[size=6]Usta – Çırak [/size]
Alper Kaya
Tıp Fakültesine başladığım günlerde fakültede bir "ilk ders" geleneği vardı. O zamanki rektörümüz Ömer Yiğitbaşı hocamızın da bir tıp profesörü olması nedeniyle sanırım ilk dersi anlatma şerefi kendisine verilmişti. Bu, aynı zamanda yeni tıp öğrencileri olan bizler için de büyük bir heyecan ve onur kaynağı idi. İlk kez, o filimlerde gördüğümüz büyük amfilerden birinde yüzlerce tıp adamı arasında bir konferans dinleyecektik.
Rektörümüz, ilk dersi vermek ve dönemin açılışını yapmak üzere kürsüde konuşuyordu. Hekimliğin ne denli sorumluluk getirdiğini anlatarak söze başlamıştı. Bu nedenle iyi öğrenilmesi gerektiğini vurguluyordu. İnsan vücuduna saygının temel ilke olduğunu anlatıyor, bu mucize canlı karşısındaki hayranlığını da sergiliyordu konuşmasında. İşte tüm bu nedenlerden dolayı hekimliğin kutsal olduğunu, bu kutsal görevi layığı ile yerine getirmenin tek yolunun da öğrenmek olduğunu söylüyordu. Ancak insan vücudunu öyle yüceltiyordu ki, ona hekim olarak dokunmanın bile ne denli önemli olduğunu belirtiyordu. Üzerinde durduğu en önemli konulardan biri ise, öğrenme ve yetişme yolunun sadece iyi bir "usta-çırak" ilişkisinden geçtiği idi. Herşeyin kitaplardan, ders notlarından öğrenilemeyeceğini, önümüzde iyi bir usta olmadan hekimlik mesleğinin tam olarak icra edilemeyeceğini söylüyordu. Hipokrat'ın hayatından örnekler veriyordu. Sonunda bir vecize gibi şu sözlerle konuşmasını bitirmişti:
Bize verilen hayatı yaşamak da aslında bir sanat değil midir?
Eğer bu soruya "evet" cevabını veriyorsanız; yeni sorular ortaya çıkacaktır:
Bu anlamda hayatımızda ustalar olmuş mudur?
Hayat ustalığı nedir?
Hayat çıraklığı nedir?
Ne zaman usta olduğuna kim karar verir?
İşte, yaşamak sanatının cevapsız soruları! Herkese göre değişen ve herkesin kendisi için cevaplaması gereken sorular...
Hayatımızda belki de ilk ustalarımız anne, baba, yakınlarımız. Daha sonra eğitim ve öğrenim yıllarında öğretmenlerimiz ve meslek ustalarımız. Daha sonra da seçtiğimiz ya da bir şekilde önümüze konulan yolda izlediğimiz ustalarımız.
Kendi adıma konuşacak olursam şunu söyleyebilirim ki yaşamın çok çeşitli alanlarında ustalarım oldu. Kendime örnek alabileceğim annem, babam ve hayatımda kilometre taşları olan öğretmenlerim oldu. Yaşamıma boyutlar katan müzik öğretmenim, izcilik oymak başım, dağcı, yelkenci, şoför, müzisyen, tiyatrocu, astronom, marangoz ve işlerinde usta olan daha birçok dostlarımın yanında çıraklıklarım oldu. Her biri bana çok şey verdi. Hepsini şükranla anıyorum.
Ve... Uzun ince bir yol…
Son 18 yıldır düşe kalka yürümeye çalıştığım bir yolda buldum kendimi. Öyle bir yol ki, milyonda bir kişinin seçtiği, ıssız, kuş uçmaz kervan geçmez bir yol. Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) ile tanıştığımda bu yol böyle görünüyordu bana. Ne takip edeceğim bir usta vardı bu diyarda ne de yolu tarif eden bir harita.
Bir usta bulmalıydım kendime. En azından bu yoldan geçmiş, görmüş geçirmiş ve dönüp arkasından gelen var mı diye bir göz atıp yoluna devam eden bir usta lazımdı bana.
Bu yola girdiğimde arkamdan kapanan büyük kader kapısına o denli kaptırmış olmalıyım ki belki de önümde giden ve arada bana el sallayan ustaları bu yüzden gözden kaçırıyordum.
Şimdi, arkamdaki kapıya takılı kalmadan, önümde uzanan bilinmez yola baktığımda bana yol gösteren, cesaret veren, gidilmez sanılan sarp yollardan giden ve en önemlisi, arada bir geriye dönüp el sallayan ustaların olduğunu görüyorum. Meğer ne çok cesaretli, bilge insan varmış bu yolda yürüyen.. Geç de olsa bunu farketmem, hiç görmemekten iyidir.
Kim bu saygın ustalar?
İlk sırada 43 yıldır bu yolun yenilmez yolcusu, astrofizik ustası Stephen Hawking var. Zaten hepimiz tanıyoruz çağımızın bu büyük dehasını.
Daha kimler var bu yolda yürüyen ve ışıltılar saçan ustalardan?
Sadece benim tanıma şansı bulduğum dostlarımdan, 30 yıllık dev ağaç, futbol koçu Wedemeyer, 26 yıllık hemşire Rama, 25 yıllık Dave (superdave), 20 yıllık David, 18 yıllık Jack ve daha niceleri.
Arkasında bir ışık bırakarak giden Birger dostum, bir iletişim yönteminin kaşifi Suna hanım, ömründen uzun hayallerinin yolcusu ve daha kimler... Hüseyin ağabeyim resimleriyle bu yolun duvarlarını süslüyor. Hasret kardeşim pırıl pırıl iki kız yetiştiriyor, Sedat kardeşim ailecek bu yola baş koymuş yolcular, İsmail kardeşim, bu yolun bir başka ustası. Sadece bu kadar mı? Hiç sanmıyorum. Kimbilir bu ıssız yolun kuytu, sarp veya uçurumlu kıvrımlarında kendi yöntemleri ile yol bulmaya çalışan nice ustalar, çıraklar var.
Şimdi bir çırak olarak sizlere soruyorum:
"Siz usta mısınız yoksa çırak mı?"
Usta olduğuna inananlar arada bir dönüp arkadan gelen var mı diye bakarlar mı acaba?
Çırak olduğuna inananlar da kapanan kapıya bakmakla fazla zaman harcamadan ileriye bakarlar mı acaba? .
Ola ki bir usta onlara el sallıyordur ve avazı çıktığı kadar bağırıyordur "kardeş bu taraftan gel!"
Not: ALS hakkında bilgi: www.engelliler.biz/Engelli_Olmak/als.htm
Alper Kaya
Tıp Fakültesine başladığım günlerde fakültede bir "ilk ders" geleneği vardı. O zamanki rektörümüz Ömer Yiğitbaşı hocamızın da bir tıp profesörü olması nedeniyle sanırım ilk dersi anlatma şerefi kendisine verilmişti. Bu, aynı zamanda yeni tıp öğrencileri olan bizler için de büyük bir heyecan ve onur kaynağı idi. İlk kez, o filimlerde gördüğümüz büyük amfilerden birinde yüzlerce tıp adamı arasında bir konferans dinleyecektik.
Rektörümüz, ilk dersi vermek ve dönemin açılışını yapmak üzere kürsüde konuşuyordu. Hekimliğin ne denli sorumluluk getirdiğini anlatarak söze başlamıştı. Bu nedenle iyi öğrenilmesi gerektiğini vurguluyordu. İnsan vücuduna saygının temel ilke olduğunu anlatıyor, bu mucize canlı karşısındaki hayranlığını da sergiliyordu konuşmasında. İşte tüm bu nedenlerden dolayı hekimliğin kutsal olduğunu, bu kutsal görevi layığı ile yerine getirmenin tek yolunun da öğrenmek olduğunu söylüyordu. Ancak insan vücudunu öyle yüceltiyordu ki, ona hekim olarak dokunmanın bile ne denli önemli olduğunu belirtiyordu. Üzerinde durduğu en önemli konulardan biri ise, öğrenme ve yetişme yolunun sadece iyi bir "usta-çırak" ilişkisinden geçtiği idi. Herşeyin kitaplardan, ders notlarından öğrenilemeyeceğini, önümüzde iyi bir usta olmadan hekimlik mesleğinin tam olarak icra edilemeyeceğini söylüyordu. Hipokrat'ın hayatından örnekler veriyordu. Sonunda bir vecize gibi şu sözlerle konuşmasını bitirmişti:
- "Hekimlik bir sanattır ve bir sanatı öğrenmenin en iyi yolu bir ustadan öğrenmektir"
Bize verilen hayatı yaşamak da aslında bir sanat değil midir?
Eğer bu soruya "evet" cevabını veriyorsanız; yeni sorular ortaya çıkacaktır:
Bu anlamda hayatımızda ustalar olmuş mudur?
Hayat ustalığı nedir?
Hayat çıraklığı nedir?
Ne zaman usta olduğuna kim karar verir?
İşte, yaşamak sanatının cevapsız soruları! Herkese göre değişen ve herkesin kendisi için cevaplaması gereken sorular...
Hayatımızda belki de ilk ustalarımız anne, baba, yakınlarımız. Daha sonra eğitim ve öğrenim yıllarında öğretmenlerimiz ve meslek ustalarımız. Daha sonra da seçtiğimiz ya da bir şekilde önümüze konulan yolda izlediğimiz ustalarımız.
Kendi adıma konuşacak olursam şunu söyleyebilirim ki yaşamın çok çeşitli alanlarında ustalarım oldu. Kendime örnek alabileceğim annem, babam ve hayatımda kilometre taşları olan öğretmenlerim oldu. Yaşamıma boyutlar katan müzik öğretmenim, izcilik oymak başım, dağcı, yelkenci, şoför, müzisyen, tiyatrocu, astronom, marangoz ve işlerinde usta olan daha birçok dostlarımın yanında çıraklıklarım oldu. Her biri bana çok şey verdi. Hepsini şükranla anıyorum.
Ve... Uzun ince bir yol…
Son 18 yıldır düşe kalka yürümeye çalıştığım bir yolda buldum kendimi. Öyle bir yol ki, milyonda bir kişinin seçtiği, ıssız, kuş uçmaz kervan geçmez bir yol. Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) ile tanıştığımda bu yol böyle görünüyordu bana. Ne takip edeceğim bir usta vardı bu diyarda ne de yolu tarif eden bir harita.
Bir usta bulmalıydım kendime. En azından bu yoldan geçmiş, görmüş geçirmiş ve dönüp arkasından gelen var mı diye bir göz atıp yoluna devam eden bir usta lazımdı bana.
Bu yola girdiğimde arkamdan kapanan büyük kader kapısına o denli kaptırmış olmalıyım ki belki de önümde giden ve arada bana el sallayan ustaları bu yüzden gözden kaçırıyordum.
Şimdi, arkamdaki kapıya takılı kalmadan, önümde uzanan bilinmez yola baktığımda bana yol gösteren, cesaret veren, gidilmez sanılan sarp yollardan giden ve en önemlisi, arada bir geriye dönüp el sallayan ustaların olduğunu görüyorum. Meğer ne çok cesaretli, bilge insan varmış bu yolda yürüyen.. Geç de olsa bunu farketmem, hiç görmemekten iyidir.
Kim bu saygın ustalar?
İlk sırada 43 yıldır bu yolun yenilmez yolcusu, astrofizik ustası Stephen Hawking var. Zaten hepimiz tanıyoruz çağımızın bu büyük dehasını.
Daha kimler var bu yolda yürüyen ve ışıltılar saçan ustalardan?
Sadece benim tanıma şansı bulduğum dostlarımdan, 30 yıllık dev ağaç, futbol koçu Wedemeyer, 26 yıllık hemşire Rama, 25 yıllık Dave (superdave), 20 yıllık David, 18 yıllık Jack ve daha niceleri.
Arkasında bir ışık bırakarak giden Birger dostum, bir iletişim yönteminin kaşifi Suna hanım, ömründen uzun hayallerinin yolcusu ve daha kimler... Hüseyin ağabeyim resimleriyle bu yolun duvarlarını süslüyor. Hasret kardeşim pırıl pırıl iki kız yetiştiriyor, Sedat kardeşim ailecek bu yola baş koymuş yolcular, İsmail kardeşim, bu yolun bir başka ustası. Sadece bu kadar mı? Hiç sanmıyorum. Kimbilir bu ıssız yolun kuytu, sarp veya uçurumlu kıvrımlarında kendi yöntemleri ile yol bulmaya çalışan nice ustalar, çıraklar var.
Şimdi bir çırak olarak sizlere soruyorum:
"Siz usta mısınız yoksa çırak mı?"
Usta olduğuna inananlar arada bir dönüp arkadan gelen var mı diye bakarlar mı acaba?
Çırak olduğuna inananlar da kapanan kapıya bakmakla fazla zaman harcamadan ileriye bakarlar mı acaba? .
Ola ki bir usta onlara el sallıyordur ve avazı çıktığı kadar bağırıyordur "kardeş bu taraftan gel!"
Not: ALS hakkında bilgi: www.engelliler.biz/Engelli_Olmak/als.htm