Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Sakatlık farkındalık olabilir mi?

kuyucak

Üye
Üyelik
15 Mar 2007
Konular
50
Mesajlar
860
Reaksiyonlar
0
ENGELLİLİK FARKINDALIK OLABİLİRMİ?

Geçen haftaydı ..
Hava kapalıydı.. Poyrazın ayazı dışarıda duranları ısırıyordu, rahat bırakmıyordu..
O sarışın geldi.. Alımlıydı, havalıydı.. Her hareketinde, ben kadınlığın tüm özelliklerini taşıyorum üstümde işareti vardı.. Oysa sahilde oturan, çay kahve yudumlayan binlerden birisiydi.. Üç aşağı beş yukarı diğerlerinden birisiydi.. Farklı olduğunu göstermek için doğmuştu o (hala aynı düşünüyorum) .. Var oluş nedenini bu farklı olmaya endekslemişti..
Açtı deniz havlusunu (pembeydi) büyük bir dikkatle ve yavaş hareketlerle kumlara serdi..
Sahilde dolandı muhteşem fiziğiyle.. Alışılmış olandan boylu, orta yaşından gençti.. Ve yine pembe bikinileriyle (siz tanga deyin) koca sahilde, topuklu pembe terlikleri üzerinde gezerken kalça hareketlerini gösterdi herkese.. Tek ve biricik olmanın bütün hazzıyla dalıverdi sulara.. Yüzdü, yüzdü, yüzdü.. Öyle bir dalıp çıkma değil, bir saate yakın daldı çıktı buz gibi sulara.. Binlerce kişinin gözlerinin kendisinde olduğunu bilmenin hazzı, mutluluğu yetiyordu ona.. Sonra kıpkırmızı olmuş teniyle sakince kurulandı, ıslak olanları değiştirdi ve geldiği gibi gitti.. Tek kişiye yakalanmadı gözleri.. Asla teşhirci değildi.. Yazı kışta yaşıyordu hepsi bu..
Çok mutluydu ama.. Herkesi imrendirdi kendisine.. Herkesi utandırdı kendi kendisinden.. Otomobillerinin kaloriferleri ve boğazlı kazaklarla oturan bizlerden farklı olduğunu gösterdi..

Herkes farklı olduğunu anlatmaya çalışıyor günümüzde.. Bilinçaltında bir yerlerde sürüleşmiş olduğumuza inanç tam.. Herkes üstelik sürü olmaktan nefret ediyor.. Ancak bu zincir kırılamıyor bir türlü.. Çoğunluk başlıyor farklılık yaratmaya.. Sürü olmaya karşı tepki bu.. Farklı olmak zorunda insanlar.. ‘’Diğer’’ leri sayılan sürüden farklılıklarını bulmaya adanıyor tüm konuşmalar ve düşünceler..
-‘’Ahhhhh ben farklıyım, bir anlatabilsem kendimi, bir ifade edebilsem.. Çok farklıyım ben çok.’’ Yada ‘’ Bir tanısan beni ne kadar farklı olduğumu anlarsın ve hak verirsin yaptıklarıma’’ Diye her fırsatta haykırılan farklı olma özlemi.. Farklı olmak, Kaf Dağının arkasındaki düşler cennetidir insanoğlunun..

Farklı olmak, farkındalık yaratmakla mümkün oysa.. Bu kişinin ve toplumun kendisine bakış açısına inanmasıyla orantılı bir şeydir.. Kendisinde olan farkındalığı kendisi ve toplum bilmeli, bilmiyorsa sezmeli, olmazsa gösterip kanıtlamalı insan.. Bu işin en güçlü olanı ise kişi bu farkındalığını yaşamalı.. Farklılık kutsal, bilgece, bilimsel ve inançsal bir şey değil oysa.. İnsanın kendini oluşturmak istediği, farklı görmek istediği yanı.. Yaşamıyla öne çıkan yönü.. Kimsenin farklılığı yarışmıyor birbiriyle.. Daha değersiz değil..

Ne dersiniz sakatlık bir farkındalık haline gelebilir mi? Doğanın ‘’bahşettiği’’, farkındalık..
Bakım derdimiz, ekonomik sıkıntımız olmasa.. İstediğimize ulaşabilir olsak, erişebilir olsak,
Sakatlık farkındalıktr bence.. Seçilen bir farkındalık olmasa da yaşanılan farkındalık diyeyim..
Bu sezgi bende çok sık gidip gelir.. Farkındalığı sevmek zorunda olmadığımı yeni anladım çünkü.. O sarışın anlattı bana bunu.. Baya bir bedel ödeniyor ve fedakarlık yapılıyor..
 
Kadın güzelliğinin farkında, farklı olduğunun farkında, onlarca, yüzlerce gözün üzerinde olduğunun farkında, farklı bir eylem içinde olduğunun farkında ama asıl farkındalık bundan farklı bir şey galiba. Çok da mutluluk ve huzur getirmeyen bir şey gibi. Gerçeklerle yüzleşmeyi, duyarlılığı, empatiyi, mutluluğu, bazen mutsuzluğu, gerçek anlamda kendini tanımayı, kendini sevmeyi ya da kendinden nefret etmeyi, özgürlüğü ya da aslında hep tutsak olduğun gerçeğini kabullenmeyi, köleliği, hiç ve tek olduğunu bilmeyi, bir şeyler bilmeyi ve aslında hiçbir şey bilmediğini bilmeyi, sorumluluğu, kaybolmayı ve kendini bulmayı, belki de kendini aramayı, hiç bulamamayı, anlamı ve anlamsızlığı, varlığı ve yokluğu, nedeni, nasılı, kırılganlığı ve duyarsızlığı, sorgulamayı, kimi zaman oluruna bırakmayı, mücadele gücünü, bazen çaresizliği kabullenmeyi…. Ne bileyim işte bir sürü şeyi beraberinde getiren boktan bir şey farkındalık.
“Cehalet mutluluktur”un tersi bir şey gibi sanki. :confused:
Kadının neyin farkında olup olmadığının analizini yapan adam bir şeylerin farkındadır ve benim yukarıda saydığım bir yığın duyguyu ve çelişkiyi yaşamaktadır her baktığında her gördüğünde. Sakat olmayan bir dost olarak şunu söyleyebilirim, “farkındalık” doğanın sakatlara bahşettiği bir meziyet değildir. Hatta bir meziyet, bir seçilmişlik alameti, çok da iyi bir şey değildir. :eek:
Ders planı yapan arkadaşlarımın birkaç tanesi (ben de dahil) bilmem hangi konuda öğrencilerde farkındalık yaratmak amacıyla plan hazırlarlar. Bırakın kardeşim farkındalık yaratmak size bize mi kalmış. Mutlu mesut yaşayan insanları uyandırmanın alemi ne. Uyuyan zihinleri uyandırmak, sürekli tetikte, farkında yaşamak kime ne fayda getirmiş.
Son cümlem işin şakasıydı. Farkında olmayan ve olmak istemeyen insanı dokuz takla atsan harekete geçirip farkındalık sağlayamazsın. Söylediklerin bir kulağından girip diğerinden çıkar.
Hem sarışının bedel ödediği konusunda çok da emin olma Kuyucak. Bu hanımın soğuk iklime ve soğuk suya alışkın, dayanıklı bir bedeni olmadığını nereden biliyorsun? Hiçbir kadın onca bakışı üzerine çekmek için soğuk suda bir saat kıçını donduracak bir bedel ödemeyi göze almaz.:D
 
Empatizan Hanım .. Sanırım ilk defa konuya bakış açısında değilde, konunun özünde anlaşamadık sizinle.. Sanırım benim eksikliğim, tam açıklayamadım konuyu.. Ben baştan kesin önermeleri olan ve bunu dayatan bir adam değilim.. Adı üstünde burası düşüncelerin paylaşıldığı ve tartışıldığı bir yer.. Ancak tartıştığımız konunun özünde anlaşabilmek için kavramları didikleyelim önce;

-Sanırım Farkındalık kavramı kafamızı karıştırdı, birbirimizle olan iletişimi kesti..
Siz bu kavramı olayları enine boyuna, hatta geçmişiyle ve nedenleriyle bilmek, anlamak olarak algılamışsınız.. Belki de doğrusu bu..

-Oysa ben uzun uzun Farkındalığı çağımızın sürüleştirilmiş, sıradanlaştırılmış insanının bir karşı tepkisi, çıkışı olduğunu anlatmıştım.. Çağımızda yaşayan herkesin ama herkesin temel derdi sıradan olmadığını kanıtlamaktır günümüzde.. Sıradan değil de farklı olmak bir karşı çıkış, bir eylem biçimidir..
Başbakanlar da, Cumhurbaşkanları da, Profesörlerde, Sanatçılarda bu psikoloji içinde kıvranmaktadırlar.. Kimse sıradan biri olmayı kabul etmemektedir.. Farklı yönlerinin olduğuna inanmakta ve farklılıklarını yaşama geçirme çabası içinde olmaktadır.. İşte benim anlatmaya çalıştığım Farkındalık tutkusu budur.. Başka bir kavram bulamadım.. Sizde hiç olmayı filan düşündüğünüze göre bu farklılaşma duygusuna yabancı değilsiniz sanırım..

-Ayrıca engelliliğin bahşedilmesini tırnak içine almıştım.. Sanırım o alaycı kelime yerine ‘’doğanın zorunlu kıldığı’’ demeliydim.. Ben sakatlığı bırakın meziyet olarak görmeyi, engelliliğe nefretini en açık ifade edenlerdenim.

-Dediğim gibi düşüncelerimiz ayrı gibi dursa da aslında hiç ayrı değil.. Sanırım ben olayı anlatmakta zorlandım.. Ortaya koymakta zorlandım.. Ben zorunlu olan bu farklı yaşam biçimine,( gönüllü olmasa da) uygun ruhlar peşindeyim.. Farklı olmanın, ayrımcılığa uğramanın bir temel taşı olamayacağını anlatmaya çalışıyorum.. Farklı olmak için çıldıran Dünya’da farklı yaşam biçimlerine sahip olmanın çok yadırganmaması gerektiğini anlatmaya çalışıyorum ..

Not: O kadın belki Rus belki Alman belki Fransız.. Belki İstanbul’lu .. Fakat buranın yüzde altmışı bunlardan oluşuyor artık be Empatizan.. Sahildeki bin kişinin en az beş yüzü o dediğin ülkelerden gelen’’ vatandaşlarımız’’ artık..
Not 2: Farkındalığa bilme deliliği, farklılaşmaya ise kaçma deliliği desek olurmu acaba? Fakat başka dillerde vardır mutlaka bunların tam karşılığı..
Not 3: Kibarlığımı alaycılık olarak algılamayın lütfen..
 
Sevgili Kuyucak,
İkinci yazınızdan sonra, farklılık (başka, ayrı, değişik olma hali) ve farkındalık (şuurlu, bilinçli, uyanık olma hali) sözcüklerini farklı olarak algıladığımızın farkına vardım ve söylemek istediğiniz şeyi şimdi daha net anladım.

Yazınızın sonundaki nottaki tanımlara bakılırsa :
Not 2: Farkındalığa bilme deliliği, farklılaşmaya ise kaçma deliliği desek olurmu acaba?
farkındalık ve farklılaşma arasındaki farkın siz de farkındasınız.:)
Buna rağmen sıradan birisi olmayı kabul etmeme, farklı yönlerinin olduğuna inanma ve farklılıklarını yaşama geçirme çabası içinde olma hallerini farkındalık tutkusu olarak izah ediyorsunuz. Haklı olabilirsiniz zira aidiyet kodlarına meydan okuyarak farklı düşünmek, farklı konuşmak, farklı giyinmek, farklı davranmak her babayiğidin harcı değildir. Muhtemelen farkındalığı da beraberinde getirir. Tabii bu durum, her farklı olanın ya da bilinçsizce farklı olma çabası içinde olanın farkında olduğu anlamına gelmiyor.

Engellilerin bedensel farklılıkları, engeliyle paralel olarak algısındaki seçiciliği ve bazı konulardaki farkındalığı elbette artırır. Farklı davranış, düşünce ve yaşam pratiklerini beraberinde getirir. Gözleri görmeyen bir insanın diğer duyularını daha iyi kullanması gibi ya da engelle birlikte toplum içinde var olabilmek için neler yapılması gerektiğine kafa yormak gibi…

Şahsi kanaatimce, engelinizle fark yaratmak için yapılacak en güzel şeylerden birisi de engelliler düşünülmeden oluşturulan çevre koşullarının değiştirilmesi ya da toplum içinde engellilerin de eşit şartlarda yaşam koşullarına sahip olduğunun benimsenmesi adına bir farkındalık sağlamak olacaktır. Ancak, hayatında bedensel bir engelle ya da engelliyle karşılaşmamış insanlarda ve toplumda bu farkındalığın oluşturulması babında neler yapılabilir’e kafa yormak için farklı olmak yetmez. Bu konuda bilinçli, sistemli ve programlı olarak mücadele vermek de farkındalığı gerektirir.
Farkı fark eden farkında insanların farkına varmak dileği ile…:)
 
Pasamana verdiğim yanıtın anlamı kalmadı.
 
Sanırım farklı olma çabalarının ne boyutlara vardığını anlatacak binlerce örnek vardır yaşadığımız çevrede.. Çoğu çılgınca olabilir.. Bir çoğu başarısız olabilir.. Deneyenleri komik hale sokabilir.. Ancak sürüden olmayı kendine yediremeyen insanlar, sürüden kurtulmanın yollarını arıyorlar..Bir konuya açıklık getirmek gerek.. Sürüden olmak ile sıradan olmak ayrı şeylerdir.. Sıradanlık aslında yadsınması gerekmeyen bir durumdur .. İnsanız alt tarafı.. Sıradanlık türünün tüm özelliklerini üzerinde taşıyıp yaşayabilmektir.. Oysa sürüden olmak güdülmeyi, kodlanmayı, belirlenmişliği kabul etmek anlamına gelir bana göre.. Sürüden olmayı, uyum sağlamak , akıllılık olarak görebilir insan.. Fakat bu belirlenmiş yaşamın kendisini mutsuz ettiğini hissetmesini engelleyemez ..

Yani öyle bir paradoks var ki insanı zorluyor.. Bir yandan sürüden olmak zorunda insan.. Toplumun ona verdiği nimetlerden yararlanmak için.. Öte yandan sürüden olmanın, belirlenmişliğin, onu mutsuz ettiğini biliyor.. İkisinden de kurtulması mümkün değil.. Birey burada belirlenmişliği kırmanın değişik yollarını arıyor.. Fakat her bireyin düşüncelerinde bilerek, bilmeyerek bu düşünce çok temel roller oynuyor.. Yabancılaşmayı farklılaşarak kırma çabası diyelim de havalı bir tespit olsun..

Sakatlık elbet bir farklılaşma aracı olamaz.. Bu seçim değildir her şeyden önce.. Bizi doğanın zorladığı bir farklılaşma şeklidir.. Ancak sonuçta gene de farklılaşma nesneldir.. Şu anda sakatlığa toplumun bakış açısı, onu yaşayanlara hep olumsuz önermelerle yaklaşması, hatta aşağılaması, dışlaması bu nesnel farklılaşmayı düşünsel olarak bizimde kötü olarak algılamamıza neden olmaktadır..

[SIZE="1"]Yanlış hatırlamıyorsam, bu farklılaşmayı yaşamak için insanların kendilerini bilinçli olarak sakatladıklarını duymuştum.. Omurlarını kıran insanlar olduğunu duymuştum .. Amacım sakatlığı kutsamak, istenir hale getirmek değil.. Ancak nesnel olan bir farklılaşmadır,yaşam biçimidir bizler için.. Bizde bu bedeni başka türlü düşünebiliriz toplumdan farklı olarak[/SIZE]
 
Kuyucak arkadaşım, bir kadının sahilde salına salına yürümesini, sonra da sulara dalmasını bir erkek bakış açısıyla dile getirmiş! Bunu da kadının farklı olmak istemesine bağlamış. Zaten herkes birbirinden farklıdır arkadaşım:J)) Yazı kış da yaşaması farklı olana kilitlenmesinden mi? Yoksa, kendi bireyselliğini yaşamak istemesinden mi? Şimdi, ben de sana öyle bir kurgu yaparım ki, sağlıklı yaşamak için, soğuk su da yüzmenin keyfini anlata anlata bitiremem!

“Herkes farklı olmaya çalışıyor günümüzde “ lafı çok iddialı bir laf. Aksine, çoğunluğun, uyuşturulmuş, resmi eğitim sistemiyle tek tipleştirilmiş, sorgulamayan, düşünmeyen, geleneksel kalıplar içinde düşünen bir yapıda olduğunu düşünüyorum.

Eğer bizler, uyuşturulmasaydık, Gazze’yi bombalayanlara, Irak’ı işgal edip sömürenlere başkaldırır, suskun kalmazdık.

Eğer bizler, tektipleştirilmemiş olsaydık, bu kadar duyarsız olmazdık.

Eğer bizler, ormana bakıp gerçekleri görseydik, dünyada bu kadar açlık ve yoksulluk olmazdı.

Aksine, toplum olarak, yeti yitimine uğruyoruz. Öyle bir yozlaşma var ki toplumda, cehalet yükseliyor, insan bilinci dumura uğratılıyor.

Farklı olmakla farkındalık ayrı şeyler… Sanırım bu başlıkta bunlar birbirine karışmış.

Farklı olmak, ayağımda cihazımla mini etek giymek ise, ben almayayım:J)) Farklılaşmak, erkeğin bakışlarını okşamak ise ben almayayım:J)) Farklılaşmak, burnuma, ağzımın kenarına piercing takmak ise, ben almayayım:J))

Eğer, farklı olmakla farkındalığın ayrımını yapacaksak, düşüncelerimin özgürleşmesi beni ben yapan özelliklerimden biridir. Sonra da o farklındalık beni, aklın egemenliğinde, insanlık yürüyüşüne taşıyorsa, farkındalık, sel olup almak, güneş olup ısıtmaktır. İşte buna varım.

Benim farkındalığım, bir sakat olarak, bedenimi tanımamdır. O bedeni sevmemdir. Kamburumla, yamuk ayağımla, kısa boyumla, şaşı gözümle varım. Asla bedenimden utanmıyorum. Asla var olan güzellik anlayışına göre, kendime bir anlam biçmiyorum. Çünkü, beni ben yapan nitelikler, benim görünüşüm değil. İşte bunun farkındayım.

Cüceysem, topalsam, felçliysem, bir insanın beni böyle seveceğine inanıyorum. Ben de öyle bir insanı sevebilirim. Kendimi böyle kabulleniyorum. İşte budur farkındalık. Ne güzel ya! Birey olarak bana dayatılan tüm paradigmaları yıkmak farkındalık ise, ( ki, öyle) o paradigmalara tüm içtenliğimle başkaldırıyorum. Başkaldırıyorum.

Sömürüye, haksızlığa, adaletsizliğe, eşitsizliğe başkaldırıyorum. Beni zincirleyen, popüler kültüre, metalaşmaya, düzeysiz ilişkilere, erkek egemen kültüre başkaldırıyorum.

Hani, kimileyin, bilmenin insanı mutsuzluğa sürüklediğini de düşünmüyor değilim. Empatizan’ın dediği gibi… Ama eğer yaşamda acı da varsa, o acı da insanı buluyorsam, o acıyla yüzleşerek yüreğimi daha da sağlamlaştırıyorsam, kendimi yeniliyorum demektir.

Galiba, farkındalık da, önemli olan, insanın kendisini tanıması… Farkındalık, yaşam yürüyüşünde hep yolda olmaktır. Hani, kimileyin, korkularım, acılarım, öfkelerim, yoluma bir dev gibi dikilse de, kendimle tartışarak, kendimle konuşarak, yeniden… yeniden… kendimi oluşturmamdır.

Farkındalık, bir atomun çekirdeği gibidir. İnsanın hep kendini biçimlendirmesidir. Sonra da insanlığa bir değer katmaktır.
 
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]KODLANMA KUTSAL DEĞİLDİR..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3] [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Vatan.. Millet… Sakarya..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bu slogan benim öğrencilik dönemlerimde sağ görüşlüleri hafif küçümser bir tarzda sol görüşlüler kullanılırdı.. Şöyle düşünülürdü;[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Kodlanmış düşüncelerin duyunca uyandıkları ve birbirine mesaj verdikleri bir paroladır bunlar.. Elbet sağ görüşlülerinde solcular için kullandıkları alayımsı sözler vardır.. Ancak bu sözlerin asıl sahibinin iktidar sahipleri olduklarını anlatmaktı amaç.. Bu düşünceler iktidar sahipleri tarafından pompalanırdı. Bazı duygu ve düşünceleri kaynata kaynata kaynatsanız sonuçta o yoğunluktan üç kelime çıkar.. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Vatan; Vatan caddesidir..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Millet; Millet caddesidr..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sakarya ; Sakarya caddesidir.. Bu caddeler ise yan yana sıralanmıştır..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bu günlerde bu kodlanma yine bu günkü iktidar sahipleri tarafından tu kaka oldu.. Hatta yanına bir kelime daha eklendi.. Vatan.. Millet.. Sakarya.. Ergenekon..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3] [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Kodlanma bittimi? Tam tersi bitmek yerine başka kodlanmalar var şimdi..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Filistin.. Gazze.. Kudüs.. Bunlar üç cadde değil.. Fakat buradaki işlevi Vatan, Millet ve Sakarya’dan farksız değil.. Ezilen bir ulus, bir şehir ve kutsal bir camiden öte değil mi işlevi?[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bu kodlanmalar ile pompalanan düşünceler kutsal şimdi..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3] [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sevgili Monalisa; Kodlanmaya karşı olduğunuzu biliyorum..Yukarıda verdiğim çok kısa tarihimizdeki toplum kodlanması örneğinde olduğu gibi toplumun yada bireylerinde bu kodlanmaya karşı çıkışları olacaktır.. İnsanın temel özelliği budur.. Sizin verdiğiniz mesaj daha çok olumlu farkındalık üzerinedir.. Bu karşı çıkış olumlu ise yanındasınız.. Olumsuz ise o farkındalıkların karşısındasınız.. Şimdi şu iki örnekteki toplumun kodlanmasının ardında neler var demek elbet insana yaraşır.. İlk örnekteki kodlanma sonucu Gizli Cuntalar kuruldu ülkemizde.. Şimdi ise Irakta ölen kardeşlerimizin ne suçu var? Üstelik daha çoklar.. Öldüren farklı olabilir mi desem bildiğin cevabı bana sorma diyecek herkes.. Peki bunlara karşı ileri sürülen (anti kodlanma-sol düşünce) her düşünce doğrumudur desem? Cevabı ne gezer olacaktır.. İşte durum tespiti için kodlanmaya karşı çıkış vardır.. Olumlu olan ise olumsuz olanlardan azdır şimdilik..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3] [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İktidar/toplum her gün pompalıyor sakat kötüdür/anormaldir/sorundur/ölümden beterdir diye.. Buna karşı güçlü bir söylevimiz olmalı bizim.. Elbet olumlu olsa farkındalık daha güzel olur..[/SIZE][/FONT]
[SIZE=3][FONT=Times New Roman]Sonuçta ip üstünde yürüyen cambazdan daha mı kolay çift cihaz çift değnekle 4 kat merdiven inmek.. Daha mı az saygın tekerlekli sandalye ile İstanbul trafiğine çıkmak.. Daha mı az korkutucu bir görmezin kaldırımlarda yürüyebilmesinden.. Ayakları ile resim yapmaktan niye daha saygın sayılıyor cambazlık? [/FONT][/SIZE]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3] [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Farkındalık yaratarak farklılaşmak elbet en ideal yol..Ancak herkese yol göstermek şart olsa da başka yolları deneyenleri de küçümsemek yanlış.[/SIZE][/FONT]
 
Valla! Bir kodlanmaya takılmışsın gidiyorsun Kuyucak! Demek benim yazdıklarım sen de bu çağrışımları yaptı. Olabilir tabii ki… Algıda seçicilik…
Nerde bir savaş varsa, barışın yanındayım. Nerde ezen varsa, ezilenin yanındayım. Nerde haksızlık varsa, haklının yanındayım. Ben kısaca bunu demek istemiştim. Gittikçe insani değerlerden uzaklaştığımızı söylemek istemiştim. Şu an, ne günümüzdeki politik sorunlara ne iktidarlarla diğer kurumlar arasındaki çatışmaya girmek istiyorum. Sitede yine bir kör dövüşünün içine girmiş insanlar… Herkes kendinin haklı olduğunu söylüyor… Kim haksız onu çıkaramadım henüz::):)))
Hangi düşünce olursa olsun, insanlar düşüncelerini özgürce ifade edebilme özgürlüğüne sahiptir. Her türlü kısıtlamayı, her türlü yasaklamayı 21. yüzyıl Türkiye’ne yakıştıramıyorum. Tüm yaşananlar beni üzüyor açıkçası… Ama bizler, tartışma biçimini öğrenemediğimiz sürece, bu olumsuzluklar hep yaşanacak anlaşılan…
Hayır, hayır… Nerden çıkardın anti-kodlanmaya karşı çıktığımı? Birisi eğer, yaşasın kötülük diye bağırıyorsa, bana kendi düşüncesini temellendirmesini isterim. Aksi bir tutum içine girersem, bu mutlakçılık olurdu. Ama eğer, karşımdaki insan, düşüncesini temellendiremiyorsa, her düşünce de doğrudur gibi bir yargıya varmak saçma olurdu.
Örneğin, şimdi aklıma geldi. Depresyona girmek, kötüdür. Ama o sıkıntılarımız, bunalımlarımız, aslında bir silkinme isteğidir. Ya da demek ki, yaşamda mutsuz eden bir şey var bizi… Öyleyse, o mutsuzluğu gidermek için bir arayış içine gireriz. O arayış ise, kendimizi daha derinlere çeker… O derinliklerdeki çeşitlilik çoğaltır bizi… Eğer, mutsuzluğu bilmiyorsak, mutluluğu nasıl tanımlayacağız?
Gelelim sakatlık boyutuna… Evet, haklısın… Ben bu sitede söylediğin konular üzerinde, Oturan Boğa’yla, Rekü’yle, seninle, Baben’le oldukça düşünce antremanı yaptım. Hani, dürüstçe söylemek gerekirse, “sakatlık sorundur” diyerek düşüncemi savunsam da, “acaba yanılıyor muyum” demeyi de kendime sormayı ihmal etmedim. Artık şuna inandım ki, ezber bozmanın zamanı gelmiş de geçiyor bile… Evet, haklısın…
Ne güzel yaa! Birileri benim düşüncelerimi paramparça ediyor… Evet, haklısın… Demek ki, karşı düşünceyi savunanlar, farkındalık yaratmışlar ben de… Ne güzel bir sevinç… Farkındalığın farkını seviyorum!
Sakatlığı bana öğretileri gibi yaşamayacağım diye haykırmak geliyor içimden… İşte farkındalık… Değişiyorum… İşte farkındalık… Farkındalık karanlık bir odadan aydınlığa çıkmak demek… Tabii ki, farkındalık bizlere öğretilen kalıpları kırmak demek…
 
kısaca bence..kısının bakıs acısına baglıdır...
 
Sevgili Monalisa;

Sitedeki kör dövüşleri severim ben aslında.. Ancak kavga yumruk yumruğa olacak.. Karşındakini öldürmek olmayacak amaç.. Yok olmasını, küçük düşmesini istemek olmayacak. Sadece dövmek olacak amaç ve karşındaki ne kullanıyorsa sende onu kullanacaksın.. Tekmeye tabanca çekmeyeceksin ve yumruk almayı baştan kabul edeceksin.. Oradan uzak duruyorum o yüzden.. Kavga ile çirkeflik bir ayrılsa birbirinden kavga güzeldir..
Fakat sana bir şey söyleyeyim herkes istediğini alır ve bildiği türden dövüşür.. Deki bizde burada kendimizle kavgadayız, amaç bir adım ileriye gitmek için kendimize yol aramak..

Hatırlarmısın bilmem bu sitede senle ilk tartıştığımız konu, Cüce bir Ressamın hayatından yola çıkarak acının Sanata katkılarıydı.. Acı insanın içinde yoğrulur.. Bu acı insanı pişirir.. İnsan bu acıyı estetik bir biçimde dışa vurursa da en güzel sanat eserleri ortaya çıkar.. Yani acının insana kattıklarıydı konu.. Sakatlıkta acının en katmerlisini, en çifte kavrulmuşunu vermez mi sakat insanlara.. Gelmiş geçmiş tüm sanatçılar ve düşün adamları içinde mutlaka acıyı ezberlemek vardır hayatlarının bir bölümlerinde.. Ancak bu acının kaynağı illa fiziksel değildir.. Ruhsal yada fiziksel acı çok şey katmıştır onlara.. (Ben aslında bu düşünceyi hala tartışırım kafamda.. Doğrudur acı çok şey katar insana.. Fakat acıyı dışa vurmak yada ona karşı çıkmak üzerine odaklanmamalı sanat ve düşün dünyası.. Burada başka odak noktaları da olmalı bence.. Güzellik, sevgi vs diye zırvalamak istemiyorum şimdilik, o ayrı bir konu)

Peki acının uzmanı olan sakatlar arasında niye bu kadar az sayıda düşün ve sanat adamı çıkar? Eğitim ve kültür seviyesi düşük diye ezbere cevaplar vermeyin lütfen.. Bence sakatlığa bakış açıları iktidar ve toplumun gözünden de o yüzden.. O acı ona bir şeyler katmıyor.. Onu eziyor, kendisinden iğrendiriyor.. İşte sakatlığın farkındalığına /farklılaşmaya böyle bakıyorum ben.. Sakatlık evet acıtır.. Ancak ona duyulan nefret olumlu bir enerjiye dönüşebilir.. Ondan alınan güç (Acı bile olsa) olumlu bir farklılaşmaya dönüşebilir.. Yeter ki iktidarın ve toplumun FAZLALIK bakışını gömsün.. Kendini yaşama göre konuşlandırsın.. Rahatlasın.. Sonrası her şart altında bu günkü durumdan daha iyi olacaktır..
 
Yoğun olduğumdan dolayı yazdıklarına ancak bu gün yanıt verme olanağım oldu.

Aslında kavga da bir çeşit farkındalıktır. Çünkü o da beyinler arasında yapılan bir çatışmadır. Çatışırız çünkü, karşımızdaki kişiye haklı olduğumuzu kabul ettirmeye çalışırız. Çatışırız, çünkü, karşımızdaki insanın yanlış anladığını düşünürüz. Ya da ne bileyim, doğruyu ya da yanlışı aramak adına bir yargıya varmak için tartışırız. Benim tercihim, en son söylediğim.

İçinizde Platon’un diyaloglarını, Menon’u, Sofist’i, Theatitos ya da Devlet’i okuyan var mıdır? Eğer, varsa, onlar bilirler. Platon çoğunlukla diyaloglarında hocasını konuşturmuştur. Sokrates’te doğurtma yöntemiyle karşısındaki kişiyi yaşamı sorgulamaya çağırır. Çok zevklidir bu diyalogları okumak… Çünkü, başta size gelen bir doğru sonda artık yanlış olup çıkmıştır karşınıza…

Ya da diyalektikle bir oyuncak gibi oynamak… Aristo, Metafizik’te düşüncelerinizi altüst eder. Başta bir tezi her açıdan doğrular. Bu tezin doğruluğuna inandığınız bir anda o tezi çürütüverir sonunda. Belleğiniz altüst oluverir o anda. Bu düşünüre hayran olmak elde değildir. Aristo, günümüzden bile kimi yönlerden çok ilerdedir. Geri yanları olmasına karşın… Tabii, bir filozofu kendi şartlarında değerlendirmek gerekir. Günümüzden bakarak o kişiyi değerlendirirsek yanılırız.

Kısaca söylemek istediğim, ben beyinler arası fırtınaları seviyorum. Ama, kargaşanın egemen olduğu ortamları sevmiyorum. Bu ortam ben de negatiflik duygusu yaratıyor… Bir yönetici “ ben haklıyım, ben asarım, keserim” deyip tiranlık yapıyorsa, bir üye de “ yalnızca kendi egosunu doyurmak için bilgisayarın başına geçip ahkam kesiyorsa, düşüncelerinin bir temeli yoksa, özgürlüğü kendi sınırları içinde algılıyorsa” her ikisi de yanlıştır bana göre…

İstanbul beyaz örtüler içinde temizliği, masumluğu anımsatıyor bana… Bir zamanlar kar yağdığında yüreğim güp güp atardı… O masumluğunun farkına bile varmazdım… Çünkü, kar yağdığında yürümek benim için dipsiz uçurumlara dalmak gibi bir şeydi… Her adım attığında yerin altından kaydığını duyumsamak… Her adımda bir işkence… Ve… ben bir türlü amirlerime yaşadığım duyguları anlatamazdım… Anlatırdım da, onlar anlamak istemezdi… Abarttığımı düşünürler ya da işten kaytarmak istediğimi sanırlardı… Şimdi, işe gitmiyorum… Evde karın yağışını izlemek kadar güzel bir duygu yok… Hele de çocukların oynayışlarını izlemek… Masumuyetinin yitirilmediği dünyanın keyfini çıkarmak bir çay eşliğinde… Sonra da huzurun en yüksek tepesine çıkarak bir dostla sohbet etmek tatlı tatlı... Nerden nereye geldim? Sahi tüm bunları niye yazdım? Aslında şunu demek istiyorum… Ben, karda yürüyemediğim konusunda amirlerimde bir farkındalık yaratamadım. Ya da onların işlerine gelmedi. Ama bu sorunumu derneğe gittiğimde yöneticilerle konuştum… Bireysel olarak elde edemediğimi kitlesel olarak yaptığımızda rahatladık… Demek ki, örgütlü olmak gerçekten önemli…

Evet, dediğin ressamı anımsadım. Lautrec’ti… Kendisi izlenimciydi. Sanatta gösterişe başkaldırıyordu. Kuşkusuz, sanat çok katmerli bir yapıdır. Burada sanatın ne olup olmadığını tartışacak değilim. Ancak, dediğin gibi, yaratıcılık da, acıların dışavurumu o katmerli yapılardan yalnızca biridir. Ancak, acıyı niceliksel olarak birbirleriyle karşılaştıramayız. Sakat bir insan sakat olmasından dolayı acı çekiyorsa, sağlam bir insan da, yaşam koşulları nedeniyle birçok konuda acı çekebilir. Sakatın yaşadığı acı daha ağırdır gibi bir düşünce gerçekçi olamaz sanırım.


Nasıl Gorki, küçük yaşta öksüz kalıp büyükbabasının despotluğundan etkilenmişse, Bodler, nasıl annesinin bir başka adamla evlenmesinden etkilenip acı çekmişse, gerçekliği düşsel bir dünyada aramışsa, nasıl Diriliş’te Tostloy, Nehludav’ın kendisiyse, Lord Byron’ın topallığından utanıp sıkılması arasında bir ayrım yoktur. Yaratıcılığın bir yönü, çektiğimiz acıların dışavurumudur. Sanat, bir tür arınmadır. Ama yaratıcılığın ya da sanatın tümünü oluşturamaz.
Bence, birçok engelli düşünür ya da sanatçı var. Örneğin, Rosa Luxemburg. Aksak, kısa boylu bu kadının Lenin’le tartışmaları onun belleğinin ne kadar da aydınlık olduğunun bir göstergesidir. Yine, sosyalist düşünceye getirdiği katkılarda yadsınamaz. Keza büyük ressam Frida Kahlo var. Yine Şekspir’in sakat olduğu söyleniyor. Stephan Hawking, Lincoln, Necati Tosuner, Yılmaz Uçar ve aklıma gelmeyen bir sürü isim var. Bu açıdan senin değerlendirmelere katılmıyorum ben…

Özellikle edebiyat ve düşün dünyasına katkı yapan yazarların yaşamlarını okuduğumda yaşadıkları zorlukları gördüğümde etkilenmeden duramıyorum. Örneğin, Oscar Wilde, Schiller, Goethe gibi…

Senin söylediklerini Adler, söylemişti zaten… Türkiye’de yaşayıp da sakatlıktan etkilenmeyen kimse var mı acaba? Tabii ki, hayır. Bunun adı aşağılık duygusudur. Bu duygu ise, itici bir güçtür. İnsanı başarılı olmaya doğru yönlendirebilir. Bu düşünceyi yadsımıyorum.

Bence, sakatlığa olumsuz bakan toplumun ve iktidarın niçin böyle baktığının çözümlemesini iyi yapmak gerekiyor. Yoksa kendi kendimize bir düşman yaratmış oluruz. Sanırım, nefret duygusunun getirdiği güç bu forumlarda tartışılmıştı. Ben her ne kadar olumlamasam da, nefret duygusunun senin dediğin gibi bir yönü de olabilir.
 
Bir yarışma programı oldu, iki kişi çıktı ve kaç gündür bu olayı düşünüyorum..

Yetenek sizsiniz Türkiye Programından bahsediyorum.. Oraya katılan iki kardeşimiz var engelli olan.. Ayrıca birde Güzellik yarışması var Diyarbakır’da yapılan.. Şimdilik onu sonraya koyuyorum ..

Farklılık yaratmak,(felsefi ve ideolojiye sığınmadan ve de öğretici olmaktan bir anlık vazgeçerek) sıradan insanlardan farklı bir yönünü geliştirmek/göstermek/yaşamak ise bu arkadaşlarımızın yaptığı buna şıp diye uyar mı? Aslında ayrı ayrı bakmak istiyorum olaya..

Dans yarışmasına katılan Berker’i uzun zamandır tanırım ve dansa o yarışmaya katılmak için değil sevdiği için başladığını/yaşadığını biliyorum.. Farklılıkmıdır yaptığı?
Bence farklı olmanın dorukları vardır ya, o doruklardan birisidir yaptığı.. Sağlam insanlar belki olayı tam algılayamadı.. Ancak OF lu insanların yerde tek elinin üstünde o hareketleri yapabilmesi ‘’ dağda duvardaki çadırda yaşamaktan’’ daha zor ve farklıdır bence.. Üstelik yeteneklidir de.. Yetenekli olmak zaten farklı olmanın temel kriteri değil mi ülkemizde?

Bilal’in yaptığı farklılık mıdır ? Sanırım üst bölümde açıkladım.. Ülkemizde yetenekli olmak farklı olmanın temel kriteri.. Bilal yeteneklimi? Bence evet.. O yarışmada ona oy vermeden çok önce ‘’Sevdiğim kız bana abi dedi’’ şarkısı epey bir ilgi toplamıştı.. Fakat bu olayı Ajdar’a benzetmeyin.. Acıma duygusu vardı da demeyin.. Sempati ile acıma çok ayrı kulvarlardır.. Acıma bir anda nefrete de dönüşebilir.. Ayrıca onların farklılaşma çabaları normalleşmeyi getirmedimi kendi hayatlarına sonuçta.. Berker o dansları kendi başına değil sevilen bir grupla yapıyor Antalya’da.. Bilal’de paylaşım sitelerinde silah zoruyla seyrettirmiyor kendini.. En önemli konu ise bu arkadaşlarım sakatım diye ağlamayı bırakıp toplum önüne çıkıyorlar.. Hem de sağlam insanların bile kolay kolay cesaret edemediği bir kulvarda oluyor bu olay..
Sonuçta bu arkadaşlarımız kendi farklılaşmalarını yaratıp bir farkındalık yaratmışlarıdır.. Tebrik ediyorum kendilerini ve gözlerinden öpüyorum..
NOT; Berker’e yemek borcum oldu.. Öyle beleş tebrik etmekle olmaz bu iş.ona göre..
 
[FONT=Verdana]Ben Acun Ilıcalı’nın engellileri ya da yoksul insanları kullanarak buram buram ajitasyon kokan programlarını izlemiyorum. Ama birkaç kez izleme olanağım olmuştu. Yalnızca izlenme oran artışını sağlamak için yapılan, insana hiçbir kazanım sağlamayan programlar… Üstelik, engellileri bir nesne gibi kullanıyor. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Onun için dediğin kişiyi tanımıyorum. Ne yaptığını da bilmiyorum. Ancak, bu olaydan yola çıkarak, farklılığa ne gibi bir anlam yüklediğini de tam olarak algılayamadım. Sence, farklı olmak, benzer olmama durumu mu? Zaten her insan birbirinden farklı değil midir? Hepimiz birbirimizden, gerek fiziksel gerekse kişilik özelliklerimizle ayrıyızdır. Ayşe, güzel resim yapar. Ben de, güzel yemek yaparım. Mehmet, iyi dans eder. Leyla, iyi bir konuşmacıdır. Her insanın başarılı olduğu ya da olmadığı işler vardır. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Ben senin dediğin farklılaşma çabasına insanın kendi bireyselliğini kazanması ve yaşaması diye bakıyorum. Ha! Senin dediğin şuysa eğer… “ Bak! Bu toplumda engellilerin dans edemeyeceklerine inanılıyor. Biri de çıkıp bu önyargıları tuzla buz ediyor. “ Vay be! Demek, onların da yetenekleri varmış.” “ Demek onlar toplumun “çingeneleri “ değilmiş.” Bu bakış açısı bile toplumun vicdanını temizlemeye yetiyor. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Kaldı ki, ben kimi yetilerimizin doğuştan geldiğine inanmıyorum. İnsan, tüm yetileri içinde barındıran bir varlıktır. Yalnızca, uygun koşulların bir araya gelmesi ve bireyin ilgi alanlarıyla bağlantılı olarak o bireyin kendini geliştirmesiyle ilgilidir. Bizlere yıllarca, bale yapmanın, şarkı söylemenin, yazı yazmanın yetenekle ilgili olduğu söylenip durdu. Bu kalıplaşmış düşünceler, belleklerimize atılan bir sultadır. Bu sultayla bilinçlerimiz körleşiyor. Öyle ki, böylece sanatsal faaliyetlere giden tüm yollar kapatılıyor. Kaldı ki, Acun’un hazırladığı programın sanatsal bir içeriği var mı yok mu onu da bilmiyorum. Sanırım, gösteri amaçlı bir program olmalı… [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Eğer, kimi faaliyetlerde engelliler başarılıysalar, bu başarıları medyadaki gösteri amaçlı programlarda yüceltiliyorsa, hem medya o engellileri kısa süreliğine de olsa, kahramanlaştırarak kullanıyorsa, bu 21 yüzyıl Türkiye’nin ayıbıdır. Kendim adıma söylüyorum. Ne kahramanlaştırılmak istiyoruz. Ne de acıma duygusuyla karışık popülizm malzemesi olmak istiyoruz. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Kaldı ki, her birey tektir. Biriciktir. Ancak, her bakımdan eşit düzeyde olanlar birbiriyle yarıştırılır. Bu da işin ayrı bir boyutu tabii ki… [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Güzellik yarışmaları denince de, üzülsem mi, gülsem mi bilemiyorum. Bir kadın olarak, ne engelli kadın, ne “sağlam” kadınların kendilerini metalaştırmasını da "çirkinlik" olarak nitelendiriyorum. [/FONT]
 
Metin Şentürk geldi aklıma..
Görmezler Dünya rekorunu kırdı yaa geçenlerde..
Sonra düşündüm; Bu adamın ortalığa koyacak nesi var körlüğünden başka.. Yani bir farkındalık yaratmış.. Bu yarattığı farkındalık sakatlıkla o kadar iç içeki.. Her özelliğinin başında görmez var.. Görmez ama udiiii... Görmez ama şarkıcıııı.. Görmez ama ne kadar neşeliiiii... Görmez ama kendisiyle alay edebiliyorrrr.. Kendisiyle barışıkkkkkkkkkk...
Tüm niteliklerin başındaki görmezi kaldırsak sanki ortada Metin Şentürk kalmayacak..
Bir örnek bu bence sakatlığın farkındalık yaratmaya yarayacağına.. Ancak olumlu yada olumsuz olduğuna siz karar verin..
 
Eğer farkındalığı Acun Ilıcalı gibi kişiler yapacaksa hiç yapmasın. Evet sakatlık farkındalıktır ama doğru yapılırsa doğru anlatılırsa. İçinde ajitasyon olan yada çıkar barındıran bir davranış asla doğru farkındalık olmadığı gibi engellileri yalnış tanıtılmasına ve o kişinin rencide olmasına neden olabilir oluyorda zaten...
 
Üst Alt