arkadaşlar,
YAŞADIKLARIMI AYRINTILI OLARAK ANLATMAYA ÇABALAYACAĞIM, ÇÜNKÜ BU HASTALIK ZOR TEŞHİS EDİLEN VE ENDER BULUNAN BİR HASTALIKTIR.. LÜTFEN SABIRLA OKUMAYA ÇALIŞIN. BELKİ TANIDIĞINIZ İNSANLARDAN BİRİNDE BU HASTALIK MEVCUTTUR....
bundan 7 yıl önce vücudumda ayak bileklerimden başlayan ve giderek yoğunlaşan ağrılar hissetmeye başladım. ağrılar zehirli sarmaşıkların bir ağacı sarması gibi adım adım yukarıya çıkıyordu, önce diz kapaklarıma, sonra kalça kemiklerime,kaburgalarıma.....
artık hayat, cehennem azabına dönmüştü benim için... bırakın avuç avuç ağrı kesici içmeden adım atabilmeyi, nefes alışım bile işkence haline gelmişti...
(çığlıklarımdan komşular güzel uykularından kaç gece uyanmışlardır hiç bilemiyorum... en azından şikayet etmeyecek kadar kibardılar)
tabi bütün bu süreç yaşanırken doktorlara taşınmıyor muydum?? elbette gidiyordum doktorlara, zaten canım babam dahiliye mütehassısıydı. yani gitmekle kalmıyordum, evde de hazır doktor vardı yanımda... ama tabi o kadar konusu dışındaydı ki benim hastalığım, elinden birşey gelemiyordu maalesef...
30'a yakın ( çeşitli branşlardan) doktor dolaştım, tam 3 azap dolu yıl boyunca...
hala tek tek adresleri, önerdikleri çözümler, raporlar, filmler, tomografiler...vs vs... düzenlenmiş bir biçimde, tam 700 sayfalık bir külliyat olarak elimde mevcut...( e serde gazetecilik var, bilgi, belge arşivlemek bizim candamarımız
)
bana kan kanserinden, ms'e, hormonal bozukluklardan, psikolojik rahatsızlıklara kadar ne teşhisler konulup, ne azaplar çektirildi bir bilseniz...
sonunda (ağrılara dayanacak gücüm kalmamıştı) intihar etmeyi düşünmeye başlamıştım artık. kimse yokken avucumu ağrı kesicilerle kaç kez doldurduğumu tam hatırlamıyorum.
(iyi ki yapmamışım)
bir yandan da hala iki koltuk değneğine dayanarak işe gidiyordum. sakat bir gazetecinin, yayıncının; yönetici, müdür tayfası ile yaşadığı traji-komik anekdotlar bu metnin konusu değil ne yazık ki... ayaklarımı yere sert bastığım anda oluşan o büyük acıya tahammül edecek durumda değildim. ayaklarımın üstüne basmıyor, yerde sürüyordum. böylesi bir durumdaki insan için, yüksek kaldırımların, sokaktaki çıkıntılı taşların ya da oraya düşmüş bir taş parçasının ne demek olduğunu o 3 yıl içinde öyle bir anladım ki... (birkezinde, yerdeki bir gazete parçası rüzgardan sürüklendi, kurtulmak için yaptığım bir hamleYLE oluşan acı sonucu attığım çığlığa bütün sokak koşmuştu...)
babam, tam teşekküllü bir hastaneye yatman şart diyordu. sonunda ankara numune hastanesine yattım. aylarca hastanede kaldım. artık koltuk değeneklerini de atmış, tekerlekli sandalye kullanmaya başlamıştım. onlarca kan tahlili, yüzlerce film çekildi. fizyoterapi tedavileri, gerdirmeler, çektirmeler... tam bir işkenceydi. sonuç... sonuç yoktu.
neyse uzatmayayım, sonuçta hastane heyeti toplanarak, "osteoporoz bu'' diye adını koyup ( işin komik tarafı osteoporoz olamayacak kadar gençtim), tahliye etmeye kalktılar. doktorlardan bazıları babamın da arkadaşlarıydı. heyette, bir tek doktorun, filiz sivas isimli doktorun, bu sonuca itiraz ettiğini hatta diğer doktorlarla kavga ettiğini söylediler.
gidip filiz hanımla görüştük. filiz hanım, çekilen hiç bir filme tam olarak güvenmediğini, yapılan kan tahlillerinin gerçek sonuçları yansıtmadığını ileri sürdü. Biz, "siz ne söylerseniz yapacağız" diye söz verince, kliniğe indik.
Söylediği kan tahlillerinin yeniden yapılmasını istedi ve bizi düzen laboratuvarlarına yönlendirdi. tahliller yapılmaya başlandı. bu arada, 2 gün boyunca radyoloji bölümünde, bir oda ayrıldı ve (adını hatırlamıyorum, şu arka arkaya film çeken aletlerden) abartmıyorum, yüzlerce film çekildi. sonunda 40'a yakın kırık buldular vücudumda. kırıklar ayak parmaklarımdan omuzuma kadar her yere yayılmıştı. "gizli kırık" oldukları söylendi.(gizli kırık diye nitelendirdikleri durum, kemiğin incecik çizgiler halinde kırılmasıydı)... o nedenle net bir sonuç alamamışlardı daha önceki çekimlerden.
kan tahlillerinde ise, d vitamini ve kalsiyum oranı neredeyse '0' çıktı. vücudum, kalsiyumu tutmuyor, d vitaminini kemiklere sarmadan, doğrudan dışarı atıyordu. yüzeysel tahlillerin hepsi, bu nedenle yanılmıştı. çünkü görünürde, vücudumdaki d vitamini de, kalsiyum da yeterli çıkıyordu. kan üzerinde yapılan kemik ve vitamin ilişkisi araştırmasında sorun nihayet ortaya çıkmıştı.... sorun ortaya çıkmıştı ancak hala neden belli değildi.
daha önce foruma gönderdiğim yazıda da belirttiğim gibi, bu hastalık, ya aç kalan insanlarda, ya vücudu hiç güneş görmeyen insanlarda(özellikle türban kullanan, güneşlenmeyen insanlarda), ya yaşı ileri, menapoz dönemindeki kadınlarda, ya da belli ilaçları kullanan insanlarda oluşuyordu veeee ben bu kategorilerden hiç birine dahil değildim...neyse artık daha fazla uzatmayayım, sonuçta vücudumdaki bir proteinin kemiklerime calsiyumu ve d vitaminini taşımadığı anlaşıldı. çok nadir bulunan bir hastalık olduğu belirtildi.
eğer filiz hanım gibi ,literatür tarayan, harıl harıl okuyan ve uzmanlık alanının hakkını veren bir bilim insanı hayatıma girmeseydi, çoktannn ölmüştüm...
1 yıl süren bir tedavi uyguladı filiz hanım..öyle de basit bir tedaviydi ki, şaşardınız. calsiyum ve d vitamini kürü uyguluyor,hafif egzersizler yapıyordum.
tedavinin ilk haftasında ayağa kalktım, ikinci haftasında ise, koltuk değnekleri olmadan yürümeye başladım. takviyelerin sürmesi gerektiğine karar verdi filiz hanim. hala düzenli olarak calsiyum ve d vitaminlerimi kullanıyorum.
arada hala ağrılarım nüksetse de, eskiye oranla devede kulak kalıyor bu ağrılar
LÜTFEN, ASLA UMUDUNUZU YİTİRMEYİN...
SEVGİYLEKALIN....