Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Sağlık Raporları Alımına Dair: ICF Nedir? Özürlülük Nasıl Ölçülür? [Tartışma]

Can Evren

Yeni Üye
Üyelik
25 Eki 2009
Konular
5
Mesajlar
23
Reaksiyonlar
0
ICF nedir? Özürlülük Nasıl Ölçülür?

ICF'nin İngilizce açılımı olan International Classification of Functioning, Disability and Health, 2004 yılında Başbakanlık Özürlüler İdaresi aracılığıyla, Hacettepe Üniversitesi'nden Elif Kabakçı tarından İşlevsellik, Yetiyitimi ve Sağlığın Uluslararası Sınıflandırması olarak Türkçeye çevrilmiş. ICF Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2001 yılında son hali verilerek uluslar arası camiaya sunulan bir sınıflandırma endeksi. İlk önce biraz geçmişe gidelim.

Avrupa'da 1970'lerde güçlenen sakat hareketleri, devlet organları ve Dünya Sağlık Örgütü gibi yönetim mecraları tarafından kabul görmüş sakatlık tanımlarını hedef almış, sakatlığın bireysel bir sorun olarak değil toplumsal bir engeller dizisi olarak tanımlanmasını talep etmişlerdir. Bu hareket çerçevesinde tanımlanan sosyal model, sakatlığın bedende temel bulan ontolojik tanımını, toplumsal yapıların baskıcı normlarında işleyen politik bir tanımıyla değiştirmek istemişlerdir. Bugünlerde farklı mecralarda Türkiye'de de dolaşımda olan biçimleriyle; “sakat bedenler yoktur, sakatlayan engeller vardır”, “sakatlar engelleniyor” ya da “engelli yoktur, engellenen vardır”.
Benzer sloganlar temelinde örgütlenen sakat hareketlerinin itirazları Avrupa ve Kuzey Amerika'da ciddi yasal kazanımlara yol vermiş, Dünya Sağlık Örgütü'nün 1980'lere kadar kullanageldiği sınıflandırma endeksi olan ICIDH de bu süreçten payını almıştır. Sakatlık üzerine çalışanların, rehabilitasyon dalındaki akademisyenlerin ve birtakım diğer aktörlerin son dönemde sıklıkla gördüğü bu üç harf, sırayla I-C-F, 1980'lerden 2001 yılına uzanan uzun bir süreç sonucu Dünya Sağlık Assemblesi tarafından onaylanan bir endeks. En önemlisi de bu uzun sürecin düzenli katılımcılarından birinin Disabilty International (uluslararası sakat derneği olarak çevirebiliriz) olması. Ortaya çıkan yeni endeksi, Dünya Sağlık Örgütü ICF Koordinatörü şöyle tanımlıyor;

“Yeni çıkan ICF modeli, iki karşıt model arasında uzun süredir devam etmekte olan bir teorik tartışmanın çözüldüğünü gösteriyor. Medikal model engelliliği tamamıyla kişinin bir sorunu olarak, bir hastalık, bir travma ya da bir diğer sağlık koşulunun sebep olduğu bir olarak görür... Bu model çerçevesinde bakıldığında engellilik tıbbi müdahaleyi ya da tedaviyi gerektirir çünkü bireyin sorunu 'düzeltilmelidir'. Sosyal model ise tam tersine engelliliği tamamıyla toplumsal olarak üretilmiş bir sorun olarak ele alır. Engellilik kişinin bir niteliği değildir. Sosyal modele göre engellilik toplumsal eylemler gerektirir zira farklı bedenler için uygun olmayan toplumsal şartların yarattığı bir sorundur. Medikal ve sosyal modelleri sentezleyen bir model daha iyi olacaktır... Bu modele biyo-psiko-sosyal model adını veriyoruz. ICF'deki sınıflandırmalar bu modele göre hazırlanmıştır. Hem sağlık sorunlarını hem de sağlığı etkileyen diğer sorunları, yani eğitim, istihdam, toplumsal yaşam gibi alanları da içeren tutarlı bir bakış açısıdır.”

Şimdi bizim buralara gelelim ve yukarıda çizilen iyimser tablonun Türkiye'deki tezahürlerine bakalım. 2005 yılında Özürlüler Yasası olarak bilinen yasal değişikliğin önemli maddelerinden birinde, takip eden dönemde özürlülüğün sınıflandırılmasında uluslararası standartlara geçileceğinin duyurulmuştu. Bir yıl sonra ise, bu hedef çerçevesinde hazırlanan 2006 Haziran tarihli yönetmelik, Türkiye'de devlet katında kimin ne ölçüde sakat olduğunu belirlemeye başlayacaktı. Belki ICF yalnızca birtakım devlet erbabı ve akademisyen tarafından biliniyor, ancak ondan uyarlandığı söylenerek sunulan yönetmelik Türkiye'de yaşayan belki de tüm sakatlar ve hatta bir çok sakat-olmayan vatandaş tarafından çok çok iyi biliniyor. Nam-ı diğer, “Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları ile İlgili Yönetmelik”.

Peki bu uluslararası sınıflandırmaların Türkiye'deki sakatların hanesine kazandırdıkları neler? Açıkçası buna bir cevabım yok. Ya da şöyle soralım: bize “ICF'ye geçmek” olarak sunulan bu değişiklikleri nasıl anlamalı? Devlet kurumları yaptıkları yayınlarda, yönetmeliklerde ve özellikle de Batı'dan gelen misafirlere yaptıkları sunumlarda ICF'nin yasalaştırılmış olmasından gururla bahsediyorlar ve buna bir önem verdikleri seziliyor. Türkiye'nin İtalya, İngiltere, İsviçre gibi ülkelerle birlikte ICF'yi yasalaştıran ilk 5 ülkeden biri olmasıyla gurur duymamız bekleniyor yazılanlara ve söylenenlere bakılırsa. Peki ICF'nin Türkiye'de değiştirdiği temel şeyin 2006 yılında değişen “özürlülük ölçme yönetmeliği” olduğunu düşünürsek ne gibi bir çıkarım yapmalıyız? Burada bu yönetmeliklerin yarattığı binlerce saçma sorunu tekrarlamaya gerek yok. Amacım da teknik-bürokratik sorunlara çözüm bulmak değil. Onun yerinde bu sorunlara dair daha genel sorular sormak istiyorum.

Yönetmelik, sakatların çok iyi bildiği üzere, devletin sunduğu bir takım hizmetlere ulaşma yolunda bir süzgeç rolü üstleniyor ve sakatlar için bir başka engel teşkil ediyor. Devlet sanki sakat vatandaşlarına bir sınav sunuyor: “sana haklar hazırladım, hizmetler getirdim; zira önce şu raporu alman şartıyla”. Bu engeli geçebilirsen bana gerçekten özürlü olduğunu kanıtlamış olacaksın. Ancak bu sınav çok keyifli değil; özellikle büyük hastanelerde kalabalıklar, ne yaptığını pek iyi bilmeyen doktorlar derken, dar hastane koridorları, engebeli hastane yolları... hele bir de her işlem için ayrı rapor alma zorunluluğunu düşündüğünüzde, sakatların bunu bir işkence olarak nitelemesi hiç de haksız değil tabii ki.

Peki bürokratik engebelerle dolu bir süzgeç sistemini, Türkiye'nin uluslararası standartlara ulaşma zaferi olarak anlatmanın nasıl bir işlevi olabilir? Bana kalırsa bu yönetmeliğin “uluslararası standartlara” dayandığını söylemek, devlet yetkililerin sorumluluktan kaçma ve sakatların itirazlarını reddetme stratejisi olarak işliyor. (tabi bir yandan da hızla ilerleyen, değişen, gelişen Türkiye imajını pekiştiriyor) “Biz ne yapalım standartlar böyle” gibisinden bir tiyatro oyunu sanki. 2006 yönetmeliğindeki oranlardan şikayetçi olan bir çok sakat vatandaşa verilen cevap “sınıflandırmalar uluslararası sınıflandırmalara dayanıyor” şeklindeydi ve bu cevapların bazıları forumda da paylaşıldı. Halbuki şikayet edilen şey çoğu zaman sınıflandırma değildi; ya bürokratik sürece dair sıkıntılar ya da yüzde % değerlerle belirtilen tüm vücut fonskiyon kaybı oranlarının belirlenmesine dair şikayetlerdi; ve 2006 yönetmeliğinin de belirttiği gibi, ikisi de Türkiye'de, “uzmanlar ve bakanlıklar” tarafından hazırlanmıştı. Yani buralarda, gidip görebileceğimiz, ulaşabileceğimiz kişiler tarafından. Genelde bürokratik ya da yasal karışıklıkların çözülmeye çalışıldığı ancak cetvelin ise “yüce divan” mertebesinden dokunulmaz olduğu ima edildi.

Gelin görün ki oranlar değişebiliyormuş. Zira 2010 Aralık'ında değişti de. Muhtemelen bu değişimden yararlananlar 2006'dan mağdur olanlara göre daha fazla olacak. Bazı oranlar yükseldi, bir iki bürokratik sıkıntının önüne geçildi. (Örneğin artık hakem hastane için başka şehre yollanmanın önü kesildi yönetmeliğe bakılırsa. Tabi uygulamada ne olur bilinmez... ayrıca bürokratik karmaşa devam ediyor, bunun sebeplerine dair de başka bir yazı yazmak gerekiyor)
Ancak benim dert ettiğim konu şu; görünen o ki bu oranlar, süzgecin şekli şemali değişebiliyor ve arada sırada değişecek. Ancak bu değişimlerin “iyi” yanlarına vurgu yapanlar, bu değişimleri büyülü bir dille anlatıp gururla sunanlar, bu değişimler sırasında yaşanan sıkıntılardan, mağduriyetlerden mesuliyet kabul ediyorlar mı? Uzaktaki bir yerlerdeki “uluslararası standartlar” ve devletin onları uygulama zorunluluğu, yaşanan mağduriyetlerin sorumlusuysa, mağdur olanlar kimi sorumlu tutacak? Bu soruları sormak istiyorum, çünkü bu meselenin “sağlık kurulu raporları” örneği dışında da vatandaşların karşılaştığı daha geniş bir sorun olduğunu sanıyorum.

Daha da önemlisi; sakatlar bu oranların belirlenmesinde, cetvellerin ne şekilde değişebileceğine, yönetmeliklerin nasıl bir aciliyetle yeniden hazırlanacağında, hangi kısımlarının değişeceğinde ne kadar söz sahibiler? Kimin, ne kadar özürlü olduğunu belirlemek (illa böyle bir süzgeç olacaksa) sakatların hakkı olamaz mı? Ya da sakatların sözüne güvenildiği daha basit bir sistem olamaz mı? İlla da uluslararası bilimsellik sosu verilmiş yönetmelik karmaşalarına ihtiyaç var mı? Eğer mesele yalandan özürlü taklidi yapacakların önüne geçmekse, bunu özürlüleri mağdur eden bürokratik engeller yaratmak yerine, bu sürece engelli vatandaşları dahil ederek işletmek mümkün mü? Ne de olsa uygulama merci olan doktorlar da bu cetvelden pek anlamıyorlar. Forumda cetveli daha iyi bilen çok üye olduğuna da eminim. Ama mesele cetveli bilmek ve tanı koyabilmek mi; ondan emin değilim. Daha çok bu meseleyi kontrol altında tutabilmek ve “belgeleme iktidarına” dair bir tekel yaratılıyor, vatandaşlar güvenilmez, yalancı muamelesi görüyor. Daha da fenası bu iktidarın bekası uğruna çok sayıda vatandaş kimsenin mesul tutulamadığı bürokratik eziyetler altında eziliyor. Ankara Merkez Sağlık Kurulu'nun mistik, bilinmez, anlaşılmaz, büyülü, ulaşılması imkansız imajı size de padişahların gizlenerek, yanlarına pek az kişiyi alarak kurdukları otoriteyi hatırlatmıyor mu?

“Komünizm gelecekse onu da biz getiririz” şeklindeki devlet geleneği sanki “sosyal model” için de bir benzerini söylüyor; Türkiye'ye “sosyal model gelecekse onu da biz getiririz”, hatta daha da ötesi: ICF hakkında devletin söylediklerine bakılırsa “geldi bile.” Ankara Merkez Sağlık Kurulu'nun kapalı kapıları ardında bir yerlerde... Ancak DSÖ'nün ve devlet yetkililerinin unuttuğu bir şey var; sosyal modelin ruhu Avrupa semalarında dolaştığı sıralar, sakat vatandaşlar yalnızca tanımlar değil aynı zamanda kararlarda söz hakkı ve mağduriyetlerin mesuliyetini de talep ediyorlardı. Sosyal model yalnızca teorik bir fikir değil, aynı zamanda siyasi eylemliliği yönlendiren, sakatları bir siyasal özne olarak kurgulayan bir fikirdi. Devletin tekelinde değil vatandaşların ellerindeydi. “Sizi sosyal modelle ölçüyoruz” diyecek kadar absürd bir kalıp var yani bütün bu bürokratik saçmalığın ardında.

Can Evren


1 - “The International Classification of Functioning, Disability and Health: a new tool for understanding disability and health.”, Disability &Rehabilitation 25(2003): 568. (Makale DSÖ uzmanları tarafından kaleme alınmıştır. Türkçe'ye şu şekilde çevirebiliriz: “İşlevsellik, Yetiyitimi ve Sağlığın Uluslar arası Sınıflandırması: engelliliği ve sağlığı anlamak için yeni bir araç”) Çeviriyi ben yaptım.

2 - Bakınız: Yönetmelikteki “Amaç” bölümü.

3 - Örneğin 2008'de DSÖ yetkililerin katılımıyla Antalya'da düzenlenen, ICF hakkındaki eğitim konferansında Türkiye'li yetkililer bunu açıkça vurguluyorlardı.
 
ben anlamadım bundan iyimi kötümü özürlü vatandaşlar için
 
özürlüler için asla iyi birşey olmaz

emeklilik pirimleri yükseltilir ölçütler puanlar yükseltirlir neden kimse özürlü olmasın sakat sakat gezsin mağdur olki devlet yaşasın hükümet keyif çatsın
bu hükümetin ne gibi haklarımızın içine ettiğini kaç kişi biliyor bilen bişeyler yazsın
 
Çok çok önemli bir konuda yazmışsın Can. Sağolasın.

Bu, sağlık raporlarının veriliş şekli, dayandığı mevzuat, verilen oranlar, hastanelerde yaşatılan zulüm/saygısızlık; sgk/maliye gibi kurumların yüksek sağlık kurulllarının alınan raporlara karşı tutumu, onların rapor oranlarını -bazen hastane yetkililerinin hata yaptığını öne sürerek, bazen verilen oranları beğenmeyerek- düşürmesi, ille de yeniden hastaneye yönlendirmesi.... Sanki her aşamada bürokratlar sakatları aşağılamak ve onlara dolandırıcı/beleşçi muamelesi yapmak için özel bi çaba sarf ediyorlar, sanki kinleri var sakatlara karşı! O derece ceberrut olabiliyorlar...

Bunlara bir de her kurumun her şey için yeni rapor istemesi, hastane sağlık kurullarının her işte kullanılacak bir rapor vermek konusundaki isteksizliği, doktorların neredeyse tamamının sakatlara mikrop gibi muamele yapması, kurul karşısında tek kelime söylemeye bile izin verilmemesi, sürecin yeri gelip aylarca sürdürülmesi vb. şeyleri de ekleyince, herhalde sakatların en en en en çok mağdur olduğu ve Türkiye'de yaşamaktan nefret etmesine neden olan konunun sağlık kurulu raporu alma süreci olduğu kolayca söylenebilir. Sağlık raporu konusunda illallah demeyen sakat var mıdır bilmiyorum.

Şimdi, bizler bu derece nefret etmişken bu rapor denen illetten, yaşamımızı terörize eden en önemli bürokratik zulüm olarak bu konuyu görüyorken, sahiden de birilerinin çıkıp "efendim uluslararası standartlar", "efendim biz dünyanın en büyük ülkeleriyle aynı ölçütü kullanıyoruz" gibi laflar edip, övünmesi, ya şaka olmalı, ya biz sakatları sahiden salak olarak görüyorlar, ya da yok, işte küfretmenin bi yolu olarak bunu tercih ediyorlar!!!

Sağlık raporu üzerinden böbürlenmek bence düpedüz işgüzarlık.
  1. Her kurumun kabul edeceği ve insanın yaşımında bir kez alması gereken bir sağlık raporu yürürlüğe koyabiliyor musunuz?
  2. Alınan raporun işlendiği bir Sakat Kartı ile tüm hakların kullanılabilmesini sağlayabiliyor musunuz?
  3. Rapor alım sürecini birkaç günde tamamlatabiliyor musunuz?
  4. Hastanede görevli doktor ve diğer kişilerin saygılı olmasını sağlayabiliyor musunuz?
  5. Her sağlık kuruluna yerel bir stk'dan sakat bir gözlemci koyabiliyor musunuz?
  6. %40 olarak işletilen alt sınırı kademeli olarak aşağıya çekebiliyor, daha düşük oranda rapora sahip kişilerin de bazı haklardan yararlanabilmesini sağlayabiliyor musunuz?
  7. Özellikle sakatlarla ilgili konularda kararlar verirken tüm mekanizmalarda sakatların temsil edilmesini sağlayabiliyor musunuz?
Ne zaman bunları yaoparsınız, o zaman övünebilirsiniz...
 
Çok doğru söylediniz... Yazdıklarınıza kelimesi kelimesine katılmakla beraber şunuda eklemek isterim, tüm bunların yanında işin torpil boyutu var. Torpili olanlar istedikleri oranı istedikleri raporu alabiliyor peki o raporlar oranları hangi kanuna hangi standartlara dayanıyor. Şunuda merak ediyorum teşhiste kronik diyor bunun tıbbi anlamı: süreklidir iyileşmez anlamına geliyor teşhis bu peki neden raporumun geçerlilik süresi var? madem sürekli madem iyileşmez o raporun geçerlilik süresi (iki)2 yıldır. ibaresi neden var? cevabını ben vereyim; Çünkü burası TÜRKİYE...
 
Sağlık kurulu raporlarını konuşmaya kalksak yazı dizisi olur kesin

bu hafta için ; ağır engelliyim ve devlet kurumunda çalışmak için rapor istediğimi söyleyince uzmanlardan biri :sonra bişey çıkmaz mı ? diye sordu (asıl hissettiğim;ben bu imzayı atıcam ama sonra başıma iş açılmaz mı demek istediğiydi)
yani doktorlar bizi tanımıyolar ve ciddi anlamda bizden korkuyolar
sonrasını zaten düşünemiyorum
 
ICF nedir? Özürlülük Nasıl Ölçülür?

Yönetmelik, sakatların çok iyi bildiği üzere, devletin sunduğu bir takım hizmetlere ulaşma yolunda bir süzgeç rolü üstleniyor ve sakatlar için bir başka engel teşkil ediyor. Devlet sanki sakat vatandaşlarına bir sınav sunuyor: “sana haklar hazırladım, hizmetler getirdim; zira önce şu raporu alman şartıyla.


Yazınızı ilgiyle okudum. Sonuç olarak bu kelimeler bana kafi geldi!
Bu kelimeler üzerinde duracağım..
Devletin gerçek mağdurla, maskeli mağduru ayırt etme süzgeci olmalı elbet..Kısacası hak etmediği halde özürlü raporu alıp kestirmeden emekli olma cabalarını denetlemeli!!
-Yalnız bu uygulamada benim gördüğüm şahit olduğum kuru yanında yaşında zarar görmesi oldu.. Bir bacağı olmayan insana %35 gibi rakamlar verildi! Son yönetmelikte durum düzeltilmiş! Başbakanın deyimi ile geciken adalet adalet değildir.
-Bir ikincisi vergi indirimleri konusunda heralde aşırı bir suistimal olmuş devlet önlemini almamış! Sonradan hınc çıkarır gibi o indirim belgesini hak edenlere bile zorluk çıkarılmıştır. Ve halen gördüğüm kadarı ile bu problem aşılamamıştır.
-Bana göre en önemli mağduriyet yani oransal yüzde den öte bütün engellilerin mütemmim cüz ü kabilinden olan protez, ortez, v.s. bedenin bir parçası kabul etmeyen zihniyettir.
Bunlara yapılan ödemelerin çok komik rakamlar olmasıdır.Bir önemliside ulaşım hakkı, engelli rampaları, kaldırımları v.s. O paragrafda belirttiğiniz üzre sınavı geçmişsiniz. Hatta mülakattan A+ almışsınız ama hakkınız vergi indirimindeki gibi gaps edilmektedir.:(
Olayın özeti budur.
Sonuç olarak üç maddeyi gerçek manada can alıcı sorun olarak görüyorum!
Demekki imzaladığımız ICF bir kandırmacadan ibaret malesef..
 
evet özelikle yüzde 40 ın altında kalan okadar mahsur olan özürlü varki bunlar devletin hiç birşeyinden yararlanamıyor ozaman bizim devletimizin gözünde sağlam bunlaraın ne hali varsa görsün diyorlar kısacası ve yazık diyorum hele bu insan ailesi varsa bakmakta hükümlü olduğu kişilerde varsa ne yapsın devlet yetkilileri cevap versin...
 
özürlülere sistem beleşçi insan gözüyle bakıyor bunu kamusal her alanda görebiliyorsunuz heleki hasatenelerde ayyuka çıkmış durumda ..yani vatandaş özürlü ama özürlülüğünde devlete kabul ettirmek için bin türlü cefanın içine sokuluyor va çoğu zamanda kaybediyor ..valla özürlüler kadar yaşama direnen bir kesim yok

olaya siyasal açıdan bakıldığında önümüzdeki seçim için parti programlarına bakın arkadaşlar Allah için hangisi özürlülere dönük projeler gerçekleştirecek kaldıki bu projelerin kaç tanesi yasal güvence altına alınacak ben şahsen göremedim hele şimdiki hükümet tam özürlü düşmanı yaw çıkardıkları yönetmelikler hepimize kan kusturdular herkes tek yürek olsun artık gerçekelri görmeliyiz bunlar türkiyedeki milyonlarca özürlü vatandaşı mağrur ediyor kendi adıma devletin kaç kurumuna yazdım her platformda dile getirdim ama nafile zaten özürlülere verilen hakların çoğu yasal güvence altında değil zaten öyle olsaydı- senede bir bu yönetmelikleri önümüze koymazlardı
 
ben (tedavisi olmayan) ms hastasıyım, memurum.bir yıl önce maliyeye dilekçe verdim ve devlet hastanesine gönderildim.önceki yönetmelik cetveline göre işlem gördüm.vezneye 200,00 tl yatırarak kurula girdim %63 ve sürekli ibaresi ile rapor verildi.ankara sağlık kurulu %40 a düşürdü.tam itirazlık bir durumdu ama uğraşmak istemediğimden kabullendim.23 fark.. ve ankara merkez sağlık kurulu görmediği bir hastanın verilmiş raporunu neye göre düşürüyor? çok saçma bir prosedür..burdaki dr um tanımı koydu ve hastalığım çoklu bi hastalık olduğundan diğer branşlarda da tedavi ediliyorum hala..bana saçma gelen bu.ya sadece ankara sağlık kuruluna direk gidelim yada düşürülmesin yada yükseltilmesin.bir insan diğer sağlıklı bir insan gibi işlevini tam yapamıyorsa sağlıksızdır engellidir..rakamlara dayandırılması iğrenç bir durum..sadece ayağı yoksa bu da sakat işte sağlam bi insanın ayağı olur.ver raporunu.yada bi gözü tam görmüyorsa bu da engellidir.% ler de nedir yani kim çıkardı bunu :((
 
ahh ablam ahhh deli olcam artık düşüncemi söylüyorum avrupa dediki biz uygulamaya kalkıyoruz yav biz avrupaya degilde onlar bize ayak uydursaya biz onlardan daha mı gerizakalıyız ne cıkarsa türkden cıkıyor. neyse gelelim esah konuya karar ankara olması sahteliyiciligi önlemek amaclı bir de şu devletimiz kendi alacagı oldumu mesela 1 liralık alcana posta ile 10 liralık masraf yapıyor.bilmem anlata bildimmi verme tarafında degil alma tarafından burda hak hukuk yok %liklerden işimiz zor arkadaşlar. ALLAH hepimizin yardımcısı olsun.

Ben de %40 raporluyum vergi indrm den cevap bekliyorum.
 
özürlü arkadaşlar neden ozamanlar 15 yılçalış 3650 gün pirim öde emeklilik yasası var kaltırsınlar onu normal insanlar gibi emekli olalım böyle ugraşçaksak ve birde bir yıl son ra işsiz kalıyorsun işinden ayrılıyorsun bir yılsonra adam seni işe alırmı ne saçma bir uygulama ozamanlar beni baştan heyete gönderki bende işimden olmayayım

böyle bir sisdem olması gerekmezmi
 
sevginur;
Bu oranı düşüren zihniyet insan olamaz. Müslüman da olamaz!. Ben vergi indirimi alırken aldığım rapor oranına göre indrim derecesi gelmişti. Şimdi bu uygulama neden böyle anlayabilmiş değilim!
Birileri sahtekarlık yaptıysa bunun faturasını hak sahibine çıkaramassınız. Hiç o suistimal yapanlara suç bulmaya gerek yok! Suistimali yaptıranlar, denetlemeyip müsade edenler en büyük suçludur.
Arkadaşımızın da her ay 25 tl si verilmiyor. Daha geç emekli olacak v.s. Bu Maliyenin iyi niyetli olmadığına adım gibi eminim. İyi niyetli olsanız şöyle bir uygulama yaprdınız! Madem ki Sağlık bakanlığının Dr. larını sahtekar ilan ediyorsunuz!! O zaman maliye bakanlığı vergi indirimi almak isteyenleri kendi bünyesinde bir sağlık kurulu kurar.
Her istekde bulunanı kendi bünyesinde raporlandırır. İtiraz yolu açık kalmak şartı ile. Öyle ya niyetleri bozuk! Cetveldeki oranı bile kendi kafasına yorumlayabiliyorsa.Tek yetkili kılınamaz...
Evet bir devlet organı bu kadarmı zalim olur..(
''İnsanı yaşatki devlet yaşasın'' Atasözüm ile bitiriyorum. Üzülerek ve sorumluları kınayarak:(

uzmanby;
Arkadaşım konun avrupa ile alakası yok! Bunlar avrupa gibi uygulama yapsa eyvallah! İşte size delil...
Avrupa 100 bin tl protez bedeli ödüyor. Bunlar 2 bin tl :confused: Görüldüğü gibi... Avrupada uygulanan sistemde bir yanlış yok!
Cetvele gelince AB proteze gelince niye 5. Dünya standartı:confused:
Art niyet ve kötü niyettir bu...:(
 
ben 4 yıldır devlet kurumun da çalışıyorum normal herkesin yaptığı işin aynısını bazen fazlasını yapıyorum ve 4 yıldır raporlarla uğraşıyom benim hakkım olan rakamı hala lamadım
ve benim gibi bu sorun karşılaşan bir çok arkadaşımın olduğuna eminim dört yıldır erzurum da 4 rapor aldım ve hala aynı yerdeyim heyete girersin doğru düzgün rahatsızlıklarını bile anlatamadığın bu ülkede ne kadar yerimiz var bilmiyorum merkezi sınav yapılacak müjdesi heryerde bağıra bağıra söylenir biz özürlünün yanın dayız sınava gelene kadar heryer elemanını alır bize artan bişey kalırsa bizde bizde sınava gireriz kimi 60 la yerleşir kimi 90 la yer bulamaz ben ankaraya müracat edemiyon nedeni ankara başka ülke heralde ikametgah ankara merkez erzuruma 1 yıldır bakıyom ilan yok ama
erzurum farklı ülke ankara farklı ülke biz devamlı ezileniz özürlü değil ezilen kesimiz hakkını mı arayacan hakkın hakkın rahmetine ulaşana kadar yok bu hep böyle hep böyle kalır konularım farklı arkadaşlar bel kafanız ağır dı bu ülkenin gerçekleri
 
isyan edıyorum askere alsınlar benı yada sakat saysınlar anlamadım bu türkiyedeki brokratık karmaşalıgı anlamak ta ıstemıyorum sadece ozurlumuyum degılmıyım onu bılmek ıstıyorum.saygılarımla
 
% 40 raporu alamayan özürlü değil öylemi ?Sağlammı? Oda değil ,% 40 oranının altında kalanlar arafta gibiler,iki derede bir arada kalanlar .Özürlü raporu olmadığı için fabrika ve işyerlerinin özürlüler için ayırdığı kadrolara giremiyorsunuz,sağlam insanlar gibi işe baş vuramıyorsunuz .Ne olacak peki hakmıdır bu?Bir çözüm önerim var :
özürlü raporu % 35 olsun diyelim ?%35 özürlü olan kişi özürlü haklarının hiç birinden yararlanamıyor.,%35 özürlü ise %65 sağlamdır değilmi ? sağlam insanların çalışma ve prim ödeme günlerinin % 65 ni yerine getirdiğimde emekli olsun .yani bir örnek üzerinde söylüyeyim.25 yıl sişgortalılık süresinin 5600 prim gün sayısının ( bunu tam hatırlayamadım ) %65 ni yerine getirdiğimde yani
25 in %65 i =16 yıl çalışma süresi
5600 % 65 =3640 gün prim ödeyerek emekli olsun
Bu %35 özürlü olanlar için örnektir,bunu % 20- 30 için hesaplayabilirsiniz.
Böyle bir çalışma sosyal güvenlik uzmanları ile beraber hazırlanarak yeni seçilen özürlü millet vekiline sunulup meclise gönderilebilir.Böylelikle % 40 altında özürlülerin mağduriyeti önlenir.
 
Üst Alt