Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Muammer Erkul

bayke

Üye
Üyelik
6 Nis 2005
Konular
58
Mesajlar
588
Reaksiyonlar
0
Kimsesizliğime düştün...

Yeşildi dünyam,maviydi..bir de kahverengiydi..
Beni bir ürkek ceylanlar tanırdı, bir de çingene serçeler..
Yalnız kuşların sesi gelirken kulağıma, bir de kavak yapraklarının..
Sen;
Durgunluğuma düştün..
ve büyüdün içimde büyüdün...büyüdün;
Sudaki halkalar gibi.

Yeşildi dünyam,maviydi..
Bir de kahverengiydi; Sen bana düştüğünde!..
Bakışların,kendi ortasında büyüyen sıcak halkalar gibi içi içe yayıldı içimde..
Hoşgeldin dedim.
Hoşgeldin sıcacığım.
Hoşgeldin salıncağım !

ve savruldu başım uzun bir iple dalına bağlanmış gibi..
Savruldum;
Senden sana doğru!
Beni, sadece ürkek ceylanlar tanırken bir de çingene serçeler..
Ve ben ,yalnız kuşlarla, kavak yapraklarının sesini tanırken..

Sen;Durgunluğuma düştün
Ve büyüdün içimde büyüdün,büyüdün
Sudaki halkalar gibi
Sen;Sessizliğime düştün
Sen;Kimsesizliğime düştün
Belki de onun için böyle büyüdün içimde
Sudaki halkalar gibi..

Muammer Erkul
 
Adı ne; olmadığın mevsimin?

Üşüdükçe, uzuyor gece...
Sis çöküyor içime! ..
Uzadıkça, üzüyor gece! ..
§
Mevsimleer, dökülüyor kurşun rengi ağaçlardan; kavruk sarı! ..
§
Topraktan kök... Ve çeneden diş sökülür gibi koptu elin avucumdan; bir beyaz güvercin gibi oturuyorken parmaklarımın arasında! ..
Böceklere terkedilmiş yuvalar gibi, şimdi boomboş avuçlarım...
Korkuyorum;
İçime bakmaktan!
.....
Sen olsaydın, ne koyardın yokluğunun adını? ..
§
Üşüdükçe, uzuyor gece...
Üzüyor üşüdükçe ve içimi sis bastıkça, hatırlıyorum; sen ve ben 'bir' olurduk... Bir 'bütün'lüktü bu birlik, çokluktu; yokluk değil...
Az değildik bir iken; fazlaydık, ve yoğunduk... Çoğulduk, ve zengindik... Çoktuk bir'ken!
Ya şimdi? ..
§
Topluyorum, topluyorum, toplayıp duruyorum kendimi yalnızlığımla...
Ben, bir... Ve bir de yalnızlığım, asla 'iki' etmiyor! ..
Lokmamı kırsam bile paylaşmak için; avucumda kalıyor... Sözüm, dudağımda kalıyor ve gözüm; kucağında kapanıyor yine, yalnızlığımın! ..
Toplanmaya çalışsam da olmuyor... Doksandokuz parçamın her biri bir köşede; boncuklarım saçılmış bir araya gelmiyor! ..
§
Üşüyorum...
Üşüyor gece...
Üşüdükçe, uzuyor; uzadıkça üzüyor ve sis çöküyor içime! ..
Mevsimler dökülüyor kurşun rengi ağaçlardan; kavruk sarı, ve savruk sarı bir yel esiyor içimde! ..
.....
Fırınlar tutuşmuyor çırasız, kaynamıyor tencereler ocaksız...
Ben, üşüyorum; şöminede kül gibi...
Bilerek, yokluğundan soğuk mevsim olmadığını! ..
§
Adı var da her şeyin; ne deniyor olmadığın mevsime? ..
Bilmiyorum...
Yokluğundan daha soğuk bir mevsimi tanımadım ki... Bilmiyorum sensizlikten daha soğuk bir mevsim...

Muammer Erkul
 
DÜŞMEMİŞ YAĞMUR DAMLASI...

Husule gelmiş; Ama orda... Bir bulutun “hayalden beden”ine tutunmuş... Ve bırakmak için ellerini en küçük ısı farkını bekleyen, düşmemiş bir yağmur damlası gibi bakıyordun ya bana;
Pırıl pırıl titreyerek! ..

Hani koşuyordum ya, yağmur altında sırılsıklam; ve bir yandan da ağırlaşan giysilerimden kurtulmaya çalışarak...
Hani seni görmeye çalışıyordum ya zaten, yere düştüğümde;
Başım havadaydı, gözüm yukarıdaydı, ve canım avucumdaydı hani! ..

Ve hani, çıplak tenime kezzap gibi düşüyordu ya her bir damla! ..

Ben; bulutlarından sevdalar dökülen... Ben, her yağmurda, üzerimize toprak kokusu yağan bir Mayıs güzeli şehirde yaşıyordum...

Ben; yüreğimde seni ısıtıyordum senden öğrendiğim gibi, üşüdüğün zaman...
Ben; yudum yudum tüketmeye kıyamadığımdan seni, çayımda seni soğutuyordum! ..

Ben; her damlayı yakalamak için çılgınlar gibi koştuğum sokaklarında, üzerime sevdalar yağan bir şehirde yaşıyordum...
Sen ise pırıl pırıl titreyerek bana bakıyordun; husule gelmiş, ama henüz düşmemiş bir yağmur damlası gibi...

Ben o gün hep seni, hep seni anlatmaya karar veriyor, ama bunca yıl seni hiç anlatmamış, anlatamamış olduğumu fark ediyordum...
Yani bana, seni yakalamak için, yine yağmurların altında düşe kalka koşmak düşüyor...

...Muammer Erkul...
 
Ben, sana ne söyleyebildim ki bunca zamandır? ..

Yağmur bırakmadan geçen bulutlar gibiydi zihnimdeki düşünceler; dilime düşmeyen, sözcüklere dönüşmeyen! ..
Ben, sana ne söyleyebildim ki bunca zamandır? ..

Her zaman fazla oldu söyleyemediklerim, söyleyebildiklerimden! ..
Her zaman; bir bilinmez lisandaki çözülmez şiirleri koklayıp, hissettirmeye çalıştım sana...
Her zaman biraz daha zaman kolladım seslenmek için sana, ve her zaman hayıflandım;
Ben, sana ne söyleyebildim ki bunca zamandır? ..

Kendi karanlığında; güneşe görünmek için karar veren bir tohum gibiydim...
Zordu çıkmak gömüldüğüm çamurdan;
Ama güzeldi! ..
.....
Sen güzeldin ve ben, güzelleşiyordum seni düşündüğümde! ..
Kendi karanlığında; güneşe görünmeye karar verip yeşillerini giyen bir tohum gibiydim...

Boyutları değişiyordu hayatımın...
Yani, değiştiren sendin boyutlarını hayatımın; büyüyordum, gelişiyordum, genişliyordum...
Söyleyebildiklerimden çoktu her zaman, söyleyemediklerim; bu yüzden kelimelerimin arası açılıyordu! ..

Sığdıramadığım her duygu; iki kelimemin arasındaki boşlukta gizli...
O yüzden, yazdıkça parmaklarım, , , ve işte yine o yüzden söyledikçe dilim topallıyor! ..
Toparlayamıyorum zihnimi...
Seni özlüyor, ve terliyorum özledikçe;
Seni koklamak için...
İçimdesin!

MUAMMER ERKUL
 
ARDIMDA KALAN

Hani bütün sesler ayyuka çıkar bazen; Hani hepsi birden, Hani hepsi en yüksek perdeden,
Ve hani hepsi kendini paralarcasına...
.....
Kulak zarlarım paralanıyordu sanki!

Kulak zarlarını paralarcasına çığlıklaşan azabın bir adım sonrası, sessizlik...
Bütün seslerin duyulmaz oluşu...
Veya sessizliğin gürültüsü!
.....
İçim parçalanıyordu sanki!
Ardından, güneş de iniyordu şehrin tepesine, kor halinde bir tepsi gibi gibi...
.....
Şehir pusuyordu;
Sanki topluyordu dalını yaprağını, kuşunu martısını...
Şehir çöküyordu;
Sanki düşüyordu dizlerinin üstüne, kapanıyordu kendi içine doğru...
Şehir siniyordu;
Sanki şehir, eriyen bir dondurma gibi yayılıyordu yere...
Ve halının altına ayağını sokmaya çalışan bir çocuk gibi biraz daha, biraz daha denizin altına kaydırmaya çalışıyordu kendini! ..
.....
Ama güneş, biraz daha yapışıyordu tepesine...
.....
İçim, biraz daha kaynıyor...
İçim biraz daha kanıyordu.
§
Sessizlikler ne büyük gürültü aslında...
Değil mi?
.....
Ve o şehirde...
O şehre seni bırakıp dönüşlerim, ne büyük sessizlik!

Muammer ERKUL
 
...ardından

(1)
Tren kalktı! ..
İstasyon booş, vakit; gece yarısı...
Ben, “seni” kaçırmışım! .......

İçi bensiz trenlerin yolunda mı gözlerin? ..


(2)
Bir siyah karpuz gibi kırıldı gece...
Yarıldı içim;
...sen sızdın! ..

(3)
İhtiyar bir konağın, iki karanlık duvarı arasında sallanıp duran bir sarkaç gibi bıraktın beni;
Boynumdan, zamana asıp! ..
.....
Sallanıyorum...
Saat dolabının camları içinde, , , yanıyor canım! ..
Dolap ise; camlı salonda tutsak! ..

Benim avucumdayken zaman, ben’im kıvranan zamanın avucunda;
...kalbine mahmuz saplı avı gibi kartalın...
Pençesinden kurtulsam, yer parçalar düşünce! ..
.....
Yaaar, yar;
Revâ mı bunlar? ..

Bu nasıl bir gidiştir, parmaklarının ucunda? ..
Ve, parmaklarının ucunda iken, canıma batan diken...
Canımsın...
Cananımsın, da bu gece; neden üşüyorum hayalinin kollarında? ..

(-1)
Tren kalktı! ..
İstasyon boş...
Ve, gecenin yarısı...
.....
Seni kaçırdığımı hangi cümle söylesin? ..


Muammer Erkul
 
Eskiden sana yazardım...

Bilmezdin sen, ve hatta ben bile bilmezdim; kime yazdığımı veya yazdığımın 'kim' olduğunu...
'Sana' yazarken eskiden, uzaklardaki 'duruşun' başkalaşıverdi birden; sanki büyüdün... Ya da, sanki 'beni' büyüttün gözünde... Veya benim gözümde 'seni' küçültmeye çalıştın! ..

Eskiden, sana yazardım;
Sana yazmaya korkmadığım zamanlarda! ..


Eskiden sana yazardım;
Seni, sevdiğim sanıp! ..


Eskiden sana yazardım...
Kayaları kazıyıp!

Ne yaptın, ne yazdın, veya ne dedin bilmiyorum... Ne yaptım, ne yazdım, veya ne dedim onu da bilmiyorum...
Ama, karşımda duruşun değişti sanki...
Ve sanki, kalbime vuruşun değişti; anlamadan...
Ve, anlatılamadan.

İsterdim ki;
Dokunabileyim hâlâ en ince teline saçlarının...
Ve sen, mızrap değmiş gibi titre yine! ..

Eskiden, sana yazardım; seni, sevdiğim sanıp! ..
Eskiden, sana yazardım; beni sevdiğini sanıp...
Eskiden sana yazardım;
Sana yazmaya korkmadığım zamanlarda! ..
 
Soluğunda yaşamak çiçek kokusu gibi

Beni... Öperken... Koklayışını...
Şimdi nasıl özlüyorum;
Bilemezsin! ..

Tamm kulağımın dibinde aldığın nefesin “içinde” oluşumu...
Ve işte o derin nefesle içine doluşumu...
Şu an nasıl da hissediyorum! ..

İçime...
Şimdi içime uçan balonlar savruldu yine!
...
Şimdi yine içimin göklerine başını sürüyor bu balonlar; mırıldayan pisiler gibi! ..
Şimdi yine, boynumda titremeler duyuyorum...
Terliyorum; buharlaşıp, solunmak isteyen buğular gibi! ..

İçimde;
İçine ateş üflenmiş balonlar uçuyor yine! ..

İçimde ne varsa hepsi “seni” arıyor içimde ve hep bir ağızdan “seni” soruyor bana...
Halbuki;
“Ben” yokum! ..
.....
Ben;
Senin...
Boynumun üstünden aldığın son derin nefesinle içine dolmuştum ya! ..
Ve ben, hâlâ içinde esip durmaktayım ya...
Öyle, değil mi? ..

İşte bu;
Soluğunda yaşamak çiçek kokusu gibi! ..

İşte ben, belki de bunu özlemekteyim çılgınlar gibi...
Yani, soluğunda yaşamayı çiçek kokuları gibi! ..
.....
Bunun için özlüyorum beni öperken koklayışını...
.....
Bunun için içimin göklerine başını sürüyor şimdi balonlar; mırıldayan kedi yavruları gibi! ..
.....
Bunun için titriyor ve terliyorum; buharlaşıp, solunmak isteyen buğular gibi! ..

İçimde;
İçine ateş üflenmiş balonlar uçuyor yine! ..
.....
Ben...
Beni öperken...
Beni nasıl kokladığını hatırlıyorum.
.....
Ben, şimdi nasıl özlüyorum bilemezsin beni koklayışını! ..
Ve çiçek kokuları gibi soluğunda yaşamayı...
Ve beni nefees nefes içine alışını.

İçimde;
İçine ateş üflenmiş balonlar uçuyor yine! ..
Ve ben çok özlüyorum;
Soluğunda yaşamayı, çiçek kokusu gibi! ..

Muammer Erkul
 
Ben, senin, neyindim? ..

Ben, senin, neyindim? ...
Ben... Senin... Neyindim? ..
Ben, neyindim senin;
Unuttum! ..
§
Ilıcacık bir gündü, , ve terliyor gibi ıslanıyorduk, görünmeyen yağmurda...
Soluk gibi sokuluyordu içimize, havayla karışmış su... Kaşlarında birikiyordu “yağmayan” yağmur...
En güzeli; kirpik uçlarında parıltılar “top”lanıp, büyüyordu... Ve kırptıkça gözlerini birbirine karışıyor, ağırlaşıyor, asıldıkları tellerden kopup, kayıyorlardı ıslak teninde, yüzünün...
§
Eğilmiştin... Burnunun üzerinden bir damla atlamıştı boşluğa, , , ve ben onu yakalamak istemiş, ama başaramamıştım...
Işık saçarak uçtu havada damla, ve minicik bir papatyanın tam da sapsarı gözünün üstüne düştü...
İşte o sırada sen, avuçlayıp yüzümü, kaldırdın...
Sen, bakışlarını saplayıp bana, sordun:
“Ben... Senin... Neyinim? ..”
.....
Senden, tenime dökülen korlar suratımın ıslağında “cozz” dedi! ..
Ve izi kaldı alnımda;
Adının! ..
§
Ben... Senin... Neyindim? ..
Ben, neyindim senin;
Unuttum! ..
§
Avucum terliyordu...
Avucumla avucun arasında bir bilet ıslanmış, liflerine ayrılmıştı...
Geldi, hadi, dedin... Hadi’dim ben de, ve otobüse bindim. Mahzun mahzun bakarak, şoföre açıp elimi; avucuma yapışık son biletimi gösterdim. Güldü kır bıyıklı tombul adam, başını salladı... Diğer elimin tırnağıyla kazıyıp, bilet kumbarasına tıktım küçük kâğıt topunu! ..
Sana baktım, ordaydın, bana bakıyordun; işte bunun için sıcacıktı hava! ..
Belirsizce kendini işaret ettin. Bunu, içimden; “ben” diye okudum...
Sonra bana doğru uzattın parmağını, sadece benim anlayacağım şekilde; “senin” diye çevirdim işaretini...
Ardından, biraz muzip, biraz mahcup gülerek ve tek gözünü kırparak; “neyinim” diye sorar gibi başını sallayınca... İnan ki... Otobüsün içinde... Az daha...
Cevabı haykıracaktım! ..
§
“Ben, senin, neyindim? ..”
.....
Unuttun mu gerçekten;
Sen, benim, , neyimdin? ..

Muammer Erkul
 
Üst Alt