Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Baben

Aktif Üye
Üyelik
3 Eyl 2005
Konular
23
Mesajlar
1,613
Reaksiyonlar
0
Fazıl Hüsnü Dağlarca, Gediz'de yaşanan facianın acısını duyunca ''Devrim'' gazetesinde “Deprem Türküsü” adlı bir şiir yazmış, ama başına şu notu koyarak: ''Yine deprem yine binlerce ölü yaralı. Yine içeriden dışarıdan büyük yardımlar. Yine soygun. Yine çürük yapı konusu. Yine doymaz milyarderleri kokmuş yönetimin...''
Dağlarca'nın bu unutulmaz şiirini bir kez daha sağır sultanlara duyursak mı?

DEPREM TÜRKÜSÜ

Sana ağlamak için
Göz büyümeli
Kara teller kopmuştur
Geleceklere doğru
Saz büyümeli

Yangından arta kalan
Köz büyümeli
Devrimin yollarında
Oğul uzamalı, hey kız büyümeli

Basa basa yürüyerek
İz büyümeli
Soğurken aç ölüler
Kuru ekmek bağrında
Tuz büyümeli.

Bu yastan eylem, bilinç
Hız büyümeli
Yetmedi mi sustuğun
Artık al bayraklarla
Söz büyümeli...
 
MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI

Yediyordu Elif kağnısını
Kara geceden geceden
Sanki elif elif uzuyordu inceliyordu
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar
İnliyordu dağın ardı yasla
Herbir heceden heceden

Mustafa Kemal'in Kağnısı derdi kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifcik
Nam salmıştı asker içinde
Bu kez herkesten evvel almıştı yükünü
Doğrulmuştu yola, önceden önceden

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar
Kocabaş çok ihtiyardı çok zayıftı
Mahzundu bütün Sarıkız, yanısıra
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafiftiler, inceden inceden

İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi daim
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti
Niceden niceden

Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu.
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha! dedi, gitmez.
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gıcır gıcır
Nasıl durur Mustafa Kemal'in Kağnısı
Kahroldu Elifcik, düşünceden düşünceden

Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer, götürür ana çocuk mermisini askerciğin
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım
Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır
Düşerim gerilere iyceden iyceden

Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep
Kalır mı Mustafa Kemal'in Kağnısı bacım
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifcik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden.

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
Türk Edebiyatının en önemli isimlerinden Fazıl Hüsnü Dağlarca, bugün (15 Ekim 2008) hayata veda etti.

Yukarıda Baben Ağabeyin yazdığı "Mustafa Kemal'in Kağnısı" şiirinin benim için çok farklı anlamı vardı. İlkokulda her resmi bayram töreninde bu şiiri ben okurdum...

Allah rahmet eylesin...
 
Evet, asırlık bir çınar daha devrildi. :(

Toprağı bol olsun..
 
YALNIZLIĞIM

Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığım
Yalnızlığım, ruhumda uzak bir ses gibidir
Her sabah ufuklardan mavi şarkılar gelir
Ve her sabah ürperir içimde yalnızlığım

Güneşim aydan sarı, yarınım dünden zorsa
Sarsın artık ömrümü tunç kandillerin isi
Üşüyen ellerimden tutmalıydı birisi
Eğer benim gözlerim onları görmüyorsa

Bir camın arkasında açılıyor güllerim
Havuzum pırıl pırıl... yıkar bakışlarımı
İşler temiz ziyalar suya nakışlarımı
Ruhumun dünyasından eser tahayyüllerim

Rüya rüzgarlarında bir yaprak yalnızlığım
Düşüncem bir neydir ki ürperir perde perde
Belki bu mısralarım esecek gönüllerde
Fakat herkese uzak kalacak, yalnızlığım

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
MAVİ

Ağaç taşı anlamaz
Gökyüzü MAVİ iken

Ağaç susuzluğu anlamaz
Gökyüzü MAVİ iken

Ben seni
Çok sevdiğimi anlarım
Gökyüzü MAVİ iken

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
SİVASLI KARINCA

Koca Kızılırmak köpüre köpüre
Akıyordu,
Bir telgraf direği dibinde,
Zamanlar kadar telaşsız ve köpüksüz,
Yürüyordu,
Sivaslı bir karınca.

Karşı kıyıdan parlak,
Kişniyordu,
Atlar doru doru,
Atların şarkısından ayrılmış,
Yürüyordu,
Atların mesafesini anlamaz.

Sesi, adımlarının sesi, memnun ve bahtiyar,
Duyuluyordu,
Kahraman.
Bir açlığın ayaklarınca aziz,
Yürüyordu
Yeryüzünden.

Rahat gidişinden belli,
Biliyordu,
Dağı, suyu, otları, lezzetle.
Başka karıncalardan kopmuş,
Yürüyordu,
Başka karıncalara.

Gayretle, çalışmakla, yorulmazlıkla,
Benziyordu,
Afrika'dakine, Çin'dekine, Paris'tekine,
Kara toprağın alnı üstünde, kara,
Yürüyordu,
Alın yazısından daha hür.

Yoktu fikirlerden, davalardan haberi,
Yürümüyordu,
Rüyası hiç.
Buğday tanesi üzre,
Yürüyordu,
Sivaslı bir karınca.

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

----------

ÇOCUK KUŞ

Bir kuştu,
Allı allı bir kuş.
Her tüyüne bir çiçek bağladılar
Uçmadı o.
Bir kuştu,
Mavili mavili bir kuş.
Her tüyüne bir boncuk bağladılar
Uçmadı o.
Bir kuştu,
Yeşilli yeşilli bir kuş.
Her tüyüne bir çocuk kordelası bağladılar
Uçtu o.

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
ASU

Suçu büyüktü Âsû'nun göklerecek
Taş atmıştı güneşe doğru
Bilinmeyen türküsünde
Bilinmeyen çağından

Açtı uykusuzdu sayrıydı
Dolmuştu şeytanların soluğu derisine
Kötü bir ışık
Ve mavilikte duruşu çarpık ağaçların

Sövmüş Tanrısına sövmüş
Âsû Âsû
Yakılacak yakılacak
Âsû Âsû

Doymuşlar bir ilk zaman içinde
Ki sürer sıcaklığı karın karın
Kartalla doymuşlar yılanla doymuşlar
Doymuşlar yellerle yıldızla yalazla

Var olmanın yeğnikliği alna çizilmiş
Kötü ruhlar uyusun türlü boyalar içre
Ve ta masallara uzanır
Dudakların kızıl süsleri

Ağaç, davulların seslerinden
Âsû Âsû
Yeşiller allar sarılar
Âsû Âsû

Halay çeker korku
Uzak kuşakların acısına karışık
Yontulmuş taşlarda susar
Güçsüz yumuşaklığı etin

Büyünün kara kanını üfler boynuzlara
Toprakta kök
Açık bir esrikliktir apaçık bir uykudan
Ve avın kurtuluşu işte

Kişinin gücü Tanrının büyüklüğüne
Âsû Âsû
Yankılanır dağdan dağa insandan insana
Âsû Âsû

Devrilmiş gözleri ak
Patlamış ürküden göğsü
Bütün oba ateş bütün oba ölüm
Bütün oba çırılçıplak

Açlığı uykusuzluğu sayrılığı tükenmez ama
Düşer elleri
Yaşaması parlamaz ama Âsû'nun
Ölüsü parlar

Aydınlık yitiverir yeryüzü yalnızlığından
Âsû Âsû
Seni senin karanlığın sever ancak
Âsû Âsû

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
Korkuyorum anneciğim, nerde ellerin
Bu gecelerden ki kalbe aşina
Havalarda büyük misafirlikler dolaşıyor
Korkuyorum değerken karanlığın hayatına

Korkuyorum anneciğim, nerde ellerin
Bu adamlar ki çalışmakta
Sabahın temiz şarkıları
Yükselmiş bayraklar uzakta

Korkuyorum anneciğim ellerin nerde
Okşa benim saçlarımı rüyaya bedel
garip ninnilerle uyut beni
Korkuyorum yaşamaktan ki, çok güzel

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
DAHA US

Taş atar aylara günlere gezegenlerden o
Avuçlarında en bağnaz inanış, soyunuk

Ver sen bir ölçek, bir ölçek daha, bin yıl ötesinden
Aç gömüleri Dara'nin soyunuk

Emmez ki bebe, dolmaz ki bebenin annesi
Nice emse emdirse, anlam soyunuk

Bir kurt ulumaz, ama kılları delice büyür
Bakımsız ormanlara, mağaralara, soyunuk

Yetmiyor, yetmiyor bana bu yeryüzü yalnızlığı
Burda bütün sevdiklerim soyunuk

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
KARANLIK YAPI

Vurmuş dağlara dağlara ışığı
Belli olmuş uzağı yitmişliğinden
Düşünür bizi
Gece aşağıda

Üstlerden büyür samanyolu
Bir sevgiye benzer
Başka bir sevgiye benzerken
Gece aşağıda

Bağışlar öldürmüşü
Çalanı yalan söyleyeni kaçanı
Toprağa çiğ düşmeden
Gece aşağıda

Bir eski savaş alanında korkunç
Bir ayrılıkta upuzun
Neler soyunur neler
Gece aşağıda

Nice yorgun olursa olsun yercek
Yükünden yeşilinden
Uyutur böceği otu
Gece aşağıda

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
Yarı Aydınlıklar ki sahipsiz
...
Yarı Aydınlıklar ki sahipsiz
ve mavi serçeler sabahtan erken
Çocuğum şarkı söyle sokaklarda
sesin güzelliğini kaybetmeden

kapılar açılır ardına kadar
kuşlar uçar hatıralar içinden
çocuğum bol bol masal dinle
henüz inanırken

en uzak gemileri korsanların
seyretmek yıldızların silinmesini
çocuğum sor neden akşam oluyor
ayıplamaz kimse seni

bazı sahillerin serinliği
ve unutulmayan ilk demet
çocuğum sana yalvarıyorum
ellerin çirkinleşmeden dua et

ölü
kabrimi gösteren taş parçasından
yıllarla silinmiş olsa da adım
bir zaman, ey yolcu, ben de yaşadım
çılgın heveslerim vardı benim de
benim de ra'şeler (ürpertiler) gezdi tenimde
alnımda bahtımın kırılmaz tacı
ben de ey yolcu, şen, yahut kavgacı
adımlarla gezdim hayat yolunu
ve bir avuç toprak oldum en sonu

Fazıl Hüsnü Dağlarca
 
GEÇEN ŞEY

Kocaman yıldızlar altında ufacık dünyamız
Ve minnacık bir ''hane''
Kokar kır çiçekleri gün ağarmadan
Anısız, uykusuz
Kokar nane

Ta öncelerden beri mestolmuş herkes
Bir bakıma her şey ''mestane''
Hayal edilir nazlı yar yönlerden
Aşk ile kuşlar süzülür
Değişir gökler şahane

Farkında değil gönül
Sanki hepten divan
İçimizden, dışımızdan
Geçer vakit
Zalim, zalimane

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
DÖRT YAPRAKLI YONCA

Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse
Oynamamız bundandır
Kara toprakla binlerce yıl

Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse
Bundandır sevmemiz
kiraz ağaçlarını

Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse
Kardeşliğimiz bundandır
Mavi sularla binlerce yıl

Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse
Bundandır inanmamamız
Kocaman bombalara

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
SULAR BİZDEN AKILLIDIR

Sular bizden akıllıdır, daha evvel görür akşamı
İner havadan önce, karanlığa
Büyük bir balık gibi ortadan silinir
Kaçışırken hayvanlar dağa

Sular bizden akıllıdır, memnun olur
Sadece ağaçlardan
Başka insanlardan değil
Bizi yalniz bırakan

Sular bizden akıllıdır, uyumaz
Açar maviliğe, iri gözlerini
Ve bekler bir ölüm sırrı içinde
Kendi hayatının yerini



FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
NEREYE ?

Nereye sevdiğin benim, inandığım nereye
Rüyaların yarasalar gibi uçuştuğu geceler içinden
Dalgınlığımla hareketlerini seçemiyorum
Varlığının altın kafiyesini arıyorken ben

Hangi dünyaları dolaştıktı bilmiyorum
O nasıl bir adaydı, nasıl bir deniz
Gök, bir söğüt dalı gibi eğilmişti sulara doğru
Ve eğilmiştik o dal gibi hayata doğru ikimiz

Kim ellerini alnımda gezdirirken o ten, ses ile
Bana kalbin musikisini verecek, haberi olmadan
Geceyi avuçlarımda siyah bir gül gibi duyuyorum
Ve sen misin bilmiyorum bu gülü bırakan

Nereye, ey göz yaşlarımın sıcaklığı
Ki başka birisi yok beni duyan
Rüyalar nereye gidiyor, anlamıyorum
Ve sen nereye gidiyorsun, hatıralardan

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
BU ELLER MİYDİ

Bu eller miydi masallar arasından
Rüyalara uzattığım bu eller miydi
Arzu dolu, yaşamak dolu
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan

Bilyaların aydınlık dünyacıkları
Bu eller miydi hayatı o dünyaların
Altın bir oyun gibi eserdi
Altın tüylerinden mevsimin rüzgarı

Topraktan evler yapan bu eller miydi
Ki şimdi değmekte toprak olan evlere
El işi vazifelerin önünde
Tırnaklarını yiyerek düşünmek ne iyiydi

Kaybolmuş o çizgilerden
Falcının saadet dedikleri
O köylü çakısının kestiği yer
Söğüt dallarından düdük yaparken

Bu eller miydi kesen mavi serçeyi
Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık
Yorganın altına saklanarak
Bu eller miydi sevmeyen geceyi

Ayrılmış sevgili oyuncaklardan
Kırmış küçücük şişelerini
Ve her şeyden ve her şeyden sonra
Bu eller miydi Allah'a açılan


FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
ÇANAKKALEDE ÖLÜM

Sen ölüm
Evlerde pissin ama
Dağlarda iğrençsin

Sen ölüm
Birinin adı silinir de
Adın geçer ancak

Sen ölüm
Eli tutmaz olur da, gözü görmez olur da
Tutarsın, görürsün oralarda ancak

Sen ölüm
Ülkelerde kötüsün ya
Ülkelerarası daha çirkinsin

Sen ölüm
Sayrılıklardan sonra gelirsin peki
Şu dev gibi, şu dipdiri gençlerle işin nedir

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
 
Zaman Parıltısı

Karanlıklarda, gündüzlerin arkasındayım
Bitmiş ikinci dünya savaşı, uğursuz ve kahraman
Uzakta esir uluslar türkü söyler
Türklüğümün farkındayım

..........
..........

Fazıl Hüsnü Dağlarca
 
Çirkin

Çirkin, yavrum, dudaklarındaki kızıllık
Kansız doğaya karşı
Uyurken memleket ve evren uzaktan
Uyurken bir hücre, hücreler içinde
Eksi

Çirkin, bu satışlar
Yüzde yirmi, yüzde otuz
Geçer anların tadı içerden
Anılar ve sevgiler, çarşılar üstünde, uçar
Yeniden var oluruz

Sürünür ovalar yaslı ve boşuna
Çirkin şimdi, yükselmiş güzellik
Ve kaçar yasamanın ölçülerinde; yeni, uzun
Bir avuçluk, bütün dokunduklarımız
Bir ellik

Okulumuz, bahçelere, hesaplara dönmüş
Çirkin
Sonsuz ormanlığı rahatlığın, yüce uzamışlığı erdemliliğin
Dağlarda ve sokaklarda
Tedirgin

..........
..........
Fazıl Hüsnü Dağlarca
 
Bitmez Sessizlik

Ben sizin kardeşinizim ha peki söyleyebilirsiniz
Nasıl evlendiğinizi
Nasıl sevmediğinizi bir gece
Peki söyleyebilirsiniz

Sonra daha eskiden o resmin günlerinde
Anneniz henüz çıldırmamıştı
Saçlarınız altın gibiydi ak omuzlarınıza değerken
..........
..........

Fazıl Hüsnü Dağlarca
 
Üst Alt