Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Engelli ayrımcılığı ve Türk Mevzuatı [Tartışma]

saros1

Üye
Üyelik
7 Ocak 2005
Konular
11
Mesajlar
87
Reaksiyonlar
0
Hepimiz ayrımcılık için, evet haksız bir durum diyoruz. Ama hangi durumlarda ayrımcılık yapıldığını kabul etmeliyiz? Bunun için ayrımcılığı yasaklayan kanun maddelerine göz gezdirmek gerekli. Ayrımcılık yasakları ilke olarak simetriktir. Bunun anlamı, kimse cinsiyet, ırk, dini inanç gözeterek kişiler arasında farklı muamele yapamaz ve bu yasak iki yönlü işler. Cinsiyeti ele alırsak, ilke olarak, bir iş ilanı hazırlarken, bayan eleman alacağız, ya da daha sık görüldüğü üzere, erkek eleman aranıyor şeklinde bir metin hazırlayamayız. Hem erkek hem de kadın için bir ayrımcılık yapma yasağı işler. Ayrımcılık teşkil eden bir davranışın bir mazereti olmamalıdır. Bu anlamda, ben kadınlarla anlaşamam, kadınla bir ortamda kalmam dinen caiz değil gibi nedenlere dayanarak ayrımcılık yapılamaz. Genel Ayrımcılık Yasakları bu ilkeler çerçevesine oturmuştur.

Ancak konu sakatlara geldiğinde birden Ayrımcılık Yasaklarının ezberi bozulur. İlk olarak ayrımcılık yasağı sakat bir kişi karşısında kırılır. Ve ayrımcılık meşrulaştırılabilir. Bazı durumlarda sakatları işe almamak geçerli sebeplere dayandırılabilir. Aslında dayandırılmaktadır demek daha doğru, çünkü sıklıkla böyle yapılır. Tartışmalar yoğundur. Aklıma ilk gelen, Amerika ve İngiltere’de işverenin sakatlara yönelik ayrımcılık yasağına tabi olması için belirli sayıda işçi çalıştırması gerekirken, kadınlar ya da ırk için bu yönde bir ayrım yoktur.

Ayrımcılığın doğrudan (direct) ve dolaylı (indirect) uygulandığı söylenir. Diyelim ki, bodyguard işe alacağız. Ben iş ilanında uzun boylu, siyah bir erkek aradığımı belirtmişsem bu doğrudan bir ayrımcılıktır. Çünkü bodyguardın ne uzun olması ne siyah olması ne de erkek olması yaptığı işle alakalıdır. Bodyguardın nitelikleri yaptığı işlerle belirlenmiştir. Mesela takma bacaklı bir kişi bu işte uzmanlaşmış olabilir. Diğerleriyle eşit şartlarda yarışıp kazanmışsa tartışacak bir nokta yoktur. Bununla birlikte, bu bodyguard yakın koruma olarak işe alınacaksa, ve yakın dövüş ve savunma tekniklerinde uzman biriyse, ancak uzun koşularda diğerlerinden geri kalıyor ve yarışamıyorsa bunun işiyle alakası olmadığından yinede işe uygun olacaktır. Dolayısıyla, bodyguard seçilirken uygulanan bir testte uzun koşu bölümü varsa işveren dolaylı ayrımcılık yapmıştır.

İşe alımlardan konuya girdik, böyle devam edersek, işveren –farzı mahal- tekerlekli sandalye kullanan birini işyeri üçüncü katta diyerek işe almaya bilir. Tam bu noktada, sakatlara yönelik ayrımcılık yasağının bir yönüyle daha karşılaşırız. İşveren işyerini sakat kişinin kullanımına uygun hale getirmekle yükümlüdür.( Reasonable accommodation) Pozitif bir yükümlülüktür bu, ve işverene maddi bir külfet yükler. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi de ayrımcılıktır. Uluslararası uygulamada bu yüke de bir denge getirmişler ve orantısızlık ilkesiyle sağlamasını yapmışlardır. Şöyle ki, işveren, yapacağı harcamanın ağır maddi yük olduğunu, meşakkatli olduğunu iddia edebilir. Bu detaylı bir konudur, üçüncü kat misalinden devam edersek, işverenin aynı binada bir ve ikinci katlarında maliki olması halinde asansörün maddi külfeti savunmasına karşı, bir ayarlama yaparak işyerini değiştirmesi beklenir. Sonuçta işveren ufak ayarlamalarla erişim sorununu giderebilecektir, ve yine işe almamışsa, artık yaptığı ayrımcılıktır. Sakatların ayrımcılığında bütçe asıl sorundur. Diğer ayrımcılık yasaklarının bu bağlamda bir meşruluk kazanması imkansızdır.

Ayrımcılık yasağının temel kavramlarını burada kısaca anlatmaya çalıştım. Bildiğimiz gibi, Özürlüler Kanunu ile ayrımcılık yasağının “korunaklı sularına” girdik. Ama okuduğum kadarıyla hala tam oturamamış ve sallantıda olan bu yasağın ülkemizdeki işlevinden endişelenmekteyim. Ne Ceza Kanunun 122. maddesinde ayrımcılık yasağı bağlamında bu kavramların tanımı yapılmış, ne de Özürlüler Kanununda işe alımlarda işverenden beklenen yükün ne olduğu açıklanmıştır. Sadece Özürlüler Kanunun 14. maddesinde “Çalışan veya iş başvurusunda bulunan özürlülerin karşılaşabileceği engel ve güçlükleri azaltmaya veya ortadan kaldırmaya yönelik istihdam süreçlerindeki önlemlerin alınması ve işyerinde fiziksel düzenlemelerin bu konuda görev, yetki ve sorumluluğu bulunan kurum ve kuruluşlar ile işyerleri tarafından yapılması zorunludur.” denmektedir. Çok muğlak, ama bu açık olmayan ifade şimdilik aleyhimize değil. Ancak işe alımlardaki ayrımcılığın yaptırımı şimdilik Borçlar Kanunu’nun 41. maddedeki genel hüküm niteliğinde bulunan haksız fiilden kaynaklanan tazminat alacağıdır.

Ceza Kanunu’ndaki hükmün ise epey tartışılacağını sanıyorum. Bahsettiğim doğrudan ve dolaylı ayrımcılık ayrımına gidilmediğinden, ayrımın özürden değil de “dolaylı yoldan meydana gelmesi halinde, Ceza Kanunları hukukun genel ilkeleri gereği açık olup ve yorumla genişletilmesi mümkün olmadığından (TCK 2. madde, 3. fıkra) suç teşkil etmeyecektir. Aynı yönde, Ceza Kanununda işyerini sakatın durumuna uygun haline getirilmesi yükümünden ( Reasonable accommodation) de bahsedilmediğinden işveren sakat kişiyi sakatlığı nedeniyle değil de işyeri koşulları nedeniyle işe almadığında ayrımcılık yasağını ihlal etmiş olmayacaktır.

AB uyum sürecinde muhtemelen önümüze gelecek değişikliklerden biri de, 27 Kasım 200 tarihinde kabul edilmiş 78 nolu (establishing a general framework for equal treatment in employment and occupation) direktiftir. Bu direktif bahsettiğim kavramları açıklamıştır.

Ayrımcılık Hukukunda bir diğer önemli sorun ayrımcılığa dair hükümlerin uygulanmasında bu hükümlerden yararlananların dava açmasındaki güçlük. kişi işveren karşısında güçsüzdür, tarafların arasında büyük bir dengesizlik mevcuttur. Bu anlamda engelli haklarını savunan, özerk kamu kurumları kurulmaktadır. Bu kurumlar engelliler adına dava takip etmekte, bir dayanışmanın yanında, itici güç olarak da işlev görmektedirler.

Ülkemizde bu niteliklere sahip özerkliği sağlanmış, ve denetlenen bir kuruma ihtiyaç olduğu muhakkak. Aynı zamanda, ayrımcılık hükümlerine gerekli açıklamalar getirilmelidir. Ve son nokta, ayrımcılık yasakları önemli olsa da, bireysel çareler üretir. Başlangıçtır. Ama son -yani kesin çözüm- değildir.
 
Sakattan koruma olur mu-olmaz mı sorusunun cevabı pek de öyle şıp diye verilebilirmiş gibi gelmiyor bana. Bu sorunun cevabı hem 'koruma'dan ne anladığımız/beklenildiğine bağlı, hem de koruma olmak isteyen kişinin -bedeni dışındaki- özelliklerine. Aynı mantık asker-polis meslekleri için de geçerli.
Ben mesela, tekerlekli sandalye kullanan biri olarak elbette ki yakın koruma olamam (sakızcı'nın kulakları çınlasın :) ), ama korunması gereken kişilerin nasıl korunacaklarını ve yakın korumaların nasıl hareket etmeleri gerektiğini peki ala söyleyebilirim. Bu anlamda yakın koruma değil ama, koruma amiri olabilirim. Tekerlekli sandalye kullanmam hiç de önemli değil... 'Saha'da asker ya da polis de olamam mesela, ama yönetim ve planlama birimlerinde peki ala çalışabilirim.
Velhasılı iş talip olurken ya da işe eleman alırken, sakatlık vs. değil, liyakat önemlidir. İşin tanımına uygun eğitim ve beceriniz varsa, sakatlık apalakasız bir konudur. Sakızcı Çocuk örneğin, bar'da koruma olamaz (çünkü orada korumadan beklenen şey düpedüz fedayilik jargopnudur) ama, bir Casino'da güvenliği kontrol eden/sağlayan bir kamera ekibinde peki ala çalışabilir...

İşin hukuki boytunda dikkat çektiğin, neyin ayrımcılık olup-olmadığına karar verecek bir sivil toplum örgütü eksikliği sahiden de çok önemli.
"Sakattan koruma olmaz" diye kesip atan casino yöneticisine mesela, "bal gibi de olur" diyecek bir sivil toplum örgütü olmalı!
 
Koruma konusundaki söylemler bende de kuşku yarattı. Örneğin tek ayağı olmayan birinin yakın koruma olma isteğinin geri çevrilmesi gibi bir örnekte talebin haklı; reddin haksız oldugu iddiası, sözkonusu işin uzun koşu gibi bir edime gerek duyulmayan bir iş oldugu önkabulüyle temellendirilmiş. Oysa yakın koruma koşmak zorundada kalabilir pekala. Buradaki temellendirilmeler çok göreceli nitelikler arzediyor ve sırf bu nedenle kabulü zor. Fakat Bülent in dile getirdiği ayrım soruya cevap olabilir. Yani bizim sakızcının güvenlik kameralarının basında oturma talebinin reddi halinde, bir yaptırım olabilir tabiki. Burada, çok farklı iş birimlerinin hepsinde aynı sorun yaşanabileceğinden, konu hakkında başlı başına uzman olan kişilerden oluşmuş bir birimin sözkonusu redleri gerekçelerinin haklılıgı baglamında ele alması gerekebilir. Zira normal bir hakimin bu konuda donanımı olmayacagından ilgili şikayeti adil bir şekilde sonuçlandırabilmesi için böyle bir ek kurumun raporu etkili olabilir. Bu kurumun hangi yapı içerisinde şekillendirilebileceği ise bir başka soru. İşin resmi niteliği nedeniyle bir sivil toplum örgütünün yapabileceği bir iş değil bu. Tabiki sivil toplum örgütleri de işin ucundan tutabilir; ama kasteddiğim ayrımın niteliğini ya da var olup olmadığını tespit edecek uzman ve resmi bir birim olmalı.
 
Resmi bir kurum olması, devletle olan anlaşmazlıklarda bu kurumun tarafsız ol(a)maması anlamına gelecektir. Ve çoğunlukla belediye vb. kurumlarla anlaşmazlığa düşüleceğini göz ardı etmemek gerek.
Avrupa standardı/deneyimi nedir (?) bilmiyorum ama, bence Konfederasyonlara bağlı bir sivil toplum yapılanmasının olması şart. Ayrıca bağımsız mali kaynaklarının olması ve üyelerin atamayla değil seçimle gelmesi de şart tabii...
 
OturanBoğa' Alıntı:
Resmi bir kurum olması, devletle olan anlaşmazlıklarda bu kurumun tarafsız ol(a)maması anlamına gelecektir. Ve çoğunlukla belediye vb. kurumlarla anlaşmazlığa düşüleceğini göz ardı etmemek gerek.
...

:? Kafam karıştı biraz.. Devlet tek parça değil ki.. "Güçler Ayrılığı" diye bir geyik var.. Demokrasinin olmazsa olmazı diyorlar.. Gerçi bizde demokrasi sakat olduğu için o da pek sağlam sayılmaz ya.. :evil:

Bu arada, sivil toplum örgütlerini henüz ipleyen yok! :evil: Daha o kadar büyümediler abisi. :p Üstelik elbirliği ile büyümemesi için her bi şeyi yapıyorız. Bkz. Sakatlar Konfederasyonu Genel Kurulundaki hır.. :evil:
 
Öncelikle şu anda böyle bir kurumun tam olmasa bile muadili var mı onu öğrenmek lazım. Ya da böyle bir durumda günümüzde prosedür nasıl işliyor? "Resmi kurum olunca tarafsız olamaz" iddiası fazlaca önyargılı geldi bana. Bence burada önemli olan bu resmi kurumda görevli olarak çalışacakların nereden geldikleri önemli. Yani özel sektörden ve kamudan gelecek karma bir yönetim bence şaşırtıcı derecede tarafsız olabilir. Mesele bu kurumun vereceği raporun resmi kabul görmesinde. Mesela yurtdışı araç ithalinde böyle karma bir yönetimin verdiği onay yeterli olabiliyor. Benzer; ama daha kapsamlı bir oluşum şekillendirilebilir. Ben bu noktada asıl güvenilmez kurumun sivil toplum örgütleri olacagı kanısındayım. Bu denli kritik bir meselede rapor yetkisini devletin sivil topluma vermesi sözkonusu dahi olamayacagını bir yana koysak bile bizdeki sivil toplum örgütlerinin böyle bir erki nasıl kullanacaklarını tahmin etmek için etrafımıza bakmamız yeterli olacaktır. Konu içerdiği gizil potansiyel nedeniyle inanılmaz boyutlarda ekonomik bir güç içeriyor. Bir düşünün, oluşturulacak böyle bir kurumun kararıyla ilerde ülkemizde belki milyarlarca dolarlık masraflar, tazminatlar ortaya çıkabilecektir.
 
Aslına bakarsanız, bodyguard örneğine takılıp kalmamak gerekiyor. Bu örneği kışkırtıcı olması nedeniyle düşündüm. Önyargılarımızı sorgulamak, bazı hassas noktaları kaşımak için. Uygulamada bu örneğin gerçekleşmesini beklemek imkansız olmasa da, ona yakındır sanırım. Ama hala örneğimin arkasında da duruyorum. Zira yakın korumanın koşması gerekir mi? sorusunu hala hayır diyerek yanıtlıyorum. Bununla birlikte dediğim gibi, eleştiriye açık, ve uç bir örnek. (bununla birlikte, protezle koşan, slalom yapanlar da var, bence iyi adapte olmuş biri öyle itmeyle de düşmez)

İşe alımlarda işe başvuru şartları düzenlenir genelde. Bu şartlar arasında –özellikle kamu sektöründe- sağlık koşullarının el vermesi, veya bir sakatlığın olmaması olabilir. Bir iş başvurusunda, şu durumda olanlar işe başvuramaz diyorsa, bu doğrudan ayrımcılıktır. Bu ayrımcılığın meşru olabilmesi işin niteliği gereği böyle bir ayrıma gidilmesinin haklı bulunmasına bağlıdır.

Birini işe alacaksak ve iş ilanı vermişsek, sağlık koşullarının uygun olmasından ziyade liyakate önem vermek gerekmez mi? kimisinin sakatlığı olsa da, işe has niteliklere haiz ise artık sakatlığa bakılmamalı. Bacakları olmayan biri kendini bir işi yapacak potansiyelde görüyorsa, sırf sakat diye önyargıyla işi yapamazsın demememiz gerekir diyorum ben. Büyük ihtimalle bodyguard olamayacaktır. (Zaten belirttim gerçek bir örnekten çok bir faraziye üzerinden gidiyorum.) Ama öncelikle, işe başvuranlar arasında karşılaştırma yapılır, her birinin nitelikleri ortaya konur. Ayrımcılık hukukunda karşılaştırma için doğru örnek seçmek önemlidir. İşe alınan, sakat kişiden deneyimsiz ve yetersiz ise, (bunun ölçüsü–bodyguard için- bu konun uzmanından sorulur) sakat kişinin tercih edilmemesi ayrımcılıktır. Sakat kişiyi böyle bir sürece sokmadan, sırf sakat diye baştan yapamayacağını düşünmemeliyiz bence.

Böyle uç örneklerin ülkemiz açısından lüks kaçtığını söyleyebiliriz. Fakat burada zihin jimnastiği yapıyoruz değil mi? J

Oturanboğa’nın açtığı konu tartışmaya değer. Bedensel performansın işin niteliği esas olduğu durumlarda, sakatlara ayrımcılık yapılması bir ön kabulle hukuka uygun addedilmiştir. İtfaiyeci, asker, polisten beklenen işi yaparken koşması, savaşması, dövüşmesi gerekmekte ve sakatların bu mesleklerde baştan dışarıda bırakılmasının makul olduğu düşünülmektedir. Oturanboğa’nın altını çizdiği gibi bu mesleklerde üstlenilen pozisyonlara göre kişiden beklenenler değişiyor. Masa başında görülen eğitsel, düzenlemelere dair, satım alım, teknoloji gibi işlerde sakat olup olmamak önemli değil; zira işin niteliklerinin gerektirdikleri daha farklıdır. Bir polisi ele alırsak, çevik kuvvetten kriminal laboratuarında çalışan elemana, özel harekatçıdan trafik polisine geniş bir yelpaze içinde birbirinden farklı pozisyonlar vardır. Aynı şekilde, askerlerde de, istihkamdan eğitsel işlerle uğraşanlara, karargahta planlama yapandan komandoya birbirinden farklı pozisyonlar vardır. Bu durumlarda, tekerlekli sandalye kullanan biri, pekala bazı işleri görebilir. Ve nitekim, subay ve polis alımlarında pozisyona göre işe alımların olması, toptan aynı şartların aranmasının hakkaniyetli olmadığı iddia edilmiştir.

Buna karşı bu kurumların ülkenin güvenliğiyle alakalı olduğu, bu kurumlarda belirli bir bedensel performansın gerekli olduğu söylenmiştir. Pozisyonlar farklı olsa da aralarında geçişler yapıla geldiği, bu nedenlerle –aynı koşullarla işe alım uygulamasının pratik olduğu da belirtiliyor. Aynı zamanda, bir polisin veya askerin asgari bir potansiyele sahip olması gerektiği de ileri sürülür. Bir de askeriye gibi belirli bir disiplinin hakim olması gereken kurumda, subay veya astsubay olarak bir kriter göze alınarak işe alımlardan sonra, uzman olarak dağıtımın disiplin açısından önemli olduğu söylenebilir.

Bununla birlikte, işe alındıktan sonra, sakatlananların pozisyon değiştirerek işe devam etmeleri, bilinen bir uygulama. Ülkemizin yasal mevzuatında da, bu yönde uygulamaları görmek mümkün. Bildiğim kadarıyla silahlı kuvvetlerde malullen emeklilik hakim uygulama ve sakatlananların çalışmasına pek rastlamadım. Ancak poliste pozisyon değiştirilerek memuriyet devam edebiliyor.

Kurum mevzusuna gelecek olursak: bu gibi kurumlar bizim bilirkişi dediğimiz konun uzmanı kişiler olacaktır. ve bir yargılama sürecinde hakimin karar vermesinde etkili olacaktır. yurtdışında, örneğin ingiltere de, engelli hakları komisyonu var. ancak bu kurum rapor vermek yerine, ilk olarak işverenle aracı olarak iletişime geçiyor. ve iş yargıya yansırsa engellinin yanında davanın tarafı oluyor. http://www.drc-gb.org/

bu kurum hakkında bir makale okuyorum, ancak bu hafta bir daha yazamayacağım, önümüzde ki hafta daha kapsamlı bir bilgi verebilirim.

Yine bazı İskandinav ülkelerinde Ombudsmanlıkların kurulduğunu biliyorum. Ama bunlarda kesin kararı vermek yerine aracı rolü üstleniyor. Engelli bireye yardımcı oluyorlar.

bilirkişilik ülkemizde çok sorunlu. ama bizim konumuz hakkındaki raporlar üniversite hastaneleri ve adli tıp kurumundan alınıyor. aslında resmi bilirkişiler yerine iki taraf -davacı ve davalı olmak üzere- kendi bilirkişilerini dinletip hakimin bu yönde karar vermesini isteyebilmeli.

bizim rapor veren kurumlara dönersek, her iş için ayrı ayrı kriterleri olup onlara göre değerlendirdiklerini sanmam. aslında bu konuyu iyi bilmiyorum. ama ilk aklıma gelen avukatlık stajı için avukatlık yapabilir raporu almam gerekiyordu, gittiğim doktor vermek istemedi. neden de göstermedi. başka bir doktora başvurduğumda hemen almıştım. insanların ne düşündüğünü anlamak zor :)
 
Pegasus' Alıntı:
"Resmi kurum olunca tarafsız olamaz" iddiası fazlaca önyargılı geldi bana. Bence burada önemli olan bu resmi kurumda görevli olarak çalışacakların nereden geldikleri önemli. Yani özel sektörden ve kamudan gelecek karma bir yönetim bence şaşırtıcı derecede tarafsız olabilir
Bu konuya bakışlar, kişilerin genel dünya görüşü ile doğrudan alakalı tabii; çok politik bir konu. Onun için herkesin aynı yerde durması pek mümkün değil sanırım.
Bence bu kurumun tarafsızlığının ve/veya engellilerin/engellenenlerin yanında olma kararlılığının olabilmesi için ne devletle, ne herhangi bir partiyle, ne de başka bir kişi/kurum/kuruluşla organik bağı olmamalı.

Devletle bağı olursa mesela, bugün olduğu gibi, ne %4'lük sakat personel kotasına uymayan devlet kurumlarına kesilen (her kişi için aylık 1200 YTL) para cezasının tahsili mümkün olabilir, ne o kurumların bu kotayı doldurması için baskı uygulanabilir, ve ne de o kurumlarda çalışan sakatların hakları savunulabilir (savunulamıyor!!!). Bu da çok doğal birşey. Çünkü devlet dediğimiz şey zaten bir hiyerarşi demektir ve bu hiyerarşide hem herkes "aynı tarafta"dır hem de ast-üst mantığı gereği, her zaman bir -sözünden çıkılamayacak- üst varolagelecektir! :)
Aynı şekilde, böylesi bir örgütün maddi kaynakları da tam bağımsız olmalıdır. Belli gelir kalemlerinden, hiçbir siyasi tercihe/inisiyatife olanak bırakmayacak derecede açık bir şekilde bu örgüte sabit gelir sağlanmalıdır. Yani bu örgüt ne maaş, ne de hizmet esnasında ödenek derdine düşmemelidir. Düşerse, bu geliri elde etmek için ödün vermek zorunda kalacağı kesindir.

Ayrıca bu örgüt devlet içinde yapılanırsa, bu örgütü kim denetleyecek? Hem de dengeler icabı herkesin birbirini bir-iki dakakada akladığı bir sistemimiz varken! :)
Bu örgütün sivil olmasının en büyük kazancından biri de, devletin şemsiyesine sığınamaması ve bu sayede de denetlenebilir olmasıdır. Yani olası bir iddia karşısında ne denetleme için "üst"lerden izin almaya gerek olacak, ne savcılar/hakimler birilerinin etkisi altına sokulabilecek ve ne de devletin hesap sorması için önünde bir mani olacak.

Bir de kadrolaşma olayı var tabii. Böylesi bir örgütün devlet hiyerarşisine girmesi demek, her iktidarın, kendi adamlarını işe yerleştirmesi de demek olacaktır! Günümüz Türkiye'sinde bu konuda ikna edici bişeyler yazmama gerek yok sanırım... :)

Sonuç olarak bu örgüt sivil olduğu, olabildiği ve kalabildiği ölçüde gerçek anlamda iş görebilir kanaatindeyim. Aksi halde tıpkı Özürlüler İdaresi Başkanlığı gibi arşivleme birimi olur çıkar!
Devlet, herşeyden sorumludur. Her vatandaşının yaşam koşullarını gözetmek ve insan haklarına uygun koşulların sürmesini sağlamak zorundadır; işi bu! Kanunlar çıkarır, ülke zenginliğinin adilce bölüşülmesini sağlar, yasaların uygulanmasını ve düzenin işleyişini denetler vs.vs.vs.
Devlet Özürlüler Kanunu çıkarmıştır, bu kanunla herkese sorumluluklar yüklemiştir ve hukuğun işlemesi için yargıya norm koymuştur. Şimdi sıra işleyişin sağlanması için sivil toplumdadır. Sivil toplum, kendisine verilen bu hakları kullanmalı ve sırtını hukuka yaslayarak, adaletin peşinde koşmalıdır. Tıkandığı, engellendiği yerde, yargıya seslenmelidir ve yargı da hukukun gereğini yerine getirmelidir. Ne zamanki arada birileri savsaklar ve/veya işini yapmazsa, o zaman devlet araya girer ve gereğini yapar...

Not: Sakın bu yazdıklarımdan, devletin bekçi rolüne indirgenmesini istediğim anlaşılmasın. Bendeniz bunun tam da karşısında duran biriyimdir. Devlet hiç bir vatandaşını, vatandaşın hiç bir zaruri insanlık ihtiyaçlarını başkalarının inisiyatifine bırakmamalıdır; vatandaşını kimsenin zekat ya da ego malzemesi haline düşürmemelidir. Bu standartları/ihtiyaçları karşılamak düpedüz devletin işidir. Zaten bunun için yasalar çıkarıp, düzenlemeler yapar... Benim söylediğim -bunların dışında- devletçe belirlenen normların yaşamın içinde uygulanıp uygulanmadığının kontrolünün, devletten bağımsız bir örgütlenmeyle, kendi adımıza/kendimizin inisiyatifiyle sağlanmasıdır. Burada karşımıza bazen (hatta çoğu zman) devlet de çıkabiliyor, şirket de çıkabiliyor, kişi de çıkabiliyor... Onun için de bu "karşı"lara örgüt içinde -en azından belirleyici bir- yer verilmemeli diye düşünüyorum.
Engelliler.Biz'le diğer kurumları karşılaştırmak bu konuda aydınlatıcı olabilir sanırım. Kim bizim duruşumuza, söylemimize etki edebilir? Hiç kimse! :) Ya devlet kurumları ve göbeği devlete bağlı "sivil toplum örgütleri"! Onlar istedikleri gibi hareket edebiliyorlar mı?
 
Bülentcim aynı şeyleri söylüyoruz sanırım. Ben de devletin sivil toplumca denetlenmesi gerektiği kanaatindeyim; ancak dile getirdiğin cümlelerde "not" bölümünde reddetmene ragmen devletin denetleme mekanizması haline geldiği ve sivil toplumun şu an devletten beklenenleri üstlenmesi gerektiği gibi bir sonuc cıkıyor. Kaldıki sözkonusu örgütün işi küçülen devlete atfedilen denetleme işidir; yani küçülse bile devletin yapması gereken iştir sözkonusu olan.
Sivil toplum örgütlerinin hiçbir şekilde böyle bir organizasyona imza atabileceklerini sanmam. Senin dile getirdiğin şekilde uluslararası denetlenmede çözüm olmaz.
Denetlenecek kurumların genelde devlet kurumları ve belediyeler olması nedeniyle devlet kurumunun sorun olacagını zira onlara dokunmayacagını söylüyorsun. Kardeşim serbest piyasa ekonomisine gectik ya. Artık devlet küçülüyor ve asıl istihdam alanı özel sektör olacaktır. Devlet önümüzdeki yıllarda küçülmeye devam edecek; ama tabiki devlet kurumları da bu etkileşimden payını alacak. Bir devlet kurumu diğerini etkileyemez diye bişey yok. Zira nihai kararı mahkemeler verecek. Bu kurum rapor hazırlayacak hepsi o.
Bu ülkede bir çok eleştirdiğimiz vakıf dernek vb var. Bu kurumlar vakıflar ve dernekler kanıununa baglı; ama bu kanunları, denetlemeleri nasıl deldiklerini biliyoruz. Benim kasteddiğim örneğin TMSF gibi özel bir kurum. Bu kurum nihayetinde bir devlet kurumudur; ama yetkileri klasik devlet kurumlarından cok daha geniştir.
Bu kurum bence çok güzel işler yapıyor ve buna benzer bir olusum düşünülebilir belki. Yetkileri geniş tuutlmus bu kurum sorunun üstüne gidebilir. Devletin görev yapamayacagı iddiası, eger, atanmısların "ahlaksız ve işgüzar" oldukları düşüncesi üzerine temellendirilirse, bunun karsısında konuslandırılan sivil toplum örgütlerinin çok daha açgözlü ve işgüzar olabileceklerinin örneklerini görmezden gelmemiz gerekir.
Bu ülkeyi son yirmi yılda elli milyar dolardan fazla dolandıranlarda özel müteşebbislerdi nihayetinde.
Ama konuya buradan yaklaşırsak konumuz sonunda gidip devlet kurumlarının özelleştirilmesi, bu özelleştirilmelerin sınırları ve felsefesine dayanır ki içinden cıkamayız.
Meselemiz basit.
Engellilerin istihdamı konusunda firmalar kanuni zorunluluklarını çeşitli bahanelerle yerine getirmemekte ve engelliler kanunen kendilerine tevdi edilen haklarının geregi olan kazanımları elde edememektedir.
Şimdi bu durumu önleyecek etkin bir denetleme mekanizması gerekiyor. Bu öyle bir mekanizma olacakki tutanakları adli sürecte esas kabul edilecek. Zira bagrında konu hakkında uzman bireyler bulunduracak.
Bu kurumun özel yada devlet kurumu olmasını tartışmamız bile abes. Zira hiçbir devlet böyle bir idari denetim yetkisini sivillere vermez.
RTÜK gibi konulardan hareketle bu rahatlıkla anlaşılabilir. merikada bile devlet bu tür yetkisini kimseye devretmez. Aksine en etkin sekilde kendisi yürütür.
Mesele bu kuruma sadece atanmışları degil secilmişleri de sokabilmekle belki, buna çalışılabilir.
Kaldıki bunlara ragmen sorun aşılamazsa ve bu millet bagrından hep kendini kazıklayacak serefsizler cıkarıyorsa zaten hiçbir sistemde kurtuluş şansımız olamaz. Demokrasi herşeyden önce dürüst oldugu varsayılan nsanların rejimidir. Yoksa yasaklar ve otorite de bir yere kadar işe yarar.
 
ya hocam mevzu o değil ki işveren hemen ne özrün var diye soruyor eee Ahma almam, topal almam, psikiyarik almam , duymayan almam bilemem ne almam şimdi işkur burda hatalı şayet öğrenim şartları uyuyorsa başkaca belge o sayı kadar gönderecek bunları al almıyorsan cezayı basarım diyecek özürü seni ilgilendirmez soramazsın bende kaydı varmı var bitti nerde dibine darı ekecek kadar soruyorlar işkur sayesinde
 
Benim gördüğüm kadarıyla, önce enğelli arkadaşların birbirlerine ayırım yapmaması gerekiyor.. Bu çok sık karşılaştığım bir konu... Acaba benim gibi Düşünen başka arkadaşlar var mı?
 
Üst Alt