[h=2]Bu ülkede hiçbir hareket masum değildir. ODTÜ'deki eylemler sırasında da aynı cümleyi ifade etmiştim. Söz konusu Türkiye ve Türk milleti ise, hiç bir hareket masum değildir, spontane değildir.[/h]Spontane başlamışsa bile iki saat geçmeden dünyanın tüm şeytanları ne yapıp edip o işin içine dahil olur ve işin, millet vatan aleyhine bir hal almasını sağlarlar.
Çünkü İblis'in, yeryüzünde insanlığa karşı sürdürdüğü mücadelenin en müstahkem karargahı Türkiye'dir.
Sıklıkla tekrar ediyorum, "eğer Allah beşere yeniden bir fırsat verecekse bunun vesilesi şu Anadolu halkı olacaktır." O yüzden de başta Siyonistler olmak üzere, tüm satanist örgütlerin temel uğraş alanı Türkiye'dir. Yeryüzündeki şeytani örgütlenmeleri, hiçbir millet ve hiçbir ülke, Türkler ve Türkiye kadar ilgilendirmez. Bu bir indi yaklaşım değildir. Aklı ve şuuru yerinde olan herkes, bunu sezebilir, görebilir.
Ortadoğu'yu hedef alan tüm yapılanma ve düzenlemelerin nihayet maksadı, Türk milletini ve Türkleri, sistemin dışında tutmaktır. Velev ki işin eş başkanlığını bile size bırakmış olsunlar! Türkler asla inisiyatif kullanabilecek duruma gelmemeliler… Lozan'da -daha doğrusu Sevr'de- etrafımıza örülen çitin dışına çıkmamamız için her pisliğe baş vurabilir, zararımıza olan her şeye destek verirler.
Geçen asrın başında, bizden fırsatı aldılar ve bizi Sezen Aksu'nun ‘Ünzilesi' gibi etrafı çitle örülmüş küçük, hiçbir bir aktivitesi bulunmayan bir dünya içine kapattılar. Tartışılır bir bağımsızlık, yarı diktatörlük bir cumhuriyet, hikmeti kendinden menkul bir Laiklik ve arazlı bir demokrasi...
Payımıza yazılan buydu: Kendini bağımsız sansın ama bağımsız olmasın. Kuralları iki dudak arasına sıkıştırılmış bir cumhuriyet ve sürekli asker dipçikleri ve satın alınmış medya kalemşörleri ile balansı yapılan bir demokrasi…
Uzun süre halkın iradesini kullanmasına izin verilmedi. Ne zaman halkın iradesini esas alan bir lider çıktıysa hemen onu ya ipe çekmişler, ya darbelerle bunaltmışlar, ya öldürmek istemişler. Açıktan yapamamışlarsa etkisi çok sonra çıkan zehirlerle öldürmüşler. Yahut darbelerle indirmişler. Bunun için de ya askeri, ya asker ve medyayı veya hem asker hem medya hem para babalarını kullanmışlardır.
Menderes'e Yaptıklarıın Erdoğan'a da…
Şimdi aynısını Tayyip Erdoğan'a yapmak istiyorlar. O yüzden de diyorum ki "Bu ülkede hiçbir hareket masum değildir". Ve ey millet eğer bir kere daha bu zokayı yutarsan sana yazıklar olsun…
Menderes'i ‘köpek', ‘bebek' iftiralarıyla yediler sesin çıkmadı. Demirel'den yedi kere zorla ‘şapkasını aldılar' ıkınmadın. Özal'ı yediler bitirdiler, seyrettin. Erbakan'ı nahak yere indirdiler, utancından terlemedin bile.
Şimdi aynısını Tayyip Erdoğan'a yapmak istiyorlar. Bu kere asker yok ama para babaları var. Silah yok ama Suriye yanlısı vatandaşlarımız var. Öfkeden gözü dönmüş, sandıkta yapamadıklarını sokaklarda terörle yapmak isteyenler var.
Onu da 'yedirmeyin' derim.
-Bakın bakalım şu protestocular sizden ne istiyorlar?
-Muhali!
"Seçimle gelmiş adamı sevmedik, gitsin!" diyorlar.
-Peki, gitsin. Ülkeyi seçime götürürsünüz, indirirsiniz adamı olur biter. Seçimi kaybettiği halde "ben iktidarım bırakmam" diyen oldu mu hayır! Derdiniz ne?
-"Benim istediklerim seçilemiyor. Benim istediklerim gelsin!"
Yani muhali istiyorsun. Yahut da eskiden öttürdüğün gibi borunu öttürmek istiyorsun öyle mi? Bu ülkede başbakanların gidip gelmesinin şartı belli… Hatırlayın ANAP'ın başına gelenleri. DSP'nin başına gelenleri… Sistem belli. Seçime gidersin indirirsin olur biter.
Ama senin derdin o değil. Sen yeniden tek parti cuntacılığına dönülsün istiyorsun. Laiklik perdesi altında inananları linç edebildiğin, okullarını kapatabildiğin, seçimde mağlup olduğun her seferinde darbe yapması için askeri çağırabildiğin bir ortam istiyorsun.
Ahbap kusura bakma o dönem geçti. Eski hal muhal. Ya yeni hale uyum sağlayacaksın, ya da kahrından bir tarafına inme gelecek! Demokrasilerde siyasi hasmına galebe oy iledir. İkna et toplumu indir aşağıya, olsun bitsin. "E ben ikna edemiyorum. O yüzden de sokaklara inip huzurunu bozuyorum ki toplumun buna mecbur kalasın!"
E boşuna yorulma kardeş. Kör gözünü açtı.
Millete Düşen Görev
İşte tam da bu noktada halka sesleniyorum. Bu insanlara pabuç bırakmayın. Fikrinizi çelmelerine fırsat vermeyin. Başbakan değiştirilecekse sen değiştir. Cumhurbaşkanının kim olacağına sen karar ver. Onun bunun dayatması ve ayak oyunlarına kapılma. Amerika istiyor, Batı istemiyor diye yapma. İşbirlikçi medyanın, para baronlarının oyununa gelme. İşte gördünüz son zamanlarda TÜSİAD yine zil takıp oynamaya başladı…
"Efendim hükümet bu masum taleplere kulak vermeli" diyorlar. Evet, hükümet bu işi ciddiye almalı. Bu ateşi suhuletle söndürmenin bir yolunu bulmalı. Ama sen ey millet tezgâha gelme, o tezgâhı kuranların masum olduğuna da inanma. Bunu başına örenler, servetine ve yeni yeni filizlenen itibarına göz dikenlerdir…
Hatırlarsanız, Gezi parkı ile ilgili ilk yazımda "bunun ne mene bir şey olduğunu yakında anlarız" demiştim. Anlaşıldı.
Bunlar, kuzu postu giydirilmiş garibanlardır. Kurtlar sütrede duruyor!
Asayiş Kuvvetlerinin Yanında Durun!
Türkiye'de meğerse ne kadar da ‘Nusayri' varmış, ne kadar da fitne delisi Esadçı varmış. Olaylar yavaş yavaş gerçek rengini almaya başladı. Ve yazık ki bir yığın insan DHKP-C'nin mezhepçi tezgâhlarına gelmiş bulunuyor. Bunun bekliyordum. Ama bu kadar profesyonelce başlatılacağını, bu kadar masumane kılıkta ortaya çıkacağını hiç düşünmemiştim.
İlk günlerde ben bile ilgi duymuştum Gezi Parkına… İBB ile yaşadığım bir takım şahsi meseleler ve bir kısım Ak Partililerin, tepeden bakmacı tavırları nedeniyle gidip onlara katılmaya heveslendim. Gezi parkına gidip "ağaçlarımızı kesmeyin kardeşim" demeye... İBB'cilerin yanında görünmektense o eylemcilerin yanında durmak ‘nefsime' daha şirin gelmişti.
Ama gitmedim, çünkü dâhilde kim adına ve ne adına olursa olsun her türlü asayiş bozucu hadisenin, bu millet ve vatan aleyhine olduğunu bellemişim. Öyle tembihlemişti Üstad talebelerini: "Asayiş kuvvetlerinin yanında yer alın."
Vefatından önce talebelerine yaptığı son çağrısı, en son vasiyetiydi, müsbet hareket etmek! Talebeleriyle yaptığı son dersinde şöyle demişti:
"Aziz kardeşlerim! Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. ...Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir. ...Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. ...Bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım." (Emirdağ Lâhikası, s. 455)
Onun fikirlerine gönül vermiş biri olarak, "İBB beni mağdur etti" diye, gidip nifakın yanında yer alamazdım. Gitmedim. Taa sonra gidip gördüm, merakımı gidermek için.
Hiç de masum insan görmedim! Kimse kusura bakmasın. Masum insan öfkesini o kadar galiz küfürlerle ve tahribatla açığa vurmaz. İffete saldırmaz. Şahsi nefret üzerine bina etmez. Sanki Hz. Hüseyin'i Tayyip Bey şehit etmiş! Sanki Anadolu'nun altını oyan Şah İsmail'e Çaldıran'da Tayyip ders vermiş…
Bu garibanlar, bir duygusallık hapishanesine düşmüşler ve kurtulamıyorlar. İnanınız ki Hz. Hüseyin'in şehadeti bizim de yüreğimizde közdür. Şah İsmail bugün benim açımdan bir Türk bahadırıdır. Tarih içinde iki türk hakan kozlarını paylaşmış. Hepsi o. Hala bunların davasını güdüp memleketi ateş yerine çevirmek bir şeytani duygusallık değil de nedir?
Sizin bu tavırlarınız daima İslam düşmanlarının işine geliyor. İşte gördünüz. Taksim olaylarından sadece yarım saat sonra, dünyanın tüm nifak merkezleri hemen yanınızda yer aldılar. Seni sevdikleri için mi? Hayır!
Noam Chomsky -ki bütün derdi insanları birbirine kırdırmaktır- bile baktım keyifle beyanat veriyor ki "bu olay Türk baharıdır" diye. Nerede ise keyfinden çatlayacak, yüreği çatlayasıca! Merak etmesin Türk Baharı gelecek. Hem de onun gibelirin yüreğine oturtarak!
Bizim başımıza bir iş gelince ne kadar da seviniyorlar. Nasıl da katılmak için acele ediyorlar. Gördünüz olayın üzerinden yarım saat bile geçmeden, Beyaz Saray açıklama yapıyor, AB, endişelerini bildiriyor, Almanya ve İngiltere basını, Türk Baharından söz ediyor. Ulan ocağı batasıca İngiltere, senin haftalarca sokakların cayır cayır yandı, protestocuları sokak aralarına çekip linç ettin. Hangi yüzle bir bahardan söz ediyorsun. Rabbim inşallah bütün tuzaklarınızı başınıza geçirecek ve bir gün mutlaka emdiğiniz irin ve kan deryası içinde bedel ödeyeceksiniz, ey kendi kanlarında boğulasıcalar! Rabbin değirmeni geç öğütür ama emin ol iyi öğütür!
Gezi Protestocularına Müteşekkiriz
Hadiselerin başlamışından dört gün önce Suriye'nin eski İstanbul konsoloslarından biriyle sohbet etmiştik. Bir ara, "Suriye'ye yaşatılanların, Türkiye'nin de başına getirilmesi çook yakındır" dedi, laf arasında. Ben o zaman bunu, bir sitem gibi algılamıştım. Meğer doğruyu söylüyormuş. Tezgâh kurulmuş.
Bu milletin ekmeği bu kadar mı tuzsuz? Bu milletin besledikleri hep karga tıynetli mi olmak zorunda? Daha ne kadar çekeceğiz ya rabbi?
Fakat yine de bu insanlara bir şeyler borçluyuz. Aklımızı başımıza getirdiler. Ben şahsen bu seçimlerde ciddi ciddi Ak Parti'ye oy vermemeyi düşünüyordum. Beni gaflet uykusundan uyandırdıkları için teşekkür ediyorum.
Bununla birlikte hükümetin teenni ile davranması gerektiğine inanıyorum. Ta ki, millet şu işleri tezgâhlayanların gerçek niyetini ve kimliğini tanısın.
BDP hemen anladı ve taraflarını meydanlardan çekti. MHP de çok erken farkına vardı. İşlerin bu noktaya gelmesinde doğal olarak hükümeti sorumlu tuttu bir muhalif olarak! Bunu yapması normaldir ama hemen arkasından şu beyanatı da verdi. Hiçbir ülkücü, hiçbir MHP'li olaylara katılmayacak.
İnşallah normal vatandaşlarımız da yakında anlayacaklar, bu olayların, Batının ve içimizdeki Esadçıların müşterek bir tezgâhı olduğunu…
O zaman her kes anlayacak ki, bu olaylarda masumiyet yok! Bile bile tezgaha gelmek veya çanak tutmak var!
Dua Vaktidir!
Bu arada, millete ciddi bir görev düşüyor. Bu çok açık bir bela ve fitne... Bu fitne ateşinin sönmesi içi, dua etmeliyiz. Yağmur duasına çıkarcasına yüzbinlere Cuma namazlarında toplu dua ettirmeliler. İnsanlar hatim indirmeliler. Bu belayı ancak niyaz ve tazarru ile başımızdan def edebiliriz.
Firavunun baskıları artık dayanılmaz boyutlara ulaştığında Hz. Musa, halkına, "evlerinizi mescide döndürün, evlerinizi kıble yapın. Namaz ve sabır ile Allah'tan yardım isteyin" buyurmuştu.
Ben da bu işlerden anlayanlara sesleniyorum. O eski Cuma çıkışlarında dev mitingleri tertip edenler, biraz da Dua Mitingleri tertip etsinler. Sadece dua. Toplu Muavvizeteyn okumaları yaptırsınlar. Yüzbinlerle milyonlarla okunmalı ve dua edilmeli ki belki Rabbim bizim hak edişlerimizi bizden düşürür.
Yoksa içimizdeki sefihlerden dolayı helak olacağız!
Hükümetin yapması gerekenleri de yazacağım inşallah. Sayın başbakanın cesareti, bana göre ona diplomatik hatalar yaptırıyor. Televizyon ve kürsülerde meydan okuması doğru değil. O işleri arka palanda yapsın. Zahirde suhulet yolunu seçmeli. Meydan okuyor. Bu olmaz. Aleniyet iyidir ama her daim değil. Milletin başına yeni badireler açar. O hep teenni ile hareket etmeli diye düşünüyorum…
[1] Bu yazı halka yönelik bir yazıdır. Hükümete değil…
Mehmet Ali Bulut - Haber 7
Çünkü İblis'in, yeryüzünde insanlığa karşı sürdürdüğü mücadelenin en müstahkem karargahı Türkiye'dir.
Sıklıkla tekrar ediyorum, "eğer Allah beşere yeniden bir fırsat verecekse bunun vesilesi şu Anadolu halkı olacaktır." O yüzden de başta Siyonistler olmak üzere, tüm satanist örgütlerin temel uğraş alanı Türkiye'dir. Yeryüzündeki şeytani örgütlenmeleri, hiçbir millet ve hiçbir ülke, Türkler ve Türkiye kadar ilgilendirmez. Bu bir indi yaklaşım değildir. Aklı ve şuuru yerinde olan herkes, bunu sezebilir, görebilir.
Ortadoğu'yu hedef alan tüm yapılanma ve düzenlemelerin nihayet maksadı, Türk milletini ve Türkleri, sistemin dışında tutmaktır. Velev ki işin eş başkanlığını bile size bırakmış olsunlar! Türkler asla inisiyatif kullanabilecek duruma gelmemeliler… Lozan'da -daha doğrusu Sevr'de- etrafımıza örülen çitin dışına çıkmamamız için her pisliğe baş vurabilir, zararımıza olan her şeye destek verirler.
Geçen asrın başında, bizden fırsatı aldılar ve bizi Sezen Aksu'nun ‘Ünzilesi' gibi etrafı çitle örülmüş küçük, hiçbir bir aktivitesi bulunmayan bir dünya içine kapattılar. Tartışılır bir bağımsızlık, yarı diktatörlük bir cumhuriyet, hikmeti kendinden menkul bir Laiklik ve arazlı bir demokrasi...
Payımıza yazılan buydu: Kendini bağımsız sansın ama bağımsız olmasın. Kuralları iki dudak arasına sıkıştırılmış bir cumhuriyet ve sürekli asker dipçikleri ve satın alınmış medya kalemşörleri ile balansı yapılan bir demokrasi…
Uzun süre halkın iradesini kullanmasına izin verilmedi. Ne zaman halkın iradesini esas alan bir lider çıktıysa hemen onu ya ipe çekmişler, ya darbelerle bunaltmışlar, ya öldürmek istemişler. Açıktan yapamamışlarsa etkisi çok sonra çıkan zehirlerle öldürmüşler. Yahut darbelerle indirmişler. Bunun için de ya askeri, ya asker ve medyayı veya hem asker hem medya hem para babalarını kullanmışlardır.
Menderes'e Yaptıklarıın Erdoğan'a da…
Şimdi aynısını Tayyip Erdoğan'a yapmak istiyorlar. O yüzden de diyorum ki "Bu ülkede hiçbir hareket masum değildir". Ve ey millet eğer bir kere daha bu zokayı yutarsan sana yazıklar olsun…
Menderes'i ‘köpek', ‘bebek' iftiralarıyla yediler sesin çıkmadı. Demirel'den yedi kere zorla ‘şapkasını aldılar' ıkınmadın. Özal'ı yediler bitirdiler, seyrettin. Erbakan'ı nahak yere indirdiler, utancından terlemedin bile.
Şimdi aynısını Tayyip Erdoğan'a yapmak istiyorlar. Bu kere asker yok ama para babaları var. Silah yok ama Suriye yanlısı vatandaşlarımız var. Öfkeden gözü dönmüş, sandıkta yapamadıklarını sokaklarda terörle yapmak isteyenler var.
Onu da 'yedirmeyin' derim.
-Bakın bakalım şu protestocular sizden ne istiyorlar?
-Muhali!
"Seçimle gelmiş adamı sevmedik, gitsin!" diyorlar.
-Peki, gitsin. Ülkeyi seçime götürürsünüz, indirirsiniz adamı olur biter. Seçimi kaybettiği halde "ben iktidarım bırakmam" diyen oldu mu hayır! Derdiniz ne?
-"Benim istediklerim seçilemiyor. Benim istediklerim gelsin!"
Yani muhali istiyorsun. Yahut da eskiden öttürdüğün gibi borunu öttürmek istiyorsun öyle mi? Bu ülkede başbakanların gidip gelmesinin şartı belli… Hatırlayın ANAP'ın başına gelenleri. DSP'nin başına gelenleri… Sistem belli. Seçime gidersin indirirsin olur biter.
Ama senin derdin o değil. Sen yeniden tek parti cuntacılığına dönülsün istiyorsun. Laiklik perdesi altında inananları linç edebildiğin, okullarını kapatabildiğin, seçimde mağlup olduğun her seferinde darbe yapması için askeri çağırabildiğin bir ortam istiyorsun.
Ahbap kusura bakma o dönem geçti. Eski hal muhal. Ya yeni hale uyum sağlayacaksın, ya da kahrından bir tarafına inme gelecek! Demokrasilerde siyasi hasmına galebe oy iledir. İkna et toplumu indir aşağıya, olsun bitsin. "E ben ikna edemiyorum. O yüzden de sokaklara inip huzurunu bozuyorum ki toplumun buna mecbur kalasın!"
E boşuna yorulma kardeş. Kör gözünü açtı.
Millete Düşen Görev
İşte tam da bu noktada halka sesleniyorum. Bu insanlara pabuç bırakmayın. Fikrinizi çelmelerine fırsat vermeyin. Başbakan değiştirilecekse sen değiştir. Cumhurbaşkanının kim olacağına sen karar ver. Onun bunun dayatması ve ayak oyunlarına kapılma. Amerika istiyor, Batı istemiyor diye yapma. İşbirlikçi medyanın, para baronlarının oyununa gelme. İşte gördünüz son zamanlarda TÜSİAD yine zil takıp oynamaya başladı…
"Efendim hükümet bu masum taleplere kulak vermeli" diyorlar. Evet, hükümet bu işi ciddiye almalı. Bu ateşi suhuletle söndürmenin bir yolunu bulmalı. Ama sen ey millet tezgâha gelme, o tezgâhı kuranların masum olduğuna da inanma. Bunu başına örenler, servetine ve yeni yeni filizlenen itibarına göz dikenlerdir…
Hatırlarsanız, Gezi parkı ile ilgili ilk yazımda "bunun ne mene bir şey olduğunu yakında anlarız" demiştim. Anlaşıldı.
Bunlar, kuzu postu giydirilmiş garibanlardır. Kurtlar sütrede duruyor!
Asayiş Kuvvetlerinin Yanında Durun!
Türkiye'de meğerse ne kadar da ‘Nusayri' varmış, ne kadar da fitne delisi Esadçı varmış. Olaylar yavaş yavaş gerçek rengini almaya başladı. Ve yazık ki bir yığın insan DHKP-C'nin mezhepçi tezgâhlarına gelmiş bulunuyor. Bunun bekliyordum. Ama bu kadar profesyonelce başlatılacağını, bu kadar masumane kılıkta ortaya çıkacağını hiç düşünmemiştim.
İlk günlerde ben bile ilgi duymuştum Gezi Parkına… İBB ile yaşadığım bir takım şahsi meseleler ve bir kısım Ak Partililerin, tepeden bakmacı tavırları nedeniyle gidip onlara katılmaya heveslendim. Gezi parkına gidip "ağaçlarımızı kesmeyin kardeşim" demeye... İBB'cilerin yanında görünmektense o eylemcilerin yanında durmak ‘nefsime' daha şirin gelmişti.
Ama gitmedim, çünkü dâhilde kim adına ve ne adına olursa olsun her türlü asayiş bozucu hadisenin, bu millet ve vatan aleyhine olduğunu bellemişim. Öyle tembihlemişti Üstad talebelerini: "Asayiş kuvvetlerinin yanında yer alın."
Vefatından önce talebelerine yaptığı son çağrısı, en son vasiyetiydi, müsbet hareket etmek! Talebeleriyle yaptığı son dersinde şöyle demişti:
"Aziz kardeşlerim! Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. ...Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir. ...Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. ...Bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım." (Emirdağ Lâhikası, s. 455)
Onun fikirlerine gönül vermiş biri olarak, "İBB beni mağdur etti" diye, gidip nifakın yanında yer alamazdım. Gitmedim. Taa sonra gidip gördüm, merakımı gidermek için.
Hiç de masum insan görmedim! Kimse kusura bakmasın. Masum insan öfkesini o kadar galiz küfürlerle ve tahribatla açığa vurmaz. İffete saldırmaz. Şahsi nefret üzerine bina etmez. Sanki Hz. Hüseyin'i Tayyip Bey şehit etmiş! Sanki Anadolu'nun altını oyan Şah İsmail'e Çaldıran'da Tayyip ders vermiş…
Bu garibanlar, bir duygusallık hapishanesine düşmüşler ve kurtulamıyorlar. İnanınız ki Hz. Hüseyin'in şehadeti bizim de yüreğimizde közdür. Şah İsmail bugün benim açımdan bir Türk bahadırıdır. Tarih içinde iki türk hakan kozlarını paylaşmış. Hepsi o. Hala bunların davasını güdüp memleketi ateş yerine çevirmek bir şeytani duygusallık değil de nedir?
Sizin bu tavırlarınız daima İslam düşmanlarının işine geliyor. İşte gördünüz. Taksim olaylarından sadece yarım saat sonra, dünyanın tüm nifak merkezleri hemen yanınızda yer aldılar. Seni sevdikleri için mi? Hayır!
Noam Chomsky -ki bütün derdi insanları birbirine kırdırmaktır- bile baktım keyifle beyanat veriyor ki "bu olay Türk baharıdır" diye. Nerede ise keyfinden çatlayacak, yüreği çatlayasıca! Merak etmesin Türk Baharı gelecek. Hem de onun gibelirin yüreğine oturtarak!
Bizim başımıza bir iş gelince ne kadar da seviniyorlar. Nasıl da katılmak için acele ediyorlar. Gördünüz olayın üzerinden yarım saat bile geçmeden, Beyaz Saray açıklama yapıyor, AB, endişelerini bildiriyor, Almanya ve İngiltere basını, Türk Baharından söz ediyor. Ulan ocağı batasıca İngiltere, senin haftalarca sokakların cayır cayır yandı, protestocuları sokak aralarına çekip linç ettin. Hangi yüzle bir bahardan söz ediyorsun. Rabbim inşallah bütün tuzaklarınızı başınıza geçirecek ve bir gün mutlaka emdiğiniz irin ve kan deryası içinde bedel ödeyeceksiniz, ey kendi kanlarında boğulasıcalar! Rabbin değirmeni geç öğütür ama emin ol iyi öğütür!
Gezi Protestocularına Müteşekkiriz
Hadiselerin başlamışından dört gün önce Suriye'nin eski İstanbul konsoloslarından biriyle sohbet etmiştik. Bir ara, "Suriye'ye yaşatılanların, Türkiye'nin de başına getirilmesi çook yakındır" dedi, laf arasında. Ben o zaman bunu, bir sitem gibi algılamıştım. Meğer doğruyu söylüyormuş. Tezgâh kurulmuş.
Bu milletin ekmeği bu kadar mı tuzsuz? Bu milletin besledikleri hep karga tıynetli mi olmak zorunda? Daha ne kadar çekeceğiz ya rabbi?
Fakat yine de bu insanlara bir şeyler borçluyuz. Aklımızı başımıza getirdiler. Ben şahsen bu seçimlerde ciddi ciddi Ak Parti'ye oy vermemeyi düşünüyordum. Beni gaflet uykusundan uyandırdıkları için teşekkür ediyorum.
Bununla birlikte hükümetin teenni ile davranması gerektiğine inanıyorum. Ta ki, millet şu işleri tezgâhlayanların gerçek niyetini ve kimliğini tanısın.
BDP hemen anladı ve taraflarını meydanlardan çekti. MHP de çok erken farkına vardı. İşlerin bu noktaya gelmesinde doğal olarak hükümeti sorumlu tuttu bir muhalif olarak! Bunu yapması normaldir ama hemen arkasından şu beyanatı da verdi. Hiçbir ülkücü, hiçbir MHP'li olaylara katılmayacak.
İnşallah normal vatandaşlarımız da yakında anlayacaklar, bu olayların, Batının ve içimizdeki Esadçıların müşterek bir tezgâhı olduğunu…
O zaman her kes anlayacak ki, bu olaylarda masumiyet yok! Bile bile tezgaha gelmek veya çanak tutmak var!
Dua Vaktidir!
Bu arada, millete ciddi bir görev düşüyor. Bu çok açık bir bela ve fitne... Bu fitne ateşinin sönmesi içi, dua etmeliyiz. Yağmur duasına çıkarcasına yüzbinlere Cuma namazlarında toplu dua ettirmeliler. İnsanlar hatim indirmeliler. Bu belayı ancak niyaz ve tazarru ile başımızdan def edebiliriz.
Firavunun baskıları artık dayanılmaz boyutlara ulaştığında Hz. Musa, halkına, "evlerinizi mescide döndürün, evlerinizi kıble yapın. Namaz ve sabır ile Allah'tan yardım isteyin" buyurmuştu.
Ben da bu işlerden anlayanlara sesleniyorum. O eski Cuma çıkışlarında dev mitingleri tertip edenler, biraz da Dua Mitingleri tertip etsinler. Sadece dua. Toplu Muavvizeteyn okumaları yaptırsınlar. Yüzbinlerle milyonlarla okunmalı ve dua edilmeli ki belki Rabbim bizim hak edişlerimizi bizden düşürür.
Yoksa içimizdeki sefihlerden dolayı helak olacağız!
Hükümetin yapması gerekenleri de yazacağım inşallah. Sayın başbakanın cesareti, bana göre ona diplomatik hatalar yaptırıyor. Televizyon ve kürsülerde meydan okuması doğru değil. O işleri arka palanda yapsın. Zahirde suhulet yolunu seçmeli. Meydan okuyor. Bu olmaz. Aleniyet iyidir ama her daim değil. Milletin başına yeni badireler açar. O hep teenni ile hareket etmeli diye düşünüyorum…
[1] Bu yazı halka yönelik bir yazıdır. Hükümete değil…
Mehmet Ali Bulut - Haber 7