Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Hayata ve mutluluğa dair hikayeler...

ahmedd29

Üye
Üyelik
22 May 2009
Konular
48
Mesajlar
667
Reaksiyonlar
0
Genc bir cift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine tasinmislar. Sabah kahvalti yaparlarken, komsu da camasirlari asiyormus. Kadin kocasina ' Bak, camasirlari yeterince temiz degil, camasir yikamayi bilmiyor, belki de dogru sabunu kullanmiyor.' demis. Kocasi ona bakmis, hicbir sey soylememis, kahvaltisina devam etmis.

Kadin, komsusunun camasir astigini gordugu her sabah ayni yorumu yapmaya devam etmis.

Bir ay kadar sonra, bir sabah, komsusunun camasirlarinin tertemiz oldugunu goren kadin cok sasirmis 'Bak' demis kocasina ' Camasir yikamayi ogrendi sonunda, merak ediyorum, kim ogretti acaba ?'

'Ben bu sabah biraz erken kalkip penceremizi sildim' diye cevap vermis kocasi.

Hayatta da boyle degil midir ?

Baskalarini izlerken görduklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduguna baglidr.Birini elestirmeden ve hemen yargilamdan once zihin durumumuza bakmak ve 'iyi' olanı gormeye hazir olp olmadigimiz farketmek guzel bir fikir olabilir ...

Pencerelerimizi temiz tutabilmek dileğiyle.

PENİSİLİN... (Yaşanmış bir hikaye)
İskoçya'da yoksul mu yoksul bir adam yaşardı. Fleming'di adı. Günlerden bir
gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir
de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp
...duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi
çocuğu bataklıktan çıkardı ve acili bir ölümden kurtardı. Ertesi gün
Fleming'in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat
indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini. ‘‘Oğlumu
kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum’’ dedi. yoksul ve
onurlu
Fleming ‘‘Kabul edemem!’’ diyerek ödülü geri çevirdi. Tam bu sırada kapıdan
çiftçinin küçük oğlu göründü. ‘‘Bu senin oğlun mu?’’ diye sordu aristokrat.
Çiftçi gururla ‘‘Evet!’’ dedi. Aristokrat devam etti: ‘‘Gel seninle bir
anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer
karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur.
‘‘ Bu konuşmalar sonunda Fleming'in oğlu aristokratın desteğinde eğitim
gördü.
Aradan yıllar geçti. Çiftçi Fleming'in oğlu Londra'daki St. Mari's Hospital
Tip Fakültesi'nden mezun oldu ve tüm dünyaya adini penisilini bulan Sir
Alexander Fleming olarak duyurdu. Bir süre sonra aristokratin oğlu zatürreye
yakalandı. Onu ne mi kurtardı?

Penisilin!

Gelecek günlerin güzellikler getirmesi dileğiyle...
 
Mustafa sağolasın beğendiğine sevindim.
 
HERKES İÇİN BİRAZ MUTLULUK...

Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi.
Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu
bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile.

Bu adam, bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor? Birisi nasıl
olduğunu sorsa; “Bomba gibiyim” diye yanıt verirdi hep..
“Bomba gibiyim.” Jerry bir doğal motivasyoncuydu…

Yanında çalışanlardan biri, o gün, kötü bir günündeyse,
Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.

Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni… Bir gün Jerry’ye
gittim. Anlayamıyorum dedim.. Nasıl olur da, her zaman,
her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun…
Nasıl başarıyorsun bunu?

Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry bugün iki
seçimin var: Havan ya iyi olacak, ya kötü.. derim.
Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda gene iki
seçimim var: Kurban olmak, ya da ders almak.

Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim.
Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, gene iki seçimim var..
Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını
göstermek. Ben hayatın olumlu yanlarını seçerim.

Yok yahu, diye protesto ettim. Bu kadar kolay yani?
Evet.. Kolay dedi Jerry.. Hayat seçimlerden ibarettir.
Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl
davranacağını seçersin. Sen insanların senin tavrından nasıl
etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının
iyi ya da kötü olmasını seçersin…
Yani sen, hayatını nasıl yaşayacağını seçersin!..

Jerry’nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu, uzun yıllar
görmedim. Ama, hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek
yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.

Yıllar sonra, Jerry’nin başına çok tatsız bir şey geldi. Soygun
için gelen hırsızlar, paniğe kapılıp, Jerry’yi delik deşik etmişler…
Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış.
Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hala vücudundaymış.

Ben onu, olaydan altı ay sonra gördüm.
Nasılsın? diye sorduğumda, Bomba gibiyim dedi
Bomba gibi. Olay sırasında neler hissettin Jerry dedim.
Yerde yatarken, iki seçimim var diye düşündüm..
Ya yaşamayı seçecektim, ya ölümü.. Ben yaşamayı seçtim.

Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi !..
Ambülansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı.
Bana hep İyileşeceksin merak etme dediler.
Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla
sürerlerken, doktorların ve hemşirelerin yüzündeki
ifadeyi görünce ilk defa korktum.Bu gözler
bana; Bana adam ölmüş diyordu. Bir şeyler yapmazsam,
biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten..

Ne yaptın? diye merakla sordum..
Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak
herhangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu..
Evet diye yanıt verdim.. Var.. Doktorlar ve hemşireler
merakla sustular.. Derin bir nefes alarak kendimi
toparladım ve bağırdım: Benim kurşunlara alerjim var !..

Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım..
Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin.
Otopsi yapar gibi değil..

Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları
sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük
katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni ders oldu.

Hergün, hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız
ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim..
Ve her şeyin kendi seçimimize bağlı olduğunu..

Gelecek günlerin güzellikler getirmesi dileğiyle...
 
[SIZE=2]ADI PAPATYA..
[/SIZE]
[SIZE=2]Yemek saati tekrar gelmişti. Şimdi onu görmek için heyecanlandığını hissetti genç adam.
Ve sevdiği insan ile bir türlü buluşamamasını.
Alt kattaki restoranta inerken bir yandan sevinip bir yandan da düşünüyordu.
İş yerinin olduğu binanın üst katında çalışmaktadır aşık olduğu kız.
Her öğlen yemek saatinde uzaktan izleyebilmektedir onu. Ve yemek başlangıcında ,bitiminde sigarasını içerken sadece gizlice bakışlarını.

Kız bunu asla fark etmemiştir. Her zaman ki gibi yemek yerken arkadaşlarına sigara dumanınından rahatsız olduğunu söyleyerek içenleri eleştirir.

- Bakın ben bıraktığıma göre herkes bırakabilir diyerek tepki gösterirdi.

Bir gün tüm masalar dolu iken genç kız mecburen adamın yanına oturmak zorunda kalır ve
tanışırlar. Kısa bir konuşmadan sonra genç adam heyecanlanır ve sigara yakmak isterken.
Kız... Lütfen. Yanımda içmezseniz sevinirim der.
Genç adam ise, ama... demeye kalmadan kız elinden sigarayı alır ve artık birine dur demeliyim diyerek bundan sonra her yemekte beraberiz. İçeceğiniz tüm sigaraları ben alacağım der.

Adam içten sevinir bu olaya. Her gün görebilecektir sevdiği kızı. Yanında olacaktır artık.
Elbet bir anını bulup sevdiğimi de açıklarım diyerek mutluluktan tüm dünyası değişmiştir.
Ama bu yemek olayları sürmüştür. Kız ise arkadaşı gibi gördüğünde, ona tüm gününe sigara yasağı koymuştur. Tüm gün içinde içeceği sigaraları ona verecek ve bıraktığında ise o günden beri kaç tane içmediklerini hesaplayacaklardır. İddiaya da girmişlerdir.

Artık aylar geçmesine rağmen adam dayanamayarak bir yazı yazmak ister ona.
Kalemi ve kağıdı alarak çok içten bir yazı yazar. Özenle bir zarfa koyar. Zarfı da mühürleyerek boş kısmına PAPATYA yazarak öğlen yemeğinde kıza verir.

Bu benim yazılarımdan biri, lütfen okuyup yarın bana yorumlarını iletebilir misin der.
Kız ise, oralı bile olamayarak arkadaş tavrıyla hele şu senin sigarayı bırakma olayını bitirelim diyerek geçiştirir. Adam ise mutsuz bir şekilde istemeyerek te olsa onaylar söylediklerini.

Akşam evine giderken bir trafik kazası geçiren adam, bitkisel hayata girer. Tüm aile fertleri toplanıp hayata dönmesi için dua ederler. Ama adamın durumu çok ciddidir. Ve asla konuşamıyordur.

Gün ışımıştır. Herkes heyecanla bekleyiştedir.

Kız ise evinde işe gidiş için hazırlık yapmaktadır. İş yerine geldiğinde içindeki huzursuzluğu bir türlü çözemez. Öğlen olduğunda gözleri arkadaşını arar ama bulamaz. Keyifsizce yemeğini yerken, nerede bu ya, diyerek aramaya karar verir. Telefonu uzunca çalar ve telefona bir bayan sesi çıkar. Onu sorduğunda hastanede yoğun bakımda olduğunu öğrenir ve annesinin feryadına şahit olur.

Donmuştur kız... Konuşamamış sadece dinleyebilmiştir.
Akşam olduğunda o şok ile hastaneye bile gidememiştir.
Çocuğun ölüm haberini aldığında ise istem dışı ağlamaya başlamıştır.
Günleri bir anda bu olay ile geçmektedir. Bir gece uyuklarken gencin yazdığı mektup gelir aklına. Alıp bakar.

Üzerinde papatya yazıyordur. Kızın adıda papatya dır. Yavaşça açarken zarfı papatya kokuları gelir burnuna. Çok şaşırmıştır. Titreyerek içerisinden çıkan kağıdı alır. Bir tanede sigara çıkar içinden. Şaşkınlıkla zarfın içerisinden çıkan kağıdı açar.

Evet, ağlamaya başlar, hemde hıçkırırcasına. Kağıtta şu notlara yazmaktadır.



Bu şokla kız topladığı binlerce sigaralara bakmak için poşeti açar. Birini eline alır ve sigaranın üzerinde silik olarak şu yazıyı okur.

- "Bugün çok şekersin yine."


Birini daha alır, ondada; "Biliyor musun sensiz yapamam galiba"
yazar.

Birine daha; "Meleklerin en safı sen olmalısın."

Birine, birine, birine... Her sigaranın üzerinde bir söz ilişmiştir kıza. Ağlayışın hıçkırık olduğu anda sigaranın birini alıp içmek ister. Yaktığında ise odayı sadece papatya kokusu sarar kusursuzca...
[/SIZE]
[SIZE=3]
[/SIZE]

PAPATYA

Seni ilk gördüğümde başladım papatyaya.
Her yokluğunda binlerce papatya oldu içimde.
Seni yaşatmasalar da hissettirdiler.
Taki sen gelip masama oturduğun anda.
Hiç bakmadın değil mi onlara.
Binlerce oldu elinde.
Ben sigarayı değil papatyayı bırakamadım...

Gelecek günlerin güzellikler getirmesi dileğiyle...
 
İyi bayramlar

Bayramlarımız vardı; çocuklar şekerleri, bozuk paraları toplamak için sokak, cadde, kapı dolaşırlardı. Büyüklerin ellerini öperek duyumsarlardı Anadolu'nun kokusunu. Yabancı olduğumuz insanlık yoktu henüz. Yalnızca vicdanlara nakışlanmış sevgi dili hakimdi. Bayram sabahları ülkenin dört bucağı kelime üretimi bolluğundaydı; kopyala-yapıştır çağı yürürlükte değildi. Yaşamsal sürekliliğin şiirli bayramları yaşanırdı. İnsanlığın kanına kurşun karışmamıştı henüz...

Bayramlarımız vardı; bakışları diri, kanlı canlı, gururlu... Elleri onurluydu anaların. Sigara dumanıyla giyinirdi babalar. Büyüklerin elleri tarih kokardı. Amca, dayı, enişte akrabalık birlik çağındaydı. Dedelerin evlerinde toplanılır hayaller bilevlenirdi. Bayram sabahları evlerde üstüste yığılmış vefa olurdu. Martıların kanadında taşınırdı haysiyet...

Arefe akşamları ütülenen elbiseler rüyalara devrilirdi.
Sayfa başlarında kaybedilmiş umutlar yoktu henüz.
Yürekler yokluk içinde değildi; sızlardı vicdanlar.
Romanlar masum cümlelerle başlardı.
Bayramlık duygularımız hırpalanmamıştı.
Dünyanın kirli püsküllerine asılanlar itibar dışı yaşardı.

Bayramlar var şimdi; bir gözün diğer göze düşman olduğu. Çirkin ve garip yaşam felsefesi oluştu. Yılanın gövdelerinden ayrılan bir insanlık türedi. Bayram sabahlarının öz bestesini boğuklaştıran metalimsi ses dalgaları yayılmaya başladı. Çocukların arzularını kirleten bayramlara uyanıyoruz. Artık suratlar boyalı. Güzel görünüşlü maskelere aldanıyoruz. İnsanlık serserileşti ve arsızların egemenliğinde....

Ufka dalıp giden bakışlarda kurumayı unutmuş gözyaşları.
Çata-pat patlatan çocukların melodisi kapsama alanı dışında kalıyor...
3G İle bayramlaşmanın modernliğinde...

BAKIŞ AÇISI...

Ünlü bir futbolcu karısını öldürmekle suçlanıyordu. Futbolcu yakalanmıştı. Ama karısının cesedi ortada yoktu. Duruşma Amerikan filmlerindeki gibiydi. Futbolcu sanık sandalyesinde oturuyordu. Kucak dolusu parayla tuttuğu avukatı jüriyi... ikna etmeye uğraşıyordu:
"Sayın jüri üyeleri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum. Buna az sonra sizler de inanacaksınız. Neden mi? Bakın, şimdi 1' den 10' a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karisi bu kapıdan içeri girecek... 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10..."
Bütün jüri kapıya döndü. Kimse girmedi içeri. Avukat bir savunma dahisiydi, öldürücü hamlesini yaptı :
"Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz. Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapıya baktınız. İşte kararı buna göre vermenizi talep ediyorum."
Ancak jüri ünlü futbolcuyu suçlu bulduğunu bildirdi ve dava bu şekilde sonuçlandı. Mahkeme çıkışında avukat, bayan jüri başkanına yaklaştı :
"10' a kadar saydığımda siz de diğer üyeler gibi kapıya bakmıştınız. Neden böyle bir karara imza attınız?"
"Doğru" dedi jüri başkanı; "Ben de kapıya baktım, ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu!.."

Bakış açınızı ne kadar geniş tutarsanız, doğruya ulaşmanız o kadar hızlı olur.
En iyi analist herkes bir noktaya bakarken, o noktaya yönelen bakışları izleyen kişidir...
 
EŞEK


Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan ...saatlerce anırır.
En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten
kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar
verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne
olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.
Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.
Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!

Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.
Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.

Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.
Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın...
 
önyargılarımız ve bakış açısı

Paul Ruskin, öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini öğretirken onlara şu olayı okur:
"
Ha...sta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor. Bazen saatlerce
anlaşılmaz şeyler geveliyor. Zaman, yer ya da kişi kavramı yok. Yalnız,
nasıl oluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki veriyor.
...
Son altı
aydır onun yanındayım, ne görünüşü için bir caba sarf ediyor ne de bakim
yapılırken yardımcı oluyor. Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor ve
giydiriyor. Dişleri yok, yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor.
Gömleği salyalarından dolayı sürekli leke içinde. Yürümüyor. Uykusu
sürekli düzensiz. Gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor.
Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir sebep yokken
sinirleniyor. Biri gelip onu yatıştırana kadar da feryat figan
bağırıyor.

Bu olayı okuduktan sonra, Ruskin öğrencilerine böyle birinin bakımını üstlenmek isteyip istemediklerini sorar.

Öğrenciler
bunu yapamayacakları nı söylerler. Ruskin, kendisinin bunu büyük bir
zevkle yaptığını ve onların da yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler
şaşırırlar. Daha sonra Ruskin hastanın fotoğrafını dolaştırmaya baslar.
Fotoğraftaki doktorun altı aylık kızıdır. Dr. Ruskin, Amerikan Tip
Birliği Dergisindeki makalesinde, (günümüzde çok yaşandığı gibi ) gülünç
bir yanlış anlamanın insana nasıl tamamen farklı bir perspektif
kazandıracağını anlatmaktadır. Belki de hayatta yaşadığımız birçok şey
bize önyargılarımız ve bakış acılarımız tarafından dayanılmaz ve zor
gözükebilir...
 
:)sizin hikayeleriniz daha harika özellikle ADI PAPATYA çok güzeldi.Ahh şu önyargılarımız bazen bizlerde aynısını yapmıyormuyuz :confused:
 
Malesef hepimiz yapıyoruz ben de yapıyorum ama biraz sonra iyi tarafından bakıp hatamı düzeltmeye çalışıyorum Rabbim farklılıklarla yaratmış O razıyken bizler hatalar yapıyoruz.Yaratılış işte ne yapcan...
 
hayatımda 3kişiyle çıktım 3üde aldattı bumu hayatttttt!
 
Hayat dediğinde bu zaten hep iyi şeyler oluyor malesef.
 
ÖZGÜRLÜK NEDİR ?

Pers sultanı iki adamı ölüme mahkum etmiş. Sultan’ın atını ne kadar sevdiğini bilen mahkumlardan bir tanesi hayatini bağışlarsa bir yıl içinde ata uçmayı öğretebileceğini söylemiş. Kendini dünyadaki tek ucan ata binerken hayal eden Sultan bunu kabul etmiş

Diğer mahkum inanmayan gözlerle arkadaşına bakmış ve
“Atların uçamadığını biliyorsun. Nasıl olup da böyle delice bir fikirle çıkabildin ortaya..? Yalnızca kaçınılmazı geciktiriyorsun o kadar.” .
” Pek değil ” demiş birinci mahkum. ” Kendime dört özgürlük sansı veriyorum.

Birincisi : Sultan bu yıl ölebilir.
İkincisi : Ben ölebilirim.
Uçuncusu : At ölebilir…
Dördüncüsü… “Belki ata uçmayı öğretebilirim.”.!

Umutlarımızın hiç tükenmemesi dileğiyle...:)
 
Hikayeler güzeldi ,tesekkürler ...
Bu da ben den olsun ...

GÜZEL GÖREBİLMEK ...
GÜZELLİK ,GÖREN GÖZE DEĞİL ,BAKAN GÖZE AİİTTİR !!

Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı. Ona göre; nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman.

Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları onun hiç de güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi.
Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı çünkü herkes birbirini kıskanıyordu.
Ama bir kaç yılda gerçeklerle yüzleşti. Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti. “Badem” dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir selviyi andırmıyordu.

Demek ki, annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.
Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu. Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi. Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı ve kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti. Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı. Bu arada annesini hiç merak etmiyordu. Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı. Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat ettiler.

Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu. Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı. Karşısında bir dünya güzeli vardı.

Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü. Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmiş, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu. Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak: “Sanki yeniden dünyaya geldim!” dedi. “Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış, estetik ameliyatı siz mi yaptınız?” Yaşlı doktor: “Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!.” diye gülümsedi. Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, onun gözünden gördün kendini !!”

Cüneyd Suavi

Bu da benim çok sevdiğim bir hikayedir ...

BU DA GEÇER YA HU !!!
Bu da geçer ya hu!

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar.
Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini salık verirler. Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından, Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden birisi olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında bir başka çiftlik sahibidir. Derviş, Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de, ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır... Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükret.” der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer...”

Derviş, Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra, Derviş’in yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir’den söz eder. “Haa o Şakir mi?” der köylüler, “O iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.” Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felâketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkârıdır. Şakir, bu kez Derviş’i son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır... Derviş, vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: “Üzülme... Unutma, bu da geçer...”

Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir, Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer...”

Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer.” Derviş, “Ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider.

Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır...

O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın... Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır yüzüğün üzerinde ...

Bu da geçer Ya Hû ...
Ne sonsuz mutluluklarımız kalıyor yanımıza ,ne hiç geçmeyecek sandığımız acılar ...Zamanın alıp götürmediği hiç birsey yok .belki de hersey " bu da geçer ya hu "diyebilmenin hünerinde gizli . . .
 
Üst Alt