Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Sakatların Başarı Hikayeleri | Gökhan İrfanoğlu

gokir

Yeni Üye
Üyelik
16 Tem 2013
Konular
2
Mesajlar
4
Reaksiyonlar
0
[SIZE=2]Sakatların Başarı Hikayeleri

1981 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nın bastığı Sakatların Rehabilitasyon ve Eğitimi kitabı şöyle başlıyor: “Kişi tüm yetenekleri ve yaratma gücü ile toplumun bölünmez bir bütünüdür”. Nedense anayasanın 3. maddesiyle aynı kalıpta yazılmış (“Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür”) bu cümlede kastedileni hemen anlıyoruz ama burada kitaptan da ayırıp anlamamaya çalışalım: Bir durum tesbiti mi yapılmış? Cümle, “keşke sakat vatandaşlarımız da topluma dahil olsalar” gibi bir istek, dilek mi? Sakatlar için bir tavsiye mi, ya da buyruk mu? (Kendini toplumdan ayrı saymayasın, dışlandığını düşünmeyesin, ya da sayamazsın, düşünemezsin). “Tüm yetenekleri ve yaratma gücü” ve “bölünmez bir bütün” neden yan yana? İlkine neler dahil, neler yetenek veya yaratma gücü değil? Kısaca, cümleyi okuduğumuzda içerildiğimizi mi düşünmeliyiz, dışlandığımızı mı?

Muhtemelen bu tür soruların cevabı hem biri hem diğeri, hem evet hem hayır ([SIZE=1]sakatlar kendileri üstüne söylenenlerin muğlaklığına, içerme iddiasının dışlama arzusuyla beraber dillendirilmesine zaten alışık. Sakatlık üstüne bu şekilde konuşma sanatını iyi icra edemiyorsanız, konuşmamanız gerekir, en son Akbulut örneğindeki gibi; ancak sanatın kendisi, bu milletvekilinin kendi partisindeki arkadaşlarından da bildiğimiz üzere, hala iş yapıyor[/SIZE]). Burada da sakat topluma “buyur edilir"; bütünün gerektirdiği “yetenekler ve yaratma gücüyle” topluma birim bütün olarak dahil olur, olmalıdır, olmuştur: Vaziyet budur, gereken zaten budur; deklare edilen de ancak budur.

ABD başkanlarından zanaatkarlara, sazdan gitar ustalarına, sadece hayatlarının ne kadar güzel olduğunu anlatarak kariyer sahibi olan profesyonel konuşmacılardan, kariyer sahibi iş adamlarına, ressam, şair, yazar, akademisyenlere, kendi köylerinin yıldızları sakat sporculara, evlenip çocuk sahibi olan sakat çiftlere dek “başarı hikayeleri” kendi içinde farklılaşıyor. Öyle ki hangi hikayelerin hangi konumdaki (sınıf, cinsiyet vb.) sağlam ve sakatlara hitap ettiğini bulmak dahi çok ilginç olurdu. Ancak aynı zamanda başarı hikayelerinin ortak işlevlerinin bize sürekli girişteki daveti, isteği-dileği, buyruk-şartı, deklare edildiği sürece geçerli olacak vaziyeti (hepsi aynı önemde) “okutmak” olduğunu sanıyorum. “Engelini aşan engelli” haberlerini sakat-sağlam hep beraber şiir, dua, reklam, kılavuz gibi okuyoruz, bir tek haber gibi değil.

Herkes kafasından bir başarılı sakat hikayesi uydurabilir; temel öğeleri biliyoruz. Kendi tıkırında giden bir hayat sakatlık darbesine maruz kalır. Bu tarih-öncesinde; sosyal, ekonomik durumumuz ne, kaç yaşındayız, hatta doğduk mu, doğmadık mı vs., fark etmez.* Sakatlık, bireyin başına gelen, onun birim bütünlüğünü yaralayan, onu başkalarına bağımlı bırakan, hayatını bozan bir kayıptır ve yegane anlamı olumsuzluğundadır. Sakatlığın sağlamcı ideolojideki temel bir işlevi hemen bu noktada belli olur: Sakatlık ne kadar doğal bir olumsuzluk ise her tür toplumsal-siyasal belirlenimden bağımsız saf bir sağlamlık da kendinde olumludur. Sakatların başarı hikayeleri böylece diğer hiçbir kimlik ve konum için bu ölçüde dillendirilemeyecek bir anlatıyı mümkün kılar – ki sakat sağlam herkese bu kadar hevesle pazarlanmalarının başlıca nedenlerinden biri bu olsa gerek: Sakatlık kaybının telafisi toplumsal hiyerarşide “kendinize ait” konuma kavuşmanızı sevinçle karşılanacak bir mucize kılacaktır (örneğin, sağlam bir erkeğin işçi olması böyle reklam edilmez). Hikayemiz uzunca ise, bir süre kahramanın bedenindeki “engellilik” tarafından ele geçirilmesine değinmeniz gerekir. Engellinin engele karşı yürüttüğü iç savaşın bu aşamasında da tüm dış göndermeler paranteze alınır. Kendinde olumsuz saysak bile bir beden durumunun mantıken “engel” haline gelmesi için, öyleyse bir “engelini aşma” anlatısını baştan kurabilmeniz için, bu durumu “engel” kılacak bir çevre gerekirdi. Oysa en geniş anlamıyla (mimariden eğitime, istihdamdan kültürel kabullere) bu çevre, tamamen silinmediği halde, hikayenin arka planına atılarak önemsizleştirilir. Zira kahramanımız, sakatlığına karşı asıl mücadelede yeterli azim ve kararlılığa sahip olduğu sürece, “diğer engeller” ona vız gelecektir.

Böylece hikayemizin sonunda ([SIZE=1]gazetelerde ve televizyonlarda sıklıkla sadece bu bölüm yer alır; önceki bölümleri var saymamız icap eder[/SIZE]), bedenine karşı muzaffer sakat ortaya çıkar. Sakat hareketinin ironiyle “üstün-kötürüm” diye adlandırdığı bu figürün tam olarak ne yapacağını belirlemek/sınırlandırmak zor. Fakat iyi bir iş sahibi de olsa, şarkı da söylese, erişilmez dağların zirvelerine de çıksa üstün-kötürümün işlevi yapıp ettiklerinde değil, simge olmasındadır. Kendisi ete kemiğe bürünmüş bir duyuru ve ilhamdır. Sakatın da normal(-miş gibi) olabileceğini bildirir. Duyuruyu anlamamızın koşulu belli: sakatlığı kendinde anormal sayacağız, üstün-kötürümü de sakatlıklarını aşamayan sakatlardan “üstün” (bazen gayretiyle “insanüstü”). Ancak bu çelişkili figüre ilişkin mesele biraz daha karışıyor, çünkü sakatlığını “azim ve kararlılıkla” aştığı için “aşamamış” sakatların aksine takdir/ hayranlıkla karşılanmasını beklediğimiz bu figürün diğerlerinin tersine acımadan muaf olduğunu söylemek mümkün değil; kendisini “biz” normallere yakınlaştıran kahramanlığı ancak acınacak sakatlığı temelinde kahramanlıktır. Böylece, sağlamlar yaptığında hiçbir “haber değeri” olmayacak şeyler de (evlenmekten, müzik aleti çalmaya), sakatı (kısa süreli de olsa, zira bunun garantisi yok) “engelleri aşan kişi” kılar (hatta yerine göre bu tür performanslar diğerlerine nazaran tercih de edilebilir).

Bu hikayeleri farklılaştırmadan ele almak zor. Tartışırken somut örneklere bakacağımızı umuyorum. Ancak yaygın haliyle, sakatlıklarına rağmen “başarılıların” hikayelerinin kutsadığı şey kendileri değil, ekonomik, kültürel, bedensel sermaye dağılımı ve bunlara erişmek için zorunlu saydığı yetiler –bu yetilerin üretme biçimleri dahil – ile normal toplum görünüyor. Sakatlar “dahi” sağlamlık rejiminde geçerli “yetiler ve yaratma gücüne” sahip oldukları sürece “bizimle” eşit biçimde toplumun “bölünmez bir bütünü” olabiliyorlarsa, vaad herkes için geçerlidir. Bugünün temel figürü, sosyal güvenceye bağlanmadan kendi başına hayatını kazanan ve kuran girişimci kişilik de kişisel gelişim kitaplarının arasına üstün-kötürüm anlatılarını ekleyebilir (Titchkosky).

Söylemeye gerek yok, hayat standartları diye anılan şeye ilişkin her gösterge açısından en altta kalan bir grubun üyeleri arasında sürekli istisnai harikalar keşfedilmesinin kendisi trajik bir durum. Ayrıca bu tür hikayeleri ne kadar kısa tutarsanız, o kadar iyi. Aksi halde, bireysel aşma anlatınızı zora sokacak verilerle uğraşmak zorunda kalabilirsiniz. Sağlamlara nazaran işine ne kadar bağımlı ve girişken olduğu övülen çalışan dert yanmaya başlayabilir, profesörünüz toplumsal konumunu sakatlanmasının öncesinde garantilemiş olabilir, sporcunuz ancak sakatlığı sayesinde derece yaptığını belirtip sakat sporlarının değersizleştirilmesinden, hatta sosyal haklara getirilen kısıtlamalardan şikayet edebilir.

Kimlik olarak sakatlığa kendinde bir olumsuzluk addetmeyip, dünyada var olma biçiminizi yapılandıran, farklı ilişki ağları kurmanızı, farklı pratikler ve farklı “yetiler” geliştirmenizi sağlayabilen (Titchkosky), aşılması zorunlu da gerekli de mümkün de olmayabilecek bir beden durumu saydığımızda ise bu hikayelerin temeli de çöker; bunların bize şiir, dua, kılavuz olarak “okuttuğunu” anlamamız zorlaşır. Sadece neden illa da “aşmanızın” icap ettiğini sorgulamazsınız, kişisel anlatınız diğer sakatların hikayeleriyle ve sakatlığın toplumsal hikayesiyle de iç içe geçer. Sakatların toplumsal değer kazanmaları için neden bireysel “azim ve kararlılık” göstermek zorunda oldukları,** sakatlığın neden sağlamlık performanslarıyla telafi edilmesi gerektiği, neden çalışmanın veya belirli bir tür çalışmanın görev olduğu, üretkenlikten ya da yetiden ne anlaşılması gerektiği, sizinle aynı konumdaki insanlardan neden ayrı ve “üstte” olmanız gerektiği (“seni engelli gibi görmüyorum”) gibi sorular karşımızda hakiki sorular olarak belirir.

Elbette başarı hikayelerinde “neyin” başarısının kutlandığını sorgulamak, “aman bu hikayelere konu olmamak” için “aşamamış kurban sakat olalım” demek değil. Burada daha önce de değinilmişti, sakat mücadelesi dahil toplumsal mücadelelerin meselesi verili tercihler (ya da hazır üretim karakterler) arasında sanki bunu isteyince yapabilecekmişiz gibi doğru şıkkı işaretlemek değil; verili seçenekler demetini şıkların değeriyle beraber dönüştürmek. Bir yazarın dediği gibi, başarılı sakat temsillerini eleştirmek, sakatların “başarısının” sağlamlara göre “doğal olarak” (!) daha çok bireysel çaba gerektirdiği bir yapıyı ve sakatların hayatına anlamını bu yapının sınırladığı bir “başarıya” göre değer biçilmesini eleştirmek demek (Linton).

Tartışma için öneri: belki ilkin bu hikayelere somut örnekler üzerinden bakarız ve “başarıdan” ne anladığımızı konuşuruz.


*[/SIZE] Hatta artık kendi başına bir yazın türü saymamız gereken sakat ev hayvanları hikayelerine bakarsak, insan olup olmadığımız da fark etmez. Bizde de bu alanda kitap dahi basılıyor; ama şu hikayeyi özetleyeyim: Köpek Kahramanlar, Engelli Köpekler diye bu yıl ABD’de çıkan bir kitaptan: “İnanç (Faith) doğduğunda ön ayakları yoktu. Ama egzersiz sayesinde arka ayakları üzerinde yürümeyi ve koşmayı öğrendi.” İnanç artık sadece kendi mahallesindeki insanlara “sakatlığın onu hiçbir şeyden geri bırakmasına izin vermeyeceğini kanıtlayarak” “ilham vermekle” kalmıyor, ülkedeki birçok askeri üssü de ziyaret edip savaşa giden veya savaştan dönen askerlere “en büyük zorluklar karşısında dahi nelerin başarılabileceğini göstererek” ilham veriyor. İnanç ABD ordusunda onursal çavuş rütbesi dahi kazandı. Kitabın son cümlesi: “İnanç ve diğer köpeklerin kanıtladığı gibi, bir miktar yardımla ve büyük miktarda sevgiyle, her şey mümkün” .

** Bu en kişisel sayılan özelliğin dahi, sadece sınıf ve cinsiyete göre değil, sakatlık türüne ve o türe iliştirilen toplumsal-siyasal anlama göre değiştiğini de iddia edebilirsiniz – Anne Finger diye aktivist bir yazarın geçirdiği çocuk felcine ilişkin bir otobiyografisi var; ancak aşma anlatısına karşı bir gündemle yazdığı için kendinden mi bahsediyor, bir hastalığın toplumsal tarihinden mi, ayırt etmek güç. Çocuk felcinin sadece sakatlarca değil, tüm “toplum” hep beraber gayretle aşılması gereken bir hastalık sayıldığını, hastalığın bireysel deneyiminin ancak bu toplumsal-siyasal iklimde oluştuğunu anlatıyor.
 
Önümüze engeller koyarak sonrada bu engelleri aşmamızı bekleyerek bizleri kahraman ilan eden tuhaf toplumlarda yaşayabilmemiz gerçekten taktire şayan bir kahramanlık örneği:)
Bir engellinin yaptığı başarıyı çok büyütüp,diğer engellilerin ne kadar işe yaramaz olduğunu ifade eden yargılar çok fazla.
O çalıştı çabaladı yaptı,bu oturuyor gibi ifadeler kullanılıyor. Oysa insanların önüne engelleri biz koyduk küçük bir çabayla başarılacak şeyler için bu insanları bu kadar çok yorup hayatlarından bıktırmasak deyiverseler herkes başarısını ağız tadıyla yaşayacak..
 
Sakatlar neredeyse her zaman mucizeyle ilişkili kişiler olarak konumlandırılılagelmiştir; ya kendisi mucize olmuştur (başarı öykülerinin egzotik kahramanı) ya da mucizeye muhtaç, sağlamlığa çaresizce öykünür vaziyette eli açık bekleyen kişi (bu da bildiğimizi sakat işte! :)). İlkinde sağlam-cı-lara esin kaynağı olan, dersler sunan nevi şahsına münhasır kahramanlar; ikincisinde ise sağlam-cı-ların sağlamlıklarına (ve tabii aslında her şeye) şükretmesini sağlayan çilekeş ucube yaşamlar.
Her iki hikaye de sağlam-cı-ların ekran karşısına oturup hararetle reality show izlemelerini çağrıştırıyor bana. İşin özünü ıskalayan, sorumluluk hissetmeyen, ekranda gördüğü kişinin hikayesini kendi yaşamını olumlamak için kullanan, umursamaz ve çıkarcı seyirciler.

Onun için, bence başarı anlatıları ile en trajik hikaye anlatıları arasında hiç bir fark yok. Her ikisi de sakatları umursamayan, onları kadersiz-fantastik figürler olarak konumlandıran, kendilerini iyi hissetmek için ibret alınası yaşamlar olarak konumlandıran bakış açıları. Sakatları gerçek anlamda umursamadığı için hiç bir sorumluluk hissetmiyor ve özeleştiriye de girişmiyor tabii.

Bu düşüncelerimin sağlaması olur mu bilmiyorum ama, şöyle bir soru bana turnusol kağıdı gibi geliyor: başarı hikayelerini heyecanla -ve sözde taktirle- izeyen kaç kişi sakat kişileri yaşamına dahil ediyor, onların yaşamlarına dahil oluyor?
 
Ben de yazılanlara katılıyorum. Onlardan çıkan sorularım: Kahramanın aslında kurban sayıldığını hikayelerin içinde nerede fark ediyoruz? Bu tür hikayelerin alternatifi ne olabilir? Kendi hikayemizi nasıl yazarız, nelerden söz ederiz?
Sehribanu’nun dediği gibi, engel koyuyorlar sonra da aşmanı bekliyorlar. Böyle bir beklenti sakatlığın anlamını neye dönüştürüyor? Sakatlığın kendisi de aşılacak bir “engel” mi?
Bu hikayeler sağlamların sakatlarla olduğu gibi, sakatların da sağlamlarla ya da diğer sakatlarla iletişimini etkiliyor mu? Örneğin, kendimizi belirli bir şekilde sunmak zorundaymışız gibi hissediyor muyuz?


(… Bu arada Çağrı Doğan’ın sitedeki yazısını ve başlattığı tartışmayı unutmuşum. Bu başlıkta hatırlamak lazım: Giriş yazısı çok güzel (özellikle “bireysel olarak aşma” meselesi için bakmak lazım). Altındaki uzun tartışmada ise temel soru, “azimle başarılı” olan sakatların övülmesinin sakatlara bir aşağılama sayılıp sayılamayacağı olmuş. Bir grup, bunun aşağılama olmadığını, sakatlığı olan kişilerin gerçekten de “iki kat daha ağır koşullarda” mücadele verdiğini söylemiş. Diğer grup, “bir kişiye şaşırmak, onu olağanüstü saymak için, önce o kişinin o şaştığınız şeyi yapamayacağını peşinen kabul etmeniz gerek” diyerek övmenin sakatları aşağıladığını iddia etmiş. )
 
nehirsudan

yazdıklarınıza katılıyorum bülent bey.sakatın yaşamına dahil olmak, yada onu dahil etmek sanki korkutuyor insanları. özelliklede evlilik yaşamında bir engellinin eş olarak seçilmesi durumu epey bir ürkütücü geliyor. yaşantısına dahil olacak kadar samimiyet ve cesareti yoksa taktir sözlerinede hiçbir engellinin ihtiyacı yoktur.
 
Yazılanlara katılıyorum. Engellilerin önündeki engeller bir dağ gibi. Şartlar öyle olunca olumlu bir şeyler yapmak olağanüstü başarı oluyor galiba.
 
Yıllar önce bir gün karşıdan karşıya geçiyordum.bana kırmızı yanmış halbuki dalgınlık farketmemişim.Bir adam arkadan arabama yapışıp geri çekti (iyi ki) ''sen ne yapıyorsun böyle kırmızı ışıkta geçiyorsun.sizlerin herkese örnek olmanız gerekiyor halbuki'' diyerek benim olumlu ya da olumsuz her anlamda İbretrlik olmam gerektiğini ima etmişti ..
 
Engelli yasalar gözetiminde yeri ve özğürlükleri, bağımsızlıkları ve egemenlikleri olan insanlardı
Bunu en güzel şu sözlerle yorumluyacağım
Siperet gôvdeni dursun bu hayasızca akın
Doğacaktır sana vadettiği günler
Hakkın
Kimbilir belki yarın belki yarındanda yakın
 
Ortada muthiş bir ikiyüzlülük var. Adaleetin hakkın hukukun olmadığı yerlerde bu tür kahramanlar genelin kendisini suçlamasına ve iktidarların sorgulanmadan devam edebilmesine yarıyor. Sadece sakatlarda değil örneğin çok yoksul bir nsanın nasılda çok çalışıp -bilmem neleri başadığı öylesine anlatılır ki aynı şeyi başaramayan milyonlarca insan sorunun aslında kendisinde oldugunu dusunmeye başlar. Sadece kendisi değil etrafındakiler de öyle düşünür. Kadın kocasından ekranlarda gordugu adamın yaptıklarını yapamadıgı içinnefret eder içten içe . Koca karısından, evlat babadan, anne cocugundan...Teorik bir şeyden bahsetmiyorum bizzat yasadım bunu.

Yıllar önce ulkenın en buyuk gazetelerınden bırinin bılmem ne muduru benım abd de doktora yaptıgımı duymus. Burada mezun oldugum okuldan bırılerınden msn adresımı almıs. Evımı bulmuslar. Annem konusmak ıstemeyınce ısrar etmısler. Senın oglunu kahraman gıbı sunacagız teyze demısler. Annem de kendısıyle konusun deyıp kapatmıs kapıyı. Bana msn den ulasan adama hıkayemı sıze meze etmek ıstemıyorum kaldıkı gazetenızı sadece bır propaganda bultenı olarak goruyorum. Benımle ılgılı haber yapmanızı ıstemıyorum dıyerek ustune basa basa reddetmeme ragmen karsımdakı adamın yalvarmaları dayanılacak gıbı degıldı. O ısrarla toplumda engellılerın boyle orneklere ıhtıyacı oldugunu ve son derece olumlu bır haber haber yapacaklarını soyledıkce ben engellıler ıcın bır seyler yapmak ıstıyorsanız ugradıgımız haksızlıkları haber yapın benı degıl dıye reddedıyordum.

Sonra ne mı oldu? Adam haberı yaptı. Reddetmeme ragmen hakkımda topladıgı yalan yanlıs bılgılerden bır kolaj yaptı. Facebooktan ıznım olmadan bazı fotograflarımı aldı. Kı fotograflarımın erkese acık oldugunu da o vesıleyle ogrenmıstım. Dedıgı gıbı bır kahramandı anlatılan. Basarıları abartılmıs ıste burada anlatılan tarzda bır kahraman. Bazı arkadaslarım aradı. Haberı okumuslar ve benımle gurur duyuyorlarmıs! Kendılerının yapamadıklarını sakat halımle ben yapıyormusum! Buyuk adammısım vesselam. Sonra aynı gun asıl bomba patladı. MSN de lıstemde olan sakat bır cocuk "bulent" dedi. "bugun annemden senın yuzunden bır ton laf yedım. Haberını okudu. Bak dedı elın oglu neler yapmıs sen evde cürü böyle..." Sok olmustum. Haberın yapılmamasını iseme sebebım tam olarak buydu. Aklıma gelen basıma gelmsıtı canlı canlı hemde.

O gazetecının ihtiyacı olan bu sahte duyarlılıklarla yeşillenmiş kültürel kodlara uygun bir haber yapmaktı. Ne engelliler umurundaydı ne de ben. Bu yuzden izin verip vermememin de bir anlamı yoktu. Ben ya da benim hikayem sadece bir malzemeydi. Verilmese de çekip alınacak bir malzeme. Kahraman gibi sunulmamın benimle hiçbir alakası yoktu.

O çocuk kendisini suçlasın, annesi onu suçlasın diyeydi her şey...
 
Ahal Teke


Merhaba bu Başlıkta alakasız olacak ama ABD'de yüksek lisans yapmayı düşünüyorum ancak şehir konusunda kararsızlıklarım var fiziki şartlar açısından hangi Şehirde, okulda rahat ederim bilemiyorum sizden fikir almak isterim
 
Başarı hikayelerini kendilerine de fark ettirsek engellilerimizin zaman zaman engelli arkadaşlarımızın ümütsizliğine belki bir nebze katkımız olur sanki... Habersiz araştırsak kendisini be önce kendilerini mutlu edip araştırmamızı sunsak..
 
her başarılı insanın bir başarı hikayesi vardır, bu çok doğal birşey. Kaldı ki sakatların ki de tabi ki "acıtasyon yapılmadan" gösterilmeli, anlatılmalı. Ortada mucizenin olmadığı sadece ortam koşulları uygun hale getirildiğinde de bir sakatın doktora yapabileceği, başarılı bir doktor, bilim adamı, mühendis, mimar,... olabileceği vurgulanmalıdır.
 
Sanmıyorum bir söz vardır, anlıyana davul zurna az annamıyana sivrisinek saz gelirmiş, Üstü şişane altı topal hane, Engelliler asla ama asla, beynemel (baron) olamazlar, budemek değildir Engelliler Adam insan değildir,
Biz Engellilerin yaşamda, toplumda çok büyük bir yerimiz vardır, adeta silahsız asker misali tanınırız, ve bir engellinin yaptığı Allah muhasebesini hiç bir baron tutamaz, kesin arıza verir, şimdiki zamanın hikayesi
Engelliler bir ülkenin, ortağı ve değerleridir, Engelliler asla işi nasıl yapacağız diye hareket etmezler, işimize kim engel oluyor derler, Engellilerin mucit, bilim adamı ve artıs olmaya ihtiyaçları yoktur bilirler ki Allah onlara daha yakındır.
Hiç bir engelli başarısız değildir, başarısız olanlar kendilerini akıllı biri sanan, beynemel takılan baronlar dır, biz Engellilerin en büyük görevleri Allah ın eserlerini korumasındaki rolümüzdür, keşke engelli biri olmasaydım diyen binlerce arkadaşlarımız var bunlardan biride benim, kader, halimize şükredelim, yine yanlış anlaşılmasın bu şükür içinde bulunduğum durum için deyil, temmel ve çaresizlik deyil bu şükür, azimlilik ve devamlılık gemisidir, Allah a tam bağlılıktır
 
Üst Alt