Kör bir insana “herşeyi o kadar iyi yapıyorsun ki kör olduğunu unutuyorum, senin herkesten farksız olduğunu düşünüyorum” demekle, gerçekten iltifat mı edilmiş olur? Diyelim, bir Amerikalı Fransa’ya gitsin ve orada biri ona şöyle desin: “Herşeyi o kadar iyi yapıyorsun ki Amerikalı olduğunu unutuyorum, senin herkes gibi olduğunu düşünüyorum.” Bu bir iltifat olur muydu? Tabii ki, görmeyen kişinin sürekli tetikte beklemesi, her an sinirlenmeye ya da üzülmeye hazır olması gerekmez; incelikli davranıp söyleneni kastedildiği şekliyle alması, yani iltifat olarak kabul etmesi, ancak bunun gerçekte iltifat olmadığının da farkında olması gerekir. Bu ifadenin gerçek anlamı şudur: “Görmeyen insanlar için aşağı seviyede ve sınırlı olmak, diğer insanlardan farklı ve çok daha güçsüz olmak normaldir. Tabii ki, sen hâlâ görmeyen bir insansın ve hâlâ benden çok daha fazla sınırlısın, ama bunu o kadar iyi telafi etmişsin ki, benden daha aşağı bir seviyede olduğunu nerdeyse unutuyorum”.
Körlükle ilgili toplumsal tavırlar her alana yayılmıştır. Bunlar yalnızca görenleri değil, körleri de etkileyen tavırlardır. Bu, yüzleşmemiz gereken en can sıkıcı sorunlardan biridir. Körlere dair yaygın kanılar çoğunlukla körler tarafından da benimsenir. Körler, kendilerine diğerlerinin baktıkları pencereden bakma eğilimindedirler. Çoğu zaman sınırlılıklarına ilişkin yaygın görüşü kabul ederek bu sınırlılıkların gerçeğe dönüşmesine hizmet ederler.
Yıllar önce, o zamanlar genç bir sosyoloji öğretmeni olan, ve şimdi Amerika Yahudi Braille Enstitüsü’nün başında bulunan Dr. Jacob Freid, ilginç bir deney yapar. Çalıştığı üniversitede, fotoğraf tanımlama konusunda zenci ve beyaz öğrencilere bir test uygular. Fotoğraflardan birinde, resimler, heykeller ve çiçeklerle güzel bir şekilde dekore edilmiş bir oturma odasında oturan zenci bir kadın vardır. Kendilerinden fotoğraftaki kadını tanımlamaları istenen öğrenciler, kadının temizlikçi, hizmetçi, aşçı, çamaşırcı, ev işlerine bakan yardımcı kadın, ya da dadı olduğunu söylerler. Bu testte önemli bir veri sunan şey, zenci öğrencilerin beyaz öğrencilerle aynı tanımlamaları yapmış olmalarıdır. Fotoğraftaki kişi, zamanının en tanınmış zenci kadını olan Mary McLeod Bethune’dur. Bu kişi Bethune-Cookman Üniversitesi’nin kurucusu ve rektörüdür; Franklin D. Roosevelt’in başkanlık döneminde çok yüksek bir mevkide çalışmıştır; yüksek eğitim dünyasının en parlak ve prestijli isimlerinden biridir. Bu örnek bize eğitimin de, doğa gibi, boşluklara tahammülsüz olduğunu, azınlık grubundan olan insanların, kendileriyle ilgili doğru ve tam bilgiye sahip olmadıkları durumlarda, yanlış ve adaletsiz olsa bile çoğunluk grubunun şablonlarını kabullendiklerini gösteriyor. Sivil haklarla ilgili büyük tartışmaların ve protestoların yaşandığı günümüzde bile, eminim ki birçok zenci bu fotoğrafı yine geleneksel şablonlarla tanımlayacaktır.