Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Engelli Hakları Konusunda Sivil Toplumun Rolü [Tartışma]

OturanBoğa

Yönetici
Üyelik
9 Ocak 2003
Konular
676
Mesajlar
58,529
Reaksiyonlar
941
15-16 Haziran tarihlerinde Koç Üniversitesi'nde düzenlenen Türkiye Sosyal Politikalarını Tartışıyor temalı konferansın ilk gününde Engellilere Yönelik Sosyal Politikalar ve Öneriler konulu bir oturum da vardı. O oturumda gerçekleştirdiğim konuşmanın metnini paylaşmak istedim:


Engelli Hakları Konusunda Sivil Toplumun Rolü

Bülent Küçükaslan*

Herhangi bir konuda politika üretmek ya da politikalar oluşturulurken sivil toplum olarak savunu ve etkileme faaliyetlerinde bulunmak, örgütlerin ve aktivistlerin zaman içinde düşe kalka, taş üstüne taş koya koya öğrenmesi gereken bir süreçtir. Ve her ne kadar 1950 yılında kurulan bir Altı Nokta Körler Derneğimiz, 1960 yılında kurulan bir Türkiye Sakatlar Derneğimiz varsa da, uluslararası hareketlerle bütünleşmek, gerçek anlamda ihtiyaçları karşılayan politikalar üretmek, aşağıdan yukarı bir yapılanmayla etkili bir savunuculuk yapmak, maalesef Türkiye’deki sakat örgütlerinin henüz kazanabildiği bir beceri değil.

Peki ama bu neden böyle? Yani neden Türkiye’de sakatlar 50-60 yıllık STK’lara sahip olmalarına rağmen etkili bir örgütlenme yaratamadılar? Neden Türkiye’de sakatların elinden çıkmış bütünlüklü bir Türkiyeli Sakatlar Yasası yok? Neden sakatlarla ilgili düzenlemeler yapılırken sakatlar ve örgütleri belirleyici pozisyonlarda yer alamıyor? Nasıl oluyor da halâ sakat olmayanların yaptığı neredeyse tamamı yanlış veya eksik mevzuatla gündelik yaşamlarımız katlanılmaz hale sokulabiliyor? Neden kamuda etkili pozisyonlarda iş imkânı bulamıyoruz? Neden vicdani yardımların nesnesi olarak apolitik dibe itiliyoruz da, içinde yaşadığımız toplum hakkında söyleyecek/dinlenecek sözü olan saygın özneler olamıyoruz? Sorular uzar gider!

Tüm bu sorulara iki temel cevabım var benim: biri biz sakatlara ve örgütlerimize dair, diğeri ise Türkiye’deki kamu idaresinin mantığına ve işleyişine dair.

Önce iğneyi kendimize batıralım...

Sakatlar olarak çok şeyi yanlış yaptığımız muhakkak! Zira biraz önce saydığımız sorunlar her şeyin bizler için ters gittiğinin açık bir kanıtı. Bence burada üç büyük hatamız var:

1) Haklarımızı devletle mücadele ederek değil, devletin lütfettiği kadarı üzerinden pazarlık yaparak almayı kabullenmişiz: Oysa dünyadaki Sakat Hareketlerine baktığımızda, tıpkı diğer gruplarda olduğu gibi, elde edilen hakların neredeyse tamamının devletle girişilen radikal mücadeleler sonucunda kazanıldığını görebiliyoruz. Biz ise kendimizi “devlet baba”nın kollarına bırakıvermişiz ve daha en baştan kaybetmişiz! Oysa devletin her alanda olduğu gibi sakat hakları konusunda da önce talepleri görmezden gelme, sonra talep edilen hakları gıdım gıdım vererek muhataplarını kendine sadık ve bağımlı kılma taktiği en bilinen taktiktir! Sonuç olarak bugün geldiğimiz noktada sakat örgütleri iki ana gruba ayrılmış durumda: a) iktidara yakın olanlar, b) iktidarın görüş alanının dışında kalanlar. Bilmiyorum açıklamaya gerek var mı ama, işte, birinci gruptaki “padişahım çok yaşa”cılar devletin tüm olanaklarından yararlandırılıyor, diğer gruptakiler ise kör bir noktada iktidarın el değiştirmesini umarak öylece takılıyor! Kısacası, sistem saat gibi işliyor!

2) İkinci büyük hatamız, bine yakın derneğimiz olmasına rağmen bu büyük camiayı ortak hedefler etrafında etkili bir güç haline getirememişiz: Oysa hiç değilse temel amaçlar için küçük hesaplarımızı bırakıp bir araya gelebilsek, sistemli çalışmalar ve eylemler yapabilsek, sahiden de geniş bir ağ ve etkili bir güç olabiliriz. Ama yıllardır sakat camiasının içinde olan biri olarak kolayca söyleyebilirim ki, birbirinden bu kadar kopuk, bu kadar güvensiz, bu kadar amaçsız, bu kadar bıkkın sivil toplum örgütü bulmak sahiden de zordur! Herkes kendi dünyasında... Bu olumsuzlukları aşmanın bir yolunu bulmamız gerek.

3) Üçüncü büyük hatamızsa, devletten bağımsız/özerk olmayı başaramamışız: Örgütlerinden umduğunu bulamayan sakatlar örgütlerin yaşaması için gerekli insan kaynağını ve maddi kaynağı sağlamayınca, örgütler de devletle olan göbek bağını bir türlü kesemedi. STK yöneticileri bina tahsisinden, kira ve fatura ödemelerinden, etkinlikler için gerekli yardımlardan, resmi davetlere katılma hakkından yararlanabilmek için devletin kuyruğuna takılmaktan başka yol bulamadılar, bulamadıkça işin kolayına kaçıp sisteme ayak uydurdular ve hem kendilerini hem de temsil ettikleri grupları pasifize ettiler. Biraz ağır olacak ama, kendimi de içine koyduğum için söylemekte sakınca görmüyorum, maalesef şu anda sakat örgütleri politikacıların ve bürokratların masalarında süs olmaktan öteye geçemiyor. Ne yapıp edip devletten yakamızı kurtarmamız ve etkili örgütlenmeler yaratmamız lazım!

Şimdi sıra geldi çuvaldızı batırmaya

Biraz önce sakatlar olarak çok şeyi yanlış yaptığımızı söylemiştim ama, kamu idaresi söz konusu olduğunda inanın bu durum çok çok daha vahim; zira kamu eliyle verilen hizmetlerin bazıları değil, neredeyse tamamı yanlış veya eksik. Bunun neden böyle olduğuna dair düşüncelerimi konuyu ikiye ayırarak açıklamak isterim:

1) Devletin sosyal politika veya sosyal güvenlik sistemi çerçevesinde gerçekleştirdiği nakdi transferler söz konusu olduğunda devlet görevlilerinin tutumu: Burada hem SGK çerçevesinde gerçekleştirilen Emeklilik sistemini kastediyorum hem Özürlü Aylığı, Evde Bakım Aylığı vb. başka adlarla yapılan gelir transferlerini, hem de sağlık kurulu raporu alma süreçlerini. Örneğin, öngörülen sigortalılık süresini ve prim gün sayısını tamamlayan bir sakat vatandaş % 40 ve üzerindeki işgücü kaybı oranına istinaden emeklilik için sigorta müdürlüğüne başvurduğunda, ya da ihtiyaç sahibi sakat bir vatandaş 2022 sayılı yasa çerçevesinde Özürlü Aylığı olarak bilinen aylıktan yararlanmak için veya hasta bezi, sonda, tekerlekli sandalye vb. medikal ihtiyaçları için kaymakamlığa başvurduğunda, ya da ağır sakatlığı bulunan biri Evde Bakım hizmetinden yararlanmak için ilgili Müdürlüğe başvurduğunda, veya sakatlık oranını tespit ettirmek için hastaneye gittiğinde, kapı duvar! “Alamazsın” deyip kestirip atanlar mı istersiniz, yanlış bilgilendirme yaparak insanları umutsuzluğa itenler mi istersiniz, mevzuata aykırı uygulamalar yapanlar mı istersiniz, gerekmediği halde fazladan prosedür uydurup insanları canından bezdirenler mi istersiniz, saygısız ve üstten bakan tavırlarla incitenler mi istersiniz, babasının malını veriyormuş gibi eli titreyenler mi istersiniz, var da var!

Kısacası, eksiksiz bir mevzuat da yazsanız, eğer uygulamadaki personel yeteri kadar eğitimli ve saygılı değilse, ne hakların layıkıyla kullanımı mümkün ne de hizmet alan insanların mutlu olabilmesi. Özellikle SGK, hastaneler ve kaymakamlıklardaki çalışanlar biz sakatlara ve ailelerimize çok çektiriyor. Önerim, bu çalışanlara tamamı sakatlardan oluşan gruplar tarafından düzenli aralıklarla eğitim verilmesinin sağlanmasıdır. Ancak o zaman sakatlara saygı duymayı öğrenebilir ve devletin sadaka dağıtan eli olmadıklarını, anayasal ve toplumsal bir uzlaşının gereği olarak hak temelli bir sosyal politika uygulamasının hizmetlileri olduklarını anlayabilirler.

2) Kamu eliyle verilen hizmetlere dair eleştirimin ikincisi, sakatların gündelik yaşamdaki sorunlarının çözümüne dair yapılan mevzuat çalışmalarında bürokratların tutumu ile ilgili: Birçok bakanlığın ve kurumun sakatlığı olan kişiler ile ilgili çeşitli düzeylerde düzenlemesi var. Eğer yanlış bilmiyorsam, içinde “sakat” sözü geçen tüm düzenlemelerde kurumlar Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile temasa geçiyor ve birlikte çalışıyorlar. Burada “sorunlara hâkim bir kurum” ile gerçekleştirilen bu temas ilk anda olumlu bir çağrışım yapsa da, ne yazık ki pratik açıdan bizler bunun karşılığını göremiyoruz. Zira boğazımıza kadar soruna batmış durumdayız. Onun için, yapacağım eleştiriler istisnasız tüm kurumları kapsıyor... Tüm kurumlardan ve bürokratlardan şikâyetçiyiz! Şöyle ki:

1- Gerek mevzuatlar hazırlanırken gerekse de karar aşamalarında sakat kimliği/bilinci öne çıkan hiç kimse bulunmuyor. Yani, sakat kişiler yok sayılıyor ve sakat olmayan kişiler kendi aralarında toplanıp sakatlar hakkında bilmişlik taslıyor. Bence bu sakatları adam yerine koymamaktır; sakatları toplum hakkında söyleyecek/dinlenecek sözü olan saygın özneler olarak değil, yardımların nesnesi olarak görmektir.

2- Bürokratlar sakatları aralarına almadıkları gibi, konular hakkındaki hazırlık aşamalarında sakat örgütlerine ve sakat kamuoyuna soru sorup fikir de almıyorlar. Yani, bir konudaki sorun artık görmezden gelinemeyecek kadar ortalığa döküldüğünde, sakat olmayanlar aralarında toplanıyorlar ve her yeri iplik iplik dökülen çözümler üretmeye çalışıyorlar. Oysa süreçlere bir dâhil olabilsek, onlar da rahat edecek bizler de!

3- Her şeye rağmen sorunları dile getirip çözüm önerilerini ortaya koyduğumuzda, bunlara karşı da duyarsızlar. “Bakın olması gereken bu” diye ortalığa dökülüyoruz, ama heyhat, temas edecek birilerine ulaşamıyoruz. Yani, sağ olsunlar, bizlerden etkilenmemek için tüm duyularını kapatıyorlar.

4- Bazen çalışmalarımızı ve taleplerimizi hasbelkader birilerine ulaştırdığımız ve “ilgili düzenlemeler yapılırken önerileriniz dikkate alınacak” diye robotik bir yanıt aldığımız oluyorsa, gene sağ olsunlar, ne yeni düzenleme yapılıyor ne de olası düzenlemelerde önerilerimizin bütünlüklü bir yansıması görülüyor. Yani, biz söyleyip biz işitmiş oluyoruz yine.

5- Ve son olarak, karşımızda bir muhatap bulup tüm bu eleştirileri dile getirdiğimizde, sağ olsunlar, “anlıyoruz, dikkate alacağız” diyorlar, ama nasıl oluyor bilmiyorum, yıllar geçiyor, ne gelen var ne giden, ne soran var ne çözen.

Ben bu durumu şu fıkraya benzetiyorum: İki ABD'li Adana'da dolaşırken birinin eli kazayla yaralanıyor ve pansuman için hemen yakındaki hastaneye gidiyorlar. Eli yaralı olan, diğer arkadaşına, "Sen bekle, ben hemen pansuman yaptırıp dönerim" diyor ve hastane kapısından içeri giriyor.

İçeri girer girmez önüne bir tabela çıkıyor: “Hastanın durumunun ağır olduğunu düşünüyorsanız sağ, hafif olduğunu düşünüyorsanız sol koridoru takip edin.”

Durumu ağır olmadığı için sol koridoru takip ediyor bizimki. Koridorun sonunda bir tabela daha çıkıyor karşısına: “Hastanın kanaması varsa sağ, yoksa sol koridoru takip edin”

Bizimki kanaması olduğu için sağ koridoru takip ediyor. Koridorun sonunda bir tabela daha: “Hastanın kanaması ağırsa sol, hafifse sağ koridoru takip edin”

Eline bakıyor, kanaması az, sağa dönüyor. Koridorun sonunda bir tabela daha: “Hastanın kanaması şu anda devam ediyorsa sol, etmiyorsa sağ koridoru takip edin”

Bizimki bakıyor, kanama durmuş; sağa dönüyor, hooop, kendini hastanenin dışında buluyor!

Kapıda bekleyen arkadaşı sevinç ve merakla soruyor: Hemencecik halletmişsin işini... Bir de Türkiye'de sağlık hizmetleri iyi değil derler?

Bizimki şaşkın: Vallahi sağlık hizmetlerini bilmem ama, sistemi süper oturtmuşlar!


* Engelliler.Biz Platformu – Engelliler.Biz Platformu - SENİN BEDENİN, SORUN ETMEYİ BIRAK ARTIK!
 
ellerine sağlık bülent bey.çok güzel anlatmışsın.ayrıca fıkra da süper miş
 
“ilgili düzenlemeler yapılırken önerileriniz dikkate alınacak”.....
 
Sivil toplum örgütleri artık hakkını kaybetti.
Tarihte olduğu gibi ya da Avrupa'da olduğu gibi bir sivil hareket sözkonusu olmayacak artık.
Sakatlar sosyal medyayı keşfetti.
Derdini birilerine anlattırmak yerine kendisinin anlatabileceğini keşfetti.
haklarını öğrenmeye başladılar. İnternet bu konuda en önemli eksikliklerini giderir hale geldi.
Sosyal örgütlenmeleri de zaman alacak ama bir patlama şeklinde de ortaya çıkacak.
Şimdi gezinmenin, tanışmanın, sanal olarak her yere ulaşılabirliğin tadını çıkarıyorlar.
İzliyorlar geziniyorlar.
Özetle sivil toplum örgütlerinin devri artık kapandı.


Sivil toplum örgütlerinin toparlanmasının da bir sebebi bu zaten. O yüzden direkt mevzuatla, haklarla ilgilenmeye, hükümetle ve diğer örgütlerle işbirliğine girmeye başladılar. Arkalarında sakatlar yok çünkü. Yenilenmeye muhtaç hissettiler kendilerini. Sakatlara şirin görünmenin yolunu keşfetmeye çalışıyorlar daha yeni yeni. Ama çok geç kaldılar üzgünüm:)

Sessiz ve derinden bir dalga dolaşıyor sosyal medyada:)
Bu süreci çok iyi degerlendiremiyor öngöremiyor kimse. Şu an sakatlar, bireysel takılıyorlar gibi görünüyorlar.
Türkiye'deki sakat siviller hiçbir toplum sivilleriyle ve tecrübesiyle örtüşmüyor diye sözümü bitireyim.
Örneği yok başka:)
 
kısa ve öz olmuş elinize sağlık. Her platformda tam anlamıyla altına imza atmaya hazırım. :)
 
Bir de ben kurumların koca koca laflar ederek toplantı üstüne toplantı yapmasını da trajik buluyorum. O hengameyi görenler sanki sorunlar da çözümler de karışıkmış sanır! Oysa sorunlar belli, çözümler net! En azından % 90'ı için bu böyle...

Bu, toplantı üstüne toplantı hamlesi, öpmeye niyeti olmayanın "yanağın nerde" diye dolanması gibi bence.
 
yazılarınızda ve düşüncelerinizde 'queer' hareketinin ve uluslararası sakatlık çalışmaları makalelerinin (Sakatlık Çalışmaları) düşüncelerinin yansımalarını tam anlamıyla görmek mümkün. Bunların üzerine Türkiye'deki engellilerin de sorunlarını (bunca yıllık web siteniz -ki çok manidar bi sitedir bu konu da ayrıca takdire şayan - içinde yapılan paylaşımları takibiniz büyük etken olduğunu düşünüyorum) ekleyince, sakatlık çalışmalarına belki de bilimsel olmayan ama kesinlikle net ve kimsenin bütünüyle yalanlayamayacağı bir yaklaşım getiriyorsunuz. Benim gözlemlerim bu yönde (hiç bir şekilde eleştiri ya da yargılama söz konusu değildir, sadece tanıma eğilimindeyim.)

Şubat ayından bu yana ben de bu konulardaki düşüncelerimi denemeler tarzında yazıp kitaba çevirmeye karar verdim, 7 yıldır izmir büyükşehir belediyesinde basketbol sporuyla ilgileniyorum, 3 yıl u22 genç milli takımda oynadım, ege üniversitesi beden eğitimi ve spor yüksek okulu spor yöneticiliği bölümü 3. sınıfı bu yıl bitirdim (bir de açıköğretimden ön lisans programı öğrenimi görüyorum -bankacılık ve sigortacılık- ) Mezuniyetimden sonra sakatlık çalışmaları yönünde akademik kariyer yapmayı planlıyorum, daha çok spor ve hareket eğitimi / bilinci ve sakatlık üzerine felsefeler alanında uzmanlaşmak istiyorum. Kitabımı muhtemelen önümüzdeki yarıyıl başlangıcına kadar bitiricem (böyle planladım) kitap bittikten sonra ülke genelinde sakatlık / sakatlar konulu (başta kendi deneyimlerimden ve gözlemlerimden ve tecrubelerimden ve birikimlerimden faydalanarak) seminerler düzenlemek istiyorum. ( tüm bu çalışmalarla ilgili çok ciddi bir ekibim var seminerler için herhangi bir kurumla görüşmedim ancak bazı teklifler hali hazırda mevcut)
Kitap fikri aklıma geldikten sonra sakatlık çalışmalarını keşfettim (araştırma süreci içerisinde) çünkü sadece kendi düşüncelerimi yazmak yerine , bakabildiğim kadar çok açıdan çok boyutlu bakıp, benimsediğim düşünceleri içselleştirerek (yani her türlü ispatına hazır bir şekilde) ortaya çıkmak istedim. Yazdıklarımı taslaklar halinde bir blog sayfasında paylaşıyorum, ilgilenir, yorumlar yaparsanız yahut bana herhangi bir şekilde destek olursanız ortaya başta bu ülkede olmak üzre, tüm dünyada ciddi ses getirebilecek çalışmalar çıkarabiliriz diye düşünüyorum.

Saygılarımla... :)
 
Sakatların sakatlık çalışmaları konusunda akademik kariyer yapmasını da, yukarıda yazdığım gibi, sakatlık konularında insiyatifi ele alacak hareketlere katılmasını da çok çok çok önemsiyorum. Bence bu yaşamsal bir şey. Yüzlerce aktivistimiz, entellektüelimiz ve akademisyenimiz olmalı...


Zamanım olduğu kadarıyla bir katkım olabilirse, seve seve Haktan... Akademik kariyeri nerede, hangi bölümde yapmak istiyorsun?
 
eğer başarırsam büyük ihtimalle Türkiye'de yine bir ilk olucak, çünkü bildiğiniz gibi çoğu BESYO'lara engellilerin girişi yasak. Yani öğrenci olarak bile alınmıyoruz. Benim okuduğum Ege Besyo'da da engelli kontenjanı yok ve giriş sınavında, katılacak adayların hiç bir engeli bulunmamalıdır diye ibare var. Ben milli formayla avrupa 2.liği madalyasını taktığım için YÖK'ün üstün başarılı milli sporcular için açtığı kontenjanını kullanarak atandım. Hem milli sporculuk kariyeri hem akademik kariyeri olan ilk (sakat) insan olacağım herhalde :p Bu yönümden dolayı başvuru yaptığım üniversite hangisi olursa olsun geri çevireceklerini sanmıyorum. Alana gelince, yine Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokullarının açtığı Sporda Psiko-Sosyal Alanlar Anabilimdalı'ndan, Spor Felsefesi doktora programını tercih etmeyi düşünüyorum. Yabancı dil sorunum yok (ingilizce) yabancı makaleler, kitaplar okuyabiliyorum, bu konularda istişare ettiğim hocalarım bana kaynaklar gösteriyorlar sağolsunlar :)
 
Bir de sakatların örgütleriyle bağını koparma sürecini deşmek lazım sanırım. Büyük çoğunluğun kaybettiği örgütlü olma heyecanını geri getirmeye dair düşünmek, adımlar atmak lazım...


Çok iyi Haktan. Koç üniversitesi kütüphanesinde sakatlık çalışmalarına dair bayağı bir kitap var. Haberin olsun... sakatlikcalismalari.net'teki enfes makaleleri zaten biliyorsun...
 
Öncelikle Bülent bey Koç Üniversitesi'nde düzenlenen Türkiye Sosyal Politikalarını Tartışıyor temalı konferansın Engellilere Yönelik Sosyal Politikalar ve Öneriler konulu oturumda kı konusma metninizi okuduktan sonra orada olamadığımdan dolayı hakıkaten kendimi kötü hissettim...
Gercekten tespitleriniz çok doğru ve yerınde engelimize engel çıkaran burakratlar ve sıyasılerın buna duyarsız kalmaları ne acı... herkesin engelli adayı olduğunu unutması ne kötu... bizler kendi isteğimizle engelli olmadık sağlıklı olanlarda kendi isteklerı ile engelli olmayacak... kımılerı kaza sonucu kımı doğuştan engelliyiz ama şunu ıfade etmek gerek kafalarına sokmak gerek onceliğimiz engel sebebimiz deil insan olma sebebimiz olmalı dıye dusunuyorum...
herkez ınsan olduğunu unutmadığı muddetçe sorunları aşarız dıye düşünüyorum...
Siyasetçilerin artık her konumda olduğu gıbı sıyasi malzeme olarak kullanılıp sonrada unutmaları yıllardır bizleride bananeciliğe yönlendırdi...

tekrar yüreğinize sağlık der...
organize olup tek vucut olma gerekliliğini vurgulamak isterim...
Ayrıca sonunu konuşmanızda bağladığınız fıkra tam oturmuş...:)
 
sakatlikcalismalari.net'i baştan sona hatim ettim :D Ancak farklı boyut kazandırabileceğim düşüncelerim de mevcut. Bunları da yazıyorum şu an zaten kendi blog'umda, bitince yayınlayacağım :)
 
Aşağıdaki kısım benim alanıma girdiği için özellikle çok beğendim:)

"Kısacası, eksiksiz bir mevzuat da yazsanız, eğer uygulamadaki personel yeteri kadar eğitimli ve saygılı değilse, ne hakların layıkıyla kullanımı mümkün ne de hizmet alan insanların mutlu olabilmesi. Özellikle SGK, hastaneler ve kaymakamlıklardaki çalışanlar biz sakatlara ve ailelerimize çok çektiriyor. Önerim, bu çalışanlara tamamı sakatlardan oluşan gruplar tarafından düzenli aralıklarla eğitim verilmesinin sağlanmasıdır. Ancak o zaman sakatlara saygı duymayı öğrenebilir ve devletin sadaka dağıtan eli olmadıklarını, anayasal ve toplumsal bir uzlaşının gereği olarak hak temelli bir sosyal politika uygulamasının hizmetlileri olduklarını anlayabilirler. "

Eğitim şart kesinlikle:) Yedi senedir Sakatlık Eylem Planı için çalışıyoruz. Yedi senedir anamızdan emdiğimiz süttü burnumuzdan getirdiler. Şunu tesbit ettik:
Dayağa alışmış bir milletiz genelde. Çağdaş eğitimden anlaşılmıyor mesele pek. Çünkü terbiye yöntemi olarak hep ailelerde olsun her yerde olsun çözüm dayak, küfür, saldırı, iftira vs olmuş. Şöyle medenize laftan anlayan bir millet olsak yok yolu yok yahu:) Susarsın korkaklık sanırlar. Susarsın sindi sanırlar. Susarsın balyozla inim inim inletilmeyi seviyoz sanırlar vs vs.
Böyle olunca Cem Yılmaz'ı dinlememek ayıp olurdu:)
A bir öğretmen de böyle düşünürse sakın demeyin:) Bahsettiğim dayak başka. Ardinali (Cem Yılmaz'ın ifadesiyle) önlüyor ve ders alıcı niteliği yüzde yüz:) Bilinen dayaklardan değil yani.
Cem Yılmaz'ın dayak sahnesi:http://www.engelliler.biz/forum/sin...erdeki-unutulmaz-replikler-4.html#post1023607
 
Kalem;

iki şey sormak istiyorum müsadenizle;

1. Dayak Nedir?

2. Neden Atılır? :)))))
 
Hiç o konuya girmeyelim Haktan:) KOnu "bak oğlum git"e kadar dayanır:)

Yerel seçimleri bekliyoruz diyeyim sana:) Herkesin anladığı bir dil vardır değil mi?
 
Güzel yazı eline kalemine sağlık.
 
Ben izninizle sakat hakları konusunda tüm sivil toplum örgütlerinin -buna kendini sivil toplum örgütü olarak gören bu site ve bunun gibi site ve oluşumlar da dahil- bittiğini ve devrinin kapandığını tekrar yenileyim, ilan edeyim.
Peki sivil toplum örgütleri yoksa kim var diyeceksiniz sivil kalan ? bayrak kimde?
Bayrak, tüm sakatlarda şu an:) Sivil kalan sadece onlar.

Devleti, sağını solunu,partileri, tüm sivil toplum örgütlerini, engellilerle ilgili çalışanları, siteleri vs ne varsa hepsini peşinden koşturuyor ama tındığı yok kimseyi sakatların:)
Helal olsun valla diyorum ben:)
 
Ülkemizde "Sivil Toplum" adı altında sunulan oluşumların hemen hepsi aslında "özel mülkiyet" tir.:) Artık kimse kanmıyor zaten Melek'cim.

Az önce facebook'ta Satı hanımın bir yazısını okudum bu konu ile ilgili. İnanılmaz haklı ve vurucu tesbitler yapmış. Buraya izni olmadan alıntılamak istemem. Zaten gerek de yok. Nerdeyse hepimiz takip ediyoruz onu sosyal medyadan. :cool:
Tesbitlerimizi, düşüncelerimizi, eleştirilerimizi ; çıkarların, yalakalıkların, yapmacıklıkların öne geçmediği, daha etkin bir ortamdan paylaşmak keyifli oluyor ayrıca.
 
Bu forumda yazılanlara katılmamak mümkün değil. Ancak yine de eleştirmek istediğim bir iki husus var. Zira eleştiri olmadıkça doğruyu bulmak zor olur. En azından gecikir. Çünkü eleştiri olmazsa yanlışlar da doğru sanılır. Bu çerçevede 1. Yaşlı ve özürlü hizmetleri genel md. yardımcısı tekerlekli sandalye kullanan bir engelli abimiz. İkincisi de uygulayıcıların sakatlar tarafından eğitilmesi önerisi. Bakınız değil sakatlar isterseniz uzaylılar tarafından eğitiniz yine de bir şey değişmez. Bu duyarlılıkla alakalı bir durum. Bu duyarlılık sadece eğitimle değil, hukuki yaptırımlarla kazandırılır. Örneğin; görevini şu şekilde yapmayan personel şu kadar ceza öder derseniz ve bu yaptırımı uygulamaya koyarsanız o zaman yanlış yapmamak için o uğraşır. Ben o günlerin yakın olduğunu hissedenlerdenim.

PTT de engelli memur arkadaş var. Engellilerin en çok şikayeti de ondan. Bizimle ilgilenmiyor diye. Demek ki, çözüm sizin düşündüğünüz gibi değil. Sorumluluk kültürü ve hukuki yaptırımlar gerekir.
 
Genel olarak örgütlü bir yapıyı benimseyememiş bir halkın ortaya çıkaracağı bir eylem planı da çok zor gelişir ve büyür. STK'lar sorunlarıyla ilgilendikleri kitlelerin anlaşılması için değil, ortada olan ve anlatılması gereken sorunların her türlü iletişim kaynağını sağlamalı ve geliştirici ve birleştirici olmalıdır. Bu konuda belki hepimizi kusurlu olabiliriz. Lakin, böyle sorunlarda karşılıklı oturup anlayışlı bir zemine oturtmak STK'ların en büyük işi olmalıdır. Yani Devlet-Birey dengesini sağlamaya yönük bir gelişim göstermeli, ve birey devlet karşısında her zaman bu adımı önden atmalıdır.
 
Üst Alt