[FONT=sans-serif]Histrionik kişilik bozukluğu
Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından genellikle yetişkinliğin ilk dönemlerinde başlayan, aşırı duygusallık ve dikkat çekmek, çevresi tarafından onay arama ihtiyacının yüksekliği ile kendini belli eden kişilik bozukluğu olarak tanımlanmıştır. Narsistlerden farklı olarak çevreleriyle ilişkilerinin her dakikasına dikkat ederler.
[/FONT]
Belirtiler
[FONT=sans-serif]Başkalarını ilgi ve muhabbetlerini çekebildikleri sürece canlı, neşeli, şevk dolu ve cilve veya çapkındır. Kendileri grubun odağı olduğu sürece ilişkileri kuvvetlidir. Cinsel anlamda uygunsuz provakatif davranışlar sergileyebilir, duygularını etkileyici tarzda dışavururlar. Bunun yanı sıra egosantrizm, kendine düşkünlük, sürekli takdir arzusu ve ihtiyaçlarına ulaşmak için sürekli psikolojik manipülasyonda bulunurlar.[/FONT]
[FONT=sans-serif]Bu kişilik bozukluğuna sahip olan kişiler kendi kişisel durumlarını gerçekçi olarak değerlendiremezler ve karşılaştıkları güçlükleri abartma ve dramatize etme eğilimi sergilerler. Kolayca sıkıldıklarından çok sık iş değiştirebilirler ve hayalkırıklığı sorunu yaşarlar. Yenilik ve heyecan arzularından dolayı kendilerini tehlikeli durumlara sokarlar. Bu unsurlar onların daha büyük depresyona girmelerine sebep olabilir.
[/FONT]
[FONT=sans-serif]Şu belirtiler görülür:[/FONT]
[FONT=sans-serif]
Bu bozukluğun sebebi bilinmemektedir fakat bir yakınının ani kaybı, aile içinde sürekli kaygı doğuran bir hastalık bulunması, ebeveynlerin boşanması ve genetik sebeplerin etkili olabileceği düşünülmektedir. Histrionik kişilik bozukluğu erkeklerden daha sık kadınlarda teşhis edilmektedir, erkeklerde bazı benzer belirtilerle birlikte narsistik kişilik bozukluğu daha çok görülmektedir. [/FONT]
Narsisizm[FONT=sans-serif]
Sigmund Freud Narsisizmi Dış dünyadan soyutlanan libidonun (cinsel enerji) egoya (ben) yönlendirilmesi şeklinde açıklamıştır. Yani libidonun büyük bir depoda toplanır gibi egoda toplanması ve daha sonra nesnelere yönlendirilmesi; fakat kolaylıkla tekrar soyutlanarak egoya yönlenmesi durumudur.
Bebek dış dünya ile ilişki kuramadığı erken bebeklik döneminde gerçek bir narsisizm durumu içindedir. Libido dış dünyaya yönlendirilmemiştir. Bebeğin nesneleri 'ben olmayan nesneler' olarak algılaması aylar alır. 'ben' ve 'ben olmayan' arasında bir ayrım yapamaz. Dış dünyaya ilgi duymuyordur ve dış dünyada bile değildir. Bebek için tek gerçek kendisidir. Acıkması, susaması, üşümesi bebek için tek gerçekliktir. Bu durumu 'birincil narsisizm' olarak tanımlanır.
Bebek büyüdükçe dış dünya ile ilişkileri artar ve dış dünya kurallarını öğrenir. Giderek libidosunu nesnelere yönlendirir; nesne sevgisi ve giderek nesnel düşünce ağırlık kazanır. İnsan her ne kadar libidosuna nesne bulabilse de mutlaka görece olarak bir ölçüde narsisist kalır. Bu durumu 'ikincil narsisizm' olarak tanımlanmıştır.
Narsisizm insan için yaşamını sürdürebilmesi açısından bir ölçüde gereklidir. Bazı durumlarda; kişinin narsisizmi toplum için, hatta kendi akıl sağlığı için makul oranlarda değilse; kişi akıl hastalıklarıyla karşılaşabilir. Önemli psikiyatrik rahatsızlıklar olan nevroz, paranoya hatta psikozda narsisizm etkileri görülmektedir. Birincil narsisizmde bebek dış dünyanın ayrımına varmamışken; ikincil narsisizmde dış dünya gerçekliğini yitirmiştir.
Narsisizmin çok özel bir türü de; Roma sezarları, Mısır firavunları, diktatörler gibi çok güçlü kişilerde bulunan türüdür. Bu insanlar adeta nefes alıp yürüyen yeryüzü tanrıları gibidirler kendi gözlerinde. Yaşam ya da ölüm gibi önemli doğa olaylarına bile bir tek cümleyle karar verebilmekteydiler. En büyük korkuları güçlerini kaybetmeleri, ölüm, etraflarındaki herkesin kendilerine düşman olmasıydı. Güçlerinin ve şehvetlerinin bir sınırı yokmuş gibi davranmaya çalışırlar, sayısız insan öldürüp, sayısız şatolar kurarlardı. Varlıklarının kendilerinin de çözemediği sorununu insan değilmiş gibi çözmeye çalışsalar da aslında durumları düpedüz deliliktir. Dış dünya 'ben' olmadığı için, narsisist kişi dış dünyayı anlayamaz/algılayamaz ve bu durum kişide korku yaratır. Diktatör gitgide daha yıkıcı, daha yalnız ve korkak olur.
Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler, başkalarının düşünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen kişilerdir. Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynıNarkissos gibi erirler, çökerler. Başkalarının hakkına saygı göstermeden ve gerçeklerle bağdaşmasa bile daima kendilerini haklı göstererek ve o hedefi, gerekli emeği vermeden bile haketmiş sayarak en önde, en gözde ve tek olmak isterler. Kendilerini başkalarının yerine koyamaz ve başkalarini anlayamazlar. Sanki her şey sadece kendileri için vardır ve ne olursa olsun her şeyin kendi amaçlarına hizmet etmesi gerekir. Başkalarının fikir ve hareketleri kendi amaçlarına hizmet ediyorsa vardır, aksi halde bu fikir ve hareketler tahammül edilemez düşüncelerdir. Gerçekle bağdaşmayan, başkalarinin zararına olup sadece kendi çıkarlarına uygun, kendi plan ve hedeflerine hitap eden maddi ve manevi kazanç sağlayabilecek plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında öfkelerine hakim olamaz, saldırganlaşır, çöker, hatta ağır psikotik tablolara girerler.
[/FONT]
Borderline Kişilik Bozukluğu[FONT=Helvetica Neue]
[/FONT]
[FONT=Georgia]Borderline kişilik bozukluğunda, bireyin kimlik duygusunda, ilişkilerinde, duygulanımında yaygın ve süregen dengesizlik belirgindir. Bu kişiler cinsel, mesleksel ve toplumsal kimliklerinde derin güvensizlik, dengesizlik gösterirler. Sağlam bir kimlik duygusu (sense of identity) gelişmemiştir. Çabucak düş kırıklığına uğrarlar, bunaltı, çökkünlük belirtileri gösterirler. Zaman zaman antisosyal atak davranışlar, psikoaktif maddelere yönelme, hızlı yaşam çabaları, kendilerine zarar verme eğilimleri ( kendilerini jiletle kesme, sigara ile yakma, özkıyım girişimleri) gösterirler. Boşluk ve anlamsızlık, yalnızlık duygusundan yakınırlar. Özellikle yalnız kalma korkusu, yalnız kalmaya dayanamama kişinin davranışlarında belirgindir.
( Prof. Dr. Orhan Öztürk, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Ankara,2004).
Sınırda kişilik bozukluğu olanların en çarpıcı özellikleri duygulanımlarının yoğunluğu ve davranışlarının değişkenliğidir. Bir durumdan diğerine, bir tutumdan başka bir tutuma hızlı geçişleri olur. Çoğu, tek bir baskın görünüm sergiler, bu durum, dönem dönem, uygunsuz bir hiddetlenme ya da öfkelenmeye döner. Sık olmasa da kendi kendine zarar veren, yıkıcı davranışlarda bulunulduğu daha sonra bunların aptalca ve gereksiz bulunduğu olur. Sınırda kişilik bozukluğu olanların davranışları ve hiddetlenmeleri, süreklilik gösteren bir duygulanım aralığının bir ucundan diğerine, yumuşak ve yineleyici geçişlerin olmasından çok, öngörülemezlik ve düşünmeden davranma, tutarsızlık ve derinlemesine düşünmeden dışa vurulan dürtüsellikle belirlidir. Bu kişilerin davranışlarında kırılganlık, oynaklık, değişkenlik ve süreklilik göstermeme gibi özelliklerin yanı sıra birbirine ters duygu durumlar arasında döngüsel gidip gelmeler olur.
( Prof. Dr. Ertuğrul Köroğlu, Sinan Bayraktar, Kişilik Bozuklukları, Ankara, 2007).
Tüm bu tanımlamalardan sonra bu kişilerde ani duygu durum değişiklikleri, ani öfke patlamaları ve anlamsız terk edilme paranoyaları görmek mümkündür. Klinik pratikte sıkça karşılaştığımız vakaların büyük çoğunluğunda karşılaştığımız ilk semptom bu kişinin bir yakını tarafından terk edileceği korkusu, bu korkuyu yenemediği için ani öfke nöbetleri geçirdiği ve kendine zarar verme davranışıdır. Bunların yanında aşırı para harcama, cinsellik, madde kötüye kullanım, pervasızca araba kullanma ve tıkınırcasına yemek yeme davranışı rastladığımız semptomlar arasındadır.
Bu kişilik bozukluğuna sınırda denmesinin sebeplerinden biri de kişinin ani duygu durum değişikliği yaşamasıdır. Örneğin kişi çok mutluyken birden depresif duygu durumuna geçebilir. Ya da kişi aniden yalnızlık korkusu yaşayabilir ve bu korkuyu yenmek için çeşitli yollara başvurabilir. Bu sınırın bir ucunu nevrotik, diğer ucunu ise psikotik olarak düşünmek mümkündür. Tam ortasında ise bu iki sınırdan birine kaymaya hazır bir kişi vardır. Kişi normal yaşam tarzına devam ederken birden nevrotik belirtiler ya da psikotik belirtiler sergileyebilir. İşte bu yüzden buna sınırda kişilik bozukluğu demek doğru olacaktır.
DSM-IV-TRye göre Borderline Kişilik Bozukluğu Tanı Ölçütleri şu şekilde sıralanmış ve belirlenmiştir;
A. Aşağıdakilerden beşinin olması ile belirli, genç erişkinlik dönemimde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, kişiler arası ilişkilerde, benlik algısında ve duygulanımda tutarsızlık ve belirgin dürtüselliğin olduğu sürekli bir örüntüdür.
1. Gerçek veya hayali bir terk edilmeden kaçınmak için çılgınca çabalar gösterme.
2. Gözünde aşırı büyütme ve yerin dibine sokma uçları arasında gidip gelme, gergin ve tutarsız kişilerarası ilişkilerin olması.
3. Kimlik karmaşası: belirgin olarak ve sürekli bir biçimde tutarsız benlik algısı veya kimlik duyumu.
4. Kendine zarar verme olasılığı yüksek en az iki alanda dürtüsellik.
5. Yineleyen öz kıyımla ilgili davranışlar, girişimler, göz korkutmalar.
6. Duygu durumda belirgin tepkiselliğe bağlı instabilite.
7. Kendini sürekli boşlukta hissetme.
8. Uygunsuz, yoğun öfke ya da öfkesini kontrol edememe.
9. Stresle ilişkili geçici paranoid düşünce veya ağır dissosiyatif semptomlar.
Bu kişilik bozukluğunun oluş nedenleri arasında ilk çocukluk dönemlerinde yetersiz
destek, ilgi ve disiplinin olması ya da aşırı denetimler nedeniyle bireyleşmenin, temel güven
ve özerklik duygusunun engellenmesi, özbenlik (self) sınırlarının yeterince belirlenememesi
gibi psikodinamik etkenler ileri sürülmüştür. Bütün öbür kişilik bozukluklarında olduğu gibi
kalıtımsal etkenler ve çocukluk çağında karşılaşılan örseleyici olaylar ( çocuğa yönelik şiddet,
cinsel içerikli girişimler, ana-baba ayrılmaları gibi) oluş nedenleri arasında sayılmalıdır (Prof.
Dr. Orhan Öztürk, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Ankara, 2004).
Bir çok araştırma ve araştırmaya göre bu kişilerin çocukluk öykülerinde cinsel istismar, anne-baba boşanması, ilgi eksikliği rastlanılan anemnez öyküleridir. Bu kişilerin çocukluk çağında yaşadıkları dramatik ve travmatik olaylar oluşan kişiliğin şekillenmesinde önemli rol oynamaktadır. Dolayısıyla yaşanan bu tarz olaylar kişinin öz benliğinin yapısına şekil vermekte ve karşılaşılan tablo bu şekilde oluşmaktadır. Görülme sıklığı %2 dolaylarındadır. Kadınlarda daha sık görülür. Bu hastalardan %90ının başka bir psikiyatrik tanısı daha olur, %40ının ise aldığı başka psikiyatrik tanı ikiden çoktur. Bu kişilerin ailelerinde duygudurum ve madde kullanım bozuklukları daha sık görülür. Annesinde böyle bir bozukluk olan kişilerin çocuklarından daha sık görülür.
(Prof. Dr.Ertuğrul Köroğlu, Sinan Bayraktar, Ankara, 2007).
Tedavi ve Psikoterapisi:
Yukarıda da belirtildiği gibi Borderline Kişilik Bozukluğuna psikiyatrik bir takım bozukluklar da eşlik edebilir. Bu durumlarda antipsikotik, antidepresan ya da duygu durum düzenleyici bazı psikofarmakolojik tedaviler söz konusu olabilmektedir. Bu kişilerin psikoterapisi kişi için ne kadar zorsa, psikoterapist için de o kadar zordur. Çünkü bu kişiler terapistten sürekli karşı transferans beklerler. Kendilerinde olan bir takım özellikleri terapistte de arar ve onaylanmayı isterler. Psikoterapide dikkat edilecek ilk şey karşı transferans yapmamak olmalıdır. Ancak yapılsa bile bunu nasıl alt ettiğini belirterek örnek vermek gereklidir. Eleştirilmeye ve reddedilmeye duyarlılığı azaltmak, kendisini ve dürtülerini kontrol etmeyi amaçlayan terapiler faydalı olacaktır. Bir diğer konu iseBorderline Kişilik Bozukluğu olan kişilerin terapi ve tedavilerinin uzun soluklu olmasıdır. Asıl amaç kökte bulunan patolojiyi gidermektir ancak bu patolojinin dallarında da bir takım bozukluklar baş göstermektedir. Bazen iş öyle boyutlara ulaşır ki, kişi terapiyi birden kesecek ve bir daha gelmeyeceğini söyleyebilecektir. Birkaç ay sonra terapiye devam etmek isteyecek ve tekrar gelecektir. Bu yüzden terapist her türlü aşağılanmaya, rencide edici sözler duymaya hazır bulunmalıdır. Borderline kişilik bozukluğu olan kişilerde sık rastlanılan durumlardan biri de öz kıyım davranışıdır. Bu gibi durumlarda kişinin hastaneye yatımı gerçekleştirilmeli ve gerekli psikofarmakolojik tedavi başlatılmalıdır.
Borderline kişilik bozukluğunun tedavisi ve terapisi
hastanın bu sürece uyum sağlaması ve gerçekten iyileşmek istemesiyle doğru orantılıdır. Kişi düzelmeyi ne kadar istiyorsa iyileşme de bu yönde olacak ve süreç hız kazanacaktır. Bir başka yaklaşım ise bu kişilerin grup terapilerinden faydalanmalarıdır. Aynı patolojiden birkaç kişiyle yapılan bu terapilerde kişiler bu bozukluktan kurtulmak için izlediği yolu diğer grup üyeleriyle paylaşabilir ve diğerleri de bu konuda yüreklenerek kendi yollarını çizebilirler.
Borderline kişilik bozukluğunda hipnoterapötik yaklaşımla ilgili bir takım çalışma taslakları tarafımızdan hazırlanmakta ve bugüne kadar yapılan terapilerde olumlu gelişmeler kaydedilmektedir. Borderline kişilik bozukluğu olan kişilerde rastlayabileceğimiz bir takım savunma mekanizmaları vardır. Bunlar yansıtma (projection), yer değiştirme (displacement), inkar(denial) gibi savunma düzenekleri terapilerde kırılması ve terapist tarafından fark edilmesi gereken belirtilerdir. Terapist bunları fark ettikten sonra kişiye iç görü ve farkındalık kazandırma çalışmaları yapmakla çözüme ulaşacaktır. Yukarıda bahsi geçen asıl kök patolojinin dallarındaki kısmi patolojiler bu savunma mekanizmaları olup, izlenecek ilk adımın iç görü kazanımıyla birlikte ortadan kalkması yönünde olması gerekmektedir.
Bireysel psikoterapi, grup psikoterapisi, psikofarmakolojik tedavi ve hipnoterapi borderline kişilik bozukluğunun tedavi ve terapisinde faydalanılacak yaklaşımlardır. İyi bir bireyselpsikoterapi seansından sonra grup psikoterapisindeki iyi bir etkileşim ve paylaşım bu bozukluğun iyileşmesini hızlandıracaktır. Aynı zamanda psikiyatrik başka bozukluğu olan borderline kişilerin psikofarmakolojik tedaviye başlaması da süreci kolaylaştıracak ve kişi öz kıyım ihtimalinden uzak tutulacaktır. Hipnoterapötik yaklaşım ise borderline kişilik bozukluğunun tedavi ve terapisinde sık kullanılmaya başlanan bir yoldur ve olumlu gelişmeler sağlanmaktadır.
[/FONT]
Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından genellikle yetişkinliğin ilk dönemlerinde başlayan, aşırı duygusallık ve dikkat çekmek, çevresi tarafından onay arama ihtiyacının yüksekliği ile kendini belli eden kişilik bozukluğu olarak tanımlanmıştır. Narsistlerden farklı olarak çevreleriyle ilişkilerinin her dakikasına dikkat ederler.
[/FONT]
Belirtiler
[FONT=sans-serif]Başkalarını ilgi ve muhabbetlerini çekebildikleri sürece canlı, neşeli, şevk dolu ve cilve veya çapkındır. Kendileri grubun odağı olduğu sürece ilişkileri kuvvetlidir. Cinsel anlamda uygunsuz provakatif davranışlar sergileyebilir, duygularını etkileyici tarzda dışavururlar. Bunun yanı sıra egosantrizm, kendine düşkünlük, sürekli takdir arzusu ve ihtiyaçlarına ulaşmak için sürekli psikolojik manipülasyonda bulunurlar.[/FONT]
[FONT=sans-serif]Bu kişilik bozukluğuna sahip olan kişiler kendi kişisel durumlarını gerçekçi olarak değerlendiremezler ve karşılaştıkları güçlükleri abartma ve dramatize etme eğilimi sergilerler. Kolayca sıkıldıklarından çok sık iş değiştirebilirler ve hayalkırıklığı sorunu yaşarlar. Yenilik ve heyecan arzularından dolayı kendilerini tehlikeli durumlara sokarlar. Bu unsurlar onların daha büyük depresyona girmelerine sebep olabilir.
[/FONT]
[FONT=sans-serif]Şu belirtiler görülür:[/FONT]
- Teşhirci davranış.
- Sürekli tatmin veya onay arayışı.
- Duyguların aşırı gösterilerek dramatize edilmesi. Örneğin yeni tanıştığı biriyle kucaklaşmak veya acıklı bir filmde kontrolsüzce ağlamak.
- Eleştiri veya onaylanmamaya karşı aşırı duyarlılık.
- Kişiliğinden gurur duyma, değişime karşı isteksizlik ve herhangi bir değişimi tehdit olarak algılama.
- Uygunsuz şekilde kışkırtıcı davranış veya görünüm sergilemek.
- Somatik belirtileri kullanarak dikkati üzerine çekmeye çalışmak.
- İlgi merkezi olma ihtiyacı.
- Hayal kırıklıklarına karşı düşük tolerans.
- Ani kararlar almak.
- Duygusal hallerin hızlı değişimi. Bu haller başkalarına yüzeysel veya abartılı olarak görünebilir.
- İlişkilerin gerçekte olduğundan daha içten olması gerektiğine inanmak.
[FONT=sans-serif]
Bu bozukluğun sebebi bilinmemektedir fakat bir yakınının ani kaybı, aile içinde sürekli kaygı doğuran bir hastalık bulunması, ebeveynlerin boşanması ve genetik sebeplerin etkili olabileceği düşünülmektedir. Histrionik kişilik bozukluğu erkeklerden daha sık kadınlarda teşhis edilmektedir, erkeklerde bazı benzer belirtilerle birlikte narsistik kişilik bozukluğu daha çok görülmektedir. [/FONT]
Narsisizm[FONT=sans-serif]
Sigmund Freud Narsisizmi Dış dünyadan soyutlanan libidonun (cinsel enerji) egoya (ben) yönlendirilmesi şeklinde açıklamıştır. Yani libidonun büyük bir depoda toplanır gibi egoda toplanması ve daha sonra nesnelere yönlendirilmesi; fakat kolaylıkla tekrar soyutlanarak egoya yönlenmesi durumudur.
Bebek dış dünya ile ilişki kuramadığı erken bebeklik döneminde gerçek bir narsisizm durumu içindedir. Libido dış dünyaya yönlendirilmemiştir. Bebeğin nesneleri 'ben olmayan nesneler' olarak algılaması aylar alır. 'ben' ve 'ben olmayan' arasında bir ayrım yapamaz. Dış dünyaya ilgi duymuyordur ve dış dünyada bile değildir. Bebek için tek gerçek kendisidir. Acıkması, susaması, üşümesi bebek için tek gerçekliktir. Bu durumu 'birincil narsisizm' olarak tanımlanır.
Bebek büyüdükçe dış dünya ile ilişkileri artar ve dış dünya kurallarını öğrenir. Giderek libidosunu nesnelere yönlendirir; nesne sevgisi ve giderek nesnel düşünce ağırlık kazanır. İnsan her ne kadar libidosuna nesne bulabilse de mutlaka görece olarak bir ölçüde narsisist kalır. Bu durumu 'ikincil narsisizm' olarak tanımlanmıştır.
Narsisizm insan için yaşamını sürdürebilmesi açısından bir ölçüde gereklidir. Bazı durumlarda; kişinin narsisizmi toplum için, hatta kendi akıl sağlığı için makul oranlarda değilse; kişi akıl hastalıklarıyla karşılaşabilir. Önemli psikiyatrik rahatsızlıklar olan nevroz, paranoya hatta psikozda narsisizm etkileri görülmektedir. Birincil narsisizmde bebek dış dünyanın ayrımına varmamışken; ikincil narsisizmde dış dünya gerçekliğini yitirmiştir.
Narsisizmin çok özel bir türü de; Roma sezarları, Mısır firavunları, diktatörler gibi çok güçlü kişilerde bulunan türüdür. Bu insanlar adeta nefes alıp yürüyen yeryüzü tanrıları gibidirler kendi gözlerinde. Yaşam ya da ölüm gibi önemli doğa olaylarına bile bir tek cümleyle karar verebilmekteydiler. En büyük korkuları güçlerini kaybetmeleri, ölüm, etraflarındaki herkesin kendilerine düşman olmasıydı. Güçlerinin ve şehvetlerinin bir sınırı yokmuş gibi davranmaya çalışırlar, sayısız insan öldürüp, sayısız şatolar kurarlardı. Varlıklarının kendilerinin de çözemediği sorununu insan değilmiş gibi çözmeye çalışsalar da aslında durumları düpedüz deliliktir. Dış dünya 'ben' olmadığı için, narsisist kişi dış dünyayı anlayamaz/algılayamaz ve bu durum kişide korku yaratır. Diktatör gitgide daha yıkıcı, daha yalnız ve korkak olur.
Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler, başkalarının düşünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen kişilerdir. Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynıNarkissos gibi erirler, çökerler. Başkalarının hakkına saygı göstermeden ve gerçeklerle bağdaşmasa bile daima kendilerini haklı göstererek ve o hedefi, gerekli emeği vermeden bile haketmiş sayarak en önde, en gözde ve tek olmak isterler. Kendilerini başkalarının yerine koyamaz ve başkalarini anlayamazlar. Sanki her şey sadece kendileri için vardır ve ne olursa olsun her şeyin kendi amaçlarına hizmet etmesi gerekir. Başkalarının fikir ve hareketleri kendi amaçlarına hizmet ediyorsa vardır, aksi halde bu fikir ve hareketler tahammül edilemez düşüncelerdir. Gerçekle bağdaşmayan, başkalarinin zararına olup sadece kendi çıkarlarına uygun, kendi plan ve hedeflerine hitap eden maddi ve manevi kazanç sağlayabilecek plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında öfkelerine hakim olamaz, saldırganlaşır, çöker, hatta ağır psikotik tablolara girerler.
[/FONT]
Borderline Kişilik Bozukluğu[FONT=Helvetica Neue]
[/FONT]
[FONT=Georgia]Borderline kişilik bozukluğunda, bireyin kimlik duygusunda, ilişkilerinde, duygulanımında yaygın ve süregen dengesizlik belirgindir. Bu kişiler cinsel, mesleksel ve toplumsal kimliklerinde derin güvensizlik, dengesizlik gösterirler. Sağlam bir kimlik duygusu (sense of identity) gelişmemiştir. Çabucak düş kırıklığına uğrarlar, bunaltı, çökkünlük belirtileri gösterirler. Zaman zaman antisosyal atak davranışlar, psikoaktif maddelere yönelme, hızlı yaşam çabaları, kendilerine zarar verme eğilimleri ( kendilerini jiletle kesme, sigara ile yakma, özkıyım girişimleri) gösterirler. Boşluk ve anlamsızlık, yalnızlık duygusundan yakınırlar. Özellikle yalnız kalma korkusu, yalnız kalmaya dayanamama kişinin davranışlarında belirgindir.
( Prof. Dr. Orhan Öztürk, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Ankara,2004).
Sınırda kişilik bozukluğu olanların en çarpıcı özellikleri duygulanımlarının yoğunluğu ve davranışlarının değişkenliğidir. Bir durumdan diğerine, bir tutumdan başka bir tutuma hızlı geçişleri olur. Çoğu, tek bir baskın görünüm sergiler, bu durum, dönem dönem, uygunsuz bir hiddetlenme ya da öfkelenmeye döner. Sık olmasa da kendi kendine zarar veren, yıkıcı davranışlarda bulunulduğu daha sonra bunların aptalca ve gereksiz bulunduğu olur. Sınırda kişilik bozukluğu olanların davranışları ve hiddetlenmeleri, süreklilik gösteren bir duygulanım aralığının bir ucundan diğerine, yumuşak ve yineleyici geçişlerin olmasından çok, öngörülemezlik ve düşünmeden davranma, tutarsızlık ve derinlemesine düşünmeden dışa vurulan dürtüsellikle belirlidir. Bu kişilerin davranışlarında kırılganlık, oynaklık, değişkenlik ve süreklilik göstermeme gibi özelliklerin yanı sıra birbirine ters duygu durumlar arasında döngüsel gidip gelmeler olur.
( Prof. Dr. Ertuğrul Köroğlu, Sinan Bayraktar, Kişilik Bozuklukları, Ankara, 2007).
Tüm bu tanımlamalardan sonra bu kişilerde ani duygu durum değişiklikleri, ani öfke patlamaları ve anlamsız terk edilme paranoyaları görmek mümkündür. Klinik pratikte sıkça karşılaştığımız vakaların büyük çoğunluğunda karşılaştığımız ilk semptom bu kişinin bir yakını tarafından terk edileceği korkusu, bu korkuyu yenemediği için ani öfke nöbetleri geçirdiği ve kendine zarar verme davranışıdır. Bunların yanında aşırı para harcama, cinsellik, madde kötüye kullanım, pervasızca araba kullanma ve tıkınırcasına yemek yeme davranışı rastladığımız semptomlar arasındadır.
Bu kişilik bozukluğuna sınırda denmesinin sebeplerinden biri de kişinin ani duygu durum değişikliği yaşamasıdır. Örneğin kişi çok mutluyken birden depresif duygu durumuna geçebilir. Ya da kişi aniden yalnızlık korkusu yaşayabilir ve bu korkuyu yenmek için çeşitli yollara başvurabilir. Bu sınırın bir ucunu nevrotik, diğer ucunu ise psikotik olarak düşünmek mümkündür. Tam ortasında ise bu iki sınırdan birine kaymaya hazır bir kişi vardır. Kişi normal yaşam tarzına devam ederken birden nevrotik belirtiler ya da psikotik belirtiler sergileyebilir. İşte bu yüzden buna sınırda kişilik bozukluğu demek doğru olacaktır.
DSM-IV-TRye göre Borderline Kişilik Bozukluğu Tanı Ölçütleri şu şekilde sıralanmış ve belirlenmiştir;
A. Aşağıdakilerden beşinin olması ile belirli, genç erişkinlik dönemimde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, kişiler arası ilişkilerde, benlik algısında ve duygulanımda tutarsızlık ve belirgin dürtüselliğin olduğu sürekli bir örüntüdür.
1. Gerçek veya hayali bir terk edilmeden kaçınmak için çılgınca çabalar gösterme.
2. Gözünde aşırı büyütme ve yerin dibine sokma uçları arasında gidip gelme, gergin ve tutarsız kişilerarası ilişkilerin olması.
3. Kimlik karmaşası: belirgin olarak ve sürekli bir biçimde tutarsız benlik algısı veya kimlik duyumu.
4. Kendine zarar verme olasılığı yüksek en az iki alanda dürtüsellik.
5. Yineleyen öz kıyımla ilgili davranışlar, girişimler, göz korkutmalar.
6. Duygu durumda belirgin tepkiselliğe bağlı instabilite.
7. Kendini sürekli boşlukta hissetme.
8. Uygunsuz, yoğun öfke ya da öfkesini kontrol edememe.
9. Stresle ilişkili geçici paranoid düşünce veya ağır dissosiyatif semptomlar.
Bu kişilik bozukluğunun oluş nedenleri arasında ilk çocukluk dönemlerinde yetersiz
destek, ilgi ve disiplinin olması ya da aşırı denetimler nedeniyle bireyleşmenin, temel güven
ve özerklik duygusunun engellenmesi, özbenlik (self) sınırlarının yeterince belirlenememesi
gibi psikodinamik etkenler ileri sürülmüştür. Bütün öbür kişilik bozukluklarında olduğu gibi
kalıtımsal etkenler ve çocukluk çağında karşılaşılan örseleyici olaylar ( çocuğa yönelik şiddet,
cinsel içerikli girişimler, ana-baba ayrılmaları gibi) oluş nedenleri arasında sayılmalıdır (Prof.
Dr. Orhan Öztürk, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Ankara, 2004).
Bir çok araştırma ve araştırmaya göre bu kişilerin çocukluk öykülerinde cinsel istismar, anne-baba boşanması, ilgi eksikliği rastlanılan anemnez öyküleridir. Bu kişilerin çocukluk çağında yaşadıkları dramatik ve travmatik olaylar oluşan kişiliğin şekillenmesinde önemli rol oynamaktadır. Dolayısıyla yaşanan bu tarz olaylar kişinin öz benliğinin yapısına şekil vermekte ve karşılaşılan tablo bu şekilde oluşmaktadır. Görülme sıklığı %2 dolaylarındadır. Kadınlarda daha sık görülür. Bu hastalardan %90ının başka bir psikiyatrik tanısı daha olur, %40ının ise aldığı başka psikiyatrik tanı ikiden çoktur. Bu kişilerin ailelerinde duygudurum ve madde kullanım bozuklukları daha sık görülür. Annesinde böyle bir bozukluk olan kişilerin çocuklarından daha sık görülür.
(Prof. Dr.Ertuğrul Köroğlu, Sinan Bayraktar, Ankara, 2007).
Tedavi ve Psikoterapisi:
Yukarıda da belirtildiği gibi Borderline Kişilik Bozukluğuna psikiyatrik bir takım bozukluklar da eşlik edebilir. Bu durumlarda antipsikotik, antidepresan ya da duygu durum düzenleyici bazı psikofarmakolojik tedaviler söz konusu olabilmektedir. Bu kişilerin psikoterapisi kişi için ne kadar zorsa, psikoterapist için de o kadar zordur. Çünkü bu kişiler terapistten sürekli karşı transferans beklerler. Kendilerinde olan bir takım özellikleri terapistte de arar ve onaylanmayı isterler. Psikoterapide dikkat edilecek ilk şey karşı transferans yapmamak olmalıdır. Ancak yapılsa bile bunu nasıl alt ettiğini belirterek örnek vermek gereklidir. Eleştirilmeye ve reddedilmeye duyarlılığı azaltmak, kendisini ve dürtülerini kontrol etmeyi amaçlayan terapiler faydalı olacaktır. Bir diğer konu iseBorderline Kişilik Bozukluğu olan kişilerin terapi ve tedavilerinin uzun soluklu olmasıdır. Asıl amaç kökte bulunan patolojiyi gidermektir ancak bu patolojinin dallarında da bir takım bozukluklar baş göstermektedir. Bazen iş öyle boyutlara ulaşır ki, kişi terapiyi birden kesecek ve bir daha gelmeyeceğini söyleyebilecektir. Birkaç ay sonra terapiye devam etmek isteyecek ve tekrar gelecektir. Bu yüzden terapist her türlü aşağılanmaya, rencide edici sözler duymaya hazır bulunmalıdır. Borderline kişilik bozukluğu olan kişilerde sık rastlanılan durumlardan biri de öz kıyım davranışıdır. Bu gibi durumlarda kişinin hastaneye yatımı gerçekleştirilmeli ve gerekli psikofarmakolojik tedavi başlatılmalıdır.
Borderline kişilik bozukluğunun tedavisi ve terapisi
hastanın bu sürece uyum sağlaması ve gerçekten iyileşmek istemesiyle doğru orantılıdır. Kişi düzelmeyi ne kadar istiyorsa iyileşme de bu yönde olacak ve süreç hız kazanacaktır. Bir başka yaklaşım ise bu kişilerin grup terapilerinden faydalanmalarıdır. Aynı patolojiden birkaç kişiyle yapılan bu terapilerde kişiler bu bozukluktan kurtulmak için izlediği yolu diğer grup üyeleriyle paylaşabilir ve diğerleri de bu konuda yüreklenerek kendi yollarını çizebilirler.
Borderline kişilik bozukluğunda hipnoterapötik yaklaşımla ilgili bir takım çalışma taslakları tarafımızdan hazırlanmakta ve bugüne kadar yapılan terapilerde olumlu gelişmeler kaydedilmektedir. Borderline kişilik bozukluğu olan kişilerde rastlayabileceğimiz bir takım savunma mekanizmaları vardır. Bunlar yansıtma (projection), yer değiştirme (displacement), inkar(denial) gibi savunma düzenekleri terapilerde kırılması ve terapist tarafından fark edilmesi gereken belirtilerdir. Terapist bunları fark ettikten sonra kişiye iç görü ve farkındalık kazandırma çalışmaları yapmakla çözüme ulaşacaktır. Yukarıda bahsi geçen asıl kök patolojinin dallarındaki kısmi patolojiler bu savunma mekanizmaları olup, izlenecek ilk adımın iç görü kazanımıyla birlikte ortadan kalkması yönünde olması gerekmektedir.
Bireysel psikoterapi, grup psikoterapisi, psikofarmakolojik tedavi ve hipnoterapi borderline kişilik bozukluğunun tedavi ve terapisinde faydalanılacak yaklaşımlardır. İyi bir bireyselpsikoterapi seansından sonra grup psikoterapisindeki iyi bir etkileşim ve paylaşım bu bozukluğun iyileşmesini hızlandıracaktır. Aynı zamanda psikiyatrik başka bozukluğu olan borderline kişilerin psikofarmakolojik tedaviye başlaması da süreci kolaylaştıracak ve kişi öz kıyım ihtimalinden uzak tutulacaktır. Hipnoterapötik yaklaşım ise borderline kişilik bozukluğunun tedavi ve terapisinde sık kullanılmaya başlanan bir yoldur ve olumlu gelişmeler sağlanmaktadır.
[/FONT]