İnsanlık tarihinin başından beri değişmeyen azınlık gruplarından biri olan sakat bireyler, tarihsel süreç içersinde birçok ayrımcılığa maruz kalmış, sosyal çevreden dışlanmış ve hatta yaşama hakları bile ellerinden alınmıştır. Sanayileşmeyle birlikte, üretim şekli ve toplum yapısı değişmiş buna paralel sakat bireylerin yaşadığı dışlanmanın şiddeti de artmıştır. Bu dışlanmanın en yoğun hissedildiği alanlardan biri de çalışma hayatı olmuştur. İlerleyen yıllarda, teknolojinin de ilerlemesiyle, işlerin büyük çoğunluğu makineler tarafından yapılmış ve insan emeği değer kaybetmeye başlamıştır. Makinelerin yapamadığı işlerin ise ancak en hızlı çalışabilen, güçlü kişiler tarafından yapılması uygun görülmüştür.
Özetle bu yapı ve anlayış içersinde sakat bireyin emeğine ihtiyaç kalmamış ve sakat emeği üretim sürecinden dışlanmıştır. Günümüzde de mevcut üretim biçimi, çevre şartları ve anlayışlar paralelinde yetiyitimleri, yapı ve işlev farklılıkları nedeniyle iş bulma konusunda dezavantajlı durumda olan sakat bireyler büyük zorluklar yaşamaktadır. Her ne kadar istatistikler kamu ve özel sektördeki sakat istihdamının artışını gösteriyor olsa da bu oranların içinin ne kadar dolu olduğu bir soru işareti olarak kalmaktadır. Bilindiği üzere, cezai yaptırımlardan kaçma saikiyle kota zorunluluğundan işe alınan kişiler ya işyerinde çalışıyor gibi gösterilmekte yada genel olarak vasıfsız işçi olarak çalıştırılıp, ucuz iş gücü olarak sömürülmektedirler. Şimdi, durumu daha iyi anlayabilmek adına sakat bireylerin çalışmak zorunda bırakıldıkları çalışma şekillerini 3 bölümde inceleyelim.
A) Son yıllarda devlet AB’ye uyum çalışmaları doğrultusunda, sakat istihdamını arttırmak adına; mesleki eğitim kursları açmanın yanı sıra, kota uygulaması ve sakat istihdamını teşvik edici yasaları hayata geçirmiştir. Bununla birlikte sakat bireylerin hangi işlerde çalışıp hangi işlerde çalışamayacağını belirlemiştir. Örneğin açılan mesleki eğitim kurslarında genel olarak; çağrı merkezi operatörlüğü, düz dikiş, reşmecilik, overlokçuluk, halı kilim dokumacılığı vb. eğitimler verilmekte ve sakat bireylerin alınan bu eğitim doğrultusunda çalışmaları uygun görülmektedir. Ancak söz konusu, hakim ve savcılık mesleğini icra etmek isteyen sakat bireyler olduğunda işler değişmekte ve sakat bireylerin bu mesleğe girişi bile engellenmektedir.
Devletin desteklediği diğer bir uygulama ise “korumalı işyerleridir”. Bu işyerleri serbest piyasanın rekabetçi ortamından uzak, genel olarak sakat bireylerin vasıfsız işçi olarak çalıştırıldığı yerlerdir. Bu vb. işyerlerinde sakat bireyler üzerinden taşeron şirketlere ucuz işgücü sağlanmakta, birileri karetmeye devam ederken sakat bireylerin emekleri sömürülmektedir.
B) Kapitalist sisteminen güçlü motorlarından biri olan özel sektör de sakat bireyleri istihdam etme konusunda çok gönüllü değildir. Ancak, 50 çalışanı olan işyerleri yasa gereği çalıştırdıkları personel sayısının % 3’ü oranında % 40 ve üzeri sakat personel çalıştırmak zorundadır. Zaten, genel olarak zorunluluktan pek de “parlak” sayılmayan işlerde çalıştırılan sakat bireyler, işyerlerinin yapısı itibarıyla çoğu zaman kota zorunluluğundan bile yararlanamamaktadır. Güven Sak, bu duruma Radikal gazetesinde yazdığı “Nedir bu 49’un hikmeti?” başlıklı yazıda şöyle değinmiştir; “Memleketimizde, 2011 yılı sonu itibariyle 1,436,000 işletme bulunmaktadır. Bu şirketlerde, Sosyal Güvenlik Kurumu veri tabanına kayıtlı olarak çalışanların toplamı ise 11,031,000 kişidir. Şimdi sıkı durun: Kayıtlı firmaların yüzde 98’inde firma başına 49 veya daha az kişi çalışmaktadır.”[SUP]1[/SUP]
Bu cümleden de anlaşılacağı üzere Türkiye’deki kayıtlı firmaların % 98’i sakat istihdamına izin vermeyecek şekilde yapılanmıştır. Sakat istihdam etme zorunluluğu olan % 2’lik kesim ise mavi yakalı olarak çalıştıracağı kişileri; eni yi üniversitelerden mezun, presentable, seyahat engeli olmayan ve tabi ki esnek çalışma saatlerine uyum sağlayabilen genç dinamik! bireyleri işe almak isterken, beyaz yaka olarak ise hiçbir vasfı olmasa bile “güçlü, kuvvetli” hasta olup iş gücü kaybına sebep olmayacak “gibi” görünen kişiler arasından seçmeyi tercih etmektedir.
C) Burada bahsedilen evden çalışma modeli, İŞKUR’un ya da çeşitli projelerin desteklediği evden çalışma yönteminin dışında piyasadaki taşeron firmalardan eve boncuk işi, kurdela, dantel vb. işler alarak sendikal haklardan yoksun cüzi bedeller karşılığında çalışan kişilerin çalıştığı modeldir. Eve bu tür işler veren taşeron firmalar genel olarak kadınları hedef kitle olarak seçmekte ve “oturduğunuz yerden para kazanın” gibi sloganlarla kendilerine ucuz iş gücü sağlamaktadır. Buraya kadar yazılanlardan da anlaşılacağı gibi sakat bireyler deyim yerindeyse belirli meslek gruplarında gettolaştırılmıştır.
Peki, sakat bireylerin işe alım süreçlerinde yaşadığı ayrımcılığı önleyici kanunlar yok mu derseniz. Hemen söyleyelim, pek çok kanun, sözleşme vb. (Birleşmiş Milletler EngeliHakları Sözleşmesi, 1982 Anayasası, 4857 sayılı iş kanunu, 5378 sayılı özürlüler kanunu, 657 sayılı devlet memuru kanunu, 5510 sayılı sosyal sigortalar kanunu, Avrupa Birliği İstihdam ve Meslekte Eşit Muameleye İlişkin Çerçeve, Sakatların Mesleki Rehabilitasyon ve İstihdamı Hakkında Sözleşme) yürürlüktedir.
* Ama ne yazık ki bir kanun işe alımda ayrımcılığı önleyen maddeler içerirken başka bir mevzuat sakat bireylerin bazı mesleklere (hakim, savcı vb.) girmesini engelleyen maddeler içermektedir.
* Sakat bireylerin bir kısmı ya haklarından haberdar değildir ya da haklarının bilincinde olsalar bile avukat ve mahkeme masraflarını karşılayamamaktadırlar.
* Mahkemeye giden davalar her zaman sakat birey lehine sonuçlanmamaktadır.
Özetlemek gerekirse, üretim şeklinindeğişmesi, hız ve esnekliğin vazgeçilmez derecede önem taşıması, statik güzellik normlarına göre oluşturulmuş güzellik/yakışıklılık anlayışı, fiziksel çevre ve binaların erişilebilir olmaması vb. nedenlerden dolayı pek çok sakat birey iş bulma süreçlerinde defalarca dışlanmaktadır. Dahası, yaşanılan ayrımcılığı önlemeye yönelik kanun, sözleşme, mevzuat vb. her zaman için bir çözüm olmamaktadır.
Bu yazının anlam kazanması ve amacına ulaşması için çeşitli nedenlerden dolayı yaşadığınız güçlükleri, dışlanma deneyimlerinizi, dışlanan yakınlarınızın deneyimlerini veya yalnızca fikirlerinizin ne olduğunu merak ediyor, paylaşımlarınızı bekliyoruz...
Dipnotlar:
1) http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikalyazar&articleid=1089037
Özetle bu yapı ve anlayış içersinde sakat bireyin emeğine ihtiyaç kalmamış ve sakat emeği üretim sürecinden dışlanmıştır. Günümüzde de mevcut üretim biçimi, çevre şartları ve anlayışlar paralelinde yetiyitimleri, yapı ve işlev farklılıkları nedeniyle iş bulma konusunda dezavantajlı durumda olan sakat bireyler büyük zorluklar yaşamaktadır. Her ne kadar istatistikler kamu ve özel sektördeki sakat istihdamının artışını gösteriyor olsa da bu oranların içinin ne kadar dolu olduğu bir soru işareti olarak kalmaktadır. Bilindiği üzere, cezai yaptırımlardan kaçma saikiyle kota zorunluluğundan işe alınan kişiler ya işyerinde çalışıyor gibi gösterilmekte yada genel olarak vasıfsız işçi olarak çalıştırılıp, ucuz iş gücü olarak sömürülmektedirler. Şimdi, durumu daha iyi anlayabilmek adına sakat bireylerin çalışmak zorunda bırakıldıkları çalışma şekillerini 3 bölümde inceleyelim.
A) Son yıllarda devlet AB’ye uyum çalışmaları doğrultusunda, sakat istihdamını arttırmak adına; mesleki eğitim kursları açmanın yanı sıra, kota uygulaması ve sakat istihdamını teşvik edici yasaları hayata geçirmiştir. Bununla birlikte sakat bireylerin hangi işlerde çalışıp hangi işlerde çalışamayacağını belirlemiştir. Örneğin açılan mesleki eğitim kurslarında genel olarak; çağrı merkezi operatörlüğü, düz dikiş, reşmecilik, overlokçuluk, halı kilim dokumacılığı vb. eğitimler verilmekte ve sakat bireylerin alınan bu eğitim doğrultusunda çalışmaları uygun görülmektedir. Ancak söz konusu, hakim ve savcılık mesleğini icra etmek isteyen sakat bireyler olduğunda işler değişmekte ve sakat bireylerin bu mesleğe girişi bile engellenmektedir.
Devletin desteklediği diğer bir uygulama ise “korumalı işyerleridir”. Bu işyerleri serbest piyasanın rekabetçi ortamından uzak, genel olarak sakat bireylerin vasıfsız işçi olarak çalıştırıldığı yerlerdir. Bu vb. işyerlerinde sakat bireyler üzerinden taşeron şirketlere ucuz işgücü sağlanmakta, birileri karetmeye devam ederken sakat bireylerin emekleri sömürülmektedir.
B) Kapitalist sisteminen güçlü motorlarından biri olan özel sektör de sakat bireyleri istihdam etme konusunda çok gönüllü değildir. Ancak, 50 çalışanı olan işyerleri yasa gereği çalıştırdıkları personel sayısının % 3’ü oranında % 40 ve üzeri sakat personel çalıştırmak zorundadır. Zaten, genel olarak zorunluluktan pek de “parlak” sayılmayan işlerde çalıştırılan sakat bireyler, işyerlerinin yapısı itibarıyla çoğu zaman kota zorunluluğundan bile yararlanamamaktadır. Güven Sak, bu duruma Radikal gazetesinde yazdığı “Nedir bu 49’un hikmeti?” başlıklı yazıda şöyle değinmiştir; “Memleketimizde, 2011 yılı sonu itibariyle 1,436,000 işletme bulunmaktadır. Bu şirketlerde, Sosyal Güvenlik Kurumu veri tabanına kayıtlı olarak çalışanların toplamı ise 11,031,000 kişidir. Şimdi sıkı durun: Kayıtlı firmaların yüzde 98’inde firma başına 49 veya daha az kişi çalışmaktadır.”[SUP]1[/SUP]
Bu cümleden de anlaşılacağı üzere Türkiye’deki kayıtlı firmaların % 98’i sakat istihdamına izin vermeyecek şekilde yapılanmıştır. Sakat istihdam etme zorunluluğu olan % 2’lik kesim ise mavi yakalı olarak çalıştıracağı kişileri; eni yi üniversitelerden mezun, presentable, seyahat engeli olmayan ve tabi ki esnek çalışma saatlerine uyum sağlayabilen genç dinamik! bireyleri işe almak isterken, beyaz yaka olarak ise hiçbir vasfı olmasa bile “güçlü, kuvvetli” hasta olup iş gücü kaybına sebep olmayacak “gibi” görünen kişiler arasından seçmeyi tercih etmektedir.
C) Burada bahsedilen evden çalışma modeli, İŞKUR’un ya da çeşitli projelerin desteklediği evden çalışma yönteminin dışında piyasadaki taşeron firmalardan eve boncuk işi, kurdela, dantel vb. işler alarak sendikal haklardan yoksun cüzi bedeller karşılığında çalışan kişilerin çalıştığı modeldir. Eve bu tür işler veren taşeron firmalar genel olarak kadınları hedef kitle olarak seçmekte ve “oturduğunuz yerden para kazanın” gibi sloganlarla kendilerine ucuz iş gücü sağlamaktadır. Buraya kadar yazılanlardan da anlaşılacağı gibi sakat bireyler deyim yerindeyse belirli meslek gruplarında gettolaştırılmıştır.
Peki, sakat bireylerin işe alım süreçlerinde yaşadığı ayrımcılığı önleyici kanunlar yok mu derseniz. Hemen söyleyelim, pek çok kanun, sözleşme vb. (Birleşmiş Milletler EngeliHakları Sözleşmesi, 1982 Anayasası, 4857 sayılı iş kanunu, 5378 sayılı özürlüler kanunu, 657 sayılı devlet memuru kanunu, 5510 sayılı sosyal sigortalar kanunu, Avrupa Birliği İstihdam ve Meslekte Eşit Muameleye İlişkin Çerçeve, Sakatların Mesleki Rehabilitasyon ve İstihdamı Hakkında Sözleşme) yürürlüktedir.
* Ama ne yazık ki bir kanun işe alımda ayrımcılığı önleyen maddeler içerirken başka bir mevzuat sakat bireylerin bazı mesleklere (hakim, savcı vb.) girmesini engelleyen maddeler içermektedir.
* Sakat bireylerin bir kısmı ya haklarından haberdar değildir ya da haklarının bilincinde olsalar bile avukat ve mahkeme masraflarını karşılayamamaktadırlar.
* Mahkemeye giden davalar her zaman sakat birey lehine sonuçlanmamaktadır.
Özetlemek gerekirse, üretim şeklinindeğişmesi, hız ve esnekliğin vazgeçilmez derecede önem taşıması, statik güzellik normlarına göre oluşturulmuş güzellik/yakışıklılık anlayışı, fiziksel çevre ve binaların erişilebilir olmaması vb. nedenlerden dolayı pek çok sakat birey iş bulma süreçlerinde defalarca dışlanmaktadır. Dahası, yaşanılan ayrımcılığı önlemeye yönelik kanun, sözleşme, mevzuat vb. her zaman için bir çözüm olmamaktadır.
Bu yazının anlam kazanması ve amacına ulaşması için çeşitli nedenlerden dolayı yaşadığınız güçlükleri, dışlanma deneyimlerinizi, dışlanan yakınlarınızın deneyimlerini veya yalnızca fikirlerinizin ne olduğunu merak ediyor, paylaşımlarınızı bekliyoruz...
Dipnotlar:
1) http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikalyazar&articleid=1089037