benim anayasam aşktır/ dinçer sezgin
20/1/2010
Buna bir kez daha inandım. Gerçekten aşksız, sevgisiz hiçbir şey olmuyor. Eğrileri de, doğruları da aşksız, sevgisiz yapmak olası değil. Hatta kavgaların bile temelinde aşkın ve sevginin var olduğunu sanıyorum. Hiç sevmediğiniz biriyle kavga edebilir misiniz?
Tanımadığınız, bilmediğiniz, yüreğinizde sevgisi olmayan biriyle ilgilenebilir misiniz? Onu eleştirir, onu dinler, onunla fikir alışverişine girebilir misiniz? Hiçbir zaman kavgadan yana olmadım. Hep barışın yanında olmaya çalıştım, barışı var edecek koşulları oluşturmak için uğraş verme yolunu seçtim. Ama kavgalarım olmadı mı? Oldu. Elbette bu kavgalar, vurdulu kırdılı, bıçaklı silahlı kavgalar, yani dövüşler değildi. Ama yaptığımız işin adı kavgaydı.
Şöyle bir düşünüyorum, bütün kavgalarımı, sevdiğim insanlarla yaptığımı görüyorum. Çünkü, kavga ettiğim insanlara değer verdiğimi, onların düşüncelerinin benim dünyamda daima önemi olduğunu, onların bana yönelttikleri eleştiriler üzerinde düşündüğümü, o eleştirileri kulak ardı etmediğimi söylüyor yüreğim. Biten arkadaşlıklarım, dostluklarım oldu.
'Unutmak istemeyerek unutmaya' çalıştığım ilişkilerim oldu. Ama 'gönül müzeme' kaldırdığım hiçbir anımın temelinde nefret olmadı. Zaten nefretin bile, sevgi ve aşkla ilişkisi olduğunu, sevgi ve aşk olmadan nefretin bile insanın yüreğinde yeri olabileceğini hiç düşünmedim.
Geçen haftaki 'gönül müzesi' adlı yazım üzerine sorulan sorular nedeniyle yazıyorum bunları. Neydi sorulan sorular? 'Gönül müzesine hep sevilenler mi kaldırılır?' sorusu, en çok sorulan soruydu. Yanıtım hep 'Evet' oldu. Çünkü müzeye kaldırmak, bitirmek anlamını içermiyor. Ayrıca nedir bitirmek? Bitti dediğiniz bir şey nerede bitiyor? Bitti denilen 'şey' olmamış gibi, yaşamınızda hiç yer almamış gibi, sizde hiç izi kalmamış gibi, yokmuş gibi bir 'şey' değil ki...
Yaşam sayfalarınızda yer almış, bulunduğu sayfadan sonraki sayfalara geçmiş, ne var ki süreç içinde devamlılığı kalmamış, bir sayfadan sonra tekrarı olmayan 'şey'ler kaldırılıyor müzeye. Müzeye kalkıyorlar, ama yaşam defterinizin geçmiş sayfalarında kendilerine ait olan varlıklarını sürdürüyorlar. O sayfaları koparıp atsanız bile, yok edemiyorsunuz onları. Koparıp attığınız o sayfalar yine yerlerinde duruyor. Düşünüyor ve soruyorum kendi kendime, yaşam sayfalarımda yer alan her şey, sevgi ve aşk olmasaydı, o sayfalara yazılabilir miydi?
Hayır yazılmazdı. Bunun için kişisel yasalarımın en başında, bir anayasa gibi sevgi ve aşk diyorum daima. Sevgi olmasa bir sardunya bile yetiştiremez insan. Bırakın yetiştirmeyi, sardunyaya su bile veremez. Bir karanfili koklayamaz. Bir ağaç dikemez. Günbatımının tadına varamaz. Şiir okuyamaz. Şairse şiir yazamaz. Yöneticiyse, yönetimi gerçekleştiremez. Bir şarkıyı duyumsayamaz. Yaşam savaşımını sürdüremez.
Daha önce de yazdım, öğretmen okulunun ilk sınıfında ve ilk edebiyat dersinde, 'Sevin arkadaşlar, sevin. Sevecek hiçbir şey bulamazsanız bir kediyi, bir köpeği sevin. Ama sevin' diyen edebiyat öğretmenimi unutamıyorum. Nâzım ustanın 'Âşık olmayan adamdan bir bok olmaz' deyişi de, hiç çıkmıyor usumdan. Yaratmanın ve üretmenin temelinde, yaşamı çoğullaştırmanın, varsıllaştırmanın her anında sevgi ve aşk, bir anayasa gibi 'ilk madde' değilse, bir anlamınız da yok demektir. Bu nedenle, kavga edebilmek için bile sevgi ve aşka gereksinim vardır diyorum.
Savaşım ve kavga kendinizi yarınlara taşımanın yollarından biridir. Yani kendinize duyduğunuz sevgi ve saygıyla, hatta aşkla doğrudan ilişkilidir. Kendimizle daima barışık olabilmek adına, sevgi ve aşk neden anayasamız olmasın ki?
Dinçer Sezgin/ Radikal 9 Şubat 2002