Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Sakatlığa Sol'dan Bakış [Haftanın Konusu]

OturanBoğa

Yönetici
Üyelik
9 Ocak 2003
Konular
676
Mesajlar
58,529
Reaksiyonlar
944
[size=7]Sakatlığa Sol'dan Bakış[/size]

Bülent Küçükaslan¹
Radikal 2 / 20 Mayıs Pazar

  • “Solun ana özelliği eleştiridir. Buna karşın, sağ, eleştirinin tam karşıtı olan yüceltme pozisyonunu alır rahatlıkla. Sol, riyakâr yönlerinin ifşa edilmesi gerektiğini düşündüğü hayatın ve dünyanın mevcut hali karşısında daimi bir hoşnutsuzluk sergilerken, sağ büyük insanları, kurumları, yaşanan dünyayı, doğayı, gelenekleri ve ahlaki düzlemde de insanlararası etkileşimleri yöneten düzeni yüceltir” (Luc Boltanski)
Evet, hoşnut değilim. Değilim, çünkü tekerlekli sandalye kullanan biri olarak bu ülkede yaşamanın nasıl da zor olduğunu biliyorum. Ama daha da fenası, bu yaşayamama halinin sorumluluğunu bedenime fatura eden ve kendisini biraz yardımsever biraz da (medikal, tıp ve rehabilitasyon sektörleri için müşteri haline getirilmem dolayısıyla) tüccar-patron sayarak sıyıran sağ politika(cı)ların hegemonyasına mahkum edilmemdir.
İnsana, aslında yeryüzündeki her şeye ve tüm sosyal ilişkilere dair hemen her konuda kendine özgü değerlendirmeleri ve önermeleri olan sol, elbette sakatlığa dair politikalarda da kendini sağdan ayırmalı ve sürekli geliştirmelidir. Bunu yaparken hem sağın yol açtığı tahribatı topluma gösterip onu mahkûm et(tir)meli, hem de kendi bakış açısındaki özgürleştirici, dayanışmacı, kapsayıcı, anlayıcı ve katılımcı unsurları anlaşılır şekilde ifade etmelidir.

Sağ için Sakat(lık)
Her şeyden önce din temellidir. Sakatlık bir yandan bu dünyada acı ile ödüllendirilmek ve bu sayede cennetin kapılarını açmakla ilişkilendirilirken, diğer yandan (Sırlar Dünyası gibi programlarla) ‘kim bilir hangi günahın cezası’ denilerek, günah işleyenlerin lanetlenmesi olarak sunulur (sakatlığı olan çocukların aileleri tarafından toplumdan gizlemelerinin başlıca sebebi de budur). Yani sakatlık bir yandan ödül diğer yandan ceza olarak görülür. Hâl böyle olunca toplumsal ilişkiler açısından bakarsak ortada bir tekinsizlik olduğu muhakkaktır. Zira karşısında duran sakatın neden o halde olduğu (içinde şeytan mı var, günahına karşılık lanetlendi mi?) beşeri bir değerlendirmeyle anlaşılamaz çoğu zaman. Bu durumda ondan uzak durmak veya (işi garantiye almak için) ne sebeple olursa olsun ilahi olarak özel muameleye tabi tutulmuş olan o kişiye yardım etmek, onun gönlünü hoş tutmak en iyisidir (ahlaki model).
XIX. yüzyılda ise bu mistik bakış yerini seküler, tıbbi, medikal bir bakışa bırakmaya başlıyor. Artık fabrikalarda çalışacak makine gibi işleyen bir bedene sahip olmayan kişiler doğrudan ikinci sınıflığa itiliyor ve politikalar da bu temelde şekillendiriliyor: “Aksayan” beden bir patoloji, bir ‘normal’den sapmadır ve derhal protez veya tedaviyle giderilmesi, sakatlara yardım edilmesi gerekir (medikal model).
Böylece sakatlığın sorun/kusur olarak ele alınmasının ve normal-anormal karşıtlığıyla ötekileştirilerek sosyal hayatın dışına itilmesinin ilk tohumları da atılmış oluyor. Bir başka ifadeyle sakatlık bir yetersizlik ve kişisel sorun olarak toplumsalın dışına, özel alana konumlandırılıyor. Böyle olunca “doğal” olarak bu “anormal”, “yetersiz”, “aciz” bedenlere ayrımcılık yapılması, küçük görülmesi, ikinci sınıflığa itilmesi de kaçınılmaz oluyor.
Postmodern kapitalizme gelindiğindeyse sakatlık da her şey gibi pazara düşüyor, “ederi kadar” değerli oluyor. Bir taraftan sakatlık haline hoşgörüyle yaklaşılıyor gibi gösteriliyor bu dönemde, diğer taraftan bakım, rehabilitasyon, medikal ve tıp alanında büyük bir ekonomik sektör haline getiriliyor sakatlık. Artık müşteri olabilen (paralı) sakatlar (edilgen olmak koşuluyla) toplumda “hak ettikleri” yerde olabiliyorlar. Onların da ful otomatik tekerlekli sandalyeyle “ayağa kalk”maya, akülü sandalyeyle (kendileri için ayrılan) parklarda gezmeye, uzay teknolojisi protezleriyle herkes gibi görünmeye ve tabii (nasıl bir birey olmaları gerektiğini ve sınırlarının neler olduğunu öğrenebilecekleri) rehabilitasyon merkezlerine, okullara gitmeye hakları olmalıydı.
Hâsılı sağın sakatlarla ilgili tutumu şöyle özetlenebilir: “Normal olmayan beden”e sahip olmak bir sorun ve utanç kaynağıdır. Bu haliyle sakatların herkes gibi olması zaten beklenemez. Onlar, modern insan için olmazsa-olmaz olan (!) “verimli” çalışmak, tüketmek ve “örnek vatandaş” olmak meziyetlerinden mahrumdurlar. Bu “anormallikler” mutlaka “normal”leştirilmelidir. Ancak bu sayede, belli bir mesafede ve hadlerini bilmeleri (sakat olduklarını unutmamaları) koşuluyla bu kişileri aramıza kabul edebiliriz.
Şu monolog, durumun vahametini daha görünür kılar sanırım: “Kaldırımda tekerlekli sandalyemle yürüyemiyorum (e normal, sakatsın), yaşadığım semtteki okulun girişinde aşamayacağım merdivenler var (e sakatsın), sınıf arkadaşlarımın aileleri “sakat çocuk diğer çocukların psikolojisini bozuyor, o çocuğu okulda istemiyoruz” diye beni okuldan attırdı (sakatsın), okul kitapları sesli ya da Braille yazıyla hazırlanmadığı için eğitim alamıyorum (keşke kör olmasaydın), aranan bütün vasıflara sahip olmama karşın iş bulamıyorum (malum), toplu ulaşım araçlarına binemiyor, sinemaya-alışveriş merkezine-kamu hizmeti veren binalara giremiyorum (sa-kat-sın)... Sanki o merdivenleri, o kaldırımları, o ayrımcı tutumları, o bıktıran bürokratik engellemeleri birileri yaratmıyormuş gibi!”

Sol için Sakat(lık)
Bugüne dek solun kendini yukarıda vurguladığım bakış açısından sıyırabildiğini söylemek mümkün değil. Sol için sakatlık kimliği hiçbir zaman görünür, üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olamadı. Hatta Öjenik'in² sapkın mantığı Nazi Almanya'sında sakatlığı olan yüzbinlerce insanı öldürürken, sol bunu görmezden geliyor ve geniş omuzlu, pazulu, gürbüz işçiler yüceltilmeye devam ediyordu. Gerçi “son birkaç onyıl boyunca, endüstrileşmiş Batı'da sosyalist sol; kadın hareketi, sivil haklar hareketi, ırkçılık-karşıtı hareketler, gay ve lezbiyen özgürleşmesi hareketi gibi bir dizi aktivist toplumsal hareket tarafından daha kapsayıcı olması yönünde zorlandı. Bu örneklerin her biri, solu eşitlikten ve ezilen grupların özgürleşmesinden ne anladığına dair temel önemdeki sorularla yüzleşmeye itti.”³ Ama Türkiye’deki sol bundan payına düşeni –henüz- alamadı.
Solun üzerinde düşünmesi ve yaşama geçirmesi gereken düstur şudur: Sakatlığı olan kişilerin maruz kaldığı ayrımcılığın ve ezilmenin temel nedeni, kapitalist sisteme özgü yapısal dinamikler ve toplumsal tutumlardır. (Ravi Malhotra’nın işaret ettiği gibi) “Sakatlar kamu hizmetlerinden yararlanmaları için gerekli olan tekerlekli sandalye ile erişilebilirlik koşullarının sağlanmaması, eğitim kurumlarının ve işverenlerin kör ve görme engellilerin aktif katılımını sağlayabilecek şekilde alternatif materyaller sunmaması, ve gelir desteği ve tıbbi hizmetlerden yararlanmak isteyen sakatların karşılarına çıkan karmaşık bürokratik mekanizmalar gibi 'engeller' yüzünden 'engelli' oluyorlar. Yani, dikkatler engellilerin tıbbi sakatlıklarına (medikal model) değil, engellilerin ezilmesine neden olan toplumsal ve siyasi koşullara çevrilmeli diyor bu anlayış. Başka türlü ifade edersek, engellilerin özgürleşmesi mücadelesinde ilk adım temel bir paradigma değişimi olmalı” (sosyal model).
Ahmet İnsel Hocanın bir yazısında ifade ettiği gibi, “sol, içinde yaşanılan düzenin ne doğal, ne evrensel, ne de ebedi olmadığı bilinci üzerine kurulur.” Solcular, sakatlığı olan kişilerin yaşadığı yoksulluğu, işsizliği ve ayrımcılığı politik olarak sorunsallaştırılmalı ve bunlarla mücadele etmelidir. (Ravi Malhotra’nın işaret ettiği gibi) “Engellilerin topluma tam katılımı, kendine değer vermek ve tam zamanlı bir işe sahip olmak arasında kurulan ve kapitalist toplumlarda endüstri devriminden beri hâkim olan bağlantıyı bozabilir.” Sosyalist sol, neo-liberal saldırıya karşı duran bu önemli dinamiği görmezden gelemez.
İnsana dair her hâl, her farklılık normaldir. Hiçbir özellik ya da tercih diğerleri ile kıyasa tabi tutulamaz ve kimlikler buna bağlı olarak hiyerarşize edilemez; her kimlik toplumda özgürce yaşayabilmelidir. Hiç kimseye cinsiyet, cinsel tercih, ırk, dil, din, bedensel vb. özellikler öne sürülerek ayrımcılık yapılamaz. Sol için herkes farklıdır ve eşittir; ama daha da önemlisi, sol bütün bu kimlikleri içinde barındırmalı, yaşamın ve örgütlenmenin her kademesinde eşit oranda temsil edilmelerinin garantileyicisi olmalıdır. Bir başka ifadeyle tüm kimlikler solda buluşup, “kendisi” için birşeyler yapabilmelidir.

¹ Engelliler.Biz Platformu www.engelliler.biz
² Öjenizm: Olumsuz karakteri pasif ya da aktif yöntemlerle yok etmeye dayalı bilimsel ırkçılık.
³ Ravi Malhotra, “Engelli Hakları Hareketinin Siyaseti”, www.engelliler.biz/forum/viewtopic.php?t=7045.
 
Re: [Haftanın Konusu] Sakatlığa Sol'dan Bakış

bu konudaki görüşümü daha önce Oturanboğa'yla paylaşmıştım. bu ülkede solu sağı tek yumruk olmuş engelli karşısında. bir tek bakış açıları var o da ön&kalıp yargılardan ibaret. bu yargıları ayrıntılandırmak gereksiz olur diye düşünüyorum. bir dileğimi yazarak bitirmek istiyorum mesajımı: "dilerim bahsi geçen (sol) deniz baykal beyfendinin başını çektiğği Türkiye solu değildir. :) sağlıklı günler
 
Evet ne sağda ne solda engellilerle ilgili politikalar geliştirilmiyor son dönemlerde AKP nin yaptığı bazı düzenlemelerin varlığı ise kendi inisiyatifleriyle değil A.B dayatmasıyla olmuştur maalesef .

Peki engelliler olarak ne yapmalıyız?oturup onların sağ yada sol politikacıların çözüm üretmelerini mi bekleyeceğiz bu beklentinin sonuç vermeyeceği açık bence eğer samimi bir çözüm üretme için de olsaydılar tamamen göstermelik olarak kurulan ve çözümden çok yuvarlak lafların edildiği özürlüler koordinasyon merkezi yerine doğrudan doğruya engellilerle ilgili bir bakanlık kurulurdu.

Ve bu ülkede engelliler o kadar yok sayılıyor ki 8.5 milyona ulaşan bir kesim seçimlerde dahi oy potonsayile olarak görülmüyor belki bu sözüm sizlere garip gelecek yadırgayacaksınız ama ben engellilerin oy kaynağı olarak görülmesini bile bir aşama olarak düşünüyorum bütün seçim kampanyalarında hemen hemen her kesime bir takım vaatlerde bulunulurken bu kampanyalarda engellilerin adının bile geçmemesinide bu tezime dayanak olarak gösteriyorum.

Belki doğru bir benzetme olmayacak ama ben yinede yapayım mesela 32.33. milyonluk çiftçi için de aynı durum söz konusu onlarında sorunları fazla kale alınmıyor neden çünkü örğütlü bir yapıları yok isteklerini dile getiremiyorlar ve isteklerinin yerine getirilmediği zaman tepkisiz kalacakları biliniyor o halde engelliler köylülükten kurtulup sorunlarını dile getirecek bu sorunlarını da çözüm bulunmadığı takdirde nasıl tepki vere çeklerini göstere çekleri örgütlü bit yapılanmaya sahip olmaları lazım işte o zaman hem sağ hemde sol politikacılar bakın nasıl çözüm üretiyorlar.

Not:yahu bülent herşeyin çok iyi çok güzelde bide şu sakat başlıklı yazıların olmasa sakatın tekerine çomak sokmak sakata soldan bakış genç sakatlar rahatsız bunların yerine engelli kelimesini kullan canımı ye :) ve bundan sonra sakat başlıklı her yazının altına bu ve benzeri notları yazmayı düşünüyorum takii siteden atılınçaya kadar :D :D :D
 
Ben sakata sakat demem o sakat kendine sakat demeyince! :)
 
SAKAT OLUPTA KENDİNE SAKAT DEMEYENLERMİ VAR ACABA ?
 
Elimde Livaneli’nin "Mutluluk" romanı var. (e-kitap halinde olduğu için biraz fazla yavaş okuyorum. Şimdiye bitmeliydi.. :oops: )
Orada Türkiye'nin kanayan birkaç yarasına değiniyor. 'Töre' mağduru Meryem'in öyküsünde bişeyler hiç de yabancı gelmez:

[size=4] Kasabanın çarşısından geçerken onları ilk fark eden, davavekili Mukadder oldu. Yazıhanesinin önünde hem bahar güneşinin tadını çıkarıyor hem de arkadaşlarıyla tavla oynuyordu. Uzun boylu Cemal'in geldiğini, üç adım gerisinden de Meryem'in sessizce onu izlediğini görünce hemen yanındakilere gösterdi. Hepsi ayağa kalkıp Cemal'e doğru geldiler.
"Ne o kahraman, yoksa yolun İstanbul'a mı?" diye sordular.
Cemal'in dişlerinin arasından bir, "Evet!" çıktı.
"İyi, iyi," dediler, güldüler. Meryem'e dönüp, "Aman kızım başına talih kuşu kondu. İstanbul dedikleri ulu şehre gitmek her kula nasip olmaz," dediler; yine güldüler; gülüşlerinde şehvetli bir şeyler vardı.
Meryem kendi içine saklanmak ister gibi boynunu kıstı, hırkasının kollarını çekiştirerek yürüdü. Artık çarşıdaki herkes, işi gücü bırakmış onlara doğru geliyordu. Göbekli, bıyıklı erkekler sardı çevrelerini. Cemal'in sırtını okşadılar. Meryem'e, "Talihli kızmışsın," dediler. Birisi, "Öteki kızlar gibi bu da dönmez bir daha," dedi. " İstanbul'a varınca buraları unutur gayrı. Niye dönsün," dediler.

Sonra Müveddet Teyze'yi, kızı Nermin'i ve diğerlerini gördü Meryem. Üç beş kadın toplanmış bir yere gidiyorlardı. Hemen onlara doğru koştu. Müveddet Teyze'nin elini öptü, "Ben İstanbul'a gidiyorum," dedi, "hakkınızı helal edin."
Müveddet Teyze bir an durakladı, sonra o da sarılıp onu öptü ve, "Biliyorum kızım," dedi. "Senin İstanbul'a gittiğini bilmeyen mi var. Berhudar ol. Allah bahtını açık etsin."
İlkokuldaki sıra arkadaşı Nermin'e sarılmak istedi. Nermin izin ister gibi annesine bakıyordu. Herhalde ondan bir işaret almış olmalı ki o da Meryem'i iki yanağından öptü ve fısıltıyla, "Güle güle!" dedi. Diğer kadınlar da onu uğurladılar. İstanbul'a gitmenin ne kadar iyi bir şey olduğunu sayıp döktüler. İçlerinden biri çocuk kandırır gibi yapmacık bir tavırla, "İyi olmaz mı canım," dedi. "İstanbul bu. Kötü olsa daha önce giden kızlardan biri olsun geri dönerdi. Hiçbiri dönmediğine göre demek ki çok iyi bir yer," Gülüştüler, Erkekler de kadınların gülmelerine katıldı.
[/size]
Bütün kasaba Meryem'in, İstanbul'a ölüme gittiğini bilmektedir ama kimse söylememektedir. Kimisi de resmen 'yalan' söylemektedir. Tıpkı, sakatlığın ilâhi bir ödül ya da ceza olduğu yutturmacasının beyinlere işlenmesi gibi. :( Bu da, cahil bırakılan/bıraktırılan, kendilerine baş kaldırmayacak, isyan etmeyecek büyük kitlenin olduğu/yaşadığı toplumlarda çok çok daha kolay olacağı için; özellikle din, töre vb. türü unsurlar alabildiğine sömürülerek işleme konulur.
Tamam.. Bu bir romandır. Yazarın düşgücü ve ifade yeteneği ne kadar güçlüyse o kadar inandırıcı olur. Ama kasabalının o tavırları çok tanıdık gelmiyor mu yani.. :roll:


Sevgili halil-yılmaz; 'sakatlık'la 'engellilik' aynı şey değildir ki birbirleri yerine kullanılsın. ;) Ben sakatım ama ev içerisinde engelli değilim! Ama evden çıkınca engellenmeye başlarım; asansörü uygun olmayan binalar, yüksek merdivenler, kaldırımlar, alışveriş edemediğim marketler, film seyredemediğim sinema salonları, izleyemediğim konserler vb. hem sakat, hem de engelli olmama yol açar!

Sevgili İLAYDA, "doğru pratik, doğru teoriden çıkar". Ama sen tersini yapmışsın. ;) Pratikten teori çıkartmışsın. "Sol şunları, şunları yapıyor; o halde bunları, bunları yapmaz." demişsin. Yani arabayı atın önüne sürmüşsün. :D Sol, "insanın insanca yaşaması" için mücadele etmeyi şiar edinmiştir! Çocuklar ve sakatlar da insan olduğuna göre.. ;)
 
Devletçiliğin merkez kabul edildiği sistemlerde birey herzaman ikinci planda kalır. Örneğin devlet yapılarının subasman giriş kotunun yüksek tutularak, yapıya onlarca basamak çıkmak suretiyle girişin sağlanması devletin birey karşısında devasalığını hissettirmek ve bireyi psikolojik olarak küçük düşürmek amaçlıdır. Bu sebeple devletçilik, engelli için en olumsuz sonuçları doğuran bir sistem dir diye düşünüyorum.
Devletçilik modellerinde devlete ulaşmak zordur. Çünkü devlet büyüktür. Bireyler devlet için vardırlar.
Oysa bireyi merkez kabul eden liberal sistemlerde devlet birey içindir. Devlet bireyin yaşam standartlarını artırmak için proje üretmeli ve bunu sağ duyulu bir şekilde hayata geçirmelidir.
Bu sebeple sağ duyulu liberal sistemde asıl amaç engelliler olmasa bile bireyler için üretilen demokratik projelerin dolaylı olarak engelli insanlara da yarayacağını sanıyorum.
Engelli sorunlarının, sol cenahın yaptığı gibi iş üretmeden, sadece şikayet, muhalefet yoluyla çözülebileceğini de sanmıyorum. Hem bu mümkünmü?
 
Olmadı Fuzulim ;)

Sen de "arabayı atın önüne sürüyorsun." Bu araba gitmeeeeez! :p

"Olan"dan "olması gereken"i çıkartıyorsun.. Oysa tam tersinin olması gerekir.. "Bunların böyle olması gerekir.. Niye böyle olmuyor?" diye hesap sormalısın..

Bir de verdiğin örnek 'devletçiliğin' değil, 'faşizm'in örneğidir. Yani sağ cenahın yaptıkları.. ;) Sol, şikayet değil 'eleştiri' getirir.. Tabii yapılması gerekenleri de önererek.

Sen Türkiye'dekilerin "ben solum gencim, güzelim, bıy, bıy" :p demelerine bakma.. Onlar Türkiye tipi sol! ;) Her şey gibi onu da kendimize benzettik!

Şimdi, liberal sisteme, teorik olarak olması gerekenleri örnek verip, 'sol'a Türkiye'den olanları -bence yanlış bir yorumla- örnek vermek, ne derece adil oluyor.. Sana bırakıyorum. ;)
 
Bakıyorum coştun yine yeditepe.. ;)

Biraz da sağdan bahset o zaman.. Hani şu wedo'nun başka bir başlıkta unutulmasın dediği eylemlerden..

wedo' Alıntı:
Baben unutmasınlar, hatırlasınlar ama sadece işlerine geleni değil halka yapılan zulümleri ve katliamları, çeteleri,özelleştirme kapsamında işten atılan emekçileri,sağlık sistemindeki çarpıklıkları,kapatılan sağlık ocaklarını. Yada unutacaklarsa hepsini unutsunlar.

Kızıldereyi,dararağacına gidenleri,bahçelievler katliamını,77 kanlı mayısı,Maraş katliamını, sivas katliamını,susurluktaki mercedes'i,hayata dönüş adı altında yapılan ceza evi katliamlarını,kendi işlerine geldiğinde 1 gecede değiştirdikleri yasaları,kimlerin çocuklarını ABD de okutturduklarını,kamu kuruluşlarının özelleştirilip sonra devletten düşük faizle kredi alan ve sonra bu paraları devlete yüksek faizle satan para babalarını,ortakları olan yöneticileri, ......

Ayrıca hizbullahı, domuzbağı cinayetlerini, töre cinayetlerini falan.. Bunları da mı 'sol' yaptı sence?

Türkiye'deki solun 'sol' olmadığını söyledim. Bu duruma gelmesinde, sağın hiç mi payı yok? "12'den 12'ye Türkiye" yaşadık. (12 Mart-12 Eylül)

Sen solun 'teorisini' değil 'sol sanıp yaşadığın pratiği' eleştiriyorsun. Ben de "'sol' bunlar değildir, o nedenle sapla samanı birbirine karıştırıyorsun." diyorum. Sonuçta saçma sapan bir diyalog çıkıyor yani ortaya :(

Benden bu kadar.. Bu konu forumlarda tartışılamayacak kadar geniş.. 'Geyiğe çevrilmesi' ve seviyenin düşürülmesi de şık olmuyor ve anlamsız kalıyor. :(
 
Konu sapmasın lütfen... Bu başlık sol-sağ tartışması yapılsın diye değil, sol ve sağın sakatlık konusndaki duruşları tartışılsın diye açıldı.
 
Baben gerçekten türkiyede sağ-sol belli değil. Benimde kafam karıştı.
öğrenmek için soruyorum. sence mesela en bilinen sol parti olan CHP katı devletci değilmi? Yada AKP, CHP den dahamı çok devletçi. Bana tam tersi gibi geliyor.
Batı ülkelerinde sol partiler biraz daha köylü, ezilmiş, emekçilerin, hatta engellilerin partisi konumundayken türkiyede durum biraz daha farklı. Türkiyede sanki de sol partiler biraz daha maddi durumu iyi olanların, daha lüks yaşayanların hatta burjuva sınıfının partisi konumunda, halktan çok Ankaraya yakın.
Eğer Sol tarif edildiği gibi birşey ise doğu anadolu ve güneydoğu anadolu halkının ekseri solcu olması gerekirdi. Ya bu tarifler yanlış, yada sol olduğundan dem vuranlar yalan söylüyorlar.
Sol partilerin buralarda adı bile geçmiyor. Çünkü sol partiler doğuyu ihmal ederek, aslında halk yanlısı olmadığını, sosyal adaleti aramadığını açık seçik beyan etmiştir. Bugün türkiyede ki ana sol, sosyal adaleti aramaktan ziyade sırf kemalizmin borazanlığını yaparak, korkakça Atatürkün ardına gizlenmiş, fikirlerini kabul ettirmek için pervasızca Atatürkü kullanarak hatta bir kısım halkımızı Atatürkten dahi soğutmuştur.
Aklının bir köşesinde değişmez tabularını gaye belleyen insanlar hiç bir zaman üretken olamaz, gelişen dünyaya ayak uyduramazlar.
Hal böyleyken sonuç olarak ezilmiş kesimden sayabileceğimiz engellilerinde zihinlere yerleşik hali bu olan sol partilerden medet umması yerinde olmaz kanısındayım.
Biz türkiyede yaşadığımıza göre türkiyedeki solu değerlendirme durumundayız. Yoksa Solun olması gerektiği şekli şu an için bizi ilgilendirmiyor.
 
:) Aslına bakarsan, Türkiye'deki sol da sol değildir, sağ da sağ değildir, siyaset de siyaset değil.. Bir hilkat garibesidir, güzel yurdumun üstyapısı..(Politikası, eğitimi, hukuku vb.) Ortalama ilkokul 3. eğitim düzeyindeki bir ulusun politikası, akılı uslu bir poitika olur mu, olursa ne kadar olur? (Sevgili yeditepe, yine küçümsüyorsunuz falan deme.. Bunlar gerçek!)

Başka bir başlıkta da değinmiştim. 83'ten bu yana seçim sistemimiz (dolayısıyla siyaset sistemimiz) bize hiç ama hiç uymayan Amerikan sistemine dönüştürülmeye çalışılıyor.. Bu sistemdeki partiler, kuzeyde söylediklerinin tam tersini güneyde söylemek zorundadırlar. :D Çünkü güneyde zenciler çoğunlukta, kuzeyde beyazlar.. Eğer böyle yapmazlarsa oy alamazlar.. Yani "nabza göre şerbet" meselesi. :)

O yüzden Türkiye'deki partileri klasik çerçeveye sokmak istersen ve 80' öncesiyle karşılaştırırsan işin içinden hiç çıkamazsın. ;) Çünkü Türkiye Politik Tarihini 12EÖ ve 12ES diye ikiye ayırabiliriz, rahatlıkla..


"Türkiye'deki sol da sol değil, sağ da sağ değil!" dedim, yukarıda. "Ben solum" diyenler de "gencim, güzelim" :p diye dolaşıyorlar.. Neyi, nasıl değerlendireceğini merak ediyorum.

Biz olanı bilmek ve olması gerekeni söylemek durumundayız.. İktidar ya da meclis içerisinde muhalefet konumunda olanlar; 'olan'lardan sorumludur. 'Olması gerekenler'i söylemek de bize kalıyor. ;)
 
İzin verirseniz kendimi tekrar edeceğim. Başka bir yerde yazdığım bir yazımı aynen buraya kopyalayağım. Şu kadarını söyleyeyim baştan, bu sitedeki bu tartışmalar, çok iyi bir sosyolog ve psikolog ekibi tarafından araştırılmalıdır. Bizler kadar somut, acısı ,derdi,talepleri ortak bir toplumsal grup bulunamazken.... Tamda ortaklaşa olarak tüm partilere bağırmamız gereken bir süreçte düştüğümüz şu duruma bakarsak... Bu taleplerimizi herkesin kendisine en yakın gördüğü partilere götüreceği yerde, oralarda çatır çatır savunması gerekirken... Burada bu toplumsal kangreni bir partinin arkasına takmaya çalışmak... Pes doğrusu... Kendi içimizde tartışmak başka şey, birbirimize düşmek ayrı şey. Ben kendimi sol içinde görmek istiyorum. Kafamda solu tartışıyorum. Burada sola temelden, ne yaparsa yapsın karşı olanları bir kenara bırakırsak; (Onlarada teşekkür ederim,demekki bizsiz yapamıyorlar) solun olması gerekenlerine ve sakatlara bakış açısına biz de katkıda bulunmak için diyorumki; EVRİM Mİ? DEVRİM Mİ?
 
Sevgili kuyucak,

Yok.. Birbirimize düşmüş değiliz.. Sadece TTT (Türk Tipi Tartışma) yapıyoruz. ;) Sıcak gündem gereği bu normal. Nasıl olsa, ne kadar bağırırsak bağıralım çok şeyin kısa zamanda değiştiği yok. :(

Arada çok heyecanlanırsak Sevgili Bülent, "balans ayarı" yapıveriyor. :D O da gerekli.. Bazen başlığı, maşlığı unutuveriyoruz. :p

Şu futbol takımı fanatikliği gibi parti tutmak durumu olmasa, her şey daha iyi olacak ama.. O kadarcık kusur da olur.. ;) ("İlkokul 3. düzeyine" ve "günde ortalama 12 saniye kitap okuma" meselesine girer ki, konu yine dağılır.. En iyisi kalsın.. ;)



Not: Link verdiğin yazın gözümden kaçmış. :oops: Arada sırada kendini tekrarlamak yararlı oluyor yani. Hatta "kendini tekrarlamak" da sayılmaz bu.. ;)
 
prodüktif değerlerin bölüşüm üzerindeki irrasyonel baskıları
engellilerin üretime katkıları oranında realize edildiğinde
emeğin sermaye karşısındaki onurlu duruşuna kazandıracağı ivmenin
potansiyel oluşumuna karşı durmaya cesaret edebilecek herhangi bir
sağ birliktelik, mistisizmin teokratik değerlerine ters düşeceği
varsayımıyla kısıtlanan hareket alanlarını geri kazanma çabası ve bunun solun karşı güç üretme etkinliğine getireceği negatif motivasyonu hiçbir engellinin kabullenmesi düşünülemez.
kaldı ki bonopartist burjuvaların segmentasyonuna bile direnememiş, russo'dan bu yana birçok anlamlar ve değerler bütününü yadsımadan kendileştirmiş olan sağ/sol ayrımcılığının körükleyicileri ve bunlara çanak tutan hokkabazların ajitatif çağrıları ve provakatör ajanların jöntürklerden beri siyasal yaşamımıza vermiş olduğu neolitik depremlerin yıkıcı sarsıntıları ve şekillendirme çabaları biz engellileri konjöktürel olarak etkilemektedir.
öncelikle bunu iyi anlamalıyız.
peki ne yapmalı?
sinsice tasarlanan ayrışımcı ve seküler bakış açılarının edilgen yapısına dur demeliyiz.solun miyopatik yorumları, engellileri demoralize edecek şiddette olmasa da toplumla bizler arasında hiç bir zaman izostatik derecede bir emek parçalanmasına modüler bağlamda sebep olmamıştır. dolaysıyla soyut indirgemlere bu söylem içinde yer ayırmak abesle iştigaldir. diyelim ki sağın sermaye gücü ve uhrevi bakış açısı kaderci yorumları dürtelese de dinsel temaların rutin ibadetlerdeki ezberci yaklaşımları algılayış tarzını deforme ederek çarpıtmakta ve onları kendi biçemleri doğrultusunda yeni bir formasyonun beşiğinde sallamaktadır.
bence durum bu kadar açık ve net .
hayarola abi iyi misin?
 
Bu yazdıklarımın başlıkla pek alakası yok, ancak solu bilmeyenlere faydalı olacağını düşündüm.

Siyasal kavramlar olarak sağ ve sol kavramları, başka birçok modern siyasal kavram gibi Fransız Devriminden doğmuştur. Devrim meclisinde eski düzenin, yani krallığın, aristokrasinin ve ruhban sınıfın çıkarlarını savunanlar mecliste başkanın sağında kalan sıralarda, bunlara karşı çıkanlar ise soldaki sıralarda oturuyorlardı. Böylece eski düzene karşı tavrın meclis oturma düzeniyle ilişkilenmesi sonucu sağ ve sol kavramları doğdu. Döneme ve ülkeye göre değişebilen somut konumların ötesinde, genel olarak sağ, siyasal ve toplumsal anlamda gericiliği, tutuculuğu; sol ise ilericiliği, insanlığın gelişimi yönünde değişime açıklığı, daha fazla özgürlüğü temsil eden kavramlar olarak şekillenmişlerdir.

Fransız Devrimi döneminde radikal burjuvazinin siyasal temsilcileri soldu, aristokrasininkiler sağ. Ancak kapitalizmin ilerici barutu tükendiği ölçüde burjuvazi sağın, devrimci işçi sınıfı ise solun genel adresi oldu. İşçi sınıfı bir sınıf hareketi olarak kendisini ortaya koyduğu andan itibaren hem bir zamanların devrimci burjuvazisinin savunduğu ve insanlığın tarihsel ilerleyişini temsil eden değerlere daha tutarlı biçimde sahip çıkmış, hem de bunun ötesine geçerek kendi sınıf doğasının ve tarihsel gerçekliğinin gereği olan daha evrensel değerlerin savunucusu olmuştur. Burjuvazi siyasal ayrıcalıkların kaldırılmasını savunurken işçi sınıfı bunun ötesine geçerek toplumsal ayrıcalıkların kaldırılmasını savunmuştur. Zaten bir dönem işçi hareketi tarafından kullanılan, ama teorik olarak hatalı “sosyal demokrasi” terimi de buradan doğmuştur.

CHP, çoğunluğa belletildiği gibi, en azından 60’ların ikinci yarısından itibaren sosyal demokrat bir sol parti olmuş mudur? Her şeyden önce CHP diğer sosyal demokrat partiler gibi işçi hareketinin içinden gelmemiştir, örgütlenmesi işçi sınıfına dayanmamaktadır, üye bileşimi işçi ağırlıklı değildir. Siyasal çizgisinin ve programının da ağırlık noktası, işçi sınıfı için en azından kapsamlı reformlar –bunların gerçekleştirilip gerçekleştirilmemesinden ayrı olarak– olmamıştır. Ne yaptığının çok iyi farkında olan Ecevit de hiçbir zaman başlattığı ve sürdürdüğü hareketi “sosyal demokrat” olarak adlandırmadı, bilinçli olarak “ortanın solu”, “demokratik sol” gibi başka nitelemeler kullandı. Bu dönemde yapılan değişikliğin özeti, partinin varoluş temelini oluşturan Kemalizm ile sosyal demokrasinin bazı yönlerinin eklektik ve yüzeysel biçimde birleştirilmesidir. CHP 70’lerdeki güçlü sol yükseliş boyunca sosyal demokratlığa nispeten daha yaklaşmış, ancak her zaman Kemalizm unsuru onun alttaki özü olarak kalmaya devam etmiştir. Esasen Kürt hareketi ve İslamcı hareketin yükselişinin damgasını vurduğu 90’lı yıllar ve rejimin buna yanıtı niteliğindeki 28 Şubat örtülü darbesi, bu özün yeniden belirgin biçimde öne çıkması için zemin oluşturdu. CHP o gün bugündür köklerinden gelen bu yönü her bakımdan daha da belirginleştirmektedir.

Tarihsel nedenler ve sosyalist hareketin hataları sonucu Türkiye’de siyasal bir işçi sınıfı mücadelesi geleneği ve kültürü yeterli ölçüde oluşmamıştır. O nedenle Türkiye’deki siyasal yelpazenin ağırlık noktası da dünya geneline göre daha sağda olmuştur. Yeryüzündeki belki de en korkak ve kıyıcı burjuvazinin ülkesinde böyle olmaktadır işler. Türkiye’de siyasal arena genelde sağın işgali altındadır. Kimisi Kemalizme, kimisi İslami motiflere ya da dindarlığa, kimisi faşist milliyetçiliğe, kimisi muhafazakârlığa, kimisi de liberalizme vurgu yapmaktadır.

Bu şartlar altında proleter devrimci geleneği yaratmak için mücadeleci, öncü işçilerin çok ter akıtması gerekiyor. İşçi sınıfının tarihsel çıkarları açısından solun gerçek adresi devrimci sosyalizmdir ve insanlığın tüm büyük sorunlarının çözümü de buradadır. Dünyayı anlamak ve değiştirmek isteyenlerin, tutarlı bir sol arayışı içinde olanların gitmesi gereken yer de burasıdır.



--------------------------------------------------------------------------------
 
oturan boğa nick,ini kullanan arkadaş ıma

sizi tanımıyorum fakat yazılarınızı birer olgunluk abidesi olarak hep takip ediyorum ;
ve yine kutluyorum sizi
yazınızı sonuna dek okudum fakat bu konuları çok iyi bildiğimi iddaa ettiğim halde net bir uslup kullanıp cevap yazamıyorum nedeni :ise;
solda olup o görüşü savunmanın bir ayrıcalık olduğunu ve bunun da ezilen halkın haklarını aramalarında çok etkin rol aldığını bilmenin da hi suç olduğu bir ortamda yaşıyoruz ;
yani bu ülkede ben sakat değilim ben özürlü değilim v.s ..ben sadece bazı hareketleri kısıtlanmış bir engelli bireyim diyemezsin başkaldırı diye gözaltına alınırsınız.
bu sadece basit bir örnekti yani kısaca sı solda düşünceni tam anlamı ile ifade edemezsin buna izin vermezler ......................
bu konu ile ilgili yazmak istemiyorum yoksa sevgi ile yeşeren bu güzelim site benim siyasi görüş,üm yüzünden kapatılabilir ............
 
Ben ne sağın nede solun özürlülerle ilgili bi teori geliştirmediğini düşünüyorum hatta hiç birşey demiolar özürlülüler hakkında ama sağcılar özürlülere "allah yaratmış kader" deyip geçiolar solcular ise özürlülere ayrı bi parantez açmamakla birlikte gerek proleterya diktatörlüğünde gerksede sosyalizmde kişilere yapabileceği oranda iş verilir dio bu bağlamda özürlülerde devrimle özgürleşecektir
 
Üst Alt