Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[Haftanın Konusu] ALS ve Usta-Çırak

alperstein

Üye
Üyelik
5 Şub 2006
Konular
15
Mesajlar
183
Reaksiyonlar
0
[size=6]Usta – Çırak [/size]

Alper Kaya

Tıp Fakültesine başladığım günlerde fakültede bir "ilk ders" geleneği vardı. O zamanki rektörümüz Ömer Yiğitbaşı hocamızın da bir tıp profesörü olması nedeniyle sanırım ilk dersi anlatma şerefi kendisine verilmişti. Bu, aynı zamanda yeni tıp öğrencileri olan bizler için de büyük bir heyecan ve onur kaynağı idi. İlk kez, o filimlerde gördüğümüz büyük amfilerden birinde yüzlerce tıp adamı arasında bir konferans dinleyecektik.

Rektörümüz, ilk dersi vermek ve dönemin açılışını yapmak üzere kürsüde konuşuyordu. Hekimliğin ne denli sorumluluk getirdiğini anlatarak söze başlamıştı. Bu nedenle iyi öğrenilmesi gerektiğini vurguluyordu. İnsan vücuduna saygının temel ilke olduğunu anlatıyor, bu mucize canlı karşısındaki hayranlığını da sergiliyordu konuşmasında. İşte tüm bu nedenlerden dolayı hekimliğin kutsal olduğunu, bu kutsal görevi layığı ile yerine getirmenin tek yolunun da öğrenmek olduğunu söylüyordu. Ancak insan vücudunu öyle yüceltiyordu ki, ona hekim olarak dokunmanın bile ne denli önemli olduğunu belirtiyordu. Üzerinde durduğu en önemli konulardan biri ise, öğrenme ve yetişme yolunun sadece iyi bir "usta-çırak" ilişkisinden geçtiği idi. Herşeyin kitaplardan, ders notlarından öğrenilemeyeceğini, önümüzde iyi bir usta olmadan hekimlik mesleğinin tam olarak icra edilemeyeceğini söylüyordu. Hipokrat'ın hayatından örnekler veriyordu. Sonunda bir vecize gibi şu sözlerle konuşmasını bitirmişti:
  • "Hekimlik bir sanattır ve bir sanatı öğrenmenin en iyi yolu bir ustadan öğrenmektir"
Gerçekte, birçok öğretide "usta-çırak" ilişkisi hep en önemli bilgi aktarım yolu olmuştur. Uzak doğu öğretilerinden tutun da Kızılderili öğretilerine, el sanatlarından tutun da müzik, şifa ocakları, mimari, tarım, madencilik ve aklınıza ne geliyorsa mutlaka bir "usta-çırak" sürecinden geçme gereği vardır.

Bize verilen hayatı yaşamak da aslında bir sanat değil midir?
Eğer bu soruya "evet" cevabını veriyorsanız; yeni sorular ortaya çıkacaktır:
Bu anlamda hayatımızda ustalar olmuş mudur?
Hayat ustalığı nedir?
Hayat çıraklığı nedir?
Ne zaman usta olduğuna kim karar verir?

İşte, yaşamak sanatının cevapsız soruları! Herkese göre değişen ve herkesin kendisi için cevaplaması gereken sorular...

Hayatımızda belki de ilk ustalarımız anne, baba, yakınlarımız. Daha sonra eğitim ve öğrenim yıllarında öğretmenlerimiz ve meslek ustalarımız. Daha sonra da seçtiğimiz ya da bir şekilde önümüze konulan yolda izlediğimiz ustalarımız.
Kendi adıma konuşacak olursam şunu söyleyebilirim ki yaşamın çok çeşitli alanlarında ustalarım oldu. Kendime örnek alabileceğim annem, babam ve hayatımda kilometre taşları olan öğretmenlerim oldu. Yaşamıma boyutlar katan müzik öğretmenim, izcilik oymak başım, dağcı, yelkenci, şoför, müzisyen, tiyatrocu, astronom, marangoz ve işlerinde usta olan daha birçok dostlarımın yanında çıraklıklarım oldu. Her biri bana çok şey verdi. Hepsini şükranla anıyorum.

Ve... Uzun ince bir yol…
Son 18 yıldır düşe kalka yürümeye çalıştığım bir yolda buldum kendimi. Öyle bir yol ki, milyonda bir kişinin seçtiği, ıssız, kuş uçmaz kervan geçmez bir yol. Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) ile tanıştığımda bu yol böyle görünüyordu bana. Ne takip edeceğim bir usta vardı bu diyarda ne de yolu tarif eden bir harita.
Bir usta bulmalıydım kendime. En azından bu yoldan geçmiş, görmüş geçirmiş ve dönüp arkasından gelen var mı diye bir göz atıp yoluna devam eden bir usta lazımdı bana.
Bu yola girdiğimde arkamdan kapanan büyük kader kapısına o denli kaptırmış olmalıyım ki belki de önümde giden ve arada bana el sallayan ustaları bu yüzden gözden kaçırıyordum.
Şimdi, arkamdaki kapıya takılı kalmadan, önümde uzanan bilinmez yola baktığımda bana yol gösteren, cesaret veren, gidilmez sanılan sarp yollardan giden ve en önemlisi, arada bir geriye dönüp el sallayan ustaların olduğunu görüyorum. Meğer ne çok cesaretli, bilge insan varmış bu yolda yürüyen.. Geç de olsa bunu farketmem, hiç görmemekten iyidir.

Kim bu saygın ustalar?
İlk sırada 43 yıldır bu yolun yenilmez yolcusu, astrofizik ustası Stephen Hawking var. Zaten hepimiz tanıyoruz çağımızın bu büyük dehasını.
Daha kimler var bu yolda yürüyen ve ışıltılar saçan ustalardan?
Sadece benim tanıma şansı bulduğum dostlarımdan, 30 yıllık dev ağaç, futbol koçu Wedemeyer, 26 yıllık hemşire Rama, 25 yıllık Dave (superdave), 20 yıllık David, 18 yıllık Jack ve daha niceleri.
Arkasında bir ışık bırakarak giden Birger dostum, bir iletişim yönteminin kaşifi Suna hanım, ömründen uzun hayallerinin yolcusu ve daha kimler... Hüseyin ağabeyim resimleriyle bu yolun duvarlarını süslüyor. Hasret kardeşim pırıl pırıl iki kız yetiştiriyor, Sedat kardeşim ailecek bu yola baş koymuş yolcular, İsmail kardeşim, bu yolun bir başka ustası. Sadece bu kadar mı? Hiç sanmıyorum. Kimbilir bu ıssız yolun kuytu, sarp veya uçurumlu kıvrımlarında kendi yöntemleri ile yol bulmaya çalışan nice ustalar, çıraklar var.

Şimdi bir çırak olarak sizlere soruyorum:
"Siz usta mısınız yoksa çırak mı?"
Usta olduğuna inananlar arada bir dönüp arkadan gelen var mı diye bakarlar mı acaba?
Çırak olduğuna inananlar da kapanan kapıya bakmakla fazla zaman harcamadan ileriye bakarlar mı acaba? .
Ola ki bir usta onlara el sallıyordur ve avazı çıktığı kadar bağırıyordur "kardeş bu taraftan gel!"


Not: ALS hakkında bilgi: www.engelliler.biz/Engelli_Olmak/als.htm
 
ellerıne saglık alper hoca ne guzel anlatmıssınız hayatı sızınkı kadar olamazda bır ad vermeden hepımız zorlukları asmada en guzelını yapmada hep onumuzde model aldıgımız ınsanlar olmustur sız bunu cok guzel bır anlatımla bızlere sunmussunuz
 
Canımcım,

Sevgili bülent yazını iyiki buraya almış, yoksa bende bu anlamda sana cevap vermeyi bildiğim eski yollarla yapacaktım. Bilirsin ki senin her mail in benim için anlam taşır ve kendi yazdıkların ise çok daha başka yerdedir.

Bu yazın özellikle sitemizde tartışılan bir başka sayfa da yazılanlara da bir parça cevap niteliğindedir bana soracak olursan.

Konusu birebir insan olan tüm meslekler çok zordur ve büyük bir sorumluluğu içinde barındırır.Bu sebeple sizlere ilk dersi veren hocanız son derece güzel bir giriş yapmış.

Ben ise yaşamın her alanın da usta-çırak ilişkisiyle doğru yolun bulanacağından eminim. Usta-çırak ilişkisinin olmadığı bir yer bana söyleyebilirmisin?

Ve kuşkusuz yaşamımızın her alanında bazen usta bazen de çırağız.Yazının sonunu soruyla bitirmişsin. Usta olduğum konular var be dostum. Var var olmasına da öylesine garip bir dünya da yaşıyoruz ki artık; bildiklerim, doğru bildiklerim koca bir yalan gibi duruyor önümde.

Seneler önce yine internet üzerinde yaptığım bir araştırmada hiç tanımadığım biri bana;

Gerçek olamayacak kadar yalansınız demişti.

Usta olduğum konularda bıraktığım izi takip edip, bu izleri derinleştiren çok daha farklı boyutlara taşıyanlar ın olduğunu bilmek ve bu yeni izlerle bir çırak durumunda olmanın keyfinde yaşamak benim açımdan önemlidir.

Olması gereken güzelliklerin nicelliğini kaybettiği dünyada aslında hayata asılı kalmamın da nedenlerindendir bu açtığım izde çırak durumunda olmak.

Seni sevgiyle kucaklıyorum can dostum.
 
İyi ya da kötü her deneyimden yararlanmak gerek.Benden öncekilerin deneyimleri bana mutlaka bir şeyler öğretecektir; bazen ne yapmam, bazen de ne yapmamam gerektiğini görebilmemi sağlarlar.
İnternet sayesinde bu iş baya bir kolay oldu. Dünyanın bir ucundaki "ben-gibilerin" yaşadıklarını aynı anda okumak, onlarla paylaşımlarda bulunmak, yalnız olmadığımın farkına varmak, çeşitlilikten şaşkına dönmek... hepsi büyüleyici, öğretici, keyif ve umut verici. Bazen acı da veriyor tabii, ama bilmemektense, acı da olsa bilmeyi yeğlerim. Aramak ve bulmak güzel bir şey.
Ve birilerine bi ucundan umut olmak, "arayanlara" birşeyler verebilmek, büyük mutluluk; çok değerli ve öğretici bir yaşam.
 
Canım abicim yine tam yüreklere dokunacak bir yazınla bizlere durup düşünme payı verdin. Yüreğine sağlık. Evet hepimizin hayatında ustalar vardır. Kimine göre insanlar artık bu yolda kendisi ustalaşmıştır kimine göreyse hep çıraktır. Ben hayatımda boyunca çırak kalacağıma inananlardanım. Çünkü her dem yeni şeyleri öğrenmek için ustalara ihtiyacım var. Belki ben de kimilerine göre ustayımdır ama kendime sorarsam ben hala çırağım yolun sonu gelse de çıraklık bitmez. Hep yeni kapıların ardında yeni şeyler. Ama bazen insan ustasını bulamıyor ya da yanı başında ki ustayı göremiyor. İşte o zaman yanlış Ustadan kazandığı çırağa ne verir ne kayba neden olur? Bunu da hayatın kendisi cevaplar her halde. Canım abim tekrar yüreğine sağlık diyor seni sevgiyle kucaklıyorum.
 
Alper bey, çok güzel bir yazı olmuş. Bu yazıyı bizlerle paylaştığınız için teşekkür ediyorum. Benim de hep kafama takılmış, üzerinde düşündüğüm ve de düşünülmesi gerektiğine inandığım bir konudur bu. Yaşama ustalığı yada ustaca yaşamak. Bu konunun ilk kafama takıldığı 10 yıl kadar önce yazdığım bir çıraklık öykümü sizlerle paylaşmak istedim. (halen de çırağımdır)


[size=6]Usta[/size]

Doğduğumdan beri akıntıya kapılıp sürüklenip giden bir insandım. Her şey olması gerektiği gibiydi. Ta ki yaşamımı olumsuz etkileyen, üzüntü verici olayların birbiri ardına gelip yaşamımı çekilmez hale getirmesine kadar. Bu olumsuzluklardan bir çıkış yolu vardı. En azından olmalıydı ama o günlerde benden saklanıyordu. Kendimi bir akvaryumda hissediyordum. Küçücük çıkışı olmayan ve yapay.

Bahar ayında olmamıza rağmen hava oldukça serindi. Ama en azından yağmur yağmıyordu. Bu hava, daha önce gittiğim, ağaçların arasında tek tük masaların olduğu yere gidip bir-iki bardak bir şeyler içip rahatlamama olanak sağlardı. Hemen evden çıkıp gittim. Bahçe boş oluğu için, istediğim köşedeki, benim gibi yalnız ve kederli masaya gidip oturdum. Karşımdaki ağaca hiçbir şey düşünmeden buğulu gözlerle bakıyordum. Sigara kullanmıyordum ama içmeye çalışıyordum. Birden boş sandığım bahçede, bir öksürük sesiyle, benim oturduğum yerden biraz yukarda, daha kederli bir masa ve orada oturup beni seyreden yaşlı bir adam olduğunu fark ettim. Arada kafamı çevirip bakıyordum. O da sigara içiyordu. Ve bu işi çok iyi biliyor gibiydi. Sigarayı her içine çektiğinde, akciğerlerinin en uç köşesindeki hücrelerin beslendiğine dair bir rahatlık, yaşlı adamın yüzünden okunuyordu. Kendi acemice sigara içişim bir an komik geldi ve hafif bir tebessümle sigarayı söndürdüm. Ve o an ona bakarken göz göze geldik. İkimizde bir şey söylemek istedik. Ve ilk söz ondan çıktı. Yaşlı ama kendine güvenli bir sesti. “yeni mi başladınız” ben de “öylesine içiyorum diye seslendim” biraz sessizlik oldu ardından: “buraya sık sık gelir misiniz” diye sordu. “ yok çok nadir” dedim. Mesafe uzak olduğu için bağırmak zorunda kalıyorduk. Konuşmak bir an bile olsa üzüntülerimi düşünmemi engellemişti. Ve bardağımı alıp yaşlı adamın masasına gittim.

Tam 5 saat oturmuşuz. Tüm dikkatimle, gözlerimi bile kırpmadan, büyük bir hayranlıkla dinledim ve seyrettim. Dışarıdan bakıldığında, pörsümüş, yeterince görülmüş ve taşınmış bir yüzü vardı. Kocamış yüzü, ellerinin üzerindeki benler ve ak saçları dışında bu insanın benden daha genç, hayat dolu olduğunu gördüm. Bu yaşında bile, toplumun değerleriyle şekillenen düşüncelerinin kabuğunu kırmış, çocukluğunu çıkarmış ve onu hep yaşatabilmişti. Dolu dolu bir yaşam öyküsü vardı. Gördükleri, yaşadıkları çoktu ve zihninde hala tazeliğini koruyordu. Söyledikleri bin bir türlü çer çöp değil, bilgiydi. Dünyanın haksızlıklarla dolu olduğunu görmüştü. Ama içinde sevgi ile beslediği umut kıpırdıyor onu canlı tutuyordu.

Benim için çok verimli bir beş saat geçmişti. Akıntıya karşı koymuş, sürüklenip gitmemiş bu gibi insanlara tutunarak ben de akıntıya karşı koyabilmeyi öğrenebilirdim. Üzüntülerini mutluluğa çevirmenin, ustaca yaşamanın ve birey olabilmenin ip uçlarını almıştım. Kendi kendime, bir gün, yarın yada öbür gün değil ama hiç gelmeyecek bir günde olmayan yaşlılığın kapıma geldiğinde yaşamı böyle anlamlı, dolu dolu ve ustaca yaşayarak genç bir yaşlı olmaya karar verdim.

1998 murat şahinbaz



bu yaşama ustalığı konusunda düşünceleriyle, konuşmalarıyla, kitaplarıyla, hayatı alaya alışlarıyla, kahkahalarıyla beni en çok etkileyen kişiler prof dr. Ahmet inam ve prof dr. Cengiz güleç olmuştur.
 
Sevgili Murat,

Şu cümlede işin özetini vermişsin zaten:
"Dünyanın haksızlıklarla dolu olduğunu görmüş ama içinde sevgi ile beslediği umut kıpırdıyor onu canlı tutuyordu. "

Teşekkürler
Sevgilerimle
Alper
 
Sevgili Dostum,

Öyle bir konu başlığı açmışsın ki; şimdi, "usta-çırak" ilişkilerinin tarihçesinden başlayıp, ahilik ve lonca teşkilatına değinip, bir anlamda günümüzün "usta" ve "çırak"larının "öğretmen" ve öğrenci"ler olduğunun altını çizmek, bilgisayar ve internet teknolojisinin inanılmaz gelişmesiyle bu kavramların boyut değiştirdiğini, ustaların aynı zamanda çırak olabileceklerini, çırakların da yine aynı zamanda usta olabileceklerini, öğrenmenin ve öğretmenin sanal ve reel âlemlerde eşi bulunmaz bir mutluluk kaynağı olabileceği, bunun altındaki sırrın: "bilgi paylaşımı" olduğu konularında sayfalar dolusu yazmak vardı. Ama yazmiycaam. :mrgreen:

Onun yerine tee 11 yıl önce yazdığım, aslında sitenin ana sayfasında da bulunan bir yazımı aynen alayım buraya da:
[size=4] BİLMEK ve ÖĞRETMEK ÜZERİNE

“Bilginin farzı öğretmektir” demişler. Güzel söylemişler! Toplum yaratığı insan, toplumdan aldığını geri öderken bu eylemi yerine getirir: ÖĞRETİR!

Eğer öğretmiyorsa üç şık vardır: Ya bilmiyordur, ya öğretemiyordur ya da “küçük esnaf bezirgânlığı” denilen aşağılık bir ruh hâli içerisindedir. Birinciyi geçelim. O içten içe kanayan bir toplumsal yaradır. Her ne kadar, sıkışınca ‘bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp’ atasözüne sarılsak da bilmemenin, bilememenin ezikliğini yaşayanlardan iyi kimse duyamaz.

Öğretebilmek apayrı bir konudur. Özel eğitim ve yetenek gerektirir. Her insan öğretemez. Eğitim Fakültelerinde ‘Pedagoji Formasyonu’ alamayanlara diploma verilmez. Bu ‘kime, neyi, ne zaman, nasıl’ öğretmek gerektiğinin sınandığı bir bilim dalıdır. Gerçi son zamanlarda ‘öğretmen açığının kapatılması için pedagoji formasyonu aranmayacak’ gibi abuk sabuk düşünceler ileri sürülmekteyse de şu aşamada bunların yalnız düşüncede kalması yüreklere biraz su serpmekte. Ülkemizde yaşanan ‘Eğitim ve öğretim faciası’nın acısını en çok gelecek kuşaklar çekecektir. Bunu şimdiden görebilmek için uzman olmak falan gerekmez.

Kendisine ‘rakip’ olmasın düşüncesiyle bildiklerini en yakınlarından bile saklamayı marifet sayan çok kişinin olduğu, yozlaşmış bir toplumda yaşıyoruz. Alın size geri kalmışlığımızın en güzel neden ve sonuçlarından biri daha! Buna ister ‘entelektüel ukalâlık’, ister yukarıdaki gibi ‘küçük esnaf bezirgânlığı’ deyin. Bildiklerini; çevresine öğretip onların da bunlardan yararlanmasını sağlamak, daha bilinçli bir toplum yaratılmasına önder olmak yerine, bir takım kısa vadeli hesaplarla küçük çıkarlara alet etmeye çalışanlar bu sınıftandırlar.

Deveye ‘boynun niye eğri’ diye sormuşlar. O da ‘nerem doğru ki’ diye yanıtlamış. Günümüzün ‘çok gürültülü’ (çok sesli diyemiyorum) yaşamında yukarıda söz edilen konular fısıltı gibi kalsa da toplumun ve toplumu yaratan kişilerin bugününü ve geleceğini çok yakından ilgilendirdiği için önemlidir. Bence. [/size]
 
Güne Alperstein abinin usta-çırak ilişkisini anlattığı güzel yazısını okuyarak başladık bugün "hayat ı yaşamak sanattır :!: " ve özen ister sanırım, acaba kimlerdi ustalarım :?: bende usta olmuşmuydum kimi zamanlar :roll: kimbilir olaya müsküler distrofi açısından bakma gereği hissettim daha çok nedense ve pek usta çıkmadı ne yazık ki önüme diyebilirim i ta ki bu site ile tanışana kadar :shock: benimle aynı hastalığı taşımasalar bile burada bir çok usta var(kendilerinin usta olduklarının farkında olmayabilir belkide ama hayata karşı duruşları verdikleri zorlu mücadele beni onların azmine başarısına hayran sırakmıştır ve kendime örnek olarak almama neden oldukları için usta sayarım onları) ve ben onlardan hep bir şeyler öğrenmeye çalışacağım.Ben çırağım her zaman da öyle kalacağım attığım doğru adımlarda her zaman ardımdan gelenler için fener olacaktır ben önümdeki fener i takip ediyorum zincir kırılmadığı sürece bence yol herkes için aydınlık olacaktır :arrow:
 
Okumayı söktüğüm günden beri kelimelerin dünyasında kaybolmaya bayılırım(işitme sorunumdan dolayı mı acaba okumaya olan aşkım ) alt yazılı filimler daha çok büyüler beni ,tüm bunlar ışınlar başka dünyalara az öncede Alper 'in ta ruhuna ,oradan murat ve yaşlı adamla o bahçeye ışınlandım tüm bu duygular biriktirilir iken çırak ,bunları birilerine aktarır iken usta olur insan (az önce sizin yazılarınızın yaptığı gibi )...
 
Üst Alt