NEFiS MUHASEBESi / İmam-ı Gazâlî Hazretleri.
Büyük islâm âlimi imam-ı Muhammed Gazâlî [450] hicrî senesinde Tus şehrinde tevellüd etmiş, 505 [m. 1111] senesinde, yine orada vefât etmiştir. Yüzlerce kitabı içinde, son yazdığı (Kimyâ-isaadet) ismindeki kitabında, dördüncü rüknün altıncı aslında, fârisî olarak buyuruyor ki:
Enbiyâ sûresi, kırkyedinci âyetinde meâlen, (Kıyâmet günü terâzî kuracağım. O gün, kimseye zulmedilmiyecektir. Herkesin, dünyada yapmış olduğu zerre kadar iyilik ve kötülüklerini meydana çıkarıp, terâzîye koyacağım. Herkesin Hesabını yapmaya yetişirim) buyurdu. Bunu haber verdi ki, herkes dünyada kendi hesabına baksın.
Peygamberimiz buyurdu ki: (Akıllı şu kimsedir ki, günü dörde ayırıp, birincisinde, yaptıklarını ve yapacaklarını hesap eder. İkincisinde, Allahü teâlâya münâcât eder, yalvarır. Üçüncüsünde, bir sanatte veya ticârette çalışıp, helâl para kazanır. Dördüncüsünde, istirâhat eder ve mubâh olan şeylerle kendini eğlendirip, haram şeyleri yapmaz ve onlara gitmez). İkinci halîfe, Ömer-ül-Fârûk, 23 senesinde Medîne-i münevverede vefât etti. Hucrei saadettedir buyurdu ki, hesabınız görülmeden evvel, kendinizi hesaba çekiniz! Allahü teâlâ, meâlen buyurdu ki: Şehvetlerinizi, yâni nefsin arzularını haramlardan almamaya uğraşınız ve bu cihâdda sebât ediniz, dayanınız!. Bunun içindir ki, din büyükleri, bu dünyanın bir pazar yeri gibi olduğunu ve burada, nefis ile alışverişte olduklarını anlamışlardır. Bu ticâretin kazancı Cennettir. Ziyânı da Cehennemdir. Yâni kârı, ebedî saadet, ziyânı da, sonsuz felakettir. Bunlar nefslerini, ticâretteki ortak yerine koymuşlardır. Ortak ile, önce şartnâme yapılır, sözleşilir. Sonra,
işlerine, sözünde durup durmadığına dikkat edilir. Nihâyet hesaplaşılıp, hiyânet yapmışsa mahkemeye verilir. Bunlar da, nefsleri ile, bir ortak gibi, sıra ile şu işleri yaparlar: Şirket kurmak, onu murâkabe edip gözetmek, muhâsebe, yâni hesaplaşmak, mu'âkabet yâni cezâlandırmak, mücâhede yâni onunla uğraşmak ve muâtebet yâni onu azarlamaktır:
1- Birinci iş, şirket kurmaktır. Ticâret ortağı insanın para kazanmakta ortağı olduğu gibi, bâzan da, hıyânet yapınca, düşmanı olur. Hâlbuki, dünyada kazanılan şeyler, muvakkattir. Aklı olan, buna kıymet vermez. Hattâ, bazıları, (Geçici olanhayr, sonsuz kalan şerden daha kıymetsizdir) dedi. İnsanın herbir nefesi, kıymetli bir cevher gibidir ki, bunlardan bir hazîne yapılabilir. Asl bunu hesap etmek Îcap eder. Aklı olan kimse, hergün, sabah namazından sonra, hâtırına hiçbirşey getirmeyip, ortağı olan nefsine demelidir ki: (Benim sermâyem, yalnız ömrümdür. Başka birşeyim yoktur. Bu sermâye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes, hiçbir şeyle tekrar ele geçemez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. Ömr bitince, ticâret sona erer. Ticârete sarılalım ki, vaktimiz azdır ve âhıret uzun ise de; orada ticâret ve kâr olmaz. Bu dünya günleri, o kadar kıymetlidir ki, ecel gelince, bir gün izin istenir, fakat ele geçmez. Bugün, bu nîmet elimizdedir. Aman nefsim, çok dikkat et de, bu büyük sermâyeyi elden kaçırma! Sonra ağlamak, sızlamak, fayda vermez. Bugün, ecelin geldiğini, daha bir gün müsâ'ade etmeleri için, yalvardığını, sızladığını ve sana, bir gün bağışladıklarını ve şimdi, o günde bulunduğunu farz et! O hâlde, bu günü elden kaçırmaktan, bununla, saadete kavuşmamaktan daha büyük ziyân olur mu? Yarın ölecekmiş gibi, dilini, gözlerini ve yedi azanı haramdan koru! Cehennemin yedi kapısı var, demişlerdir. Bu kapılar senin yedi uzvundur. Bu uzvları haramdan korumaz isen ve bugün ibâdet yapmaz isen, seni cezâlandırırım! Nefis âsî, emirleri yapmak istemez ise de, nasihat dinler ve riyâzet yapmak, istediklerini vermemek, ona te'sîr eder. İşte nefis muhâsebesi böyle olur. Resûlullah buyurdu ki, Akıllı kimse, ölmeden önce Hesabını gören, ölümden sonra kendisine yarıyacak şeyleri yapan kimsedir). Bir kere de buyurdu ki: Yapacağın her işi, önce düşün, Allahü teâlânın râzı olduğu, izin verdiği bir iş ise, onu yap! Böyle değilse, o işten kaç!. İşte hergün, nefis ile böyle şartlaşmalıdır.
2 - İkinci iş, murâkabedir. Yâni, nefsi kontrol etmek, ondan gâfil olmamaktır. Ondan gâfil olursan, kendi şehvetlerine ve tenbelliğine döner. Allahü teâlânın, her yaptığımızı, her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar, birbirinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin, işleri ve düşünceleri edebli olur. Buna inanmıyan kâfirdir. İnanıp, muhâlefet etmek ise, büyük cesarettir. Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki: Ey insân! Seni her ân gördüğümü bilmiyor musun?). Bir Habeş, Resûlullah efendimizin huzuruna gelip, Çok günah
işledim. Tevbem kabûl olur mu? dedikte, Evet, olur buyurdu. O günahları işlerken, O, görüyor mu idi ? dedi; Evet buyurunca, Habeş, bir âh! çekti ve yıkılıp cân verdi. Îman ve hayâ böyle olur.
Peygamberimiz buyurdu ki, Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet ediniz! Siz, Onu görmüyorsanız da, O sizi görüyor). Onun gördüğüne inanan, Onun beğenmediği birşeyi yapabilir mi? Büyüklerden biri, bir talebesini, başkalarından daha çok severdi. Ötekiler, bu hâle üzülürdü. Her birine bir kuş verip, Bunu, kimsenin görmediği bir yerde kesip getiriniz) dedi. Hepsi tenhâ bir yerde kesip getirdi.
O talebe ise, kesmeden getirdi. Niçin sözümü dinlemedin, canlı getirdin? buyurdukta, Kimsenin görmediği bir yer bulamadım. O, heryeri görüyor dedi. Diğerleri, bunun müşâhede makamında
olduğunu anladılar. Mısr mâliye nâzırının zevcesi olan Zelîha, Yûsüf aleyhisselâmı, kendisine çağırınca, önce kalkıp büyük olduğunu sandığı, bir heykelin yüzünü örttü. Bunu, niçin örttün? buyurdukta, ondan utandığım için, dedi. Sen, bir taş parçasından utanıyorsun da, ben yerleri ve yedi kat gökleri yaratan, Rabbimin görmesinden
utanmaz mıyım ? buyurdu. Biri, Cüneyd-i Bağdâdîden (207-298 [m. 910] Bağdâdda) sorup, (Sokakta, kadınlara, kızlara bakmaktan kendimi men edemiyorum. Bu günahtan kurtulmak için ne yapayım ? dedikte, Allahü teâlânın seni, senin o kadını görmenden daha çok gördüğünü düşün! buyurdu. Peygamberimiz buyurdu ki: (Allahü teâlâ, Adn ismindeki Cenneti, şu kimseler için hazırladı ki, günah işliyecekleri zaman, Onun büyüklüğünü düşünüp, Ondan hayâ ederek, günahlardan kaçınırlar). Kadınların, saçları, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları haramdır. Îmanı olan kadınlar, Allahü teâlânın gördüğünü düşünmeli, yabancı erkeklere çıplak görünmemelidir. Abdüllah ibni Dînâr diyor ki, Ömer ile Mekke-i mükerremeye gidiyorduk. Bir çoban sürüsünü dağdan indiriyordu. Halîfe buyurdu ki, bu koyunlardan birini bana sat! Ben köleyim. Bunlar benim malım değil, dedi. Efendin ne bilecek, kurt kaptı dersin! O bilmezse, Allahü teâlâ biliyor ya, deyince, Ömer, ağladı ve efendisini bulup, bu köleyi satın aldı ve âzâd etti ve (Bu sözün, seni bu dünyada âzâd ettiği gibi, o cihânda da âzâd eder) buyurdu.
3- Üçüncü iş, amellerden sonra yapılacak muhâsebedir. Her gün yatarken, o gün yaptığı işler için nefsi hesaba çekmeli, sermâyeyi, kârdan ve zarardan ayırmalıdır. Sermâye farzlardır. Kâr da, sünnetler ve nâfilelerdir. Ziyân ise, günahlardır. İnsan, ortağına aldanmamak için, onunla hesaplaştığı gibi, nefse karşı daha uyanık
davranmak lâzımdır. Çünkü nefis, çok hîleci ve yalancıdır. Kendi arzularını, sana iyi, faydalı gösterir. Her mubâhı bile sormalı, bunu niçin yaptın demelidir. Zararlı birşey yaptı ise, tazmîn ettirmeli, ödetmelidir. İbnissamed, büyüklerden idi. Altmış hicrî senelik hayatının Hesabını yaptı. Yirmibirbinbeşyüz gün idi. Âh! Her gün, en az, bir günah yapmış isem, yirmibirbinbeşyüz günahtan nasıl kurtulurum? Hâlbuki, öyle günlerim oldu ki, yüzlerce günah işlerdim, diye düşünerek, bir feryâd edip yıkıldı. Baktılar, ruhunu teslim etmişti. Fakat, insanlar, kendilerini hesaba çekmiyorlar. Eğer her günah işledikte, odasına bir kum koysa, bir kaç sene içinde oda kum ile dolar. Eğer, omuzlarımızdaki kâtib melekler, her günahı yazmak için, bir kuruş isteseydi, malımızın hepsini vermemiz lâzım gelirdi. Hâlbuki, gaflet ile, çeşidli düşünceler ile, birkaç sübhânallah desek, tesbîhi alır, sayar, yüz kere söyledim deriz de, her gün boşuna, nice şeyler söyleriz, bunları saymayız. Saymış olsak, her gün, binleri aşar. Sonra da, terâzîde sevap kefesinin ağır basacağını umarız. Bu
nasıl akıldır. İşte, Ömer, bunun için buyurdu ki:
Amelleriniz tartılmadan evvel, kendiniz tartınız!. Ömer her akşam, kamçı ile ayaklarına vurup, bugün niçin böyle yaptın? derdi. İbni Selâm odun yüklenmiş taşıyordu. Sen hammal mısın ? dediklerinde, nefsimi tecrübe ediyorum, bakalım nasıl olacak, dedi. Enes [91 de vefât etti] diyor ki, Ömeri gördüm, kendi kendine diyordu ki, Yazıklar olsun sana ey nefsim ki, sana, emîr-ül-müminin diyorlar. Yâ Allahü teâlâdan kork veya Onun azâbına hazırlan!.
4 - Dördüncü iş, nefse cezâ yapmaktır. Nefis ile hesap yapıp, kusurlarını görüp, cezâ verilmez ise, cesaret bulur, şımarır. Kendisi ile başa çıkılamaz. Şüpheli şey yimiş ise, aç bırakmalı, yabancı
kadınlara bakmış ise, iyi mubâhlara baktırmamalı. Her azaya böyle cezâ vermelidir. Cüneyd-i Bağdâdî (298 [m. 910] de Bağdâdda vefât etti) diyor ki, İbnil Kezîtî, bir gece cünüb oldu. Gusletmeye kalkarken, nefsi tenbellik etti ve hava soğuk, hasta olursun, sabr et, yarın hamama git dedi. Antâri ile gusletmeye yemin eyledi. Öyle yaptı ve Allahü teâlânın emrinde gevşeklik yapan nefsin cezâsı budur, dedi. Birisi, bir kıza baktı, sonra pişman olup, cezâ olarak serin su içmemeye yemin etti ve içmedi. Ebû Talha bağında namaz kılıyordu. Güzel bir kuş, yanına kondu. Ona dalarak, kaç rekât kıldığını şaşırdı. Nefsine cezâ olarak, bağı fakirlere sadaka verdi. [Ebû Talha Zeyd bin Sehl-i Ensârî bütün gazâlarda bulundu. (34) yılında 74 yaşında vefât etti.] Mâlik bin Abdüllah-il Hes'amî diyor ki,
Rebâhül Kaysî gelip babamı sordu. Uyuyor dedim. İkindiden sonra yatılır mı dedi ve gitti. Arkasından gittim. Kendi kendine: Ey boşboğaz! Senin nene lâzım ki, başkasının yatmasına karışırsın. Ahdım olsun ki, bir sene başını yastığa koymıyacaksın, diyordu. Temîm-i Dârî uykuya dalıp, akşam namazını kaçırmıştı. Nefsine cezâ olarak, bir sene uyumamaya ahd etti. [Temîm-i Dârî Eshâb-ı
kirâmdan idi.] Mecma' büyüklerden idi. Bir pencereye bakarak, bir kız gördü. Bir daha yukarı bakmamaya ahd etti.
5 - Beşinci iş, mücâhededir ki, bazı büyükler, nefsleri kabahat yapınca, cezâ olarak çok ibâdet ederlerdi. Abdüllah ibni Ömer bir namazda, cemaate yetişmeseydi, bir gece uyumazdı. Ömer, bir cemaati kaçırdığı için, ikiyüzbin dirhem gümüş kıymetindeki bir malı sadaka verdi. Abdullah ibni Ömer, bir akşam namazını geciktirmişti. Hava kararıp iki yıldız görünmüştü. Bu kadar geciktirdiği için, iki köle âzâd eyledi. Böyle yapanlar çoktur. Nefsine ibâdetleri seve seve yaptıramıyan kimseye en iyi ilâc, sâlih bir zâtın yanında bulunmaktır. Onun ibâdetleri zevk ile yaptığını görerek, kendi de alışır. Birisi diyor ki, ibâdet yapmak için, nefsimde tenbellik gördüğüm zaman, Muhammed bin Vâsî ile sohbet ediyorum. Muhammed bin Vâsî 112 m. 721 de vefât etti. Onunla birlikte bulunmakla, nefsimin bir hafta içinde, ibâdetleri seve seve yaptığını görüyorum. Bir Allah adamını bulamıyanlar, daha evvel yaşamış, sâlih insanların hayatını okumalıdır. Ahmed bin Zerîn bir tarafa bakmazdı. Sebebini sordular. Allahü teâlâ, gözleri, dünyadaki intizâma, her şeydeki inceliklere ve Onun kudret ve azametine ibret ile bakmak için yarattı. İbret almadan, istifâde etmeden bakmak
hatâdır dedi. Ebüdderdâ diyor ki, dünyada, üç şey için yaşamak isterim: Uzun gecelerde namaz kılmak için, uzun günlerde oruç tutmak için ve sâlih kimselerin yanında oturmak için. Ebüdderdâ
Eshâb-ı kirâmdandır. Hazrec kabîlesindendir. Şâmda ilk vâlî idi. 33 de vefât etti. Alkama bin Kays nefsi ile çok mücâhede ederdi. Nefsine neden bu kadar azâb ediyorsun ? dediklerinde, onu çok
sevdiğim için, onu Cehennemden korumak için derdi. Sana bu kadar sıkıntı emrolunmadı dediklerinde, yarın başımı dövüp, niçin yapmadım dememek için, cevabını verirdi. Alkama, Tâbiînin
büyüklerindendir. İbni Mes'ûdün talebesidir. Altmışbirde vefât etti.
Büyük islâm âlimi imam-ı Muhammed Gazâlî [450] hicrî senesinde Tus şehrinde tevellüd etmiş, 505 [m. 1111] senesinde, yine orada vefât etmiştir. Yüzlerce kitabı içinde, son yazdığı (Kimyâ-isaadet) ismindeki kitabında, dördüncü rüknün altıncı aslında, fârisî olarak buyuruyor ki:
Enbiyâ sûresi, kırkyedinci âyetinde meâlen, (Kıyâmet günü terâzî kuracağım. O gün, kimseye zulmedilmiyecektir. Herkesin, dünyada yapmış olduğu zerre kadar iyilik ve kötülüklerini meydana çıkarıp, terâzîye koyacağım. Herkesin Hesabını yapmaya yetişirim) buyurdu. Bunu haber verdi ki, herkes dünyada kendi hesabına baksın.
Peygamberimiz buyurdu ki: (Akıllı şu kimsedir ki, günü dörde ayırıp, birincisinde, yaptıklarını ve yapacaklarını hesap eder. İkincisinde, Allahü teâlâya münâcât eder, yalvarır. Üçüncüsünde, bir sanatte veya ticârette çalışıp, helâl para kazanır. Dördüncüsünde, istirâhat eder ve mubâh olan şeylerle kendini eğlendirip, haram şeyleri yapmaz ve onlara gitmez). İkinci halîfe, Ömer-ül-Fârûk, 23 senesinde Medîne-i münevverede vefât etti. Hucrei saadettedir buyurdu ki, hesabınız görülmeden evvel, kendinizi hesaba çekiniz! Allahü teâlâ, meâlen buyurdu ki: Şehvetlerinizi, yâni nefsin arzularını haramlardan almamaya uğraşınız ve bu cihâdda sebât ediniz, dayanınız!. Bunun içindir ki, din büyükleri, bu dünyanın bir pazar yeri gibi olduğunu ve burada, nefis ile alışverişte olduklarını anlamışlardır. Bu ticâretin kazancı Cennettir. Ziyânı da Cehennemdir. Yâni kârı, ebedî saadet, ziyânı da, sonsuz felakettir. Bunlar nefslerini, ticâretteki ortak yerine koymuşlardır. Ortak ile, önce şartnâme yapılır, sözleşilir. Sonra,
işlerine, sözünde durup durmadığına dikkat edilir. Nihâyet hesaplaşılıp, hiyânet yapmışsa mahkemeye verilir. Bunlar da, nefsleri ile, bir ortak gibi, sıra ile şu işleri yaparlar: Şirket kurmak, onu murâkabe edip gözetmek, muhâsebe, yâni hesaplaşmak, mu'âkabet yâni cezâlandırmak, mücâhede yâni onunla uğraşmak ve muâtebet yâni onu azarlamaktır:
1- Birinci iş, şirket kurmaktır. Ticâret ortağı insanın para kazanmakta ortağı olduğu gibi, bâzan da, hıyânet yapınca, düşmanı olur. Hâlbuki, dünyada kazanılan şeyler, muvakkattir. Aklı olan, buna kıymet vermez. Hattâ, bazıları, (Geçici olanhayr, sonsuz kalan şerden daha kıymetsizdir) dedi. İnsanın herbir nefesi, kıymetli bir cevher gibidir ki, bunlardan bir hazîne yapılabilir. Asl bunu hesap etmek Îcap eder. Aklı olan kimse, hergün, sabah namazından sonra, hâtırına hiçbirşey getirmeyip, ortağı olan nefsine demelidir ki: (Benim sermâyem, yalnız ömrümdür. Başka birşeyim yoktur. Bu sermâye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes, hiçbir şeyle tekrar ele geçemez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. Ömr bitince, ticâret sona erer. Ticârete sarılalım ki, vaktimiz azdır ve âhıret uzun ise de; orada ticâret ve kâr olmaz. Bu dünya günleri, o kadar kıymetlidir ki, ecel gelince, bir gün izin istenir, fakat ele geçmez. Bugün, bu nîmet elimizdedir. Aman nefsim, çok dikkat et de, bu büyük sermâyeyi elden kaçırma! Sonra ağlamak, sızlamak, fayda vermez. Bugün, ecelin geldiğini, daha bir gün müsâ'ade etmeleri için, yalvardığını, sızladığını ve sana, bir gün bağışladıklarını ve şimdi, o günde bulunduğunu farz et! O hâlde, bu günü elden kaçırmaktan, bununla, saadete kavuşmamaktan daha büyük ziyân olur mu? Yarın ölecekmiş gibi, dilini, gözlerini ve yedi azanı haramdan koru! Cehennemin yedi kapısı var, demişlerdir. Bu kapılar senin yedi uzvundur. Bu uzvları haramdan korumaz isen ve bugün ibâdet yapmaz isen, seni cezâlandırırım! Nefis âsî, emirleri yapmak istemez ise de, nasihat dinler ve riyâzet yapmak, istediklerini vermemek, ona te'sîr eder. İşte nefis muhâsebesi böyle olur. Resûlullah buyurdu ki, Akıllı kimse, ölmeden önce Hesabını gören, ölümden sonra kendisine yarıyacak şeyleri yapan kimsedir). Bir kere de buyurdu ki: Yapacağın her işi, önce düşün, Allahü teâlânın râzı olduğu, izin verdiği bir iş ise, onu yap! Böyle değilse, o işten kaç!. İşte hergün, nefis ile böyle şartlaşmalıdır.
2 - İkinci iş, murâkabedir. Yâni, nefsi kontrol etmek, ondan gâfil olmamaktır. Ondan gâfil olursan, kendi şehvetlerine ve tenbelliğine döner. Allahü teâlânın, her yaptığımızı, her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar, birbirinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin, işleri ve düşünceleri edebli olur. Buna inanmıyan kâfirdir. İnanıp, muhâlefet etmek ise, büyük cesarettir. Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki: Ey insân! Seni her ân gördüğümü bilmiyor musun?). Bir Habeş, Resûlullah efendimizin huzuruna gelip, Çok günah
işledim. Tevbem kabûl olur mu? dedikte, Evet, olur buyurdu. O günahları işlerken, O, görüyor mu idi ? dedi; Evet buyurunca, Habeş, bir âh! çekti ve yıkılıp cân verdi. Îman ve hayâ böyle olur.
Peygamberimiz buyurdu ki, Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet ediniz! Siz, Onu görmüyorsanız da, O sizi görüyor). Onun gördüğüne inanan, Onun beğenmediği birşeyi yapabilir mi? Büyüklerden biri, bir talebesini, başkalarından daha çok severdi. Ötekiler, bu hâle üzülürdü. Her birine bir kuş verip, Bunu, kimsenin görmediği bir yerde kesip getiriniz) dedi. Hepsi tenhâ bir yerde kesip getirdi.
O talebe ise, kesmeden getirdi. Niçin sözümü dinlemedin, canlı getirdin? buyurdukta, Kimsenin görmediği bir yer bulamadım. O, heryeri görüyor dedi. Diğerleri, bunun müşâhede makamında
olduğunu anladılar. Mısr mâliye nâzırının zevcesi olan Zelîha, Yûsüf aleyhisselâmı, kendisine çağırınca, önce kalkıp büyük olduğunu sandığı, bir heykelin yüzünü örttü. Bunu, niçin örttün? buyurdukta, ondan utandığım için, dedi. Sen, bir taş parçasından utanıyorsun da, ben yerleri ve yedi kat gökleri yaratan, Rabbimin görmesinden
utanmaz mıyım ? buyurdu. Biri, Cüneyd-i Bağdâdîden (207-298 [m. 910] Bağdâdda) sorup, (Sokakta, kadınlara, kızlara bakmaktan kendimi men edemiyorum. Bu günahtan kurtulmak için ne yapayım ? dedikte, Allahü teâlânın seni, senin o kadını görmenden daha çok gördüğünü düşün! buyurdu. Peygamberimiz buyurdu ki: (Allahü teâlâ, Adn ismindeki Cenneti, şu kimseler için hazırladı ki, günah işliyecekleri zaman, Onun büyüklüğünü düşünüp, Ondan hayâ ederek, günahlardan kaçınırlar). Kadınların, saçları, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları haramdır. Îmanı olan kadınlar, Allahü teâlânın gördüğünü düşünmeli, yabancı erkeklere çıplak görünmemelidir. Abdüllah ibni Dînâr diyor ki, Ömer ile Mekke-i mükerremeye gidiyorduk. Bir çoban sürüsünü dağdan indiriyordu. Halîfe buyurdu ki, bu koyunlardan birini bana sat! Ben köleyim. Bunlar benim malım değil, dedi. Efendin ne bilecek, kurt kaptı dersin! O bilmezse, Allahü teâlâ biliyor ya, deyince, Ömer, ağladı ve efendisini bulup, bu köleyi satın aldı ve âzâd etti ve (Bu sözün, seni bu dünyada âzâd ettiği gibi, o cihânda da âzâd eder) buyurdu.
3- Üçüncü iş, amellerden sonra yapılacak muhâsebedir. Her gün yatarken, o gün yaptığı işler için nefsi hesaba çekmeli, sermâyeyi, kârdan ve zarardan ayırmalıdır. Sermâye farzlardır. Kâr da, sünnetler ve nâfilelerdir. Ziyân ise, günahlardır. İnsan, ortağına aldanmamak için, onunla hesaplaştığı gibi, nefse karşı daha uyanık
davranmak lâzımdır. Çünkü nefis, çok hîleci ve yalancıdır. Kendi arzularını, sana iyi, faydalı gösterir. Her mubâhı bile sormalı, bunu niçin yaptın demelidir. Zararlı birşey yaptı ise, tazmîn ettirmeli, ödetmelidir. İbnissamed, büyüklerden idi. Altmış hicrî senelik hayatının Hesabını yaptı. Yirmibirbinbeşyüz gün idi. Âh! Her gün, en az, bir günah yapmış isem, yirmibirbinbeşyüz günahtan nasıl kurtulurum? Hâlbuki, öyle günlerim oldu ki, yüzlerce günah işlerdim, diye düşünerek, bir feryâd edip yıkıldı. Baktılar, ruhunu teslim etmişti. Fakat, insanlar, kendilerini hesaba çekmiyorlar. Eğer her günah işledikte, odasına bir kum koysa, bir kaç sene içinde oda kum ile dolar. Eğer, omuzlarımızdaki kâtib melekler, her günahı yazmak için, bir kuruş isteseydi, malımızın hepsini vermemiz lâzım gelirdi. Hâlbuki, gaflet ile, çeşidli düşünceler ile, birkaç sübhânallah desek, tesbîhi alır, sayar, yüz kere söyledim deriz de, her gün boşuna, nice şeyler söyleriz, bunları saymayız. Saymış olsak, her gün, binleri aşar. Sonra da, terâzîde sevap kefesinin ağır basacağını umarız. Bu
nasıl akıldır. İşte, Ömer, bunun için buyurdu ki:
Amelleriniz tartılmadan evvel, kendiniz tartınız!. Ömer her akşam, kamçı ile ayaklarına vurup, bugün niçin böyle yaptın? derdi. İbni Selâm odun yüklenmiş taşıyordu. Sen hammal mısın ? dediklerinde, nefsimi tecrübe ediyorum, bakalım nasıl olacak, dedi. Enes [91 de vefât etti] diyor ki, Ömeri gördüm, kendi kendine diyordu ki, Yazıklar olsun sana ey nefsim ki, sana, emîr-ül-müminin diyorlar. Yâ Allahü teâlâdan kork veya Onun azâbına hazırlan!.
4 - Dördüncü iş, nefse cezâ yapmaktır. Nefis ile hesap yapıp, kusurlarını görüp, cezâ verilmez ise, cesaret bulur, şımarır. Kendisi ile başa çıkılamaz. Şüpheli şey yimiş ise, aç bırakmalı, yabancı
kadınlara bakmış ise, iyi mubâhlara baktırmamalı. Her azaya böyle cezâ vermelidir. Cüneyd-i Bağdâdî (298 [m. 910] de Bağdâdda vefât etti) diyor ki, İbnil Kezîtî, bir gece cünüb oldu. Gusletmeye kalkarken, nefsi tenbellik etti ve hava soğuk, hasta olursun, sabr et, yarın hamama git dedi. Antâri ile gusletmeye yemin eyledi. Öyle yaptı ve Allahü teâlânın emrinde gevşeklik yapan nefsin cezâsı budur, dedi. Birisi, bir kıza baktı, sonra pişman olup, cezâ olarak serin su içmemeye yemin etti ve içmedi. Ebû Talha bağında namaz kılıyordu. Güzel bir kuş, yanına kondu. Ona dalarak, kaç rekât kıldığını şaşırdı. Nefsine cezâ olarak, bağı fakirlere sadaka verdi. [Ebû Talha Zeyd bin Sehl-i Ensârî bütün gazâlarda bulundu. (34) yılında 74 yaşında vefât etti.] Mâlik bin Abdüllah-il Hes'amî diyor ki,
Rebâhül Kaysî gelip babamı sordu. Uyuyor dedim. İkindiden sonra yatılır mı dedi ve gitti. Arkasından gittim. Kendi kendine: Ey boşboğaz! Senin nene lâzım ki, başkasının yatmasına karışırsın. Ahdım olsun ki, bir sene başını yastığa koymıyacaksın, diyordu. Temîm-i Dârî uykuya dalıp, akşam namazını kaçırmıştı. Nefsine cezâ olarak, bir sene uyumamaya ahd etti. [Temîm-i Dârî Eshâb-ı
kirâmdan idi.] Mecma' büyüklerden idi. Bir pencereye bakarak, bir kız gördü. Bir daha yukarı bakmamaya ahd etti.
5 - Beşinci iş, mücâhededir ki, bazı büyükler, nefsleri kabahat yapınca, cezâ olarak çok ibâdet ederlerdi. Abdüllah ibni Ömer bir namazda, cemaate yetişmeseydi, bir gece uyumazdı. Ömer, bir cemaati kaçırdığı için, ikiyüzbin dirhem gümüş kıymetindeki bir malı sadaka verdi. Abdullah ibni Ömer, bir akşam namazını geciktirmişti. Hava kararıp iki yıldız görünmüştü. Bu kadar geciktirdiği için, iki köle âzâd eyledi. Böyle yapanlar çoktur. Nefsine ibâdetleri seve seve yaptıramıyan kimseye en iyi ilâc, sâlih bir zâtın yanında bulunmaktır. Onun ibâdetleri zevk ile yaptığını görerek, kendi de alışır. Birisi diyor ki, ibâdet yapmak için, nefsimde tenbellik gördüğüm zaman, Muhammed bin Vâsî ile sohbet ediyorum. Muhammed bin Vâsî 112 m. 721 de vefât etti. Onunla birlikte bulunmakla, nefsimin bir hafta içinde, ibâdetleri seve seve yaptığını görüyorum. Bir Allah adamını bulamıyanlar, daha evvel yaşamış, sâlih insanların hayatını okumalıdır. Ahmed bin Zerîn bir tarafa bakmazdı. Sebebini sordular. Allahü teâlâ, gözleri, dünyadaki intizâma, her şeydeki inceliklere ve Onun kudret ve azametine ibret ile bakmak için yarattı. İbret almadan, istifâde etmeden bakmak
hatâdır dedi. Ebüdderdâ diyor ki, dünyada, üç şey için yaşamak isterim: Uzun gecelerde namaz kılmak için, uzun günlerde oruç tutmak için ve sâlih kimselerin yanında oturmak için. Ebüdderdâ
Eshâb-ı kirâmdandır. Hazrec kabîlesindendir. Şâmda ilk vâlî idi. 33 de vefât etti. Alkama bin Kays nefsi ile çok mücâhede ederdi. Nefsine neden bu kadar azâb ediyorsun ? dediklerinde, onu çok
sevdiğim için, onu Cehennemden korumak için derdi. Sana bu kadar sıkıntı emrolunmadı dediklerinde, yarın başımı dövüp, niçin yapmadım dememek için, cevabını verirdi. Alkama, Tâbiînin
büyüklerindendir. İbni Mes'ûdün talebesidir. Altmışbirde vefât etti.