15-16 Haziran tarihlerinde Koç Üniversitesi'nde düzenlenen Türkiye Sosyal Politikalarını Tartışıyor temalı konferansın ilk gününde Engellilere Yönelik Sosyal Politikalar ve Öneriler konulu bir oturum da vardı. O oturumda gerçekleştirdiğim konuşmanın metnini paylaşmak istedim:
Engelli Hakları Konusunda Sivil Toplumun Rolü
Bülent Küçükaslan*
Herhangi bir konuda politika üretmek ya da politikalar oluşturulurken sivil toplum olarak savunu ve etkileme faaliyetlerinde bulunmak, örgütlerin ve aktivistlerin zaman içinde düşe kalka, taş üstüne taş koya koya öğrenmesi gereken bir süreçtir. Ve her ne kadar 1950 yılında kurulan bir Altı Nokta Körler Derneğimiz, 1960 yılında kurulan bir Türkiye Sakatlar Derneğimiz varsa da, uluslararası hareketlerle bütünleşmek, gerçek anlamda ihtiyaçları karşılayan politikalar üretmek, aşağıdan yukarı bir yapılanmayla etkili bir savunuculuk yapmak, maalesef Türkiye’deki sakat örgütlerinin henüz kazanabildiği bir beceri değil.
Peki ama bu neden böyle? Yani neden Türkiye’de sakatlar 50-60 yıllık STK’lara sahip olmalarına rağmen etkili bir örgütlenme yaratamadılar? Neden Türkiye’de sakatların elinden çıkmış bütünlüklü bir Türkiyeli Sakatlar Yasası yok? Neden sakatlarla ilgili düzenlemeler yapılırken sakatlar ve örgütleri belirleyici pozisyonlarda yer alamıyor? Nasıl oluyor da halâ sakat olmayanların yaptığı neredeyse tamamı yanlış veya eksik mevzuatla gündelik yaşamlarımız katlanılmaz hale sokulabiliyor? Neden kamuda etkili pozisyonlarda iş imkânı bulamıyoruz? Neden vicdani yardımların nesnesi olarak apolitik dibe itiliyoruz da, içinde yaşadığımız toplum hakkında söyleyecek/dinlenecek sözü olan saygın özneler olamıyoruz? Sorular uzar gider!
Tüm bu sorulara iki temel cevabım var benim: biri biz sakatlara ve örgütlerimize dair, diğeri ise Türkiye’deki kamu idaresinin mantığına ve işleyişine dair.
Önce iğneyi kendimize batıralım...
Sakatlar olarak çok şeyi yanlış yaptığımız muhakkak! Zira biraz önce saydığımız sorunlar her şeyin bizler için ters gittiğinin açık bir kanıtı. Bence burada üç büyük hatamız var:
1) Haklarımızı devletle mücadele ederek değil, devletin lütfettiği kadarı üzerinden pazarlık yaparak almayı kabullenmişiz: Oysa dünyadaki Sakat Hareketlerine baktığımızda, tıpkı diğer gruplarda olduğu gibi, elde edilen hakların neredeyse tamamının devletle girişilen radikal mücadeleler sonucunda kazanıldığını görebiliyoruz. Biz ise kendimizi “devlet baba”nın kollarına bırakıvermişiz ve daha en baştan kaybetmişiz! Oysa devletin her alanda olduğu gibi sakat hakları konusunda da önce talepleri görmezden gelme, sonra talep edilen hakları gıdım gıdım vererek muhataplarını kendine sadık ve bağımlı kılma taktiği en bilinen taktiktir! Sonuç olarak bugün geldiğimiz noktada sakat örgütleri iki ana gruba ayrılmış durumda: a) iktidara yakın olanlar, b) iktidarın görüş alanının dışında kalanlar. Bilmiyorum açıklamaya gerek var mı ama, işte, birinci gruptaki “padişahım çok yaşa”cılar devletin tüm olanaklarından yararlandırılıyor, diğer gruptakiler ise kör bir noktada iktidarın el değiştirmesini umarak öylece takılıyor! Kısacası, sistem saat gibi işliyor!
2) İkinci büyük hatamız, bine yakın derneğimiz olmasına rağmen bu büyük camiayı ortak hedefler etrafında etkili bir güç haline getirememişiz: Oysa hiç değilse temel amaçlar için küçük hesaplarımızı bırakıp bir araya gelebilsek, sistemli çalışmalar ve eylemler yapabilsek, sahiden de geniş bir ağ ve etkili bir güç olabiliriz. Ama yıllardır sakat camiasının içinde olan biri olarak kolayca söyleyebilirim ki, birbirinden bu kadar kopuk, bu kadar güvensiz, bu kadar amaçsız, bu kadar bıkkın sivil toplum örgütü bulmak sahiden de zordur! Herkes kendi dünyasında... Bu olumsuzlukları aşmanın bir yolunu bulmamız gerek.
3) Üçüncü büyük hatamızsa, devletten bağımsız/özerk olmayı başaramamışız: Örgütlerinden umduğunu bulamayan sakatlar örgütlerin yaşaması için gerekli insan kaynağını ve maddi kaynağı sağlamayınca, örgütler de devletle olan göbek bağını bir türlü kesemedi. STK yöneticileri bina tahsisinden, kira ve fatura ödemelerinden, etkinlikler için gerekli yardımlardan, resmi davetlere katılma hakkından yararlanabilmek için devletin kuyruğuna takılmaktan başka yol bulamadılar, bulamadıkça işin kolayına kaçıp sisteme ayak uydurdular ve hem kendilerini hem de temsil ettikleri grupları pasifize ettiler. Biraz ağır olacak ama, kendimi de içine koyduğum için söylemekte sakınca görmüyorum, maalesef şu anda sakat örgütleri politikacıların ve bürokratların masalarında süs olmaktan öteye geçemiyor. Ne yapıp edip devletten yakamızı kurtarmamız ve etkili örgütlenmeler yaratmamız lazım!
Şimdi sıra geldi çuvaldızı batırmaya
Biraz önce sakatlar olarak çok şeyi yanlış yaptığımızı söylemiştim ama, kamu idaresi söz konusu olduğunda inanın bu durum çok çok daha vahim; zira kamu eliyle verilen hizmetlerin bazıları değil, neredeyse tamamı yanlış veya eksik. Bunun neden böyle olduğuna dair düşüncelerimi konuyu ikiye ayırarak açıklamak isterim:
1) Devletin sosyal politika veya sosyal güvenlik sistemi çerçevesinde gerçekleştirdiği nakdi transferler söz konusu olduğunda devlet görevlilerinin tutumu: Burada hem SGK çerçevesinde gerçekleştirilen Emeklilik sistemini kastediyorum hem Özürlü Aylığı, Evde Bakım Aylığı vb. başka adlarla yapılan gelir transferlerini, hem de sağlık kurulu raporu alma süreçlerini. Örneğin, öngörülen sigortalılık süresini ve prim gün sayısını tamamlayan bir sakat vatandaş % 40 ve üzerindeki işgücü kaybı oranına istinaden emeklilik için sigorta müdürlüğüne başvurduğunda, ya da ihtiyaç sahibi sakat bir vatandaş 2022 sayılı yasa çerçevesinde Özürlü Aylığı olarak bilinen aylıktan yararlanmak için veya hasta bezi, sonda, tekerlekli sandalye vb. medikal ihtiyaçları için kaymakamlığa başvurduğunda, ya da ağır sakatlığı bulunan biri Evde Bakım hizmetinden yararlanmak için ilgili Müdürlüğe başvurduğunda, veya sakatlık oranını tespit ettirmek için hastaneye gittiğinde, kapı duvar! “Alamazsın” deyip kestirip atanlar mı istersiniz, yanlış bilgilendirme yaparak insanları umutsuzluğa itenler mi istersiniz, mevzuata aykırı uygulamalar yapanlar mı istersiniz, gerekmediği halde fazladan prosedür uydurup insanları canından bezdirenler mi istersiniz, saygısız ve üstten bakan tavırlarla incitenler mi istersiniz, babasının malını veriyormuş gibi eli titreyenler mi istersiniz, var da var!
Kısacası, eksiksiz bir mevzuat da yazsanız, eğer uygulamadaki personel yeteri kadar eğitimli ve saygılı değilse, ne hakların layıkıyla kullanımı mümkün ne de hizmet alan insanların mutlu olabilmesi. Özellikle SGK, hastaneler ve kaymakamlıklardaki çalışanlar biz sakatlara ve ailelerimize çok çektiriyor. Önerim, bu çalışanlara tamamı sakatlardan oluşan gruplar tarafından düzenli aralıklarla eğitim verilmesinin sağlanmasıdır. Ancak o zaman sakatlara saygı duymayı öğrenebilir ve devletin sadaka dağıtan eli olmadıklarını, anayasal ve toplumsal bir uzlaşının gereği olarak hak temelli bir sosyal politika uygulamasının hizmetlileri olduklarını anlayabilirler.
2) Kamu eliyle verilen hizmetlere dair eleştirimin ikincisi, sakatların gündelik yaşamdaki sorunlarının çözümüne dair yapılan mevzuat çalışmalarında bürokratların tutumu ile ilgili: Birçok bakanlığın ve kurumun sakatlığı olan kişiler ile ilgili çeşitli düzeylerde düzenlemesi var. Eğer yanlış bilmiyorsam, içinde “sakat” sözü geçen tüm düzenlemelerde kurumlar Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile temasa geçiyor ve birlikte çalışıyorlar. Burada “sorunlara hâkim bir kurum” ile gerçekleştirilen bu temas ilk anda olumlu bir çağrışım yapsa da, ne yazık ki pratik açıdan bizler bunun karşılığını göremiyoruz. Zira boğazımıza kadar soruna batmış durumdayız. Onun için, yapacağım eleştiriler istisnasız tüm kurumları kapsıyor... Tüm kurumlardan ve bürokratlardan şikâyetçiyiz! Şöyle ki:
1- Gerek mevzuatlar hazırlanırken gerekse de karar aşamalarında sakat kimliği/bilinci öne çıkan hiç kimse bulunmuyor. Yani, sakat kişiler yok sayılıyor ve sakat olmayan kişiler kendi aralarında toplanıp sakatlar hakkında bilmişlik taslıyor. Bence bu sakatları adam yerine koymamaktır; sakatları toplum hakkında söyleyecek/dinlenecek sözü olan saygın özneler olarak değil, yardımların nesnesi olarak görmektir.
2- Bürokratlar sakatları aralarına almadıkları gibi, konular hakkındaki hazırlık aşamalarında sakat örgütlerine ve sakat kamuoyuna soru sorup fikir de almıyorlar. Yani, bir konudaki sorun artık görmezden gelinemeyecek kadar ortalığa döküldüğünde, sakat olmayanlar aralarında toplanıyorlar ve her yeri iplik iplik dökülen çözümler üretmeye çalışıyorlar. Oysa süreçlere bir dâhil olabilsek, onlar da rahat edecek bizler de!
3- Her şeye rağmen sorunları dile getirip çözüm önerilerini ortaya koyduğumuzda, bunlara karşı da duyarsızlar. “Bakın olması gereken bu” diye ortalığa dökülüyoruz, ama heyhat, temas edecek birilerine ulaşamıyoruz. Yani, sağ olsunlar, bizlerden etkilenmemek için tüm duyularını kapatıyorlar.
4- Bazen çalışmalarımızı ve taleplerimizi hasbelkader birilerine ulaştırdığımız ve “ilgili düzenlemeler yapılırken önerileriniz dikkate alınacak” diye robotik bir yanıt aldığımız oluyorsa, gene sağ olsunlar, ne yeni düzenleme yapılıyor ne de olası düzenlemelerde önerilerimizin bütünlüklü bir yansıması görülüyor. Yani, biz söyleyip biz işitmiş oluyoruz yine.
5- Ve son olarak, karşımızda bir muhatap bulup tüm bu eleştirileri dile getirdiğimizde, sağ olsunlar, “anlıyoruz, dikkate alacağız” diyorlar, ama nasıl oluyor bilmiyorum, yıllar geçiyor, ne gelen var ne giden, ne soran var ne çözen.
Ben bu durumu şu fıkraya benzetiyorum: İki ABD'li Adana'da dolaşırken birinin eli kazayla yaralanıyor ve pansuman için hemen yakındaki hastaneye gidiyorlar. Eli yaralı olan, diğer arkadaşına, "Sen bekle, ben hemen pansuman yaptırıp dönerim" diyor ve hastane kapısından içeri giriyor.
İçeri girer girmez önüne bir tabela çıkıyor: “Hastanın durumunun ağır olduğunu düşünüyorsanız sağ, hafif olduğunu düşünüyorsanız sol koridoru takip edin.”
Durumu ağır olmadığı için sol koridoru takip ediyor bizimki. Koridorun sonunda bir tabela daha çıkıyor karşısına: “Hastanın kanaması varsa sağ, yoksa sol koridoru takip edin”
Bizimki kanaması olduğu için sağ koridoru takip ediyor. Koridorun sonunda bir tabela daha: “Hastanın kanaması ağırsa sol, hafifse sağ koridoru takip edin”
Eline bakıyor, kanaması az, sağa dönüyor. Koridorun sonunda bir tabela daha: “Hastanın kanaması şu anda devam ediyorsa sol, etmiyorsa sağ koridoru takip edin”
Bizimki bakıyor, kanama durmuş; sağa dönüyor, hooop, kendini hastanenin dışında buluyor!
Kapıda bekleyen arkadaşı sevinç ve merakla soruyor: Hemencecik halletmişsin işini... Bir de Türkiye'de sağlık hizmetleri iyi değil derler?
Bizimki şaşkın: Vallahi sağlık hizmetlerini bilmem ama, sistemi süper oturtmuşlar!
* Engelliler.Biz Platformu – Engelliler.Biz Platformu - SENİN BEDENİN, SORUN ETMEYİ BIRAK ARTIK!
Engelli Hakları Konusunda Sivil Toplumun Rolü
Bülent Küçükaslan*
Herhangi bir konuda politika üretmek ya da politikalar oluşturulurken sivil toplum olarak savunu ve etkileme faaliyetlerinde bulunmak, örgütlerin ve aktivistlerin zaman içinde düşe kalka, taş üstüne taş koya koya öğrenmesi gereken bir süreçtir. Ve her ne kadar 1950 yılında kurulan bir Altı Nokta Körler Derneğimiz, 1960 yılında kurulan bir Türkiye Sakatlar Derneğimiz varsa da, uluslararası hareketlerle bütünleşmek, gerçek anlamda ihtiyaçları karşılayan politikalar üretmek, aşağıdan yukarı bir yapılanmayla etkili bir savunuculuk yapmak, maalesef Türkiye’deki sakat örgütlerinin henüz kazanabildiği bir beceri değil.
Peki ama bu neden böyle? Yani neden Türkiye’de sakatlar 50-60 yıllık STK’lara sahip olmalarına rağmen etkili bir örgütlenme yaratamadılar? Neden Türkiye’de sakatların elinden çıkmış bütünlüklü bir Türkiyeli Sakatlar Yasası yok? Neden sakatlarla ilgili düzenlemeler yapılırken sakatlar ve örgütleri belirleyici pozisyonlarda yer alamıyor? Nasıl oluyor da halâ sakat olmayanların yaptığı neredeyse tamamı yanlış veya eksik mevzuatla gündelik yaşamlarımız katlanılmaz hale sokulabiliyor? Neden kamuda etkili pozisyonlarda iş imkânı bulamıyoruz? Neden vicdani yardımların nesnesi olarak apolitik dibe itiliyoruz da, içinde yaşadığımız toplum hakkında söyleyecek/dinlenecek sözü olan saygın özneler olamıyoruz? Sorular uzar gider!
Tüm bu sorulara iki temel cevabım var benim: biri biz sakatlara ve örgütlerimize dair, diğeri ise Türkiye’deki kamu idaresinin mantığına ve işleyişine dair.
Önce iğneyi kendimize batıralım...
Sakatlar olarak çok şeyi yanlış yaptığımız muhakkak! Zira biraz önce saydığımız sorunlar her şeyin bizler için ters gittiğinin açık bir kanıtı. Bence burada üç büyük hatamız var:
1) Haklarımızı devletle mücadele ederek değil, devletin lütfettiği kadarı üzerinden pazarlık yaparak almayı kabullenmişiz: Oysa dünyadaki Sakat Hareketlerine baktığımızda, tıpkı diğer gruplarda olduğu gibi, elde edilen hakların neredeyse tamamının devletle girişilen radikal mücadeleler sonucunda kazanıldığını görebiliyoruz. Biz ise kendimizi “devlet baba”nın kollarına bırakıvermişiz ve daha en baştan kaybetmişiz! Oysa devletin her alanda olduğu gibi sakat hakları konusunda da önce talepleri görmezden gelme, sonra talep edilen hakları gıdım gıdım vererek muhataplarını kendine sadık ve bağımlı kılma taktiği en bilinen taktiktir! Sonuç olarak bugün geldiğimiz noktada sakat örgütleri iki ana gruba ayrılmış durumda: a) iktidara yakın olanlar, b) iktidarın görüş alanının dışında kalanlar. Bilmiyorum açıklamaya gerek var mı ama, işte, birinci gruptaki “padişahım çok yaşa”cılar devletin tüm olanaklarından yararlandırılıyor, diğer gruptakiler ise kör bir noktada iktidarın el değiştirmesini umarak öylece takılıyor! Kısacası, sistem saat gibi işliyor!
2) İkinci büyük hatamız, bine yakın derneğimiz olmasına rağmen bu büyük camiayı ortak hedefler etrafında etkili bir güç haline getirememişiz: Oysa hiç değilse temel amaçlar için küçük hesaplarımızı bırakıp bir araya gelebilsek, sistemli çalışmalar ve eylemler yapabilsek, sahiden de geniş bir ağ ve etkili bir güç olabiliriz. Ama yıllardır sakat camiasının içinde olan biri olarak kolayca söyleyebilirim ki, birbirinden bu kadar kopuk, bu kadar güvensiz, bu kadar amaçsız, bu kadar bıkkın sivil toplum örgütü bulmak sahiden de zordur! Herkes kendi dünyasında... Bu olumsuzlukları aşmanın bir yolunu bulmamız gerek.
3) Üçüncü büyük hatamızsa, devletten bağımsız/özerk olmayı başaramamışız: Örgütlerinden umduğunu bulamayan sakatlar örgütlerin yaşaması için gerekli insan kaynağını ve maddi kaynağı sağlamayınca, örgütler de devletle olan göbek bağını bir türlü kesemedi. STK yöneticileri bina tahsisinden, kira ve fatura ödemelerinden, etkinlikler için gerekli yardımlardan, resmi davetlere katılma hakkından yararlanabilmek için devletin kuyruğuna takılmaktan başka yol bulamadılar, bulamadıkça işin kolayına kaçıp sisteme ayak uydurdular ve hem kendilerini hem de temsil ettikleri grupları pasifize ettiler. Biraz ağır olacak ama, kendimi de içine koyduğum için söylemekte sakınca görmüyorum, maalesef şu anda sakat örgütleri politikacıların ve bürokratların masalarında süs olmaktan öteye geçemiyor. Ne yapıp edip devletten yakamızı kurtarmamız ve etkili örgütlenmeler yaratmamız lazım!
Şimdi sıra geldi çuvaldızı batırmaya
Biraz önce sakatlar olarak çok şeyi yanlış yaptığımızı söylemiştim ama, kamu idaresi söz konusu olduğunda inanın bu durum çok çok daha vahim; zira kamu eliyle verilen hizmetlerin bazıları değil, neredeyse tamamı yanlış veya eksik. Bunun neden böyle olduğuna dair düşüncelerimi konuyu ikiye ayırarak açıklamak isterim:
1) Devletin sosyal politika veya sosyal güvenlik sistemi çerçevesinde gerçekleştirdiği nakdi transferler söz konusu olduğunda devlet görevlilerinin tutumu: Burada hem SGK çerçevesinde gerçekleştirilen Emeklilik sistemini kastediyorum hem Özürlü Aylığı, Evde Bakım Aylığı vb. başka adlarla yapılan gelir transferlerini, hem de sağlık kurulu raporu alma süreçlerini. Örneğin, öngörülen sigortalılık süresini ve prim gün sayısını tamamlayan bir sakat vatandaş % 40 ve üzerindeki işgücü kaybı oranına istinaden emeklilik için sigorta müdürlüğüne başvurduğunda, ya da ihtiyaç sahibi sakat bir vatandaş 2022 sayılı yasa çerçevesinde Özürlü Aylığı olarak bilinen aylıktan yararlanmak için veya hasta bezi, sonda, tekerlekli sandalye vb. medikal ihtiyaçları için kaymakamlığa başvurduğunda, ya da ağır sakatlığı bulunan biri Evde Bakım hizmetinden yararlanmak için ilgili Müdürlüğe başvurduğunda, veya sakatlık oranını tespit ettirmek için hastaneye gittiğinde, kapı duvar! “Alamazsın” deyip kestirip atanlar mı istersiniz, yanlış bilgilendirme yaparak insanları umutsuzluğa itenler mi istersiniz, mevzuata aykırı uygulamalar yapanlar mı istersiniz, gerekmediği halde fazladan prosedür uydurup insanları canından bezdirenler mi istersiniz, saygısız ve üstten bakan tavırlarla incitenler mi istersiniz, babasının malını veriyormuş gibi eli titreyenler mi istersiniz, var da var!
Kısacası, eksiksiz bir mevzuat da yazsanız, eğer uygulamadaki personel yeteri kadar eğitimli ve saygılı değilse, ne hakların layıkıyla kullanımı mümkün ne de hizmet alan insanların mutlu olabilmesi. Özellikle SGK, hastaneler ve kaymakamlıklardaki çalışanlar biz sakatlara ve ailelerimize çok çektiriyor. Önerim, bu çalışanlara tamamı sakatlardan oluşan gruplar tarafından düzenli aralıklarla eğitim verilmesinin sağlanmasıdır. Ancak o zaman sakatlara saygı duymayı öğrenebilir ve devletin sadaka dağıtan eli olmadıklarını, anayasal ve toplumsal bir uzlaşının gereği olarak hak temelli bir sosyal politika uygulamasının hizmetlileri olduklarını anlayabilirler.
2) Kamu eliyle verilen hizmetlere dair eleştirimin ikincisi, sakatların gündelik yaşamdaki sorunlarının çözümüne dair yapılan mevzuat çalışmalarında bürokratların tutumu ile ilgili: Birçok bakanlığın ve kurumun sakatlığı olan kişiler ile ilgili çeşitli düzeylerde düzenlemesi var. Eğer yanlış bilmiyorsam, içinde “sakat” sözü geçen tüm düzenlemelerde kurumlar Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile temasa geçiyor ve birlikte çalışıyorlar. Burada “sorunlara hâkim bir kurum” ile gerçekleştirilen bu temas ilk anda olumlu bir çağrışım yapsa da, ne yazık ki pratik açıdan bizler bunun karşılığını göremiyoruz. Zira boğazımıza kadar soruna batmış durumdayız. Onun için, yapacağım eleştiriler istisnasız tüm kurumları kapsıyor... Tüm kurumlardan ve bürokratlardan şikâyetçiyiz! Şöyle ki:
1- Gerek mevzuatlar hazırlanırken gerekse de karar aşamalarında sakat kimliği/bilinci öne çıkan hiç kimse bulunmuyor. Yani, sakat kişiler yok sayılıyor ve sakat olmayan kişiler kendi aralarında toplanıp sakatlar hakkında bilmişlik taslıyor. Bence bu sakatları adam yerine koymamaktır; sakatları toplum hakkında söyleyecek/dinlenecek sözü olan saygın özneler olarak değil, yardımların nesnesi olarak görmektir.
2- Bürokratlar sakatları aralarına almadıkları gibi, konular hakkındaki hazırlık aşamalarında sakat örgütlerine ve sakat kamuoyuna soru sorup fikir de almıyorlar. Yani, bir konudaki sorun artık görmezden gelinemeyecek kadar ortalığa döküldüğünde, sakat olmayanlar aralarında toplanıyorlar ve her yeri iplik iplik dökülen çözümler üretmeye çalışıyorlar. Oysa süreçlere bir dâhil olabilsek, onlar da rahat edecek bizler de!
3- Her şeye rağmen sorunları dile getirip çözüm önerilerini ortaya koyduğumuzda, bunlara karşı da duyarsızlar. “Bakın olması gereken bu” diye ortalığa dökülüyoruz, ama heyhat, temas edecek birilerine ulaşamıyoruz. Yani, sağ olsunlar, bizlerden etkilenmemek için tüm duyularını kapatıyorlar.
4- Bazen çalışmalarımızı ve taleplerimizi hasbelkader birilerine ulaştırdığımız ve “ilgili düzenlemeler yapılırken önerileriniz dikkate alınacak” diye robotik bir yanıt aldığımız oluyorsa, gene sağ olsunlar, ne yeni düzenleme yapılıyor ne de olası düzenlemelerde önerilerimizin bütünlüklü bir yansıması görülüyor. Yani, biz söyleyip biz işitmiş oluyoruz yine.
5- Ve son olarak, karşımızda bir muhatap bulup tüm bu eleştirileri dile getirdiğimizde, sağ olsunlar, “anlıyoruz, dikkate alacağız” diyorlar, ama nasıl oluyor bilmiyorum, yıllar geçiyor, ne gelen var ne giden, ne soran var ne çözen.
Ben bu durumu şu fıkraya benzetiyorum: İki ABD'li Adana'da dolaşırken birinin eli kazayla yaralanıyor ve pansuman için hemen yakındaki hastaneye gidiyorlar. Eli yaralı olan, diğer arkadaşına, "Sen bekle, ben hemen pansuman yaptırıp dönerim" diyor ve hastane kapısından içeri giriyor.
İçeri girer girmez önüne bir tabela çıkıyor: “Hastanın durumunun ağır olduğunu düşünüyorsanız sağ, hafif olduğunu düşünüyorsanız sol koridoru takip edin.”
Durumu ağır olmadığı için sol koridoru takip ediyor bizimki. Koridorun sonunda bir tabela daha çıkıyor karşısına: “Hastanın kanaması varsa sağ, yoksa sol koridoru takip edin”
Bizimki kanaması olduğu için sağ koridoru takip ediyor. Koridorun sonunda bir tabela daha: “Hastanın kanaması ağırsa sol, hafifse sağ koridoru takip edin”
Eline bakıyor, kanaması az, sağa dönüyor. Koridorun sonunda bir tabela daha: “Hastanın kanaması şu anda devam ediyorsa sol, etmiyorsa sağ koridoru takip edin”
Bizimki bakıyor, kanama durmuş; sağa dönüyor, hooop, kendini hastanenin dışında buluyor!
Kapıda bekleyen arkadaşı sevinç ve merakla soruyor: Hemencecik halletmişsin işini... Bir de Türkiye'de sağlık hizmetleri iyi değil derler?
Bizimki şaşkın: Vallahi sağlık hizmetlerini bilmem ama, sistemi süper oturtmuşlar!
* Engelliler.Biz Platformu – Engelliler.Biz Platformu - SENİN BEDENİN, SORUN ETMEYİ BIRAK ARTIK!