Alev Çiçeği
iki alev çiçeği
iki yangın mavisi iki gözün
yakamoz alacalı bir gecede
ay asmış üstümüze gövdesini
çırılçıplak bir hüzünle gülümser
yıldızlar kayar gözlerimden
us’umdan bir anı düşer
düşer yitirilmiş şafaklara
ve kaybolup gidersin
bomboş kalır ufkumda
kararır sayfaları tarihin
sen yine yoksundur
ne gecemde, ne de günümde
ve isyanım dize getirir Nemrut’u bile
yan yana uzansak seninle
iki can, iki ten, iki yediveren
tene düşen çiy tomurcukları
avuçlarında terleyen toprak
öptüğüm bu deniz
ve yosun kokulu rıhtımlar
uykusuz bir martı gibi
düştüğüm gecede yokluğun
ve saramadığım kollarında bu ölüm
kıraç tepeler gibi çiçeklerini
kendi elleriyle koparmak kimin harcıdır
kim duyar böyle yanarken bizi
ey Munzur yürekli çılgın tay
bir deli poyrazım
esip geldim kuzey ellerinden
bana seni sevmek düşmüş
susmadan son çığlıkları da bu aşkın
aç dudaklarını
usul usul öp yüreğimden...
Andır Yaşamak
aydın yüzüm
toy düşüm
ben miydim
dağlarında esen düşyeli
yoksa sen miydin tufanlarla gelen
görmedim nicedir
gökyüzü gökçe duman
asi başım deli
beni tellerinden sor yüreğinin
dağlarından geçtim
buse bıraktım alnın akına
dedim ki,
“sevilmek güzelse eğer
erdemdir sevmek
yanıbaşımda kök salmış
aşk büyümüş
zormuş uzaktan sevmeler
diyemedim ben ona
sevdiğimi sen söyle”
ah bir bilsen
nasıl beter etti bu eller beni
diyemem kimselere
neremde saklasam
sığdıramam ki dizelere seni
bilirim
asidir o dağların sevdaları
doruklarda bulut
denizlerde dalga misali
ay yüzünde yüreğim kaldı
uzanıp tutmak ister deli gönül
baktığım hüzün aynaları
suçlar mı bilmem beni
andır...
döküldümse gözbebeklerine
andır işte yaşamak
tutuştur bir ucundan yak ateşi
belki kanayacak ığıl ığıl yeni baştan
gözlerimden süzülecek gökyüzü
ellerin ıslanacak
bir kaç damladır yılların dili
susacaksın belki de uzun uzun
aşkla ödenir çünkü yaşanmamışların bedeli...
Ateşi Tuttum
önce ateşi tuttum avuçlarımda
güney rüzgalarıyla esip
yalım yalım venüse uzanıyordu
yanan tenimde ellerin akkordu
sonra ışıl ışıl gözlerin parladı bakışımda
sesin çınladı bozkırların senfonisiyle
söğüt ağacının şarkısı yankılandı derinden
ağıtlar dinledim uykularımda
önce ateşini düşürdün
akkorlar dağıldı yürek uçurumlarıma
üşüdüm...
sonra yankısı sustu sesinin
kırların sefonisi gömüldü geceye
sonra sen gözlerimden süzülüp
duru su gibi akıp geçtin içimden...
iki alev çiçeği
iki yangın mavisi iki gözün
yakamoz alacalı bir gecede
ay asmış üstümüze gövdesini
çırılçıplak bir hüzünle gülümser
yıldızlar kayar gözlerimden
us’umdan bir anı düşer
düşer yitirilmiş şafaklara
ve kaybolup gidersin
bomboş kalır ufkumda
kararır sayfaları tarihin
sen yine yoksundur
ne gecemde, ne de günümde
ve isyanım dize getirir Nemrut’u bile
yan yana uzansak seninle
iki can, iki ten, iki yediveren
tene düşen çiy tomurcukları
avuçlarında terleyen toprak
öptüğüm bu deniz
ve yosun kokulu rıhtımlar
uykusuz bir martı gibi
düştüğüm gecede yokluğun
ve saramadığım kollarında bu ölüm
kıraç tepeler gibi çiçeklerini
kendi elleriyle koparmak kimin harcıdır
kim duyar böyle yanarken bizi
ey Munzur yürekli çılgın tay
bir deli poyrazım
esip geldim kuzey ellerinden
bana seni sevmek düşmüş
susmadan son çığlıkları da bu aşkın
aç dudaklarını
usul usul öp yüreğimden...
Andır Yaşamak
aydın yüzüm
toy düşüm
ben miydim
dağlarında esen düşyeli
yoksa sen miydin tufanlarla gelen
görmedim nicedir
gökyüzü gökçe duman
asi başım deli
beni tellerinden sor yüreğinin
dağlarından geçtim
buse bıraktım alnın akına
dedim ki,
“sevilmek güzelse eğer
erdemdir sevmek
yanıbaşımda kök salmış
aşk büyümüş
zormuş uzaktan sevmeler
diyemedim ben ona
sevdiğimi sen söyle”
ah bir bilsen
nasıl beter etti bu eller beni
diyemem kimselere
neremde saklasam
sığdıramam ki dizelere seni
bilirim
asidir o dağların sevdaları
doruklarda bulut
denizlerde dalga misali
ay yüzünde yüreğim kaldı
uzanıp tutmak ister deli gönül
baktığım hüzün aynaları
suçlar mı bilmem beni
andır...
döküldümse gözbebeklerine
andır işte yaşamak
tutuştur bir ucundan yak ateşi
belki kanayacak ığıl ığıl yeni baştan
gözlerimden süzülecek gökyüzü
ellerin ıslanacak
bir kaç damladır yılların dili
susacaksın belki de uzun uzun
aşkla ödenir çünkü yaşanmamışların bedeli...
Ateşi Tuttum
önce ateşi tuttum avuçlarımda
güney rüzgalarıyla esip
yalım yalım venüse uzanıyordu
yanan tenimde ellerin akkordu
sonra ışıl ışıl gözlerin parladı bakışımda
sesin çınladı bozkırların senfonisiyle
söğüt ağacının şarkısı yankılandı derinden
ağıtlar dinledim uykularımda
önce ateşini düşürdün
akkorlar dağıldı yürek uçurumlarıma
üşüdüm...
sonra yankısı sustu sesinin
kırların sefonisi gömüldü geceye
sonra sen gözlerimden süzülüp
duru su gibi akıp geçtin içimden...