Halil Cibran’la, Arap edebiyatının ilk kadın yazarı olan May Ziyade’nin mektuplarla başlayan ve birbirlerini hiç görmeden 19 yıl boyunca (Cibran ölene dek 1912-1921 yılları arasında) sürdürdükleri dostlukla başlayıp, aşka varana kadar ki mektupları ‘aşk mektupları’ adlı kitabında. En sevdiğim kitaplardan biridir, internette kitaptan alıntılar yok, sadece bir kısım var (May Ziyade’nin mektubu), kendi kitabımdan altını çizdiğim yerlerden bazılarını yazmak istedim, ayrıca tavsiye ederim dostlar okumadan geçmeyin bu kitabı, yazmaya bile doyamadım.
‘’Memnuniyet doyumdur, doyum sınırlıdır- oysa sen sınırlı değilsin. Mutluluğa gelince, mutluluk, insan ancak yaşam şarabını içtiğinde gelir, ama kadehi binlerce fersah derinlikte ve binlerce fersah genişliğinde olan insan, yaşam kadehi tamamıyla boşalmadıkça mutluluğu anlayamaz. Senin de kadehin bin bir fersahlık değil mi May?’’
‘’Sen, May, korunanlardan birisin; içinde Tanrı’nın bütün kötülüklerden sakındığı bir melek var.
Dünyanın bu köşesinde dostların olup olmadığını da sormuşsun.
Bu yaşamla ve içindeki yaralayıcı tatlılık ve kutsal acılıkla, dünyanın bu köşesinde bir dostun var tabi. Seni savunmaya kararlı, iyiliğini isteyen ve senden gelecek bir kötülük görmeyen biri.Uzaklardaki bir dost bazen dizinizin dibindeki birinden çok daha yakındır. Dağ vadiden geçenlere eteklerinde yaşayanlardan daha muazzam görünmez mi?
Gece stüdyoma perdesini örtt, artık ellerimin yazdıklarını göremiyorum. Binlerce selam sana, binlerce selam, Tanrı seni her zaman koruyup sakınsın.
İçten Dostun
Cibran Halil Cibran’’
'Keşke sesimi kanatlandırmak ve mırıltılarımı şarkılara döndürmek için burada olsaydın. Yine de 'yabancılar' arasındayken görünmez bir 'dostun' beni dinleyip tatlılık ve duyarlılıkla gülümsediğini bilerek konuşacağım.
' Halil Cibran '
‘’Böyle konuştuğumu duymak seni şaşırtacak tabi; sana yazma dürtüsü ve ihtiyacı duymam da beni şaşırtıyor. Bu ihtiyacın, bu dürtünün ardında yatan gizi anlayabilmeyi isterdim.
Tek bir ipliği bile geçmişin ilişkileri ya da geleceğin istekleri tarafından eğrilmedi- çünkü bu bağ geçmişte ve şimdide bir araya gelmemiş ve belki gelecekte de gelemeyecek iki insan arasında ortaya çıktı.
Böylesine bir duygu, May, asla yok olmayacak, ama bizim için değerli şiddetli bir sancıya yol açar, fırsatımız olsa bile onu bilinen ya da hayal edilebilecek bir şerefle ya da hazla değişmeyiz.
Sana bu anlattığım, senin içindeki her şeyi paylaşan biridışında hiç kimse tarafından anlatılamayacak olan bir şeyi anlatma çabasıdır.’’
‘’Tatlı mektubun önümdeyken şimdi ne söyleyebilirim?Bu yüce mektup şaşkınlığımı utangaçlığa çevirdi. Sessizliğimden, kabalığımdan utanıyorum, parmağımı dudağıma götürerek susmama neden olan gururumdan utanıyorum. Dün senin ‘’suçlu’’ olduğunu düşünmüştüm, ama bugün iki melek gibi kucaklayan nezaketini ve yüce gönüllülüğünü görünce kendimi suçlu görüyorum.’’
‘’Söyle bana, May, söyle, bu dünyada ruhunun dilini anlayan kaç kişi var? Merak ediyorum, seni sessizliğinde dinleyebilen, ya da sükunetinde anlayabilen ya da diğer evler arasındaki bir evde onun önünde otururken yaşamın kutsallıklarının en kutsalında sana eşlik edebilen birine kaç kez rastladın?’’
‘’Bu sabah durmadan gülümsedim. Şimdi de içimden gülümsüyorum-ve daha uzun bir süre gülümsemeye devam edeceğim. Gülüşlerden başka bir şeyden yaratılmamışım gibi gülümsüyorum. Ama ‘’bağışlayıcılık’’ beni başımı utançla önüme eğmeye, kendisi o kadar alçakgönüllü olan o soylu ruh karşısında saygıyla eğilip af dilemeye zorlayan heybetli bir sözcük. Tek suçlu benim. Sessiz kalmak ve umutsuzluk içinde olmakla tembellik ettim- bu yüzden yaptığım hatadan dolayı beni bağışlaman için yalvarıyorum.’’
‘’Sabahtan beri kaç sigara içtim?’’ Sorun ne kadar nazik, ama yanıt vermek ne kadar zor. Bugün, May, başından sonuna sigara içme günü ve sabahtan beri yirmiden fazla sigara içtim. Kendimi bildim bileli, sigara benim için vazgeçilmez bir ihtiyaç değil de bir keyiftir, onun için sigara içmediğim tek bir gün bile geçmedi. Ama suçlu sensin, bu ‘’vadide’’ kendi başıma olsaydım, asla sigara içmezdim. Ama kendi başıma olmak istemiyorum.’’
‘’Gariptir ki dünyanın ve uzayın mucizelerini kabulleniriz de ruhumuza kazınmış mucizelere inanamayız bir türlü.’’
‘’Öyleyse haydi, yukarı çıkalım, dostum, meleklerin gözlerindeki şaşkınlık, şefkat ve bilgelikle gece göğsünün çatısına varalım. Bir erkeğin yaşamı, sevgili bayan, Tanrı onu benim küçük prensesim gibi bir kız evlatla donatmadıkça, kum dışında hiçbir şeyin bulunmadığı bir çöl gibi kalacaktır, derim her zaman. Ve yine derim ki, sevgili bayan, kızı olmayan erkek, bir kızı evlat edinmelidir, çünkü zamanın sırrı ve anlamı genç kızların yüreğinde gizlidir.’’
‘’Söylemek istediğim sözleri sessizliğin ta yüreğine koyuyorum, çünkü sessizlik tüm sözlerimizi sevgiyle, hevesle, inançla saklar. Ve sessizlik, May, dualarımızı ya her nereye istediysek oraya taşır, ya da Tanrı’ya ulaştırır.
Artık yatmaya gidiyorum, bu gece uzun bir uyku çekeceğim. Kağıda dökemediklerimi sana düşlerimde söyleyeceğim. İyi geceler May. Tanrı seni kutsasın ve korusun, Tanrı seni bana bağışlasın.
Cibran’’
‘’Tüm insanlar içinde ruhuma en yakın olanı, yüreğime en yakın olanı sensin, ruhlarımız ve yüreklerimiz asla kavga etmez. Sadece düşüncelerimiz kavga eder ve düşünceler sonradan edinilir, çevreden, çevremizde gördüklerimizden, günlerin bize getirdiklerinden kazanılır; oysa ruh ve yürek düşüncelerimziden çok önce içimizde yüce bir öz oluşturdu.’’
‘’Ve sen, May, benim büyümüşte küçülmüş çocuğum, şimdi ikinci harfi dinlemekte ve söylemekte bana yardım edeceksin ve her zaman benimle kalacaksın.
Alnını yaklaştır Miriam, daha yakına getir, yüreğimde alnına koymak istediğim beyaz bir gül var. Kendisinin karşısında utangaçlıkla titreyen sevgi ne tatlıdır.
Tanrı seni kutsasın. Tanrı küçüğümü korusun. Yüreğini meleklerin şarkılarıyla doldursun.
Cibran’’
May Ziyade' den:
''Sana karşı taşmalarım-ne demek bu? Bütün bunlarla ne demek istediğimi gerçekten bilmiyorum. Ama senin sevdiğim olduğunu ve sevgiye saygı duyduğumu biliyorum. Şunu tamamen bilerek söylüyorum ki, aşk en azından büyüktür. Aşkın eşlik ettiği yoksulluk ve sıkıntılar sevgisiz zenginlikten çok daha iyidir. Bu düşünceleri sana itiraf etmeye nasıl cesaret edebiliyorum? Böyle yaparak onları yitiriyorum... yine de bunu yapmaya cesaret ediyorum. Tanrı'ya şükürler olsun ki bunları söylemeyip yazıyorum, çünkü şu anda burada olsan, hemen geri çekilip uzunca bir süre senden kaçarım ve söylediklerimi unutuncaya kadar da beni görmene izin vermem. .. Güneş ufukta kayboldu, harika şekilli güzel bulutların arasından parlak tek bir yıldız belirdi, Venüs, Aşk Tanrıçası. bu yıldızda bizim gibi aşk ve arzuyla dolu insanlar mı oturur acaba? Acaba Venüs de benim gibi mi ve kendi Cibran'ı mı var -kendi uzakta ama aslında çok yakında olan güzel varlık- ve acaba o da şu anda, ufukta titreyen alacakaranlıkta, alacakaranlığı karanlığın izleyeceğini ve karanlığı ışığın izleyeceğini ve günü gecenin izleyeceğini ve geceyi günün izleyeceğini ve sevdiğini görmeden önce bunun defalarca tekrarlanacağını bilerek ona mektup mu yazıyor? Ve böylece alacakaranlığın ve gecenin bütün yalnızlığı hiç sezdirmeden ona yanaşıyor. O zaman o da elindeki kalemi alacak ve karanlıktan, bir adım kalkanına sığınacak: Cibran.''
(May’in Cibran’a 15 Ocak 1924 tarihli mektubu)
' 'Hiçbir zaman bu kadar acı çekmemiştim., hiçbir kitapta bir varlığın bu çektiğim kadar büyük bir acıya katlanacak gücü bulacağını okumamıştır...' 'Büyük acı büyük arınmadır.'
(MayZiyade'nin Cibran'ın ölümü üzerine mektubundan.)