Ak Parti'nin hükümetinin Uzan ailesine karşı yürüttüğü politikayı beğenmeyenlere,haksızlık yapıldığını söyleyenlere duyurulur...
Fatih Altaylı - Niye derin " Ohh " çektim
ÖNCEKİ gece geç saatlerde geldi haber.
"Uzan, Enerji Bakanlığı'na açtığı ÇEAŞ ve Kepez davalarını kaybetmiş" diye aradılar gazeteden.
Derin bir "Ohhh" çektim.
Üzerimden yük kalkmış gibi oldum.
Bu köşeyi uzun yıllardır takip edenler, Uzanlar'la olan kavgalarımı bilirler.
ÇEAŞ ve Kepez'de çevirdikleri dolapları, bankalarında yaptıkları yolsuzlukları 2000 yılında başlayıp mallarına el koyulduğu güne kadar yazdım.
Ben bunları yazmaya başladığımda kimse inanmıyordu yazdıklarımın doğruluğuna.
Gerçekten de inanılacak gibi değildi.
Neler yapmıyorlardı ki!
Halka açık ÇEAŞ ve Kepez'in büyük ortaklarını, hatta Sabancı gibi bir devi bile canından bezdirip medya gücüyle saldırıp saf dışı bırakmışlardı.
Küçük ortakları ise alenen dolandırıyorlardı.
ÇEAŞ ve Kepez'in milyarlarca dolarlık gelirini düşük faizle kendi bankalarının off-shore'larına yatırıyor, sonra aynı şirketler için yine kendi bankalarından yüksek faizle kredi kullanıp "örtülü kâr transferi" yoluyla halka açık şirketlerin kârını ortaklara pay etmeden kendi ceplerine atıyorlardı.
Off-shore banka büyük kâr sağlıyor ama vergi mergi vermiyordu.
Yine aynı şirketlerin yapması gereken yatırımlarını geciktiriyor, yatırım maliyetlerini yükseltiyor, inşaatları kendi şirketlerine fahiş fiyatlara yaptırıp ÇEAŞ ve Kepez'in kârlarını yine kendi ceplerine aktarıyorlardı.
Ben o dönemde bunların tamamını belgeleyip yazıyordum.
Kimse tınmıyordu.
Kâr buharlaşınca vergi de ödenmiyor, devlet de soyuluyordu.
Uzanlar'ın ÇEAŞ ve Kepez'de yaptıklarını belgeleyip, bir dosya haline getirip dönemin ANAP'lı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'na götürmüştüm. "Durdurun bunları, halkı ve devleti soyuyorlar" diye.
Bakan, ilgili müdürlüğün hukuk müşavirini çağırmıştı yanımda.
Hukuk müşaviri de "Biliyoruz bunları ama dava açıyoruz, mahkemeye gidemiyoruz. Tehdit ediliyoruz, tartaklanıyoruz. Zaten mahkemeler de bizi takmıyor" demişti.
Bakan ise sağ olsun kılını kıpırdatmamıştı.
BANKALAR AYRI REZALET
Uzanlar'ı yazdıkça bilgi geliyor, belge geliyor, ben de yazmaya devam ediyordum.
Bankalarından birinin eski genel müdürü geldi bir gün yanıma.
Elinde dosyalarla.
Sistemi anlattı.
Bankada çifte hesap vardı.
Şubelerde özel bir bilgi işlem sistemiyle kapalı devre bir hesap tutuluyor, ama bunlar ne Merkez Bankası tarafından, ne de Hazine tarafından görülüyordu.
Oralara eksik bilgi gidiyor, gerçek bilgiye ise sadece Kemal Uzan sahip olabiliyordu.
Eski genel müdür, "Bu bankalar göründüklerinden ve açıkladıklarından en az üç, belki dört kat büyüktür" diyordu.
Bunları da Bankalar Kanunu'nun izin verdiği ölçüde yazabildim.
Ona da kimse inanmadı. Herkes "Yok daha neler" diyordu.
Dönemin BDDK Başkanı'na mektup yazdım. Meşhur Kemal Derviş'e bütün hikâyeyi anlattım.
Onlar da tınmadı.
Pardon "tındılar".
Adını bile hatırlamadığım BDDK Başkanı dava açtı.
Yok yok. Uzanlar'a değil. Bana dava açtı.
Beraat ettim.
Ben ona dava açtım sonra.
Görevden alınınca davayı geri çektim.
TELSİM AYRI REZALET
Telsim'deki rezaletleri, kayıtdışı aboneleri, yüksek vergileri ödememek için yapılan sahtekârlıkları, hepsini bir bir yazdım.
En az üç yıl boyunca.
Hiçbir sonuç alamadan.
Ama hayatım zehir olarak.
Uzan'ın adamları tarafından sürekli takip edildim.
Evimin önüne bile kamp kurdular.
Muhabirleri, kameramanları tarafından itilip kakıldım.
Yetmedi.
Uzan Ailesi tüm grup çalışanlarından vekâletmane toplayıp, hepsi adına beni dava ettiler.
Yanlış hatırlamıyorsam 2800 kişi bana tazminat davası açtı.
Davayı kaybettiler.
Bunun üzerine ben onlara dava açtım.
Kazandım.
Yine yanlış hatırlamıyorsam 2 milyon dolara yakın bir tazminat kazandım. Hepsinden toplam.
O arada gruba el koyulmuştu.
Ayşenur Arslan aradı.
"Arkadaşlar maaş alamıyor. Bu tazminatı ödemeleri mümkün değil. Affet" diye.
Affettim.
Avukat paralarını bile cebimden ödedim.
ÇİMENTO FARKLI MI!
Çimento sektöründe neredeyse tekel durumunda olan Uzanlar'ın buradaki tavırları da farklı değildi. Fabrikaları kapatıyor, çalıştırmıyor, çimento karaborsasına neden oluyor, fahiş kârlar elde ediyorlardı.
İnşaat sektörü kan ağlıyordu.
Fiyatlar alabildiğine yükseliyor, inşaat sektörü çöküyor, yatırımlar duruyordu.
Kamu ihaleleri olması gerekenin üstüne çıkıyor, devlet para kaybediyordu.
Bunları da yazdık.
Kimse tınmadı.
Çünkü ses çıkaranın üzerine medya gücüyle çöküyor, perişan ediyorlardı.
Bir bana güçleri yetmiyordu.
Yedi düvelimi araştırıyor, bir halt bulamıyorlardı.
MEDYA KAVGASI ÇIKARDILAR
Beni susturmak için her yolu denediler.
Hayalimde bile göremeyeceğim ücretler ve transfer paraları önerdiler. Görüşmedim bile.
Hepsi tanıklı.
Baktılar bende umut yok. O dönem çalıştığım gazetenin sahibi Aydın Doğan'ı denediler.
Aydın Bey söylemedi ama büyük paralar önermişler diye duydum.
Aydın Doğan beni çağırdı. "Yazdıkların doğru mu?" diye sordu.
"Hepsi doğru Aydın Bey. Kanıtlarım" dedim.
"O zaman yazmaya devam et" dedi.
Yazdım.
Aydın Doğan'a saldırdılar belki beni susturur diye.
Doğan Grubu hiçbir alanda rekabeti olmadığı halde, Uzan Grubu ile kavgalı gibi oldu birdenbire.
Adamın göbek atarken görüntülerini bile yayınladılar.
Eminim kan ağladı ama bana hiçbir şey demedi.
Allah'ı var.
O günlerde Türkiye'nin en ciddi işadamlarından biri bir yemekte, "Uzanlar'la ilgili yazdıkların doğru olamaz. Adamların bunu yapması için ahmak olması gerekir. Bir alanda monopol, iki alanda duopoller. Matbaa kurup para bassalar bu kadar para kazanamazlar. Bence bu kadarını yapmıyorlardır" dedi.
İKTİDAR DEĞİŞTİ HER ŞEY DEĞİŞTİ
Sonra 2002 seçimleri yapıldı.
İktidar değişti. Türkiye değişti.
Bir seyahat sırasında Tayyip Erdoğan görüşmek istedi.
Uzanlar hakkında yazdıklarımı sordu.
Hepsinin belgeli olduğunu, en önemli belge ve bilgileri bir önceki hükümet döneminde Enerji Bakanlığı'na verdiğimi söyledim.
Uzan zaten pabucun pahalı olduğunu anlamış ve "korunmak için" siyasete soyunmuştu.
Hızla üzerine gidilmeye başlandı Uzan'ın.
Bu arada ilgili kurumlar sık sık bilgime başvurdular. Ben de bildiklerimi, belgelediklerimi paylaştım.
Ve sonrasında devlet yıllardır yapması gerekeni yaptı.
ÇEAŞ ve Kepez'in imtiyaz sözleşmelerini iptal etti.
Bankalarına el koydu.
Bankadan benim yazdıklarımdan da büyük bir rezalet çıktı.
Uzan ise sahte hisse devirleriyle şirketleri başkasınınmış gibi gösterip, başka bir şirket üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne dava açtı.
Yakın çevresine, "Bu işten 50-60 milyar dolar kazanıp Türkiye'ye geri döneceğim. Büyükelçilik binalarına bile haciz koyduracağım" diyordu.
Ben de böyle bir olasılıktan ötürü kâbuslar görüyordum.
Devletin, yüzde bin haklı olduğu bir yerde, dava kaybetmesinden korkuyordum.
Korkmak ne kelime, ödüm patlıyordu ama yine de "Mümkün değil" diyordum.
"Bu kadar adaletsizlik hiçbir yerde olmaz" diyordum.
Nitekim olmadı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Uzanlar'ın açtığı davayı kazandı.
Ben de bir "Ohh" çektim.
Bakan Yıldız'ın dediğine ise katılıyorum.
Kelimenin tam anlamıyla "haklı",
Not: "Bu kadarı da olmaz, ahmak olmaları gerekir" diyen işadamı dostum her şey ortaya çıkınca "Haklıymışsın. Ama ben de haklıyım. Ahmakmışlar" dedi.
Fatih Altaylı - Niye derin " Ohh " çektim
ÖNCEKİ gece geç saatlerde geldi haber.
"Uzan, Enerji Bakanlığı'na açtığı ÇEAŞ ve Kepez davalarını kaybetmiş" diye aradılar gazeteden.
Derin bir "Ohhh" çektim.
Üzerimden yük kalkmış gibi oldum.
Bu köşeyi uzun yıllardır takip edenler, Uzanlar'la olan kavgalarımı bilirler.
ÇEAŞ ve Kepez'de çevirdikleri dolapları, bankalarında yaptıkları yolsuzlukları 2000 yılında başlayıp mallarına el koyulduğu güne kadar yazdım.
Ben bunları yazmaya başladığımda kimse inanmıyordu yazdıklarımın doğruluğuna.
Gerçekten de inanılacak gibi değildi.
Neler yapmıyorlardı ki!
Halka açık ÇEAŞ ve Kepez'in büyük ortaklarını, hatta Sabancı gibi bir devi bile canından bezdirip medya gücüyle saldırıp saf dışı bırakmışlardı.
Küçük ortakları ise alenen dolandırıyorlardı.
ÇEAŞ ve Kepez'in milyarlarca dolarlık gelirini düşük faizle kendi bankalarının off-shore'larına yatırıyor, sonra aynı şirketler için yine kendi bankalarından yüksek faizle kredi kullanıp "örtülü kâr transferi" yoluyla halka açık şirketlerin kârını ortaklara pay etmeden kendi ceplerine atıyorlardı.
Off-shore banka büyük kâr sağlıyor ama vergi mergi vermiyordu.
Yine aynı şirketlerin yapması gereken yatırımlarını geciktiriyor, yatırım maliyetlerini yükseltiyor, inşaatları kendi şirketlerine fahiş fiyatlara yaptırıp ÇEAŞ ve Kepez'in kârlarını yine kendi ceplerine aktarıyorlardı.
Ben o dönemde bunların tamamını belgeleyip yazıyordum.
Kimse tınmıyordu.
Kâr buharlaşınca vergi de ödenmiyor, devlet de soyuluyordu.
Uzanlar'ın ÇEAŞ ve Kepez'de yaptıklarını belgeleyip, bir dosya haline getirip dönemin ANAP'lı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'na götürmüştüm. "Durdurun bunları, halkı ve devleti soyuyorlar" diye.
Bakan, ilgili müdürlüğün hukuk müşavirini çağırmıştı yanımda.
Hukuk müşaviri de "Biliyoruz bunları ama dava açıyoruz, mahkemeye gidemiyoruz. Tehdit ediliyoruz, tartaklanıyoruz. Zaten mahkemeler de bizi takmıyor" demişti.
Bakan ise sağ olsun kılını kıpırdatmamıştı.
BANKALAR AYRI REZALET
Uzanlar'ı yazdıkça bilgi geliyor, belge geliyor, ben de yazmaya devam ediyordum.
Bankalarından birinin eski genel müdürü geldi bir gün yanıma.
Elinde dosyalarla.
Sistemi anlattı.
Bankada çifte hesap vardı.
Şubelerde özel bir bilgi işlem sistemiyle kapalı devre bir hesap tutuluyor, ama bunlar ne Merkez Bankası tarafından, ne de Hazine tarafından görülüyordu.
Oralara eksik bilgi gidiyor, gerçek bilgiye ise sadece Kemal Uzan sahip olabiliyordu.
Eski genel müdür, "Bu bankalar göründüklerinden ve açıkladıklarından en az üç, belki dört kat büyüktür" diyordu.
Bunları da Bankalar Kanunu'nun izin verdiği ölçüde yazabildim.
Ona da kimse inanmadı. Herkes "Yok daha neler" diyordu.
Dönemin BDDK Başkanı'na mektup yazdım. Meşhur Kemal Derviş'e bütün hikâyeyi anlattım.
Onlar da tınmadı.
Pardon "tındılar".
Adını bile hatırlamadığım BDDK Başkanı dava açtı.
Yok yok. Uzanlar'a değil. Bana dava açtı.
Beraat ettim.
Ben ona dava açtım sonra.
Görevden alınınca davayı geri çektim.
TELSİM AYRI REZALET
Telsim'deki rezaletleri, kayıtdışı aboneleri, yüksek vergileri ödememek için yapılan sahtekârlıkları, hepsini bir bir yazdım.
En az üç yıl boyunca.
Hiçbir sonuç alamadan.
Ama hayatım zehir olarak.
Uzan'ın adamları tarafından sürekli takip edildim.
Evimin önüne bile kamp kurdular.
Muhabirleri, kameramanları tarafından itilip kakıldım.
Yetmedi.
Uzan Ailesi tüm grup çalışanlarından vekâletmane toplayıp, hepsi adına beni dava ettiler.
Yanlış hatırlamıyorsam 2800 kişi bana tazminat davası açtı.
Davayı kaybettiler.
Bunun üzerine ben onlara dava açtım.
Kazandım.
Yine yanlış hatırlamıyorsam 2 milyon dolara yakın bir tazminat kazandım. Hepsinden toplam.
O arada gruba el koyulmuştu.
Ayşenur Arslan aradı.
"Arkadaşlar maaş alamıyor. Bu tazminatı ödemeleri mümkün değil. Affet" diye.
Affettim.
Avukat paralarını bile cebimden ödedim.
ÇİMENTO FARKLI MI!
Çimento sektöründe neredeyse tekel durumunda olan Uzanlar'ın buradaki tavırları da farklı değildi. Fabrikaları kapatıyor, çalıştırmıyor, çimento karaborsasına neden oluyor, fahiş kârlar elde ediyorlardı.
İnşaat sektörü kan ağlıyordu.
Fiyatlar alabildiğine yükseliyor, inşaat sektörü çöküyor, yatırımlar duruyordu.
Kamu ihaleleri olması gerekenin üstüne çıkıyor, devlet para kaybediyordu.
Bunları da yazdık.
Kimse tınmadı.
Çünkü ses çıkaranın üzerine medya gücüyle çöküyor, perişan ediyorlardı.
Bir bana güçleri yetmiyordu.
Yedi düvelimi araştırıyor, bir halt bulamıyorlardı.
MEDYA KAVGASI ÇIKARDILAR
Beni susturmak için her yolu denediler.
Hayalimde bile göremeyeceğim ücretler ve transfer paraları önerdiler. Görüşmedim bile.
Hepsi tanıklı.
Baktılar bende umut yok. O dönem çalıştığım gazetenin sahibi Aydın Doğan'ı denediler.
Aydın Bey söylemedi ama büyük paralar önermişler diye duydum.
Aydın Doğan beni çağırdı. "Yazdıkların doğru mu?" diye sordu.
"Hepsi doğru Aydın Bey. Kanıtlarım" dedim.
"O zaman yazmaya devam et" dedi.
Yazdım.
Aydın Doğan'a saldırdılar belki beni susturur diye.
Doğan Grubu hiçbir alanda rekabeti olmadığı halde, Uzan Grubu ile kavgalı gibi oldu birdenbire.
Adamın göbek atarken görüntülerini bile yayınladılar.
Eminim kan ağladı ama bana hiçbir şey demedi.
Allah'ı var.
O günlerde Türkiye'nin en ciddi işadamlarından biri bir yemekte, "Uzanlar'la ilgili yazdıkların doğru olamaz. Adamların bunu yapması için ahmak olması gerekir. Bir alanda monopol, iki alanda duopoller. Matbaa kurup para bassalar bu kadar para kazanamazlar. Bence bu kadarını yapmıyorlardır" dedi.
İKTİDAR DEĞİŞTİ HER ŞEY DEĞİŞTİ
Sonra 2002 seçimleri yapıldı.
İktidar değişti. Türkiye değişti.
Bir seyahat sırasında Tayyip Erdoğan görüşmek istedi.
Uzanlar hakkında yazdıklarımı sordu.
Hepsinin belgeli olduğunu, en önemli belge ve bilgileri bir önceki hükümet döneminde Enerji Bakanlığı'na verdiğimi söyledim.
Uzan zaten pabucun pahalı olduğunu anlamış ve "korunmak için" siyasete soyunmuştu.
Hızla üzerine gidilmeye başlandı Uzan'ın.
Bu arada ilgili kurumlar sık sık bilgime başvurdular. Ben de bildiklerimi, belgelediklerimi paylaştım.
Ve sonrasında devlet yıllardır yapması gerekeni yaptı.
ÇEAŞ ve Kepez'in imtiyaz sözleşmelerini iptal etti.
Bankalarına el koydu.
Bankadan benim yazdıklarımdan da büyük bir rezalet çıktı.
Uzan ise sahte hisse devirleriyle şirketleri başkasınınmış gibi gösterip, başka bir şirket üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne dava açtı.
Yakın çevresine, "Bu işten 50-60 milyar dolar kazanıp Türkiye'ye geri döneceğim. Büyükelçilik binalarına bile haciz koyduracağım" diyordu.
Ben de böyle bir olasılıktan ötürü kâbuslar görüyordum.
Devletin, yüzde bin haklı olduğu bir yerde, dava kaybetmesinden korkuyordum.
Korkmak ne kelime, ödüm patlıyordu ama yine de "Mümkün değil" diyordum.
"Bu kadar adaletsizlik hiçbir yerde olmaz" diyordum.
Nitekim olmadı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Uzanlar'ın açtığı davayı kazandı.
Ben de bir "Ohh" çektim.
Bakan Yıldız'ın dediğine ise katılıyorum.
Kelimenin tam anlamıyla "haklı",
Not: "Bu kadarı da olmaz, ahmak olmaları gerekir" diyen işadamı dostum her şey ortaya çıkınca "Haklıymışsın. Ama ben de haklıyım. Ahmakmışlar" dedi.