Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Hadi Çaman'ın yüreği, senaryosunu yazamadığı ALS oyununa dayanmadı [Yaşam]

alperstein

Üye
Üyelik
5 Şub 2006
Konular
15
Mesajlar
183
Reaksiyonlar
0
O, rüzgar gibi aceleyle esip gitmeyi tercih etti.

Ölüm, gideni kurtarır ve kalana acı verir. Ama...

Hadi Çaman, her kuşağın farklı tanıdığı, ancak tiyatronun hep aynı bildiği bir kimlik. Gazeteler, bir sanatçının hayata vedasını, her zamanki alışılmış üslûplarıyla yazdılar. Matem ve hüzün dolu satırlar arasında 65 yıl, üç beş dost, bir oğul bir torun ve bir Candaş’ı vardı. Bir de üç harfli bir hastalık ismi sanki sinsice gizlemişti kendisini satırlar arasına: ALS

Tiyatro için mücadelesinde her yolu deneyen ve sonunda geçtiği her dekorun üzerinde kulislerin tozlu kokusunu bırakan rüzgar adam, sonu ALS ile bitecek bir oyunun içinde doğaçlamaları ile yaşatıyordu kendi hayatının senaryosunu.

Hadi Çaman'ı tanımıyorum, hiç karşılaşmadım ve ne yazık ki onu sahnede görmek şansım da olmadı. Ama onu tanıyor gibiyim. Hele son iki yılında yaşadıklarını, hissettiklerini, korkularını, kaygılarını, pişmanlıklarını, yarım kalan planları yüzünden nasıl bir üzüntü yaşadığını, çaresizliğini biliyorum. Neden ben? Neden şimdi? Neden? Sonu gelmeyen ve cevabı asla bilinemeyecek sorular sorduğunu çok iyi biliyorum. Bir kalemi bile tutamayacak kadar güçsüzleşen eline ağlayarak bakan bir yazarın neler hissettiğini, nasıl bir öfke yaşadığını çok iyi biliyorum. Onbinlerce replik söylemiş, en ince duygu nüanslarını ustaca kelimelere ses olarak yüklemiş ve seyircisine yaşatmış bir oyuncunun, dili peltekleştiğinde, bırakın replik söylemeyi, konuştuğunun bile zor anlaşılmasına neden olan bir hastalık karşısında nasıl bir çaresizlik yaşadığını çok iyi biliyorum.

Biliyorum derken, onun, benim bildiğimden kat kat fazlasını yaşamış olabileceğini de biliyorum. Çünkü o bir sanatçıydı; sanatçıların acıları da yoğun olur. Tiyatro, insanlığın aynası ise, oyunculuk, tam da acının acı, sevincin sevinç olduğu yerdedir.

Hiç tanımadığım, hiç karşılaşmadığım bir insan hakkında nasıl bu kadar çok şey bilebilirim?

ALS (Amiyotrofik Lateral Skleroz), diğer adıyla Motor Nöron Hastalığı, toplumda yüzbinde iki-üç kişide görülüyor. Genellikle 50 yaşından sonra ortaya çıkan, nörodejeneratif hastalıklar grubundan nedeni bilinmeyen bir hastalık. Hareket sistemini etkileyen ve sonunda tüm vücuttaki istemli hareketlerin durmasına yol açan ölümcül bir hastalık. Solunum kaslarının da durması sonucunda ölüm gerçekleşiyor. Ortalama yaşam süresi 3-5 yıl. ALS de beyinsel, bilişsel, zeka işlevleri ve duyu sistemi sağlam kalıyor. İyi bir tıbbi bakım ve solunum cihazı desteği verilebilirse yaşam süresi ve kalitesi arttırılabiliyor. Amerika'da ünlü bir baseball oyuncusu olan Lou Gehrig adı ile anılıyor. Ingiltere'de ise Motor Nöron Hastalığı olarak biliniyor. Ünlü Ingiliz astrofizikçisi Stephen Hawking, 43 yıldır bu hastalıkla birlikte yaşıyor. Hawking aynı zamanda en uzun yaşayanlar listesinde en başta yer alıyor. Tarihte ALS hastası olduğunu bildiğimiz birçok ünlü var. Mao Zedung, David Nieven, Charles Mingus, Lou Gehrig bunlardan bazıları. Ülkemizde, Sedat Balkanlı hastalığı olarak biliniyor. Suna Kıraç, Ismail Gökçek, Yıldıray Çınar, ALS hastalığı ile mücadele eden tanıdık isimler.

Peki tüm bunları neden yazıyorum?

19 yıldır ALS hastalığı ile mücadele eden bir hasta ve aynı zamanda bir hekim olarak, ALS hastalığı ve hastaları hakkında çok şey öğrendim. Bugüne dek öğrendiklerim, hem kendi deneyimlerim hem de aynı hastalığı yaşayanlarla kurduğumuz iletişim sonucunda elde ettiklerimden ibaret. Kuşkusuz hastalık konusunda yazılmış onlarca kitap ve her yıl yayınlanan yüzlerce makale de var bu bilgilerin temelinde.

19 yıllık bir ALS hastasıyım ve solunum cihazına bağlı olarak yaşıyorum. Yatağa, tekerlekli sandalyeye ve başkalarının bakımına tam olarak bağımlıyım. Bu yazıyı özel bir bilgisayar programı yardımı ile yazıyorum.

Yine bir ALS hastası ve bir hekim olarak Türkiye’de ALS hastalığının günümüzdeki durumuna bugüne dek edindiğim bilgiler ışığında baktığımda, şunları düşünmeden yapamıyorum:

Dünyada ALS hastalığı, Dünya sağlık örgütü (WHO) tarafından öksüz hastalıklar (orphan disease) grubundan (1/10000 den daha seyrek görülen hastalıklar) kabul ediliyor. Ülkemizde ise bu hastalıkla ilgili ciddi bir istatistik bile henüz yok.

ALS hastalarının Nöroloji bilimdalı tarafından tetkik ve tedavi edileceği belirlenmiş olsa da pratikte durum böyle değil. Çünkü aslında bir nörolojik hastalık olan ALS, hastalığının ilerleyen aşamalarında, kulak burun boğaz, göğüs hastalıkları, genel cerrahi, anestezi, fizik tedavi – rehabilitasyon bilim dallarını da ilgilendiren ciddi problemler görülüyor. Hasta genellikle ortada kalıyor.

Hastanelerde yoğun bakım koşullarında bakılması gerekiyor ancak yatak kısıtlılığı nedeniyle evlerine gönderilen hastaların yakınları, evde aynı koşulları oluşturamıyor. En önemli ölüm nedenlerinden biri, bilinçsiz hasta bakımı.

Sağlık sistemimizde evde bakım konusu henüz açıklığa kavuşmuş değil. Bu nedenle hastalar herhangi bir tıbbi bilgisi olmayan bakıcıların elinde kalıyor. Bu hizmetin karşılığı kişisel pazarlıkla belirleniyor.

Sosyal güvenlik kurumu tarafından karşılanmayan, kağıt üzerinde ödemesi yapılacağı görünen ama uygulamaya dönüşemeyen veya çok geç hastaya ulaşan yaşamsal tıbbi cihazların eksikliği nedeniyle hastalar yaşamlarını kaybediyor.

Tüm hareketlerini kaybetmiş, solunum cihazına bağlı yaşayan hastaların hastaneden tıbbi bakım, fizik tedavi, psikolojik destek gibi hizmetleri alması imkansız. Çünkü bu durumdaki hastaların hastaneye taşınması neredeyse olanaksız.

ALS hastalarının beyinsel, bilişsel, zeka işlevleri ve duyu sistemi normal olduğu için hastalar içinde bulundukları koşulları, iletişimsizliğin verdiği çaresizliği, başkasına ve yatağa bağımlı olmanın fiziksel ve ruhsal travmasını son ana kadar yaşıyorlar. Bu nedenle solunum kaslarının tutulumu döneneminde trakeotomi denilen işlemi ve solunum cihazı desteğini reddederek bir çeşit ötenazi seçimi yapıyorlar. Ülkemizde resmi olarak ötenazi uygulaması yok.

ALS hastalarının kişisel profillerinin benzerlik gösterdiğini biliyorum. ALS hastalığı, duygusal, zeki, kırılgan, başarılı, mükemmeliyetçi ve mesleklerinde başarılı insanlarda görülüyor. İşte tüm bu nedenlerden dolayı Hadi Çaman ustayı tanıyorum.
Biliyorum ki o, pasif ötenazi yolunu seçti.
Biliyorum ki o, yaşatılabilirdi.
Biliyorum ki o, sadece tek parmağı ile kendi oyununun son perdesini farklı bir son ile kapatabilirdi.
Olmadı... Senaryosunu kendi yazamadığı bu oyuna yüreği dayanmadı.
Dostları ona rüzgar adam diyorlardı. O da, rüzgar gibi aceleyle esip gitmeyi tercih etti.

Dr Alper Kaya
24 Eylül 2008
 
doktor bey,gerçekten çok üzücü ama hangisi diyeceksiniz?

bir tiyatrocunun ölümü(haberim yoktu,burda sizden duydum)
bu hastalık (hiç duymamıştım)
ülkemizde bu hastlık hakkında araştırma,istatistik yapılmaması,hastanede ve evde bakım konusunda düzenleme olmaması,"yetim" muamelesinin görülmesi(!)
ülkemizde bilinen yaygın hastalıklara kaç kişinin yakalandığı,bu insanların hangi koşulda yaşadıgı konusunun düşünülmemesinin ve "sakat maaşını veriyoruz ya.." gibi bir cevabın verilebileceği ihtimalinin olması
özürlü olmak,engelli,sakat olmak gibi cümlelerin artık açılması gerektiği ve kanunların en başta tedavisi yapılamayan hastalıgı olan insanları düşünmesi gerektiğinin sessiz isyanı....
yatalak,genetik hastalıgı olan ve bakıma muhtaç hastalara (sigortası olsun olmasın,mesleği olsun olmasın)çok farklı bir aylık bağlanması gerektiğinin anlaşılamaması,
bu durumların insanların aklına ancak ünlü biri hasta olunca (rock hudson-AIDS gibi) gelmesi ve mecliste konu olabilecek kadar acil olan bu meselelerin sessiz çığlık olarak ancak duyulduğunun tesbiti(tarafımdan)

yani,ne diyeyim.elimden ne gelir ve kimi kime şikayet edeyim.size geçmiş olsun diyorum.size ve bu tür hastalıgı olan herkese.hadi çaman vefat etti ama biliniyorki tiyatrocu istese de perdeyi kapatamaz,gönül işi bu.insanların gönlinde yaşar her sanatçı.
sizi anlıyorum,yazılarımı okumuşsanız anlarsınız gerçekten anladığımı(violatri ismiyle buralardayım)

aklı başına gelsin birilerinin diyorum,değişim için ölüm şart olmamalı.yaşarken görebilmeli, birşeylerin değiştiğini.kurban vermeden....
 
Yıllar önce Türkiye Sakatlar Derneği yararına düzenlenen bir oyun için gittiğim Hadi Çaman Tiyatrosu'nda görmüştüm Hadi Çaman'ı. Çok güzel insandı.. Sakatlara dair bir organizasyona evsahipliği yapmanın mutluluğunu yaşıyordu. Konuşmasında çok da duygusaldı... O zamanlar sebebini anlayamamıştım. Demek ki ALS hastası olmasının verdiği bir bilinç ve duygu haliydi. Keşke bilseydim, gidip sohbet etmek isterdim doğrusu...
Ve, keşke kalmayı tercih etseydi. Eminim tutunacak dal da bulurdu, başkalarına tutunacak dal da verebilirdi. Uğurlar olsun...
 
Sevgili Bülent,

Bu yüzden ulaşabileceğimiz herkese ulaşmalıyız. Denize tekrar atılan denizyıldızları misali...
Bu yüzden Engelliler.biz platformu çok önemli. Burayı bulduğum için ve yazabildiğim için mutluyum.
Sevgilerimle
Alper
 
hadi çaman

Ve, keşke kalmayı tercih etseydi. Eminim tutunacak dal da bulurdu, başkalarına tutunacak dal da verebilirdi. "

oturan boğanın bu cümlesini anlamadım.kalmayı tercih etmek? ne demek bu,yoksa.....???????????
 
Sevgili Ustam,
Biliyorum ki o, pasif ötenazi yolunu seçti.
Biliyorum ki o, yaşatılabilirdi.
Biliyorum ki o, sadece tek parmağı ile kendi oyununun son perdesini farklı bir son ile kapatabilirdi.
Olmadı... Senaryosunu kendi yazamadığı bu oyuna yüreği dayanmadı

Sevgili Oturan Boğa,
keşke kalmayı tercih etseydi. Eminim tutunacak dal da bulurdu, başkalarına tutunacak dal da verebilirdi.

Demişler.

Bu sözlerin üzerine başka ne denebilir ki... Nur içinde yatsın.

Tutunacak dalı olmak da, tutunacak dal verebileceğini hissetmek de insanı hayata bağlıyor. Ben bu site sayesinde Usta'mı ve bir sürü güzel insanı tanıdım, her şartta yapılabilecek birşeyler olduğunu daha fazla hissettim.
 
Bana yakışıcak mı bu sözler çok tarttım..Çok düşündüm..Ama söylemezsem kendime saygımı yitireceğimi bildiğimden söylemek
zorundayım..Defalarca anlatmaya çalıştım aslında gizli kapaklı; Hayata tutanacağım diye insanın kendisini aşağılaması
gerekmediğine inandım ben hep..İlla yaşama isteği, ne olursa olsun yaşamalıyım düşüncesi, bazen insanın kendini inkara
kadar varabilir..Kendini inkar varsa sonuçta, tüm değerlerini insan ''bi yaşam uğruna satarsa'' sorarım size neyi
yaşayacak kalam ömründe..Sevdiğim Can Baba derki Deniz'imin ardından;''Acıyorsam sana çocuk, anam avradım olsun''..

Güle güle Hadi abi..Bi ışıktın, hepimiz gibi..Kendi düğmeni kendin kapattın..Bize düşen önünde saygıyla eğilmek..
 
Hayatına son vermek kararı çok kişiseldir. Ve giden için "kolaydır" ama kalan için çok zordur.. Hüzünlü bir "keşke kalsaydı" sözü dökülebiliyor insanın dudaklarından, o kadar...
 
h.çaman

arkadaşlar siz nereden biliyorsunuz hadi çamanın kendi eliyle fişini çektiğini yada sizin tabirinizle,düğmeye bastıgını?yani nerden ne duydunuz,gazete,internet solunum yetmezliği filan yazdı.tamam her zaman ayrıntılar yazılmaz,gercekler kapatılır ama inanın merak etiim:

sadece tahmin ediyorsanız,tahmin oldugunu belirtin.herhalde bunu ancak başında duran bilir,başında biri durduysa....

pasif ötenazi,ötenazi? bunu kanıtlamanız gerekir zira kendisi artık yok,hoş değil emin değilseniz byle konusmak...

bence o durumda olsak biz ne yaparız bilmem,uzaktan konusurum.kolaydır."ingiliz hasta" filmini izlerken de bunu düşünmüştüm eskiden.çok zor,kimseye vermesin desemde veriliyor....
 
"Ne olursa olsun yaşamalıyım" isteği, tüm değerlerimizi satmamızı gerektirmiyor kuyucak. Hayata tutunma isteği değil; kurtulma, çekip gitme, son verme isteği olmasın bizi aşağılayan?
Bana sorarsanız, insan yaşama isteğini yitirdiğinde, bitsin artık dediğinde inkar etmiş olur kendisini ve doğasını. Ne olursa olsun, her şeye rağmen, verilmiş yaşam hakkını onurluca, dibine kadar kullanmak düşer bedenlerimize. Aksi, doğamıza aykırı değil midir zaten? O yüzden şaşırmaz mıyız, acımaz mıyız tutundukları tüm dalları kendi kendilerine kesenlere?
Ve Violatri, "pasif ötenazi", Hadi Çaman'ın kendi eliyle fişini çekmesi anlamına gelmiyor. Biraz daha irdeleyin bu sözcüklerle anlatılmak isteneni
 
irdelemeyi bırakın simdi.ben cok basit bir soru sordum.adam vakti gelmiş ölmüş diyelim,yani pasif ötenazi,biliyorum ne demek istiyorsunuz ama ne yapıyoruz?

ölen birinin yaşadıgı acılar hakkında konusuyoruz,felsefe yapacağız nerdeyse.
kendi eliyle dediler.ne anlayayım bundan,basit açıklanmalı.
tedavi oldu ve öldü.baska?saklamadı,bilenler çok.hastaneye de gitti.iyi de olmak istiyordu.

her insan doğar yaşar ve ölür,acılarını anlayamayız o son anı ancak yaşamak lazım.
neyse ya,ben yaşayanlara bakayım.
ölenleri allaha bıraktım.
 
Sevgili Violatri,
“Söylem Çözümlemesi” konusunda eğitim görmüş ve hatta lisans üstü uzman diplomasına sahip bir dilbilimciyim. Bu başlığı açan sayın alperstein’in yazdıklarına bir bakın, bir de konuyu sizin algılayışınıza ve getirdiğiniz noktaya bakın. alperstein’in yazdıklarından benim anladığım şey: “sağlık ve sosyal güvenlik sistemimizin içler acısı halini irdelemek” olarak özetlenebilir. Doğru anladığıma da hiç şüphem yok. O yazıda Hadi Çaman’ın intihar edip etmediği, ötenazi isteyip istemediği, kendi fişini çekip çekmediği sorgulanmıyor ki. Onu zamansız ölüme sürükleyen sistem eleştiriliyor. “Pasif ötenazi” ile anlatılmak isteneni irdelemenizi önerdiğimde niye saldırganlaştığınızı anlayamadım doğrusu.
 
Engelli kişilikleri diye açtığım bi başlığa şunları yazmıştım;

12- O bir VAZGEÇMİŞ, Engelli.. Dünyadaki her tür hakkından vazgeçmiştir… Tüm alacaklarından, oluşan ve
oluşacak tüm haklarından feragat etmiştir… Tüm borçlarını ödemiştir…O kendini yok sayar, insanlarında
onu görmesinden rahatsız olur… İnsanların onu rahatsız etmemesi için, hiçbir şeye sahip olmak istemez.
O kendinden vazgeçmiş, huzuru, rahatı, kendini yok saydırmakta bulmuştur. O içinde bulunduğu derinlikten
çıkarılmaya karşı müthiş dirençlidirler… Bu zorla tutunmaya, illa yaşamak duyusuna, iğrenç bir olay gibi
bakarlar… Ölmesi gereken ölmelidir… Yaşaması gerekende iyi yaşamalı. Kendi elleri ile bir sona hazır
olmadıklarından katlanırlar yaşama. Hele bir de felsefi derinlik varsa, mutlu oldukları bile söylenebilir…
Aç gözlülüğe bir isyandır… Yada vermenin, gerekirse bir hırka bir lokmaya düşecek kadar vermenin doruğudur…
Bak ben bunlara laf etmem, ettirmem de arkadaş.

Tıp insanlığa yararlımı zararlımıdır diye açtığım başlığa ise şunu yazmıştım;

Hey gidi Kara kanser hey...Kara topraklara giresin emi..Seni padişah yapan, insanı onursuz yaşama
el öptüren, olmayacak duaya amin dedirten, en yakınındaki insana ''ölsede kurtulsa'' diyecek
kadar insanı acıtan, çağdaş büyücüler varken, çok gözyaşı dökeriz biz yeğenlere sarılıp..

İnsanın bazen çıldırası gelen kesişmeleri vardır..Çağımızın ak büyücülerine yalvarırken biz, rahat
bırak artık onu diye..Bırak ''rahatça'' ölebilsin diye el pençe divan dururken biz, o ak büyücü de
çağdaş mabetini yapmaya çalışıyordu..O bilmiyordu fakat ortağı benim çocukluk arkadaşımdı..Bana da
haber verdiler ''sende gel, kapıda bilet kes'' diye ..

Gittim geldim epey yerlere..Bunlar ne olmuş biliyormusunuz a dostlar? Avcı bunlar,avcı..İnsan avcısı..
kurmuşlar kapanı..Düştün mü o kapana, ölmek bile kurtuluş..

Sevgili empatizan çok önceleri yazmıştım bunları..Bazen müdahale ediyormuş gibi yapmak, doğal olanı
yoldan çevirmeye çalışmak, dibine kadar gelinmiş yaşamı zorlamak olmuyormu? Burada bi seçenek bırakılmalı
bence insanlara..Yaşamak isteyenin ellerinden öpmek, saçlarını okşamak, ve lazım olan her tür maddi
desteği vermek insanlık onuru sayılmalıdır..Ve yaşamın karşı tarafına geçmek isteyenlere de aynı saygıyı
duymalı, ellerinden öpmeli, saçlarını okşamalı ve güle güle diyebilmeliyiz..Geride kalanların onu
özlemek adına, kendi bencillikleri ve Tıb'cıların para kazanma hırsına kurban edilmemeli bu soylu
düşünceler..
 
mesaj konusu

Tabiatta tüm canlılar gibi insanlarda bunun bir benzeri ama insandaki
varlığın tüm kıymetlı varlıkların mevcut olduğu için değerlerinden ayrılmak
çok zor olduğu için ölüm yorumları tabiki istenenden daha çok oluyor
acılar duygular çok ağır bastığından helede insanların üzerinde sevgi bırak
mışsa bunları unutmak tabiki çok zor ama olan bir gerçekvarki ölüm
gelmişse kurtuluşu yoktur ölmeyen kim dediğimgibi kabüllenmek zor
tarihler ölümle dolu ecel şerbetini herkes içecek tabi zamansız olunca
üzücü olanağı çok oluyor bizler sadece bıraktıklarıyla tatmin olmak zorundayız ben derimki ruhu şadolsun durağıda cennet olsun allah rahmet
etsin
 
ruhu şad olsun...
bir tiyatrocu olarak hikayesini tamamlamış anlaşılan.
insandan yana bir türküyle veda etmiş hayata.
sessiz mekanlarda anılmaya mahkum bir çığlıktan haberdar ederek...
als hastalığından tüm ülkeyi haberdar ederek.

artık insan bu çığlıktan "haberim olmadı" diyemeyecek.
öksüz bir hastalık olduğunu bilenler bu hastalığa ve hastalara uvey evlat muamelesi yapıldıgını da bilecekler.
ilgili birim ve şahıslar da utançlarıyla baş başa kalacaklar.(sürekli hatırlatılacak bu utanç onlara)

aslında ülkemizde saglık koşullarının elverişsizliği nedeniyle oyle sessizce gidişler oluyor ki...ölümü tercih etmekten başka şans verilmiyor kimseye oyle durumlarda...insan umudu, yuruyuşu, çabayı an geliyor bırakıyor. devletin istegiyle hem de! devlet ona sadece pasif otenaziyi oneriyor çünkü yaptıklarıyla.
devlet, bazı evlatlarına gitmeyi bile gereksiz buluyor. nasılsa üvey!

çığlık işitilmiyor bile! duymuyor devlet, duymuyor bütün kurumlarıyla!
ama hadi çaman bir çığlığı duyurdu bile!

bazen gitmek gerekir böyle!
sessiz mekanlarda işitilemeyen bir çığlığı duyurmak için...

ölüm bile bazen bir insanın hikayesine dahil olur boyle!
duyar ve dile gelir!
ölüm bile bu çığlığı duyar da "koşa koşa" gelir...
utanır!
ve son sahnede görev alır!
 
Aman allahım!!!!

"Seni anlıyorum sevgili dostum" demeyeceğim. Anlamaktan anladığımız buysa ben seni anlamamayı tercih ediyorum.

Seni anlamadım alper!!!!

Çok güzel bir yazı çıkartmışsın ve tam da bam teline basmışsın çoğu konunun. Ancak ben seni anlayamadığım için çok fazla yorumda bulunamayacağım.

Anlayamadıklarımla konuyu özetlemişsin zaten.

Anlayamadıklarımla içimde kocaman bir yumruk oluşturdun, düğümlendi sözcükler boğazımda dedim ki sadece "ah!!!!, nasıl bir şey bu yaşam,son derece anlamlı hale gelebilecekken, kendi ellerimizle yaratıyoruz anlamsızlığı"

Sonuçlar üzerinden yola çıkılabilir çoğunlukla. Sonuçları kabul yada ret ederiz. Ama ben burada senin anlatmaya çalışıp benim anlayamadığımla sonuçtan çok sonucu oluşturan gerçeklerle öylesine doluyum ki, seni anlamamaya devam ediyorum....
 
ALS hastalığında solunum yetmezliği beklenen bir gelişmedir. Bu öngörülen gelişme gerçekleşmeden önce önlem alınıp, solunum cihazı ile destekleme yapılabilir ve yaşam uzatılabilir. Bunu yapmamak (Hadi Çaman için böyle mi oldu bilemiyorum tabii, ama genel olarak söylüyorum) ölümü tercih etmektir.
Bu, tam anlamıyla "fişi çekmek" demek değildir; olsa olsa daha en baştan "fişin takılmasını" istememektir.
 
her forum konusunun başına gelen kaçınılmaz olarak bu konuya da uğradı.
bütünden çok, bütünün içinden bir parçaya odaklandık.
ben de bu odak noktasın bi huzme göndereyim.

açlık grevlerinde ,ölüm oruçlarında insanlık onuru için ölmek kutsanır.
bir japon bakan, adı yolsuzluğa karıştı diye onur gurur haysiyet adına harakiri yapar.
onu kutsayıp saygı duyarız. hatta bizim siyasilere dönüp
- baaaak gördün müüü deriz.analar ne evlatlar doğuruyor..!

kimse bu kişilere çıkıp aaaa ne kötüüü..! ne fenaaa...!
bak kuşlar kelebekler, börtü böcekler, kırda otlayan inekler ne güzel.
hayat güzel, yaşamak güzel demiyor, diyemiyor.
çünkü yaşamaktan daha güzel şey, onuruyla yaşamaktır.
onuruyla yaşamak nedir..?
işte zurnanın zırt dediği yer.
herkesin onurdan anladığı şey ya da onura yüklediği değerler farklı.

o sebeple ötenazi ya da fişi çekmek konusunda farklı görüşler ortaya çıkıyor.
ama işin bir de geride kalanlar kısmı var.
..yok onlar ölümün ardından yas tutacak olan ana, baba, gardaş vs değil.
çek fişi bitir işi diyenle aynı veya benzer durumda olanlar kastım.
örneğin bir gün alper hocamın “çekin fişi” dediğini öğrenen bu site üyeleri ne düşünür acaba?
üzüldük, yazık oldu, özlicez falan derler o ayrı konu.
o nerdeyse hepimizin engelini tek başına sırtlayabilen bi dostumuz. bence o bir anıt, abide.
şahsen onun direnci bana moral veriyor.
yafu adam o durumda bile yazıyo, çiziyo, müzik yapıyor, geziyor...en önemlisi gülebiliyor diyorum.
bana örnek oluyor, yaşama sarılıyorum. engelimle ilgili bir zorlukla karşılaşınca
alper hocamı hatırlamak beni rahatlatıyor...yalan yok.

başkaları da bana bakıp aynı motivasyonu kazanıyordur eminim.
ellerim çok güçsüz, sıcak yaz günlerinde bi gazozu açamayıp uzaktan baktığım çok oldu.
kolları bacağım kalınlığındaki bir paraplejinin bana bakıp elhamdülillah demesi kadar normal bi duygu olamaz.
belki de engellilerin bu dünyada var olma sebeplerinden biri de budur.
"beterin beteri var haline şükret dostum" olayı.
buna bi sürü ...izm den örneklemelerle karşı çıkılabilirse de lafı güzaf.
gerçek budur..
DEĞER YARGILARI KIYASLAMAYLA OLUŞUR.

bi gün karaköy’deki balık pazarında yanıma iki berduş geldi. saç sakal birbirine karışmış,
zilzurna sarhoşlar, sokakta yatıp kalktıkları belli. berbat kokuyorlar.
bana baktılar baktılar...sonra biri diğerine dönüp
"ulan bi de halimizden şikayet ediyoruz..bak adama yürüyemiyor" dedi.
ve o herif cebinden elma büyüklüğüne yakın kırmızı cins bi erik çıkarıp bana uzatmaz mı..!
mevsim kış. kimbilir hangi tezgahtan yürütüp meze olur diye cebine attı.
ya da satıcı başından def etmek için verdi.
eller simsiyah kir içinde, tırnaklar kazma gibi,
burnuma gelen kokmuş balık, çürük meyve alkol ve sidik karışımı keskin bi koku.
ama eriği uzatırken öyle sıcak bi acıma ve şefkat duygusuyla bakıyordu ki bana.
yoo teşekkür ederim istemem falan diyemedim. aldım .
yaralı bi yavru kediyi seven çocuk gibi gözlerimin içine ağlamaklı bakıyor..yememi bekliyor.
bi eşhedü çekip ısırdım. hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başlayınca uyandım.
birden acı çeker gibi yapıp yüzümü buruşturdum ve eriği tükürdüm.
yafu dişim ağrıdı, çürük var da. bunu sonra yiyeyim dedim.
garibim hemen empati yaptı. ağzını açıp gösterdi. hepsi çürüktü.
ben de dedi zeten yiyemedim.
daha sonra eriği inceledim üstünde iki diş izi vardı.
yanımdan uzaklaştıklarında benle karşılaşmadan önceki hallerinden daha mutluydular,
daha keyifliydiler.

ne güzel..!
hiç zahmetsizce ve sadece sakatlığımla iki garibi mutlu etmiştim.
ya da hikmetinden sual olmaz rabbim o iki garibi mutlu etmek için beni sakat bırakmıştı :wink:
 
Sevgili dostlar,

Konuya gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederim. Bu tür konuların her yönüyle tartışılabildiği bu forum bu nedenle ayrıca önemli. Bazen naçizane yazılarıma gelen cevaplar, beni konu üzerinde tekrar düşünmeye sevkediyor. Çünkü hiçbir insan bir konuyu tek başına tüm yönleri ile değerlendiremez.

Bir önceki yazımda insanın yüzdebeş kapasite ile nasıl yaşadığından sözetmiştim.

"Yüzdebeş
Aslında bu yazı, kısa bir hasar tesbit raporu olacaktı ama düşündüm de gerçekte büyük bir hasar yok. Hatta uzun zamandır ALS nin en keyifli dönemi olan plato dönemini yaşıyorum. Her ne kadar ufak tefek güç kayıplarım oluyorsa da vücuduma haksızlık etmek istemem.
Hekim arkadaşlarım bilirler; işgücü kaybı veya sakatlık oranı için rapor düzenlerken birden fazla sistemi tutan hastalıklarda meşhur Balthazar formülü kullanılır. Bu anlamda sakatlık oranımı merak edip hesapladım. % 95 sakat olarak kabul edilebilir. % 100 sakatlık nasıl bişey diye düşünürdüm sağlık kurulunda uzman olarak bulunduğum günlerde.. .
Demem o ki şu sıralar % 5 kapasite ile çalışan bir bedende bulunuyorum :)
Sizce de ilginç değil mi?
İnsan dediğimiz canlı, sadece %5 i çalışan bir sistemde yaşamını sürdürebiliyor. Bunun koşulu ise, yine insan olmanın getirdiği bir özellik olan "türünden destek almak" yoludur.
Ne gariptir ki insanoğlu, canlılar arasında kendi türünü hem vahşice öldürebilen, hatta muhtemelen kendi kendisini yeryüzünden defalarca yoketmiş bir canlı türü ve aynı zamanda kendinden olanı yaşatmak için gereğinde bir ömür verebilen bir canlı."


Yine aynı yazıda bir eleman aranıyor ilanına yer vermiştim.
"Aşağıdaki koşullarda bir iş için eleman aranıyor!
İnsan türünün biyolojik, fiziksel ve ruhsal dayanma ve hayatta kalma sınırlarının test edilmesi amacıyla yürütülmekte olan bir proje için gönüllüler (*) aranmaktadır.
Gönüllülerden istenen herhangi bir koşul yoktur. Sadece iletişime yetecek kadar okuma-yazma ve zihinsel işlevlerin normal sınırlarda olması yeterlidir.
Seçilenler, son yıllarda bulunan yeni bir boyuta gönderilecek, dünyadaki zamanı, mekanı değişmeyecek ancak gidilecek boyut ile eşzamanlı görev yapılacaktır.
Görevleri sırasında, elemanların sahip olduğu ve alıştığı fiziksel bedenleri üzerinde bazı değişikliklerin olabileceği tahmin edilmektedir.
Görev süresi 3-5 dünya yılı ile 45 yıl arasında değişebilir ve önceden bu süre bilinemez.
Elemanların fiziksel yetenekleri değişime uğrayabilir ancak bulundukları durum ve mekandan gönderecekleri sinyal yolu ile iletişim devam edecektir.
Gidilen boyuttan geri gelme olasılığı vardır ancak bu konuda garanti verilemez.
Gönderilecek boyut yolculuğunda amaç, daha önce bilgi alınamamış noktalara ve mümkün olan en uzak noktaya ulaşmak ve oradan insan bedeni üzerinde meydana gelen biyolojik, fiziksel ve ruhsal değişimlerin rapor edilmesidir.
İş için ücret ödenmeyecektir.
Gönüllülerin en büyük kazanımı, daha önce hiç kimsenin deneyimlemediği bir süreci birebir yaşamak ve insanın evrimsel gelişim yolculuğu hakkında bazı ipuçları bulup bunları yine kendi türü ile paylaşmak olacaktır. İnsanoğlunun gelecekte kendi türünün daha sağlıklı, dayanıklı olması ve her koşulda yaşamını sürdürebilmesi için gerekli bilgileri bilim dünyasına kazandırmış olacaktır.

(*) Başvuran gönüllüler arasında uygun eleman bulunmaması durumunda dünyada mevcut insanlar arasından kur�a yöntemi ile zorunlu eleman alınacaktır. Çekilişte şans oranı her yıl yapılacak çekilişler için 2/100.000 olarak belirlenmiştir. "

Insanlar, zekalarını kullanarak şimdiki teknoloji gidilip de görülmesi mümkün olmayan, milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki galaksiler ile ilgili öngörülerde bulunuyorlar, kara deliklerden bahsediyorlar. Stephen Hawking 20 li yaşlarda -ki bundan 40 yıl önceki tıp teknolojisi düşünüyorum-, "bu iş bitti artık bana eyvallah " deseydi, bugün CERN olur muydu?
Hayatımızda bir fark yaratan, tanıdığımız yüzlerce engelli, tanımadığımız milyonlarca engelli olmasaydı yaşam bu denli anlamlı olur muydu?

Yaşamak ve yaşatmak, evrenin temel kanunlarından biridir bence. Bir yandan mükemmel insanın fiziksel ve ruhsal sınırlarının her geçen gün genişlediğini görürken, öte yandan pek de mükemmel gibi görünmeyen insanların fiziksel, ruhsal ve belki de henüz bilemediğimiz boyutlardaki sınırlarını da görmek şansı var.

Kimbilir kaç canlı henüz bilemediğimiz yollardan, bilemediğimiz yöntemlerle, tahmin edemediğimiz mesafelerden bize birşeyler anlatmaya çalışıyorlar.

Bunun için ya gönüllü olmak gerekiyor -ki bu çok da mümkün görünmüyor -, ya da çekilişi beklemek gerekiyor. Kimbilir, size de çıkabilir...

Bayke dostumdan ve burada tanıma fırsatı bulduğum tüm dostlarımdan öğrendiklerim de bu yazının içinde ya da satır aralarında mevcut.

Sevgilerimle
Alper


 
Beynimizin ne kadarını kullanırız? %100’ünü, ya da %3’ünü. Genelde beynimizin. %10’unu kullandığımız söylenir. Bu genelde geri kalan %90’ı da kullanabilirsek ne olacağı tartışmasına neden olur. Aslında insan beyninin tamamı zaman zaman da olsa kullanılır…
Beyin içinde bilgi alışverişi yollarının sayısı dünyadaki atom sayısından daha fazladır. Bu muazzam potansiyelle, beynimizin kaçta kaçını kullanırsak kullanalım hepimiz tabii ki biraz daha iyisini yapabiliriz (Llyod, John ve Mitchhinson, John. 2008. Cahillikler Kitabı. Çev. Cihan aslı Filiz ve Emre Ergüven. NTV yayınları. sf: 189-190).

Beyninin büyük bir kısmını, belki de % 100’ünü kullanan bir insanın, bedenin geri kalan kısımlarının yüzde kaçını kullanabildiğinin hiçbir önemi yoktur. O muhteşem bir insandır. (Tıpkı her göreni büyüleyecek kadar mükemmel, kusursuz, muhteşem, bir yüze ve bedene sahip bir kadının beynini hiç kullanmasa da önemi olmadığı gibi :lol: )
 
değerli alper bey,

yazdığınız yazı gerçekten de çok güzel ve çok öğretici. cevap olarak yazdıklarınızda bir o kadar güzel. üzerinde saatlerce düşünülecek türden yazılar. herkes kendi algılayabildiği kadarını algılayıp üzerinde düşünüp derinleşebilir. cevap yazan arkadaşlarınkileri de okudum. onları da oldukça beğendim. herkesin ellerine sağlık.

hayat koşturmacası içinde arada bir durup, yaşamımız üzerinde düşünmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. yoksa hayat hızlıca akıp gidiyor ve neyi nasıl yaşadığımızı anlamıyoruz. sahip olduğumuz hastalıklar tabi ki iyi değil keşke olmasaydı. ama bazen diyorum eğer bu durumda olmasaydım hayatı hızla yaşarken arada durup yaşamdaki güzellikler hakkında düşünmeye bu kadar zaman ayırırmıydım. parkta bile koşarcasına yürüyordum. şimdi yavaş yavaş etraftaki çiçekleri, ağaçları görerek onları anlayarak onlardaki güzelliklerin farkına vararak yaşıyorum. aslında herkes yaşamının bir 20 yılını böyle geçirmeli ve bişeylerin farkına varmalı. ama sonunda iyileşmeli. o zaman insanlar daha olgun ve bişeylerin farkına varmış bir şekilde kalan yerden yollarına devam ederler. sanki bir eğitim süreci. sonunda ermiş olacağız gibi. :)
keşişlerin, hızla yürürken arada bir durup ruhlarının onlara yetişmesini beklemesi gibi umarım bizde şimdi durma ve bekleme süreci yaşıyoruzdur. ben kadar pozitivist bir adam nasıl oldu da bu kadar spirtüel bir yazı yazdı demeden de edemeyeceğim.

NOT:
ben de bir noroloji hastası (kas hastası) olarak daha önce çok düşünmüştüm. benim türümde (distal myopati) olan insanlarla kişilik olarak, psikolojilerimiz olarak ne kadar benzeşiyoruz diye. sanırım bir bağlantı var. benzer kişilikte olanların aynı hastalığa yakalanma olasılığı daha fazla gibi. yani o özellikler o hastalığı sanırım tetikliyor.
 
Üst Alt