Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Olimpiyatları Sakata Getirmek | Can Evren

Can Evren

Yeni Üye
Üyelik
25 Eki 2009
Konular
5
Mesajlar
23
Reaksiyonlar
0
İlk önce kısa bir bilgilendirme: Türkiye, 2020 Yaz Olimpiyatlarına ev sahipliği yapmak için yoğun bir çaba içerisinde. Uluslararası Olimpiyat Komitesi, 7 yıl sonraki oyunlara hangi şehrin ev sahipliği yapacağı hakkındaki kararını Eylül ayında verecek, yani sadece 3 ay sonra. İstanbul, Tokyo ve Madrid ile yarışıyor.

Bu yazıyı yazmakta iki temel amacım var: Birincisi, Olimpik spor kültürünün ve ona eşlik eden Paralimpik (sakat olimpiyatları) kültürün sakatlık adına ne gibi anlamlar taşıdığını tartışmak. İkinci amacım, Olimpiyat oyunlarının Türkiye’de, İstanbul’da düzenlenmesi hakkında bir tartışma başlatmak.

Sakatların toplumdaki konumunu iyileştirme amacı güden sakatlık çalışmaları, sakatları engelleyen, sadece sakatken engelli hale getiren düzeni analiz etmekle başlar. En önemli vurgu, istihdamdır: Tarih değiştikçe, sanayileşme ve kentleşme dönemlerinde, güçlü kuvvetli sağlam işçi modeli, ideal emekçi olarak belirlenmiş, bu modelin dışına düşen herkes ekonomik açıdan zora düşmüştür. Mesela buna sağlamcı bir emek piyasası diyebiliriz. Sakatları engelli yapan, yani engelleyen şey, sağlamcı ekonomi görüşüdür.

Sakatlık çalışmaları aynı eleştiriyi zaman içinde birçok alana taşımıştır. Memleket tarihinden tanıdık bir örnek verelim: Eğitimin amacı “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” şiarı olduğu zaman, eğitimde bedensel ve zihinsel olarak sağlam kişilere öncelik verilmiş, geriye kalanlara ikinci sınıf muamele yapılmış olur.

Bugün sağlamcı kültürün en önemli öğelerinden biri, milyar dolarlık bir sektöre dönüşen ve giderek büyüyen profesyonel spor kültürüdür şüphesiz. Olimpiyatlar da bu kültürün en büyük festivali. 30 gün boyunca, bütün dünya medyası sporculardan, kırdıkları rekorlardan bahseder. Toplum, hatta bütün dünya, mükemmele yakın bedensel performansları izledikçe, aslında bütün toplum/dünya kendini biraz sakat hisseder. Kimse aslında onlar kadar sağlam olamayacaktır ama yine de, olamayacakları hayale aşık olmaları sağlanır. İşte sağlamcılık kültürü dediğimiz şey, bir istihdam veya eğitim düzeni olduğu kadar bu arzularla da ilgilidir: Sağlam olma arzusuyla. En ufak örnekte bile sakatlanmaktan dehşet duyan, eğitilmiş profesyonel bedenlerin sergilediklerine hayranlık duyan bir toplumun sakatlardan dehşet duyması kaçınılmazdır.

Spor kültürü, bu arzuları beslediği için sakatlık çalışmalarının hedefindedir. Toplumsal adalet, eşitlik, dayanışma gibi fikirler, yerini mükemmeliyet hayranlığına ve tabii ki duyulan sert hayal kırıklıklarına bırakır. Sakatlara yer veren, sakatların özgür olduğu bir toplum ise hayranlıklar ve büyük gösteriler toplumu değil, yaralanmaları, kazaları birer hayal kırıklığı olarak görmeyen, kazalar ve yaralanmalar ile toplum halinde mücadele etmeye çağıran, kaynaklarını bu yöndeki ihtiyaçlara harcayan bir toplumdur. Mesela bugün, Gezi Park’ı eylemlerini takiben Brezilya’da gelişen olaylarda, en büyük itirazlardan biri 2016 Olimpiyatlarına ev sahipliği yapacak olan ülkede, eğitim ve sağlık yerine stadyum yapımına para harcanıyor olmasıydı. 2020 Olimpiyatları’nın ülkemizde düzenlenmesi benzer bir süreci başlatacak. Aslında hızlandıracak demek daha doğru çünkü zaten böyle bir süreç tam gaz devam etmekte. Dahası, memleketin şantiyeleşme sürecine yeni ve muhtemelen çok güçlü bir dalga ekleyecek. Demek ki toplumda hangi arzuların baskın olacağını belirlemek kadar, toplumsal kaynakların hangi hedefle kullanılacağını da belirleyen bir kültürdür spor kültürü bugün. Tabi Türkiye’nin aksine Brezilya Devlet Başkanı, eğitim ve sağlık yerine stadyumlara para akıtılmasına izin vermeyeceğini açıkladı.

1960’lardan beri Olimpiyatların yanında, oyunlar bittikten bir hafta sonra aynı kentte başlayan bir de Engelli Olimpiyatları düzenleniyor: Paralimpik Oyunlar. Ölçeği giderek büyüyen bu ‘yan organizasyon’, sakat vatandaşların da sporun bir parçası olduklarını göstermeyi hedefliyor. Sormak gereken şey, Engelli Olimpiyatları’nda sunulan Engelli modellerinin, sakatların gerçek gündelik sorunlarıyla ne kadar örtüşüp örtüşmediğidir. Burada son dönemde sık sık kullanılmaya başlanan bir sözü devreye sokabiliriz: “Sağlam sakatlar”. Mesela sağlam sakat sözünün en büyük örneği, 2012 Londra Olimpiyatları’nda, Engelli kategorisinde değil, sağlam atletlerle yarışan Güney Afrikalı atlet Oscar Pistorius’tu. Çok erken yaşta, çok pahalı bir diz protezi sayesinde koşmaya başlayan atlet, tabii ki çok istisnai bir sakatlık deneyimini yansıtıyordu. (Bakınız Resim)

Sağlam olimpiyatlarının yanında bir de engelli olimpiyatlarının düzenlenmesi, sakatlara “siz de yapabilirsiniz” çağırısı yapıyor, yapabilen ‘sağlam’ sakatları örnek kişilik ilan ediyor. Bunu yaparken sakatlığın kendine has sorunlarını kamuoyuna sunmak yerine, bir eşitlik yanılsaması yaratıyor. Hâlbuki sakatlık çalışmaları ve sakatlık hareketleri, sakatların güçlendirilmesini sadece fiziksel bir güçlendirme olarak görmez ve yanıltıcı eşitlik manzaraları yerine, eşitsizliklere işaret eder. Topluma katılım için gereken toplumsal yapıların yeniden düzenlenmesini talep eder: Sağlık, eğitim, toplu taşıma, istihdam, erişilebilirlik gibi başlıklara vurgu yapar. Ayrıca, toplumsal bir algıyla mücadele eder, toplumun sağlamlık arzusuyla kurulması fikrine karşı çıkar. Bunun tersine Paralimpik Oyunlar, fiziksel olarak güçlenmiş, akıntıya karşı kürek çekip başarmış bir engelli sporcu birey hikâyesini öne çıkarır. Sakatlananlara önerdiği, çok çalışıp bedenlerini atletik hale getirmektir, toplumun sakatlara yer verecek şekilde değişmesi değil.

Tarafsız ve masumane bir amaç, tüm Türkiye’nin zaten isteyeceği, sorgusuz sualsiz kabul edeceği bir hedef olarak sunulan ve bugün medyada çok fazla yer bulan 2020 İstanbul, sakatlar için daha iyi bir dünya yaratacak mıdır? Sanmıyorum. Aynı kaynaklar, aynı aceleyle, erişilebilirliği arttırmak için kullanılamaz mıydı? Yeni ve görkemli stadyumlar yapmak yerine, yeni, donanımlı özel eğitim kurumları oluşturmaya ayrılamaz mıydı? Toplumun her kesimi olarak, benzer soruları kendi sorunlarımıza uyarlayıp tekrar tekrar sormalıyız.

iyDH7X5RmMQE.jpg
 
Eskiden spor kitlelerin afyonu olarak kullanılırdı. Uzun süredir buna iki şey daha eklendi: 1- Devasa bir ekonomik pazar, 2- Rol model olarak sunulan bedenler ve performanslar

Milyarlarca Euro bütçeler, bahis sektörü, "spor" gibi masum bir sözün altına gizlenen ve bu sayede halkın gözünden kaçırılan devasa betonlaşma ve tesisleşme kudurganlığı vs. Halk için can suyunu esirgeyen devlet, iş olimpiyat eliyle rant dağıtmaya gelince, bütün bentleri açıyor maşallah! Olimpiyatlara aktarılan milyarlarca Euro'nun bu coğrafyadaki nice sorunun çözümü için kullanıldığını düşünsenize... Ayrıca "olimpiyat vesilesiyle yollar, toplu taşıma araçlar ve binalar erişilebilir olacak" geyiğine de karnım tok. Olimpiyat bütçesinin bilmem kaç binde biriyle zaten o erişilebilirlik sorunları giderilir; bunun için olimpiyat yapmaya gerek yok! :)

Süper bedenler-performanslar konusuna gelince. Her şeyin en hızlısı, en güçlüsü, sınırları en zorlayanı, en birincisi, en güzeli, en en en en en olanı televizyonlarda her an "arzulanan" olarak pompalanınca, Can'ın dediği gibi, "Toplum, hatta bütün dünya, mükemmele yakın bedensel performansları izledikçe, aslında bütün toplum/dünya kendini biraz sakat hisseder. Kimse aslında onlar kadar sağlam olamayacaktır ama yine de, olamayacakları hayale aşık olmaları sağlanır. İşte sağlamcılık kültürü dediğimiz şey, bir istihdam veya eğitim düzeni olduğu kadar bu arzularla da ilgilidir: Sağlam olma arzusuyla".
Bu arzu bir yandan hepimize eksiklik duygusu verirken, bir yandan da bu eksikliği giderme çabasını ve para harcama kanallarını içselleştirmemizi sağlıyor. Sakat ya da değil tüm toplum pompalanan o "mükemmel insan"a erişmek için koşuyoruz. Daha doğrusu, kendimize yabancılaşıp, belki de asla gerçekleşemeyecek bir şeye ulaşmaya çalışarak kendimizi helak ediyoruz.

Paralimpik olimpiyatları bu havuca koşma/koşturma hikayesinin spordaki en önemli figürlerinden biri.

E peki spor olmasın mı? Olsun tabii! :) Olsun ama, milyarlarca Euro bütçelerin, betonseviciliğin, zenginleştirme kudurganlığının, beden/performans fetişizminin aracı olarak kullanılmasın. Hiç değilse o amatör ruh, yerellik ve samimiyet sporun en önemli kuralları olarak işlesin. Sıradan bedenlerimiz, yaşamlarımız, sorunlarımız, beklentilerimiz vs. kamusal alanda hakkıyla temsil edilsin, görünür olsun.
 
Bu işin bi tarafı bülent abicim bide paralimpik oyunlarında derece yapanlar var hepsi bu ülkeyi tanıtımına katkı yapmış süper çocuklar nerdeler şimdi hani teşvik hani nerede Galatasaray Avrupada Futbol takımndan çok başarıyı tekerlekli sandalye basketbolunda elde eti Gazetelerde iki satır haber o başarı değil ama adamlar gidiyorlar Avrupa bilmem kaçcıncısı oluyorlar hemen devlet başarı primlerini akıtıyor Ayrımcılık heryerde vesselam neyse ALLAH büyük
 
Burada önemli bir noktanın altını çizmek gerekiyor. sakatları Engelli yapan şeyin sağlamcı düşünce ve sağlamcı eknomik düzen olması. bu bağlamda, olimpiyatları sağlam beden olan özlemin bir tezahürü olarak nitelemek, bana bir noktayı daha düşündürdü. sakatların kendini eksik görerek normale yaklaşma motivasyonları. durumu eksiklik noktasından değil de farklılık noktasından değerlendirdiğimizde, sanırım sporun gerçek amatör ruhunu daha çok yakalama şansımız olacak.
Öte yandan paralimpik olimpiyatlara bu denli önem verilmesinin nedeni, paralimpik bölümü olmadan olimpiyatlara ev sahipliği yapmanın mümkün olmayışı. yine de bu biçimde de olsa engellilerin gündeme gelmesini çok olumsuz bulmuyorum. sonuçta olimpiyatlar yapılmasaydı da, oraya harcanakak para erişilebilirlik yatırımlarına gitmeyecekti gerçekçi olmak gerekirse, bu vesileyle erişilebilirlik noktalarının daha çok tartışılmasını sağlama fırsatımız olabilir.
 
Erişilebilirlikten kasıt otobüs kaldırım vs ise belediyelerin nasıl para harcadıklarına bakmaj gerek Olimpiyatlar filan hikaye eğer belediyeler bunu yapmak isteselerdi Engellilere yöneikil çıkan kanunun süresini uzatmazlardı paranerelere akıtılıyor ben söyliyeyim etkinliklere 1 lira paraya yapılack etkinlik eğeer belediye tarafından yapılıyorsa 5 lira paraya mal oluyor sonra belediyeler para yok biz düzenleme yapamayacağız diyorlar işte durum bu
 
Yorumlar güzel ancak eksik, bizim ülkemizin olimpiyat geleneği yok, spor kültürü zaten yoktu.. Başarı denince hep devşirme ve yabancıları Türk yaparak başarıyı sağlamışız. Yani kendimize güvenimiz yok.. Türkiye'nin olimpiyat düzenleyebilmesi için bence bir 30 yıla daha ihtiyaç var. Biz bir engelli yada yaşlı dışarı çıktığında o engelli birey veya yaşlı kimseye ihtiyaç duymadan kendi başına, kendine ne zaman yeterli hale gelirse o zaman olimpiyatlar ve büyük organizasyonlara girmemiz gerekir..
Türk insanı çok yardımsever çok çalışkandır hep denirdi ama bir yaşlı gördü mü yada engelli başını ters tarafa çeviriyor çalışkan millet artık yoruldu...Biraz devlette elini taşın altına koyması gerek bu insanlar kendi kendilerine yetecek hale bir an önce gelmesi gerekiyor.Bu haliyle olimpiyatları alsak ne olur almasak ne olur inanın 3 gün geçsin sorun sokaktaki birine en son olimpiyatı kim yaptı diye onu bile bilemez...
 
durumu eksiklik noktasından değil de farklılık noktasından değerlendirdiğimizde, sanırım sporun gerçek amatör ruhunu daha çok yakalama şansımız olacak.

Aslında bu çok önemli bir soru. Mesela şöyle sorabiliriz: Sporun olimpik ve paralimpik diye ikiye bölünmesi aslında toplumun sakatlar ve sağlamlar diye ayrılmasını meşru kılıyor (araya bir mesafe koyarak). Eğer sakatlığın toplumda kabul gören bir mesele olmasını istiyorsak, oyun ve spor kültürünün hem sakatları hem sağlamları birlikte kapsayabileceği, hatta kategorilere sokulan farklı sakatlıkların veya durumların bir arada oynayabileceği oyunlar düşünmeliyiz. Bu çok ütopyacı gelse de, spor gibi bütün toplumun izlediği gösteriler sonuçta ideal toplum hakkında birer tiyatrodur.

Kadınlar ile erkeklerin, sakatlar ile sağlamların bir arada oynayabileceği oyunlar hayal etmek, eşitlikçi ve farklılığı kabul eden bir toplum düşlemek için iyi bir fırsat.

Ne yazık ki profesyonel spor kültürü, performansa yaptığı vurgu ile, yarışmacı ruhu dayanışmacı ruhun önünde tutması ile toplumu yapabilenler ve yapamayanlar ekseninde bölüyor. Tıpkı bugünkü istihdam piyasası gibi... Bir kabiliyet merdiveni var: en üsttekiler, en alttakiler. Bugünün toplumu bir kabiliyet toplumu ve olimpik sporcular birer kabiliyet örnekleri olarak en üstte duruyorlar. Sırf olduğumuz için toplumda değerli olma fikri, kabiliyetlerimiz için değerli olma fikri karşısında çok zayıf.

Farklılıklarla bir arada durup oyun oynamayan bir toplum, farklılıklarla bir arada durup üretebilir mi? Farklarla bir arada bir eğitim sistemi geliştirebilir mi?

Yazıyı, böyle soruları da düşünmek için yazdım.
 
Spora çok meraklı olduğum halde, Olimpiyatlar denince aklıma gelenler hiç de iç açıcı değil. İlk olarak, kentleşme politikaları açısından bu tür büyük organizasyonlar birçok soruna neden olabiliyorlar. Olimpiyatlara ev sahipliği yapan kentlerde yaşanan dönüşümlerle yoğunluklu olarak yoksul olan kent sakinleri mahallelerinden taşınmak zorunda bırakılıyorlar. Stadyumlara, arenalara yapılan masraflar sıklıkla ev sahipliği yapan kentlere kazanç getirmek bir yana, büyük borçlar bırakıyorlar (bakınız Montreal Olimpiyatları, bakınız Atina Olimpiyatları ve daha birçok başkası…). Organizasyonlarda “aman dünyaya rezil olmayalım” korkusu o kadar baskın oluyor ki, ev sahipliği yapan kentlerde evsizler, dilenciler kent dışına sürülüyor (bakınız Vancouver Olimpiyatları), sokak hayvanları katledilme tehlikesi ile karşılaşıyorlar (umarım İstanbul’da bunu görmek zorunda kalmam).
Bu örnekleri çoğaltmak çok kolay. Ama sanırım demek istediğimi anlatmaya bu kadarı yetiyor. Yani daha gençken, keyifle TV’nin karşısına kurulup izlediğim Olimpiyatlar, biraz okuyup edince, izlemesiinsana bunları düşündürten bir eziyet halini aldı desem, çok abartmış olur muyum emin değilim…

Kentle ilgili bu boyutun dışında, rekabetçi kültür de beni artık çok rahatsız ediyor. Eskiden gaza getirirdi halbuki :) İnsan bedenlerinin birbirileri ile yarışıyor olmasından hoşlanmıyorum. Hele bu rekabetçi ruha bir de milliyetçi ruh eklemlenmiyor mu? Ondan hiç haz almıyorum. Yani hadi diyelim, biri ötekini geçti birinci oldu… Neden milletler yarışıyor oluyor? İnsanlar yarışsa olmaz mı? Bayraklar göndere çekiliyor, birinci olan muhakkak ağlıyor, eller kalplere konuyor vs. Olimpiyatlar bir barış ve birliktelik, kardeşlik timsali olarak sunuluyor ama aslında olan bambaşka geliyor bana. Milletler yarışıyor, yenen de bayrağını zafer kazanmış şekilde göndere çekiyor.
Sanki savaştayız. Hangi millet olursa olsun, fark etmez. Barışçı dediğimiz biretkinlikte bu milliyetçi şov bana çok ters geliyor.

Ve son olarak beden meselesi. Evet, bugün var ola geldiğini söylediğimiz fit, sağlıklı, güçlü, atak bedenlere tapma kültürümüzün herhalde doruk noktası Olimpiyatlar. O anlamda sağlamcı kültürün bir simgesi… O açıdan da sorunlu buluyorum.

Kısacası, gençken keyif aldığım Olimpiyatlar, bunları düşündürtüyor artık bana. Sporu hala seviyorum; bana iyi geliyor, ama mesela tabiatta yürümeyi seviyorum, denizde yüzmeyi seviyorum, keyifli keyifli, aheste aheste, doğanın bir parçası olduğumu hatırlayarak. O kadar…
 
Ben engelli arkadaşlarımın bu şekilde tekrardan kendilerine zarar verebilme olasılıkları fazla olduğundan,
Bu tür sporları engellilere çok bağdaştıramıyorum. Kusura bakmayın ama bakmaya bile yüreğim dayanmıyor
Yani zaten örneğin bacağını kaybetmiş protez peki zorlarsa ve ona da zarar verirse ?
Zaten her türlü zorluk yaşıyoruz tekrar aynı şeyleri yaşayabilme riski varken ben bakmaya dayanamıyorum.
Örneğin tek bacaklı bir arkadaş dağa tırmanmaya gidiyor yada tek eli olmayan vs.
Tabi ki bilemem ruh hallerini.
Mesela ben işitme engelliyim ve müziği özlemediğim bir gün bile yok,
Yada belimden ameliyat oldum bacaklarım sağlam olduğu halde,felç geçirme riskim olduğundan koşu vs. kendime çok özen gösteririm.
Kaç yıldır topuklu giydiğimi bile hatırlamıyorum.
 
kusura bakmyın ama ana yazı ve yorumlar olimpik ruhtan,spordan anlamadığınızı gösterıyor.
paralimpik kelimesi paralel olimpiyatlar anlamına gelir, sakat olımpıyatları gibi saçma bi anlamı yoktur.
her sporcuya olimpik sporcu demek ne kadar sacmaysa her engellı sporcuya paralimpik sporcu demekte saçmadır.

bakın engellılerde spor yapabılır demek için paralimpik oyunlar yapılmaz.
sporcuların adaletli yarışması için konulmuş klasıfıkasyonlardan baska olimpiyatlardan bi farkı yoktur.

oradakı en kötu sporcu haftada 6 gün antreman yapar, olimpiyat kotası alabılmek için dünya şampiyonasında derece yapar vs.
şahsen ben feyz alıp onlar gibi olmak isterim. örnek alırsın almazsın kendi tercihin ama o organızasyon dünyaya podyum olsun dıy yapılmaz.

2020 oyunlarını türkıye alsaydı futbol dışı spor gundemi olmayan ülkemizde...
ev sahibi olduğumuz için tüm branşlara yatırım yapılıcak, tesis ve sporcu kazanıcaktık.
ülkede yok denicek kadar az olan engellı sporcu sayısı artıcaktı.erişebilirlği uygun olmayan biçok tesis adam olucaktı. engelli branşlarından anlıyan antrenorler yetışicekti. kısacası kendi kendine olması bu ülkede imkansız olan bıçok ıyı şey zorunluluktan oluşucaktı...
ama olmadı. 2020 tokyoda.
Olimpiyatı alan ülke yapmakta zorunlu olduğu tesis, olimpiyat köyü derken milyar dolar harcar. londra,pekin,atlanta olımpıyatları bu fırsatı ıyı degerlendırmiş. soci ve şimdi rio olimpiyatlarıysa ellerınde patlamış. iş organızasyonu becerebılme ve ülkedekı spor kültürüne bağlı.

son 2016 rio da türkiye tek altın, toplamda 8 madalya bitirdi. bu trajık durum bu ülkede kendı kendıne değişmez. anca zorunlu bi hedef lazım. oda bi olimpiyata ev sahipliği ile olur.
 
Üst Alt