çatışma yaşanması muhtemel görünüyor. Böyle bir durumda Washington İsrail’in kendini savunma hakkını desteklerken, Ankara aksini yapacak.
Ancak iki ülke arasındaki en büyük bölünme İran konusunda. Erdoğan ve Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva Mayıs ayında Tahran’a gitmeden önce Obama yönetiminin bu iki lidere nasıl bir mesaj verdiği üzerinde ciddi bir tartışma yaşanıyor. Şu ana kadar Washington tatmin edici bir açıklama yapabilmiş değil.
ERDOĞAN DEĞİL DAVUTOĞLU
Türkiye’nin dış politikadaki değişimini İslamlaşmayla açıklamak kolay. Erdoğan’ın özellikle İsrail konusundaki konuşmalarının ideolojik bir yanı olduğu elbette doğru ancak Türkiye’nin dış politikasının asıl mimarı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bu yeni uluslararası aktivizmin asıl kaynağı. Eğitimli, sakin mizaçlı ve çok zeki bir insan olan Davutoğlu bir İslamcı değil. Türkiye’nin değişen dünyada oynayabileceği doğru algılayan Davutoğlu’nun düşüncelerini Kur’an değil Türkiye’nin güneyi, doğusu ve batısındaki değişimler belirliyor.
Obama yönetimi henüz yapısal değişikliklerin ABD-Türkiye ilişkilerinde yarattığı değişiklikle nasıl başa çıkabileceğini çözemedi. Stratejik işbirliği, model ortaklık ve stratejik önem konuşmaları değişimin üzerini örtemiyor. Türkiye ve ABD Ortadoğu’da düşman değiller ama hızla iki rakip haline geliyorlar. ABD bölgedeki gücünü korumak isterken, Türkiye oyunun kurallarını kendi çıkarlarına göre yeniden belirlemek istiyor.
İki ülkenin geçmişi düşünüldüğünde Washington ve Ankara’nın arasının açılmasını kabul etmek güç. İki ülkenin “dosdüşman” olduğunu söylemek mümkün değil ancak “model ortaklık” da aşırı bir terim. Bu gerçekliği fark etmenin zamanı geldi.
FOREIGN POLICY
Geçtiğimiz günlerde meslektaşım ve yakın dostum Charles Kupchan, “Düşmanlar nasıl dost olur?” isimli bir kitap yayımladı. Kupchan kitabında düşman ülkeler arasındaki ilişkilerin düzelmesi için diplomatik diyalogun kilit bir araç olduğunu ifade ediyor.
Dostum Charlie belki de yeni kitabında “Dostlar nasıl hem dost hem de düşman olur?” sorusuna yanıt aramak ister. Bu durumda ABD ve Türkiye’nin ilişkilerini bir numaralı örnek olarak kullanabilir.
Kabul etmesi güç ama 60 yıllık stratejik ortaklığın ardından Türkiye ve ABD, özellikle Ortadoğu’da, stratejik rakiplere dönüşüyor. Bu durum Türkiye’nin dış ve iç politikasındaki önemli kaymaların ve uluslararası sistemdeki değişikliklerin mantıklı bir sonucu.
Bu gerçeklik, Pazartesi günü İsrail’in Gazze’ye giden gemilere yaptığı baskının ardından Türkiye’nin gösterdiği tepkiyle daha net ortaya çıktı. Pazartesi günü yaşananlar, ABD’nin dış politika kadroları için bir uyandırma çağrısı olmalı. Muhafazakar Parti’nin içinde hala nostalji etkili ancak ABD’de resmi makamlar Washington ve Ankara’nın güvenliğinin Sovyet tehdidi dolayısıyla birbirine bağlı olduğu günleri arıyor. Ancak bu zamanların ilişkilerine dönmek çok kolay görünmüyor.
"MODEL ORTAKLIK" HEDEFLERİNE NE OLDU?
Obama göreve ilk geldiğinde Türkiye’yle “model ortaklık” kurma hedeflerini açıkça dile getirmişti. Bu açıklamaların üzerinden yaklaşık bir buçuk yıl geçtikten sonra, Washington model ortaklık çabalarıyla Ankara’nın ABD’yi aştığı gerçeği arasında sıkışıp kalmış durumda. Türkiye’yle yeniden güzel günlere dönme arzusu, bu ittifakın altın günleriyle ilgili hatıralardan kaynaklanıyor.
Gerçi o zamanlar bile ilişkiler yüzde 100 mükemmel değildi. Ancak şimdi Türkiye, dünyanın en büyük 16’ncı ekonomisi ve attığı diplomatik adımlarla olgunluğa ermiş durumda.
Ankara’nın tavrını en net ortaya koyduğu yer de Ortadoğu. Türkiye sekiz kısa yıl içinde kenarda durup izleyen bir ülkeden, etkili bir oyuncuya dönüştü. Kağıt üzerimde Washington ve Ankara’nın hedefleri aynı: İsrail ve Filistinliler arasında barış, istikrarlı ve bütünleşmiş bir Irak, nükleer silah sahibi olmayan bir İran, istikrarlı bir Afganistan ve Batı’ya eğilimli bir Suriye.
KUTUPLAR DEĞİŞİYOR
Ancak detaylara inildiğinde bütün bu meselelerde Ankara ve Washington farklı kutuplarda yer alıyor. Tarihte ilk defa Türkiye İsraillilerle Filistinliler arasında tarafını belli edip, Tel Aviv’den Gazze üzerindeki ablukayı kaldırmasını istedi. Dahası Başbakan Erdoğan’ın AK Partisi’yle Hamas arasında da sıcak bir diyalog söz konusu. O kadar ki bu durum sadece İsrail’i değil, ABD’nin bölgedeki diğer müttefikleri Mısır, Suudi Arabistan ve Filistin Yönetimi’ni de kızdırıyor.
Afganistan konusunda bile Türkiye’nin işbirliği şüpheli. 2001’den beri Türkiye ABD’ye destek veriyor, hatta geçtiğimiz günlerde asker sayısını da artırdı ancak askerlerinin savaşa girmesine şiddetle karşı çıkıyor. Ankara güney komşusu Suriye’yle de çok yakın ilişkiler içine girdi. Gerçi sonradan Washington da bu iyi ilişkilerin kendi çıkarına olduğunu kabul edip sürece destek verdi.
Ancak uzun vadede Suriye konusunda Türkiye ve ABD farklı taraflarda yer alabilir. Türkiye ABD’nin ve İsrail’in Suriye’nin Hizbullah’a Scud füzesi sattığı ve Hizbullah militanlarını eğittiği iddiaları konusunda bir hayli sessiz kaldı. Eğer İsrail bu füzelere karşı bir önleyici saldırı düzenlerse Türkiye’nin ne yapacağı belli değil. Ancak her halükarda İsrail’in kuzey sınırında bir çatışma yaşanması muhtemel görünüyor. Böyle bir durumda Washington İsrail’in kendini savunma hakkını desteklerken, Ankara aksini yapacak.
Ancak iki ülke arasındaki en büyük bölünme İran konusunda. Erdoğan ve Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva Mayıs ayında Tahran’a gitmeden önce Obama yönetiminin bu iki lidere nasıl bir mesaj verdiği üzerinde ciddi bir tartışma yaşanıyor. Şu ana kadar Washington tatmin edici bir açıklama yapabilmiş değil.
ERDOĞAN DEĞİL DAVUTOĞLU
Türkiye’nin dış politikadaki değişimini İslamlaşmayla açıklamak kolay. Erdoğan’ın özellikle İsrail konusundaki konuşmalarının ideolojik bir yanı olduğu elbette doğru ancak Türkiye’nin dış politikasının asıl mimarı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bu yeni uluslararası aktivizmin asıl kaynağı. Eğitimli, sakin mizaçlı ve çok zeki bir insan olan Davutoğlu bir İslamcı değil. Türkiye’nin değişen dünyada oynayabileceği doğru algılayan Davutoğlu’nun düşüncelerini Kur’an değil Türkiye’nin güneyi, doğusu ve batısındaki değişimler belirliyor.
Obama yönetimi henüz yapısal değişikliklerin ABD-Türkiye ilişkilerinde yarattığı değişiklikle nasıl başa çıkabileceğini çözemedi. Stratejik işbirliği, model ortaklık ve stratejik önem konuşmaları değişimin üzerini örtemiyor. Türkiye ve ABD Ortadoğu’da düşman değiller ama hızla iki rakip haline geliyorlar. ABD bölgedeki gücünü korumak isterken, Türkiye oyunun kurallarını kendi çıkarlarına göre yeniden belirlemek istiyor.
İki ülkenin geçmişi düşünüldüğünde Washington ve Ankara’nın arasının açılmasını kabul etmek güç. İki ülkenin “dosdüşman” olduğunu söylemek mümkün değil ancak “model ortaklık” da aşırı bir terim. Bu gerçekliği fark etmenin zamanı geldi.
FOREIGN POLICY