Nerden nereye diyorum, şimdi düşününce bunların hepsi benim mi başıma geldi deyip inanamıyorum.
Daha gencecik bir çocuk iken, haşareliğim en üst seviyelerde, daha ele avuca sığmazken kapılardan çıkıp bacalardan, pencerelerden girerken yer yol bilmedigim yöreleri bir bir gezip her seferinde kaybolup tekrardan yolumu bulmaya çalışırken, işte böylesine yaramaz bir çocuk iken acaba cezalandırıldım mı, durul biraz artık mı denildi, emir buyuk yerdenmiydi diye de dusunmeden edemiyorum, peki ne olduda bana boyle oldu?
Diyorum ya oyle ele avuca sığmaz haşere iken yer yon bilmedigim bir yorede olanlar oldu. Beni her haftasonu belki biraz olsun durulur akıllanırım diye bıraktıkları buyukannemlerde, daha henuz "köy" nedir bilmezken. Ilkokul kitaplarında görüp bildiğimiz hayat bilgisi dersinde öğrendiğimizle sınırlı saydığım bir kavramdı hepsi.
Yine böyle en haşere haftasonlarımın birinde buyukannemin peşine takılıpta neymiş bu köy dedikleri yeri görmeye gittiğimde duruldum. Yine yaramazdım, akşam olunca evde durmam istenmişti, büyük annem "Dışarıda düğün var, bir dünya insan. çıkma, oğlum. Kaybolursun" demişti. ama söz dinleyen nerde.. Evet bir düğün vardı, ben o yaşıma bakmadan binbir keşif peşinde. Inek nedir, kuzu nedir, köy evleri nedir, tavuklar nerdedir, bu yanı başımdaki cocuk benim köyde yaşıyan 2. kuşak kuzenim digeri ise onun arkadaşı düğün çevrelerinde koşturup dururken, çocuk aklı işte havanın kararmış olması "engel" değil yaramazlıklara.
Dedim ya düğün var yanı başımızda, davulu bile ilkkez gören ben, daha henüz 11inden yeni yeni gün alan dogum gunune sayılı gün kalan..
Ve sonra bir silah sıkılır, o sıra koşmakta olan ben, belkide 200-250 kişi arasında olan ben, minicik ben, düşüveririm yere, sanırım ki ekrem çelme taktıda düştüm, sanıyorum ben düşmedim tansiyonum düştü..
Sonra gözler kararır, davulun sesinin bile kesildiğini anlarsın, daha bir metreyi yeni yeni aşmış bücür boyunla yerde sere serpe yatarsın, ayakların zonklar. Tıpkı yıllar önce burkuldugu gibi, öyle birşeyler sanırsın, ama kalkmak istediginde kalkamadıgını ve hatta ayakta durulamadığını anlarsın. Ne olucak yine atladın dağdan taştan kırdın bilegini der ve yine ağlarsın.
Olayın ciddiyetini apar topar bir reno12 nin arka koltugunda sereserp e uzanmısken, kazagının kenarından oluk oluk kanarken anlarsın, aradan geçen yarım saat sonra köy kavramı biterde şehire dönersin, geçtiğin caddelerin biri de oturduğun o hep yaramazlık yaptığın semttir. apartmanlardan tanırsın, ters bir şekilde yaterken bile, gecenin bir yarısı olsa bile ve hala kanarken..
Sonrası kesik kesik, tıpkı omuriligimdeki sinirler gibi.. Ameliyat masasına yatırılışın, neşterle üzerinde ki o çok sevdiğin, bir cumartesileri giydiğin kazağın yırtılışı, nöbetçi doktordan ağlıyorsun diye azar işitişin..
Ve ardından, yabancısı oldugun ortamlardan bir başkasına, bir başkasında gece boyunca çırpınışın, herşey bitti sanıp susayışın, bir damla su içmek için o gece ağlayışın, su diye pamuk parçalarını emişin.. Ve ardından, aradan öyle zaman geçmiştir ki gözlerini tekrar açtığında gündüz olmuştur, ama hangi gündüz olduğunu bilmediğin ve hatta hangi mevsim olduğunu bile kestiremediğin bir gündüz. Uyandığında organlarından yarısını, hayatının hemen hemen hepsini kaybettiğin bir gündüz.
Öyle anılar saklar ki o okuldan bozma hastane su an icinde bana, bir kaç hafta sonra ilk gülümseyişin ve ardından hâla yanında olan tüm sevdiklerinin hastane yerini bayrama çevirmesi, belki de hayatın boyunca hiç kimse bu kadar sevinmemişti boyle bir duruma, ama insanın geldiği ve hayatın zorladığı koşullar zaman zaman oyle duruma getiriyor ki "yetinme" halleri başkalaşıyor, bu evrim, bu süreç bütün sevinçlerimizi önceliklerimizi, hayatı herşeyi değiştiriyor..
Bazen düşünüyorum cok mu şansızdım acaba diye.. O kadar kişi, minicik ben, koşan ben, haşere ben, hayatının baharında tüm haşereliğine rağmen okulunda hırslı, çalışkan ve daha ilköğretim yıllarında kendine kariyer hedefleri belirleyen ben. Alabora olmaktan beter bu haller.
Herşeye rağmen yaşamak güzel, ne kadar zor olsa da, biz bedensel engellileri ne kadar zorlasada bu bir hayata tutunma savaşı, döktüğümüz tüm göz yaşlarının bir bedeli var, sevdiklerimiz (cogu zaman) yanımızda ve bu kesinlikle yaşamaya değer.
Daha gencecik bir çocuk iken, haşareliğim en üst seviyelerde, daha ele avuca sığmazken kapılardan çıkıp bacalardan, pencerelerden girerken yer yol bilmedigim yöreleri bir bir gezip her seferinde kaybolup tekrardan yolumu bulmaya çalışırken, işte böylesine yaramaz bir çocuk iken acaba cezalandırıldım mı, durul biraz artık mı denildi, emir buyuk yerdenmiydi diye de dusunmeden edemiyorum, peki ne olduda bana boyle oldu?
Diyorum ya oyle ele avuca sığmaz haşere iken yer yon bilmedigim bir yorede olanlar oldu. Beni her haftasonu belki biraz olsun durulur akıllanırım diye bıraktıkları buyukannemlerde, daha henuz "köy" nedir bilmezken. Ilkokul kitaplarında görüp bildiğimiz hayat bilgisi dersinde öğrendiğimizle sınırlı saydığım bir kavramdı hepsi.
Yine böyle en haşere haftasonlarımın birinde buyukannemin peşine takılıpta neymiş bu köy dedikleri yeri görmeye gittiğimde duruldum. Yine yaramazdım, akşam olunca evde durmam istenmişti, büyük annem "Dışarıda düğün var, bir dünya insan. çıkma, oğlum. Kaybolursun" demişti. ama söz dinleyen nerde.. Evet bir düğün vardı, ben o yaşıma bakmadan binbir keşif peşinde. Inek nedir, kuzu nedir, köy evleri nedir, tavuklar nerdedir, bu yanı başımdaki cocuk benim köyde yaşıyan 2. kuşak kuzenim digeri ise onun arkadaşı düğün çevrelerinde koşturup dururken, çocuk aklı işte havanın kararmış olması "engel" değil yaramazlıklara.
Dedim ya düğün var yanı başımızda, davulu bile ilkkez gören ben, daha henüz 11inden yeni yeni gün alan dogum gunune sayılı gün kalan..
Ve sonra bir silah sıkılır, o sıra koşmakta olan ben, belkide 200-250 kişi arasında olan ben, minicik ben, düşüveririm yere, sanırım ki ekrem çelme taktıda düştüm, sanıyorum ben düşmedim tansiyonum düştü..
Sonra gözler kararır, davulun sesinin bile kesildiğini anlarsın, daha bir metreyi yeni yeni aşmış bücür boyunla yerde sere serpe yatarsın, ayakların zonklar. Tıpkı yıllar önce burkuldugu gibi, öyle birşeyler sanırsın, ama kalkmak istediginde kalkamadıgını ve hatta ayakta durulamadığını anlarsın. Ne olucak yine atladın dağdan taştan kırdın bilegini der ve yine ağlarsın.
Olayın ciddiyetini apar topar bir reno12 nin arka koltugunda sereserp e uzanmısken, kazagının kenarından oluk oluk kanarken anlarsın, aradan geçen yarım saat sonra köy kavramı biterde şehire dönersin, geçtiğin caddelerin biri de oturduğun o hep yaramazlık yaptığın semttir. apartmanlardan tanırsın, ters bir şekilde yaterken bile, gecenin bir yarısı olsa bile ve hala kanarken..
Sonrası kesik kesik, tıpkı omuriligimdeki sinirler gibi.. Ameliyat masasına yatırılışın, neşterle üzerinde ki o çok sevdiğin, bir cumartesileri giydiğin kazağın yırtılışı, nöbetçi doktordan ağlıyorsun diye azar işitişin..
Ve ardından, yabancısı oldugun ortamlardan bir başkasına, bir başkasında gece boyunca çırpınışın, herşey bitti sanıp susayışın, bir damla su içmek için o gece ağlayışın, su diye pamuk parçalarını emişin.. Ve ardından, aradan öyle zaman geçmiştir ki gözlerini tekrar açtığında gündüz olmuştur, ama hangi gündüz olduğunu bilmediğin ve hatta hangi mevsim olduğunu bile kestiremediğin bir gündüz. Uyandığında organlarından yarısını, hayatının hemen hemen hepsini kaybettiğin bir gündüz.
Öyle anılar saklar ki o okuldan bozma hastane su an icinde bana, bir kaç hafta sonra ilk gülümseyişin ve ardından hâla yanında olan tüm sevdiklerinin hastane yerini bayrama çevirmesi, belki de hayatın boyunca hiç kimse bu kadar sevinmemişti boyle bir duruma, ama insanın geldiği ve hayatın zorladığı koşullar zaman zaman oyle duruma getiriyor ki "yetinme" halleri başkalaşıyor, bu evrim, bu süreç bütün sevinçlerimizi önceliklerimizi, hayatı herşeyi değiştiriyor..
Bazen düşünüyorum cok mu şansızdım acaba diye.. O kadar kişi, minicik ben, koşan ben, haşere ben, hayatının baharında tüm haşereliğine rağmen okulunda hırslı, çalışkan ve daha ilköğretim yıllarında kendine kariyer hedefleri belirleyen ben. Alabora olmaktan beter bu haller.
Herşeye rağmen yaşamak güzel, ne kadar zor olsa da, biz bedensel engellileri ne kadar zorlasada bu bir hayata tutunma savaşı, döktüğümüz tüm göz yaşlarının bir bedeli var, sevdiklerimiz (cogu zaman) yanımızda ve bu kesinlikle yaşamaya değer.