Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Bir Matrix’in parçası mıyım? Bu sitede kalmalı mıyım?

empatizan

Üye
Üyelik
15 Şub 2008
Konular
5
Mesajlar
371
Reaksiyonlar
0
Arkamdan seslenerek koşturan arkadaşım beni gördüğüne çok sevindi ve sarıldı boynuma. Bir kaç aydır görüşememiştik yüz yüze. Doğrusu uzun süredir depresyonda olduğu için bir bahane ile reddediyordum görüşme taleplerini. Depresyondan kurtulmak için en ufak bir çaba sarf etmemesi, sürekli karamsar, mutsuz, umutsuz bir ruh hali içinde olması benim de aslında çok iyi olmayan ruh halimi iyice bozacak diye korkuyordum sanırım.
“Gel, yakında bir yerde oturup birer kahve içelim, konuşalım” biraz dedi. Fazla vaktim olmadığını söylesem de reddedemedim. Oldukça iyi görmüştüm onu. Hayli neşeli, hayat dolu…Bir ara yarıda bıraktığı akademik çalışmalarına yeniden başladığını biliyordum.
- Eee ne var ne yok? Nasıl gidiyor hayat? Diye sordum. Hemen anlatmaya başladı.
- Bilsen ne çok şey oldu bu günlerde. Şu Yunanistanlı arkadaşım Maria’yı hatırlıyor musun?
- Hıı evet (yalan hatırlamıyorum aslında)
- Onunla karşılaştık iki gün önce. Çoktandır görüşmüyorduk. Balo salonuna gidiyormuş, beni de çağırdı. Üzerime giyecek bir şeyler bulup ben de katıldım ona. Sırtı tamamen açık, derin dekolteli saks mavisi harika bir tuvalet aldım, onu giydim.

Şaşırıyorum! Oldukça muhafazakar bir hanımdır. Liseyi İmam Hatip Lisesinde okumuş. İşyerinde izin verilse başını da örter belki. Sırtı tamamen açık tuvaleti nasıl giymiş acaba?

- İçeri girip bakınırken bir İtalyan yaklaştı yanıma. Benimle dans etmek istedi. Ben de kabul ettim. Türk olduğumu öğrenince, “Sen Müslüman değil misin?” diye sordu. “Müslüman’ım” deyince “O zaman niye böyle açık saçık giyindin” diye kınadı beni. Şaşırdım. Ama bu sadece bir oyun diye uyardım onu.

“Bir dakika, siz Maria ile nerede karşılaştınız, baloya nereye gittiniz? İtalyan’ı nerede gördün” diye kesiyorum sözünü.
- Second Life’da!
- Orası neresi? Yeni mi açılmış? Nerede?
- Canım hani bir internet sitesi var ya! Ben de üyeyim oraya çoktandır. Türkçe versiyonu da var ama ben İngilizce versiyonuna üyeyim.
- Nasıl yani? Maria senin sanal arkadaşın mı? sen sanal bir baloya mı gittin?

“Aslında pek sanal sayılmaz” diye geçiştiriyor ve nefes almadan, sanki gerçekmiş gibi balonun ayrıntılarını anlatmaya devam ediyor. Maria onun tanımadığı bir erkeğin dans teklifini hemen kabul etmesini ve sarmaş dolaş dans figürlerini çok kınamış. O arada bir kadın çıkıp gelmiş ve “seni kocamla dans ederken gördüm” demiş. Meğer İtalyan evliymiş. Ama arkadaşım bunun sitede yapılan bir evlilik mi yoksa gerçek evlilik mi olduğunu bilememiş zira sitede de aynen gerçek ritüellere benzeyen sanal evlilikler yapılıyormuş. Mesela kuzeni bir Almanla sitedeki kilisede evlenmiş geçenlerde.

Ben hala anlatılanların gerçekle bağlantısını kurmaya ya da arkadaşımın ne anlattığını algılamaya çalışırken o daldan dala atlayarak devam ediyor second life’daki yaşamını anlatmaya:
Geçenlerde harika bir ev görmüş. Kapı aralıkmış, o da girmiş evin içine. Evi biraz dolaşıp güzel bir koltuğa oturmuş. O sırada evin sahibesi gelmiş ve “seni banlayacağım, ne hakla benim evime izinsiz girebilirsin” diye bunu azarlamış. Meğer kadın kredi kartıyla para ödeyerek satın almış o evi. Kadın İngiliz’miş. Kadının her biri ayrı bir şehirde yaşayan çocukları ve kocası akşamları bu evde buluşup sohbet ediyorlarmış.

Nasıl yani! Kadın sanal bir ev mi satın almış? Diye soruyorum. “Ama evi bir görsen, o kadar gerçekçekçi ki, tüm ayrıntılar düşünülmüş” diyor arkadaşım.

Benim kafam daha da karışmışken, arkadaşım anlatmaya devam ediyor. Sabahları nefis bir orman yolunda klasik müzik eşliğinde yürüyüşe çıkıyormuş. Evinin yakınlarında tarif ettiği gibi muhteşem bir park- bahçe var. Kulağına MP3’ünü takıp orada yürüyüş yaptığını düşünüyorum. Meğer bu yürüyüşü de şu second life denen sitede bilgisayar karşısında yapıyormuş. Yani tabii yürüyüş değil, sadece sanal bir yanılsama.

Sen antidepresan kullanıyor musun? Yakınlarda bir psikiyatrise gittin mi? diye soruyorum. Doktoru iyi olduğunu söylemiş, o da bırakmış antidepresanları.

“Peki evinin yakınında harika bir orman varken ve bedenin seni oraya taşıyabilecek kadar sağlamken niye sanal bir yürüyüşü tercih ediyorsun?” diye soruyorum. Kaldı ki birileri tekerlekli sandalye kullananların da o parklara kolayca ulaşabilmeleri için çaba sarf ediyor ve nitekim pek çok engelli arkadaş da o parka gidebiliyor!
“Ama müzikler çok güzel” diye karşı çıkıyor arkadaşım.
- Sen bu sitede vakit geçirirken çocukların ne yapıyor?
- Aaa kızımı bilirsin, alışverişi çok sever. O da sürekli alışveriş yapıyor sitede. Her gece yığınla giysi alıyor. İndirimli dükkanlar falan var orada. (Kızı henüz ilkokula gidiyor)

Buzz gibi oluyorum. Bir ürperti sarıyor tüm vücudumu.
“ Benim gitmem gerek” diyorum. Hesabı ödeyip bir taksi çeviriyorum. Ben taksiye binerken de konuşmaya ve siteyi anlatmaya devam ediyor arkadaşım. “Sana linkini yollarım” diye sesleniyor taksi hareket ederken.

Eve gelince kendimi ve sanal alemle olan ilişkilerimi sorguluyorum. Üyesi olduğum tek ve hatta ilk site engelliler.biz.
msn ve facebook kullanmıyorum. İletişim için işyerimin adresi haricinde tek bir mail adresim var. İnterneti sadece bilgiye ulaşma amaçlı ve iş amaçlı kullandığımı sansam da acaba ben de matrix’in bir parçası mıyım?

Engelliler.biz’de bana özel mesaj geldiği çok nadirdir. Mesaj yollayanlarla ve yolladıklarımla da bir şekilde tanışığımdır ya da mesajlaşmak gerekmiştir. Bence makul olanı da budur. Yukarıdaki konuyla doğrudan bağlantılı değil ama, son günlerde bazı gençler (bayan ya da erkek) bana özel mesajla, engelli olmadığım halde neden bu sitede olduğumu sordular. Ben de salakça buna neden göstermeye çalıştım. Evet engelli değilim. Engelli yakını da değilim. Engelli adayı ya da engelli yakını adayı olmak da istemiyorum (benim istememem alın yazısı denen şeyi değiştirmese de öyle düşünüp öyle bir enerji yaymak istememem gayet doğal). İnsanları hiçbir şekilde kategorize etmiyorum. Burası engellilerle ilgili konuların dışında mizahtan politikaya, edebiyattan musikiye kadar her türlü paylaşıma, her yaş ve meslek grubuna, her farklı eğitim düzeyindeki bireye, Türkiye’nin ve hatta dünyanın her farklı bölgesinde yaşayan ve Türkçe bilen insanlara açık bir site olduğuna göre neden burada olmayım? Engelli bir arkadaşım vesilesi ile- aslında onun yazılarını okumak için- siteye üye oldum ve kaldım. Artık o bu sitede değil ama ben buradayım. Acaba ben de gitmeli miyim?
 
Aslında çok önemli bir konuya değinmişsin Empatizan. İnternet yaşamımızın ne kadarını kapsıyor? Az mı çok mu? Bize kattıkları ya da kaybettirdikleri var mı?

Bence, çağımız insanı çok mutsuz ve yalnız. Bu yalnızlığını ise, gerek chat odalarında olsun, gerekse birtakım sanal sitelerde olsun, o sitelere girerek gidermeye çalışıyor. Böylece, hem kendi egosunu tatmin ediyor hem de sanal alemde kendini gerçekleştirdiğini sanıyor. Sanal dünyanın içine giren birey diğer insanlarla çok kolay iletişime geçebiliyor. Ancak, bu iletişim bana göre sağlıklı değil. Çoğunlukla bireyler, karşılarındaki insana kendini olduğundan farklı gösteriyor. Gerçek kişiliğini gizliyor. Ya da iletişime genellikle bir partner bulmak amacıyla giriliyor. Çünkü, zaten bizlere her yandan pompalanan popüler kültür aracılığıyla, mutluluğun ansal olduğunu sanıyoruz. Anı yaşıyoruz. Gerisini düşünmüyoruz. Ama bu arada her şeyi tüketiyoruz. Sevgiyi de… Aşkı da… Sonrası mı? Koskocaman bir boşluk….

Yine bu arada imdadımıza internet yetişiyor. Sanal dünyalar oluşturarak kendimize yanılsamalı bir dünya kuruyoruz. Senin anlattığın öykünün bir benzerini ben de arkadaşımdan dinledim.

Facebook’ta tarla satın almış. Onu ekip biçiyormuş. Bunu öyle içselleştirmiş ki, nereye gidersek gidelim, sebzelerinden, meyvelerinden söz ediyor. Domatesleri mi toplayamadım diyor. Hatta arkadaşına emanet etmiş tarlasını… O toplasın diye…

Nerdeyse, küçük dilimi yutacaktım. Oooo! Benim dünyadan haberim yokmuş meğerse… Bunu akşam kızıma gelince söyledim. Kızım gülmeye başladı. Kaldı ki, yeni kuşak bunu çok doğal karşılıyor.

Ağlanacak durumumuza gülüyoruz bence… Bu çok trajik aslında…

Her neyse… Kimileyin, ben de sanal dünyayı ve kendimi sorguluyorum. O açıdan seni anlıyorum. Ben Facebook’u yeni kullanmaya başladım. Beni en mutlu eden şey, lise arkadaşlarıma ulaşmaktı. Onlarla yeniden iletişime geçtim. Ama sonra bir baktım ki, öyle çok video paylaşımı geliyor ki, hepsini izlemeye kalksanız tüm zamanınızı orada geçirmek zorunda kalıyorsunuz. İşte o aşamada kendime dur demeyi başarabildim.

Aynı şey bu site için geçerli. Benim ilgilendiğim kategoriler var. O kategorilerin dışında hiçbir başlığı okumam. Ya da yanıt vermem. Çünkü, benim için her şeyi en doğru biçimde kullanmak önemli. Bu konuda kendi sınırlarımı belirliyorum.

Bu site yalnızca engellilere değil, tüm insanlara açık bir site… Engelliler, engellilere yönelik geliştirilen paradigmaları ancak diğer insanlarla bütünleşerek aşabilirler. Ben kendi adıma diyorum ki, bırakın engelli olmayan bir insanı, hangi ırk, hangi din, hangi cinsel eğilimde olursa olsun hiç önemi yok. Önemli olan, insan olmayı başarabilmektir.

Şimdi sana gelince… Evet, sen burada olmalısın… Gitmemelisin… Hem neden gideceksin ki?

Yaşam devam ediyor sevdiklerimiz olmasa da…

Devam edecek… Etmeli…

Yaşamımızı belirleyen biz kendimiz olmalıyız bana göre…

Suyun akışına bırakma kendini…

Ne dersin? O suları sakat sağlam demeden el ele verdiğimizde tüm kentlere boşaltırız.

Yeni bir güne merhaba derken, içimize akar esenlik…
 
Öyle güzel şeyler yazmışsınız ki bi şiir gibi düşünceleriniz paylaştığınız için teşekkür ederim bende fikirlerimi söylemek isterdim ama sizin yazdıklarınızın yanında sönük kelimeler kullanmaktan korkuyorum..Sevgiyle,mutlulukla,barış ve kardeşlikle kalın
 
Vay anaaam! :)

Aslında ben sanal-reel gibi ayrımları sevmiyorum. Yani işte, biri değerli diğeri değil gibi düşünmüyorum. Bence ikisi de aynı anda olduğu sürece her şey çok güzel. Hele de birinin depresyondan çıkmasına vesile olmuşsa bir internet sitesi, süper; daha ne olsun... :)

İş yaşamı, ev yaşamı, kültürel yaşam, okul yaşamı, tatil zamanı, sanal yaşam vb. kesin hatlarla ayrıştırılan zaman dilimleri aslında mutsuzluğun da kaynağı bence. Böyle ayrıştırılmış zamanların aslında insanı benliğinden ve yaşamdan kopardığını düşünüyorum. Dilimlenmiş zamanların belirlenmiş (!) kuralları, değeri, yapılması ve yapılmaması gerekenleri, dilimlenmiş her zamana uyum için kılıktan kılığa girilmesi, x maskeyi çıkartıp Y maske takılması vs. ile onlarca kişiliğe bölünüyoruz. Bu bölünmüşlük aynı zamanda kontrolün elden kaçırılması da demek oluyor. Zira kurallar çoğunlukla bizim dışımızda belirleniyor ve biz o kurallara çoğu zaman kendimizi eğip-bükerek uyumlanmaya çalışıyoruz.

Bu kendini dönüştürme/maskeleme işi bir süre sonra öyle bir hal alıyor ki... ondan sonra işte: yaşasın sanal özgürlük! Domates ek, kız tavla, kavga et, ev satın al, bilimum ne kadar fantazin varsa gerçekleştir. Hem de hiç bir kuralla kendini eğip-bükmek zorunda olmadan.
İşte, bugün insanların bazen kantarın topuzunu kaçırarak internette saatlerce zaman geçirmesinin gerekçesi bence bu. Toplumsal düzen/baskılar/dayatmalar o kadar ağır ve rezil ki...

Bu açıdan "sanal alem"i seviyorum ve değerli buluyorum. Ama tabii kantarın topuzunu kaçırmadan. :)


Bu sitede sakat olmayanların bulunup bulunmamsına dair söyleyecek çok bir şey yok aslında. Zira aslında bu kimsenin kontrol edebileceği bir şey de değil. Ne güzel değil mi! :)
Çık-mıyorum, yap-mıyorum, gel-miyorum, git-miyorum; dekoltemi giyerim, zarımı atarım, okeye dönerim, kafamı kızdıranı yasaklarım, işime gelmeyene racon keserim, kız tavlarım, erkek ayartırım, kandırırım, kendim olurum... Özgürüm. Kime ne! :)
 
Sevmemekte mümkün değil aslında o da bi gerçek :)
Tıpkı hayat ve hayatta reel olduğunu bildiğim herşey gibi sanal olanda..Artıları eksileri birebir aynı en önemlisi onda da kontrol bizim elimizde.Vakit tüketmek bi yerde güzel beyninin bi köşelerine bişe doldurduğun sürece tabi bu da göreceli kimine göre fazladan kız ismi kimine göre erkek yüzü kimine göre memleket isimleri insan neye açsa eğer internettenden onunla doyuruyo kendini bu durumda en etken isim yine kullanıcının kendisi oluyo aslında :) Eee o zaman sorun yok :)
 
Söz uçuyor, insanlar yok olup gidiyor ama yazı baki kalıyor.
Önce taşlara, sonra parşömene, daha sonra kağıtlara, defterlere, ajandalara kayıt tuttu insanlar. Aktarmak istediklerini, paylaşmak istediklerini, belki unutmamak için kayıt altına aldıklarını ya da baki kalmasını arzuladıklarını, yazıya döktü. Gün geldi yazı elektronik ortamlara aktarıldı. Bilgisayarların çökebildiği, CD’lerin bozulabildiği, taşınabilir belleklerin kaybolabildiği anlaşıldığında, bazen internet ortamı daha güvenli geldi bilgiyi, anıları, duyguları, düşünceleri saklamak için.
Mesela ben çok önemli bulduğum belge ve yazılarımı gmail’de yedekleyip saklayabileceğimi öğrendim birilerinden. Tanıdığım ya da tanımadığım insanlarla paylaşmak istedim bazen yazdıklarımı ve bu siteye kopyaladım. Tanıdığım ya da tanımadığım insanların duygu ve düşüncelerini okumak, karşılığında kendi fikirlerimi ve duygularımı aktarmak hoşuma gitti. Çünkü buraya yazanlar da benim gibi sıradan insanlardı. Ne ünlü gazetecilere, ne ünlü politikacılara, ne medyatik sanatçılara ne de ulaşılmaz insanlara aitti bu site. Sanırım üyelerin benim gibi sıradan faniler olduğunu bilmek kendimi ait hissettirdi bu siteye. Bir de burada mekanik, sanal gelmedi bana ilişkiler. Her ne kadar insanların bir kullanıcı adı ve avatarı olsa da ete kemiğe bürünmüştü sitenin müdavimleri. Zaman zaman (hatta son zamanlarda sık sık ) organize edilen buluşmalarla insanların birbirini görebilmesi, dokunabilmesi, yüz yüze konuşabilmesi, bu buluşmaları resimleyip belgeleyerek siteye aktarmasıydı belki de siteye kan can veren. Ve aslında (ben dahil) gerçek kimliğinden, gerçek kişiliğinden uzaklaşmadan, olduğu gibi, kendi gibi yazıyordu hemen hemen herkes burada. Benim de özellikle yazılarını takip ettiğim birkaç arkadaşla yüz yüze tanışma fırsatım olunca site sanal olmaktan çıktı iyice. Bunları düşününce, bu siteyi ve kendimi matrix’in bir parçası olmaktan tenzih ediyorum.

Teşekkür ederim Monalisa.
Evet, ben buradan gitmek istemiyorum. Sadece sizin güzel yazılarınızı okumak, hatta size muhalefet yapıp daha çok yazmanızı kamçılamak için bile kalmaya değer. :D
Merve1903 de hemfikir benimle, anlatım yeteneğiniz konusunda.
Ve dediğiniz gibi yaşam devam ediyor.;)

Mehmet Eroğlu adını hiç duymamıştım Makri.
Google’a sordum. İlginç şeyler yazılmış kendisi ve romanları hakkında. Adını şimdiye kadar hiç duymamış olmama çok da şaşırmadım.
Ekşi sözlükte şöyle bir cümle vardı Eroğlu için: “kitaplarını çok kişi okumaz, ama okuyanlar(türkiye'de 10bin kadar fanatiği vardır) üç beş kitabını birden okur, hepsini okuyanların sayısı hiç de az değildir) hayranı çok hayrandır ona, gıcık olanı pis gıcık olur. çoğu kişi zaten tanımaz etmez.”:)
İşte bu sitede olmanın güzelliği. Sizin tavsiye edeceğiniz bir romanından başlamak isterim Mehmet Eroğlu okumaya.

Sayın Oturan Boğa,
Kim bilir belki bazen iyidir gerçek kimliklerimizden kopup sanal kimliklere bürünmek. Ben almayım ama, muhafazakar bir hanımın sanal alemde derin dekolteli elbiseler giyip balo salonlarında gayrimüslimlerle dans etmesi belki onu üzerine yüklenen sonu “lojik” ile biten (teolojik, sosyolojik vs) baskılardan kurtarıp, sanal da olsa kendine yeni ve farklı roller giydirerek depresyondan çıkmasına yardımcı oluyordur. :confused:
Ya da sebze meyve yetiştirmek isteyen bir insanın buna imkanı olmadığında bu işi sanal bahçelerde yapması onu rahatlatıyor demek ki. Yine de tüm bunlar, daha doğrusu bu sanal uğraşların içselleştirilerek gerçekle iç içe geçmesi bana çok ürkütücü geliyor.
Hele hele henüz kişiliği tam olarak oturmamış, ilkokul çağındaki bir kızın gecelerini sanal dükkanlarda alışverişle geçirmesi, bu sırada annesinin de benzeri işerle uğraşarak ona örnek olması Monalisa’nın düşündüğü gibi oldukça trajik değil mi? :(
 
Empatizancığım güzel bir konuya parmak basmışsın..;)
Bir yerlere gitme,seni buralarda görmek ve senin bakışaçını yazılarında görmek güzel...
Gerçeklikten kopulmadığı sürece,İnternetin nimetlerinden faydalanılması taraftarıyım..
Bütün dünya elimizin altında..Monalisa'nın dediği gibi bilgi çöplüğünün içindeyiz,ama bunları ayrıştırabilecek donanıma sahip olduğumuzu düşünüyorum..
Mesela,küçük yerlerde yaşayan biri için kitapçı dükkanları azdır ve istediğin kitapları bulabilmesi bazen imkansızdır,sanal dükkanlardan siparişle en geç 1 hafta içinde elinde..
Evden dışarıya çıkamayan engelliler için bu site bilgi paylaşımı ve dostluk paylaşımı açısından bulunmaz nimet..Bizi anlayacak insanlarla bir araya gelip,güzel şeyler paylaşmamızı sağlayarak sanallıktan çıkarıp gerçek dünyanın kapılarını açmakta..
Bir sürü nimetleri var,elbet kötüye de kullanılabilir bu kadar değerli bir fırsat..O nedenle bu konuda bilinçli olunduğu sürece bir sorun çıkmayacaktır..
Sanal dünyada yalan çok fazla,ama gerçek dünyadaki yalanlardan daha çok değil..En azından sanal olduğunu biliyorsun,hayal kırıklığına uğraman da o oranda az olur..Ya gerçek dünyadaki hayal kırıklıkları...
Ayrıca,sanal dünyayı bağımlılık haline getirmemek,gerçeklikten kopmamak gerekir...
Bu duruma düşmüş bir çok insan var...Benim engelli bir arkadaşımda aynı durumda,gerçek paylamışlardan artık mutlu olmayaya başlamış,öylesine mekanikleşmiş ki bazen tanımakta zorluk çekiyorum...Hem çok faydalı hem de çok zaralarlı bir şey bu sanal dünya..Gerçeklik nerede başlar nerede biter,sanallık nerede başlar nerede biter onun dengesini iyi kurmak gerekir...
 
Sayın Empatizan bence bu sitede kalmalıyım sorunuza en guzel cevap su olur.(Dusuncelerinize kısmen katılıyorum ve destekliyorum)Sizin gibi birseylerin farkında olup tepki veren insanlar az ve insanlarin normale cikmasi icin bir sekilde savas vermeliyiz bunuda ancak tartısma ortamında goruslerimizi paylasip tartisarak yapabiliriz ne kadar insan kazanabilirsek o kadar faydalı. İnsanlarin bu yanlis duzenden kurtulmalari icin bbazen yanlis bir durum gecici olarak kullanılabilir.(Depresyondaki insanın sanal dunyayla kurtulması)onemli olan sonraki asamada insanın kendini sıkıntılarından arınmıs hissederken onun gercek dunyayla dogru bir sekilde bagını kurmamız gerekir.(Bu gorev bize duser cunku biz normal durumumuzu koruyabilmisiz)Fakat su anda gercek dunyadaki duzende anormal durumda (cogunluk acısından) yani aslında problem gercek dunyada kısaca dunyadaki duzeni adaletli bir sekilde sistemli olarak duzeltmeliyiz buda bize dusuyor fakat bu kadar az cogunlukla mumkun degil malesef!
 
Sevgili Empatizan..
Bu tartışmaya üç başlık altında katılmak istiyorum..Aslında daha önce ‘’ Gece yarısı düşünceleri’’ başlığında ‘’SANALİZM’’ ile ilgili bazı makaleler yazmıştım bu konu ile ilgili.. Kişisel olduğu kadar toplumsal bir olgu artık sanalizm bence.. Bakın olgu diyorum özellikle, sorun yada nimet olarak algılamıyorum olayı..

-‘’ Oysa birey sanal dünyada taşıdığı her etiketi, reel dünyada da taşıyabilir bence.. Asıl reel dünya oyundur.. Reel dünya asıl olarak aklın alamayacağı oyunlar üzerine kuruludur.. O yüzden kişiler kendilerini bu reel dünyadaki oyuna göre değerlemesinler derim ben.. Çünkü oradaki oyunun temeli, yüzde doksan dokuz kaybetmek üzerine kuruludur.. Birey ne kadar çabalarsa çabalasın, ağzıyla kuş tutsun, kaybetmek zorundadır.. Asıl bu dünyadaki dengeler sanaldır ve oyundur.. En baştan belirlenmiştir paylaşımlar ve kitlelerin yaşam biçimleri.. Nasıl eğitilecekleri, ne kadar tüketecekleri, neye göre mutlu olacakları, neye göre mutsuz olacakları kafalara kodlanmıştır..’’ diye kendime göre saptama yapmıştım.. Reel olan bir Dünya yada ilişkiler yumağı bizi çok mutlu eden bir yer değil.İnsan oradan kaçmak için var olduğundan beri bir masal dünyası yaratmıştır kendine.. Bu masal dünyası Sanal dünya adı altında internet sayesinde şekillenmeye başlamıştır.. Aslında Sanal Dünyadaki kimliklerin reel yaşamda hayata geçirilmesi mümkün olmalı..

-Şu yaşadığımız kimliklerimizi başkaları oluşturdu.. Biz ne kadar kendimiz sansak da kendimizi aslında oluşturulmuş bilinçler olduğumuzu biliyoruz..İnsanın kendine, topluma ve doğaya yabancılaşmasının altında bu yatmaktadır.. İnsan bu oluşturulmuş kimliğe karşı çok bilinçli olmasa da karşı bir kimlikler de bulur huzuru ve mutluluğu.. İşte burada yatıyor belki insanın kurtuluşu.. O kendi geliştirdiği, kendi oluşturduğu kimlik reel yaşamda yaşanabilir hale gelirse belki insanın kurtuluşu olacaktır..

-Son olarak şu sanalizmin sınırları olmalı..İnternet üzerindeki her şeyi sanal dünya içine koymak çok hatalı bence.. Şöyle anlatayım: Arkadaşınız gerçek anlamda sanal bir dünyada yaşıyor.. Şizofren sanrılar bile denebilir yaşadıklarına zorlansa.. Ancak Engelliler.biz ise pornografik derecesinde reeldir bana göre.. Bu kelimeyi özellikle kullandım. Engelli yaşam ve vücutlarının, saklanamayan istekleri ve yaşamak isteyen ruhlarını hiçbir yerde daha çıplak göremezsin.. Gördüklerinizi (Engelli diye bir tür olmadığını bildiğinizden) Es geçemezsiniz..Her kes bilir ki ki aslında gördükleri insanın çıplak halidir.. Engelli ile aynı evde yaşayanlar bile onunla bu kadar çıplak iletişime geçemezler.. Engelli ile mi?.. Ne alaka diyeyim sırıtarak? Birbirlerini duvarları ile karşılar insanlar.. O duvarın yıkılmış halidir engelli insan.. Teslim olmuş halidir.. Bu onu çok değerli kılabilir kendini mutlu etme adına.
Diğer insanların çıkmazından kurtarabilir..Fakat kendine yetebilirse..
-Haaaaaa şunu diyeyim bu reel öteki sanaldan daha mı kıymetli bence? Hiç sanmıyorum..
 
Bana göre birşeyi bilmek demek, o şeyin nedenlerini, kaynağını bilmek demektir. Bir olguda, olayda sonuca bakarak çıkarımlar yapmak yanıltır insanı…

Gerçeklik başkadır… Onu algılamak başkadır… Ona kimi yüklemler yüklemek başkadır… Nitelikler yüklemek başkadır… Nesnel gerçekliği kendi öznelinden geçirmek başkadır...

Gerçeklik nedir? Öğrendiğim bilgilerden çıkarttığım sonuç şu… Gerçeklik, dış dünyada nesnel varoluşu olanların tümüdür.

Bugün insanın bu nesnel dünyada varoluşunu yitirmesinin nedeni, vahşi kapitalizmdir. Egemen sınıf, medyasıyla, internetiyle, edebiyatıyla, sanatıyla insanı uyuşturmaktadır. İnsan, değer duygusundan, kişilikten yoksun bırakılmıştır.

Kendi kişiliğinin temelini atamayan insan, üzerine oturtacağı bir şey kalmadığından her türlü değer duygusundan yoksun kalmıştır. Bugünün insanı metalaşmıştır. İşte bu nedenle mutsuzdur. Sanal dünya, bir üst gerçeklik yaratarak insanı yüzeyselleştirmektedir. Bu yüzeysellik, bir vurdumduymazlığı da birlikte getirmektedir.

Sanal dünyayla gerçek dünyayı aynı tutmak, aynı değerde görmek bana göre bugünün insanın çıkmaz sokaklara dalmasıdır.

Sanal dünya ile gerçek dünyayı birbirinden ayırmazsak, korkarım ki, gerçekliğe veda etmek zorunda kalacağız. Sonra da her birimiz sanal insanlar olup çıkacağız. Peki bu sanal insanın kimliği ne olacak? Bu sanal insan, örneğin, Irak halkına atılan bombaları, Filistin’de yapılan insanlık dışı zulümleri, insanın insanı sömürmesini bir üst gerçeklik olarak algılamayacak mı? Tıpkı bir film gibi…

Evet, gerçeklik görüntüsü, gerçeklikten koparılırsa, bir film olur. Hem de kurgusal bir film.

Gerçekliği yitiren insan, sorumluluk duygusundan uzaklaşır. Küresel ya da sanal insandan da istenen de tam da budur.

Sartre, kulaklarımda çınlıyor…

Dünyada olup bitenlerden hepimiz sorumluyuz, diyor.

Bugün, internetle, televizyonla, popüler kültürle insan politikadan uzaklaştırılıyor. Sözümona dünyanın küçüldüğü ve köy olduğu vurgulanıyor… Sonra da her şey, egemen güçlerin eline geçiyor… Kitlesel olarak uyuşturuluyoruz.

Bugün, kendi kişiliğini oluşturamamış, kendi değerlerini yaratamamış, yalnızca başkalarının isteklerine göre yaşayan, yaşam biçimini toplumsal düzene ayak uydurmak için düzenleyen birisinin isteklerini, fantezilerini sanal dünyada gerçekleştirmek istemesi ve bundan haz alması insanın kendi kendine, çevresine, topluma yabancılaşmasıdır. İnsanın kendi yaptıklarını kendinin meşrulaştırmasıdır. İnsanın kendine söylediği yalanlardır. Bu yalanlarla günlük yaşamdan bunalan insan kendi acısını dindirmeye çalışıyor.

Gerçek yaşamda mücadele etmek yerine, direnmek yerine, kendini değiştirmek ve yenilemek yerine, sanal dünyanın düşsel atmosferine sığınıyor…

Kendinden, gerçeklerden kaçarak bunalımdan çıkılamaz. Bilakis, daha büyük yüklerin altına girmek olur bu… Düşünsenize, ben toplumun bana yüklediği rolleri ya da yaşam biçimini içsel olarak kabul etmiyorum. Ama o rolleri kabul etmiş gibi gerçek yaşamda oynuyorum. Neden oynuyoruz? Çünkü, yargılanmaktan, dışlanmaktan, yalnız kalmaktan korkuyoruz. Sonra da sanal dünyalarda kendimize yalancı bir dünya yaratıyoruz.

Sahi biz hangisiyiz? Eğer bir insan kendi doğasına göre davranmazsa, bir yerde o, bir yerde başka biri, sanal dünyada bir diğeri olursa, asıl tehlike çanları o zaman çalmaya başlar. Dünyası sarsılır. O hep gergindir. Eğer ansal olarak mutlu olduğunu duyumsasa bile bu gelip geçici bir durumdur. Çünkü, bir şey aynı zamanda, aynı boyutta hem A hem A değil olamaz… Bu aksiyom da, insanın hem kendisi olup hem de kendisi olamayacağını açıklar… Sonrası da psikiyatrik bir vakadır…

Felsefe de iki kavram vardır. Varlık ve yokluk… İnsan çevresine baktığında ilk ayrımına vardığın şey, çevresindeki nesnelerin var olduğudur. Cebimde para var diyorsam, var olduğunu bildiğimden söylerim. Ama benim tarlam olmadığı halde tarlam varmış gibi ekip biçiyorsam, bu insanın mantığını ve rasyonel düşünceye uygun değildir. Çünkü, olmayan şey, yoktur… Onu varmış gibi algılamak, gerçekliğe ters düşer… Bunun daha ileriki aşamalarında sonuçlarını bile düşünmek istemiyorum…
 
Acaba doğrusu sanal kimliği ve sanaldaki arzuları reele geçirmeye çabalamak, sanaldaki kendisi olmak mı? Yani Kuyucak’ın deyimiyle “kendi oluşturduğu kimliği reel yaşamda yaşanabilir hale getirmek” ya da belki diğer bir deyişle, monalisa’nın deyişiyle: “gerçek yaşamda mücadele etmek, direnmek kendini değiştirmek ve yenilemek”
Bu durumda muhafazakar arkadaşım üzerindeki kapalı kıyafetleri çıkarıp atmalı ve aslında giymekten hoşlandığı gibi dekolte kıyafetler alıp gerçekte de balo salonlarında dans edebilmeli mi:confused: Ya da Monalisa’nın arkadaşı ekip biçmekten hoşlanıyorsa bu işi yapabileceği gerçek bir bahçe için mi mücadele etmeli? Hadi bunlar gerçekleştirilebilecek ve gerçekleşmesi için mücadele edilebilecek şeyler diyelim. Evinin yakınında harika bir park ve yürüyüş parkuru olan sağlıklı bir insanın yürüyüşlerini sanal bir ortamda yapmasını anlamlandırmak imkansız. Ya da küçücük bir kız o andaki gerçeklikle asla satın alamayacağı kadar çok çul çaputu almak için mi planlamalı tüm geleceğini. Hedefini büyüyünce o kadar çok giysiye gerçekte de sahip olmak şeklinde mi belirlemeli? Birisi ona gardırobundaki iki temiz kıyafetle de yıllarca yaşayabileceğini, kabul görmesi ya da mutlu olması için onca çula çaputa ihtiyacı olmadığını öğretmemeli mi? Aile bireyleri gerçekte de bir araya gelebilecekken, sanal evlerde sanal sohbetlerle mi yetinmeli?
Aslında suç ne vahşi kapitalizmin, ne de yaşadığımız kimlikleri oluşturan başkalarının. Kendi kimliğimizi oluşturduk, kişiliğimizin temellerini attık ve inşa ettik, bize yüklenen rolleri reddettik, arzularımızı isteklerimizi reelde de gerçekleştirmenin peşine düştük, hiçbir maske takmadık diyelim. Üç kişi yargılar, beş kişi dışlar, bir süre yalnız kalırız ve yine buluruz kendimiz gibi olanları ve kendimiz olarak sürdürürüz yaşamımızı.
Eğrimiz doğrumuzla, yanlışlarımız ve hatalarımızla sevdiklerimiz ve sevmediklerimizle eksiklerimiz ya da fazlalarımızla kimliğimizin arkasında dursak uzaklaşmayız belki benliğimizden. Bu kadar zor mu kendimiz olmak?
Yaşam biçimimizi toplumsal düzene ayak uydurmak için düzenlemekten ara sıra vaz geçtiğimizi, aykırı görünse bile isteklerimizi gerçekleştirmek için ara sıra yaramazlık yaptığımızı varsayalım (ben bu varsayımları denedim) En fazla “delidir, ne yapsa yeridir” diyorlar.:D
 
[FONT=Verdana]Bence, bu kadar zor kendin olmak... [/FONT]
[FONT=Verdana]Mehmet Selimoviç'in Derviş ve Ölüm romanı vardır...[/FONT]
[FONT=Verdana]O romanda bir bölüm şöyle başlar: [/FONT]
[FONT=Verdana]İnsanın olmak istediği gibi olabileceğini sanıyor musunuz?[/FONT]
[FONT=Verdana]Romanda da bu sorunun yanıtı aranır... Güzel bir romandır. Okuru insan olmanın labirentlerinde gezdirir... [/FONT]
[FONT=Verdana]Gerçekten de kendin olmak zordur...[/FONT]
[FONT=Verdana]Haksızlığa başkaldırmak istersiniz... Ekmeğinizden olacağınızdan korkarsınız... Çünkü, ekmek aslanın ağzında... Susarsınız...[/FONT]
[FONT=Verdana]Adaletli olayım dersiniz, ama bilmesiniz ki, adalet olmadan adaletli olunamaz... [/FONT]
[FONT=Verdana]Kimi kez, geçmişle bugün arasında sıkışıp kalırsınız...[/FONT]
[FONT=Verdana]Kimi kez, aşık olduğunuzu sanırsınız... Oysa, yaşadığınız yalnızca bir sanrıymış... Siz hep kafanızdaki ideali aramışsınızdır... Siz hep kusursuzu arıyorsunuzdur… Peki kusursuz olan ne? Güzellik mi? İyilik mi? Belki de her ikisi… Oysa elde ettiğim ne güzellik ne de iyi… Benimki yalnızca ele geçirme isteği! [/FONT]
[FONT=Verdana]Heyhat! Aşkın bir yanılsama olduğunu anladığınızda burnunuzun direği kırılır… Aşk, sevmek, arzulamak, kafada kurmaktır… Zaten şeyleri olduğu gibi görseydik sevemezdik hiç! Aşık olduğunuz insanın hata olduğu karar verirsiniz birden… İçinizde bir kırılganlık… İçinizde ne sevgi ne de nefret tohumları… Aşk, bir zayıflıktır… [/FONT]
[FONT=Verdana]Hani hep sevgi emek derler! Yalan! Vallahi yalan! Şekspir söylemiş ya! Evrensel orospu diye! Para, sevgiyi de satın alır, aşkı da… Güzelliği de…[/FONT]
[FONT=Verdana]Paran yoksa hiçsin bu dünyada…[/FONT]
[FONT=Verdana]Ne dost dediklerin yüzüne bakar, düşmüşsen bir kez… Ne de arkanda olduğunu sandıkların! Pandora’nın kutusu açılır son kez… [/FONT]
[FONT=Verdana]Ayrımına varırsın o zaman… [/FONT]
[FONT=Verdana]Tanıdık başkadır… Arkadaş başkadır… Dost başkadır… Aslında senin senden başka dostun yoktur! [/FONT]
[FONT=Verdana]Hele bir de güvenin adı sürünüyorsa yerlerde… Ele geçirmişlerse zayıflıklarını… Kafese konulmuş bir kuş gibi çırpınırsın kokuşmuş dünyanın pençesinde… Kekeme bir kuş misali öter durursun kendi kafesinde! [/FONT]
[FONT=Verdana]Bireycilik iğrenç ve geveze bir cadalozdur… Kavurucu bir ateştir… Dudaklarından öperken öldürür seni ! [/FONT]
[FONT=Verdana]Ölmemek için kendi hapishanenin gizlerine sarılırsın… [/FONT]
[FONT=Verdana]Gizin en büyük güç olduğunu anlarsın… [/FONT]
[FONT=Verdana]Bütün çirkinlikleri toplamış çehresinde kapitalizm…[/FONT]
[FONT=Verdana]Bir gudubet gibi… [/FONT]
[FONT=Verdana]Yüreğinden salıvermek istemiyorsan tüm erdemleri… [/FONT]
[FONT=Verdana]Geçit vermiyorsa hizmetçileri! [/FONT]
[FONT=Verdana]Lanetler yağdırıyorsa zaptetmek istediklerine! [/FONT]
[FONT=Verdana]Tüm mahremiyetlerini gizli tutman bundandır… [/FONT]
[FONT=Verdana]Adorno’nın dediği gibi… [/FONT]
[FONT=Verdana]Yanlış yerde doğrular aranmaz… [/FONT]
 
Üst Alt