[FONT=Arial][FONT=inherit]Melek Kalem
Hür Bakış
[/FONT][/FONT]Tamam, anladık daha anne karnında sakat olduğumu/sakatlığı tespit ettiniz. Peki, niçin dünyanızda bana yer olmasın, söyler misiniz? Sağlam olsam pasaportsuz giriş hakkım var dünyaya. Peki, sakatım diye yüzleriniz niçin asılıyor? Niçin kahredici bir felaket gibi karşılanıyorum?
Kusura bakmayın ama bu kahredici felaketi size -sakat bir çocuk olarak- asırlardır yaşatıyorum. Biliyorsunuz önceleri anne karnındayken sakat olduğum tespit edilemiyordu. Pasaport kontrolü gibi bir imkân yoktu ellerinde yani. Peki, serbest dolaşma hakkımı veriyorlar mıydı? Hayır.
Olmadık yöntemlerle geri postalanıyordum. Ormanda tek başıma da bırakıldım, kuyuya da atıldım, yakıldım da. Bir sürü saçma yöntemle geri iade edildim durdum. Başarılı oldular mı peki? Elbette hayır. Dışarıdan anlaşılmayan bir rahatsızlığım varsa baya da cirit atma şansı buluyordum. Anladıkları an tekmeyi yiyordum tabi. Ruhuma giren şeytanı çıkarmak için postaladılar mesela. Deliymişim, bir sürü acayip kılıkta dolaşırmışım, acayip bir yaratıkmışım, normal değilmişim işte. Onlar çok normaldi sanki! İnsan ateşe verilerek yakılır mı be! El insaf!
Yani asırlardır ben -sakat bir çocuk/erişkin olarak- bu yolculuğa çıkıyorum. İsteseniz de istemeseniz de dünyanıza dahil oluyorum.
Ayrıca dünü çok çabuk unutuyorsunuz. “Bugün tıp gelişti elimizde imkân çok.” diyerek ancak kendinizi avutuyorsunuz. Dün tıp gelişmiş değildi, doğru. Elbette vize kontrolüm yapılamıyordu ama dedim ya tespit edilince öldürülüyordum zaten. Bu ölümlere rağmen zamanın her diliminde bıkmadan usanmadan bu yolculuğu yapıyorum, aranızda yaşıyorum.
Anlayamadığım bu yolculuğa bozulan sizler, sakat insanı doğurmak/oluşturmak için niye o kadar çabalıyorsunuz? Tamam, madem sakatlık zor, madem dünyanız sakatlık için uygun değil, o halde niye kendiniz sakatlığı yaratıyorsunuz? Sakatlığı illa siz doğuracaksınız! Biz kendimiz her insan gibi doğum yolunu kullanarak dünyanıza giriş yapamayacağız, illa siz ihsan edeceksiniz öyle mi? Kapıyı kapatıyorsunuz ama bacayı açıyorsunuz, lütfediyorsunuz yani!
Savaşıyorsunuz. Geçmişte savaştığınız gibi. Savaşların ölüm ve sakatlıkla sonuçlandığını bile bile yapıyorsunuz bunu. Katliamlara imza atıyorsunuz. Daha Dün Halepçe’de kaç insanı öldürdünüz? Kaç kişi sakat kaldı acaba orada? Dünyanın her bir yerinde insanları fırınlarda da yaktınız, ateşlere de verdiniz, atom bombası da attınız, her haltı yaptınız sakat bırakmak için!
Sakat bebek gelecek diye dünyaca çalışıyorsunuz ama sakat kalacaklar diye telaşınız bile yok. Belki de sakatlık gibi bir derdiniz yok! Ne dersiniz?
Sorununuz; dünyanın sadece sizin vize verdiklerinize ait olması, geri kalanın da dünyadan postalanması olabilir mi?
Sakatlık sorununuz olsaydı savaşlara, katliamlara karşı çıkardınız. Bomba, kurşun üretmezdiniz. İnsanları dışlayarak, lanetleyerek, işkence yaparak, delirtmezdiniz! Gerçi savaş da olmasa ya düşerek ya yuvarlanarak ya başka bir şekilde yine dâhil oluyoruz dünyanıza ayrı mesele (bu da sakatlığın baca girişi/size lütfü).
Başta dedim ya kahredici bir felaketi asırlardır yaşatıyorum size. Size felaket olabilir bu. Ama şahsen sakat bana değil. Daha anne karnında dünyayı hissediyorum. Bütün hücrelerimle yaşamı hissediyorum. Anne karnında beni öldürmeye kalktığınızda bir eşya gibi bozulmuyorum, çürümüyorum yani. Sizler gibi öldürülüşü tadıyorum. Ölüyorum. Öldürdüğünüzü biliyorum o an.
…
Öldürseniz de yaksanız da bir şekilde yanınızda kolsuz, bacaksız, kör, topal, cüce halimle cirit atmaya devam edeceğim.
Gerçi sadece sakat benle derdiniz yok bunu da biliyorum. Siz dünyayı parsellemişsiniz. İlla tanrıcılık oynayacak ve dünyaya çekidüzen vereceksiniz. İstediğiniz ırklar, istediğiniz diller, istediğiniz cinsler, istediğiniz dinler yaşayacak sadece.
Bir insan çizmişsiniz. Masaya yatırıp ölçülerini almışsınız. Boyu şöyle, kilosu böyle, ahlakı şöyle olsun diye kriterleri belirlemişsiniz. Güzel konuşacak, güzel yazacak, akıllı olacak, koşacak, güzel olacak vs birçok “normal ” saydığınız kurgularınızı dayatmışsınız. Kıyafetinden tutun yediğine içtiğine bile ayar çekip, yontmuşsunuz.
Farklı olanı da linç edip boğuyorsunuz. Terörist, hırsız, katil, ırk, dil, din vs bilumum suçlardan damgayı basıyorsunuz. Lanetliyorsunuz. Tıpkı sakat bana yaptığınız gibi!
Lakin onlar da kaçak yolcu işte. İnanın anne karnında tespit edilseydi ne oldukları, vize vermezdiniz onlara da! Durumu anladığınızda ise yine de geç kalmıyorsunuz maşallah! Sakat beni ormanda ölüme terk eden babam gibi!
Uçakları hazırlıyorsunuz, bombalıyorsunuz. Lanetliyorsunuz, dışlıyorsunuz. Anlatamam onca kahredici zulmünüzü. Yahu bir ırkın anadiline bile tahammülünüz yok! Daha ne deyim!
İsteseniz de istemeseniz de bütün renklerimizle bu dünyaya girişimiz olacak! Şimdi bu gerçeği kabullenin, yeryüzünü parsellemekten vazgeçin. O şehirler, bu dünya, sizin babanızın tapulu malı değil!
Hür Bakış
[/FONT][/FONT]Tamam, anladık daha anne karnında sakat olduğumu/sakatlığı tespit ettiniz. Peki, niçin dünyanızda bana yer olmasın, söyler misiniz? Sağlam olsam pasaportsuz giriş hakkım var dünyaya. Peki, sakatım diye yüzleriniz niçin asılıyor? Niçin kahredici bir felaket gibi karşılanıyorum?
Kusura bakmayın ama bu kahredici felaketi size -sakat bir çocuk olarak- asırlardır yaşatıyorum. Biliyorsunuz önceleri anne karnındayken sakat olduğum tespit edilemiyordu. Pasaport kontrolü gibi bir imkân yoktu ellerinde yani. Peki, serbest dolaşma hakkımı veriyorlar mıydı? Hayır.
Olmadık yöntemlerle geri postalanıyordum. Ormanda tek başıma da bırakıldım, kuyuya da atıldım, yakıldım da. Bir sürü saçma yöntemle geri iade edildim durdum. Başarılı oldular mı peki? Elbette hayır. Dışarıdan anlaşılmayan bir rahatsızlığım varsa baya da cirit atma şansı buluyordum. Anladıkları an tekmeyi yiyordum tabi. Ruhuma giren şeytanı çıkarmak için postaladılar mesela. Deliymişim, bir sürü acayip kılıkta dolaşırmışım, acayip bir yaratıkmışım, normal değilmişim işte. Onlar çok normaldi sanki! İnsan ateşe verilerek yakılır mı be! El insaf!
Yani asırlardır ben -sakat bir çocuk/erişkin olarak- bu yolculuğa çıkıyorum. İsteseniz de istemeseniz de dünyanıza dahil oluyorum.
Ayrıca dünü çok çabuk unutuyorsunuz. “Bugün tıp gelişti elimizde imkân çok.” diyerek ancak kendinizi avutuyorsunuz. Dün tıp gelişmiş değildi, doğru. Elbette vize kontrolüm yapılamıyordu ama dedim ya tespit edilince öldürülüyordum zaten. Bu ölümlere rağmen zamanın her diliminde bıkmadan usanmadan bu yolculuğu yapıyorum, aranızda yaşıyorum.
Anlayamadığım bu yolculuğa bozulan sizler, sakat insanı doğurmak/oluşturmak için niye o kadar çabalıyorsunuz? Tamam, madem sakatlık zor, madem dünyanız sakatlık için uygun değil, o halde niye kendiniz sakatlığı yaratıyorsunuz? Sakatlığı illa siz doğuracaksınız! Biz kendimiz her insan gibi doğum yolunu kullanarak dünyanıza giriş yapamayacağız, illa siz ihsan edeceksiniz öyle mi? Kapıyı kapatıyorsunuz ama bacayı açıyorsunuz, lütfediyorsunuz yani!
Savaşıyorsunuz. Geçmişte savaştığınız gibi. Savaşların ölüm ve sakatlıkla sonuçlandığını bile bile yapıyorsunuz bunu. Katliamlara imza atıyorsunuz. Daha Dün Halepçe’de kaç insanı öldürdünüz? Kaç kişi sakat kaldı acaba orada? Dünyanın her bir yerinde insanları fırınlarda da yaktınız, ateşlere de verdiniz, atom bombası da attınız, her haltı yaptınız sakat bırakmak için!
Sakat bebek gelecek diye dünyaca çalışıyorsunuz ama sakat kalacaklar diye telaşınız bile yok. Belki de sakatlık gibi bir derdiniz yok! Ne dersiniz?
Sorununuz; dünyanın sadece sizin vize verdiklerinize ait olması, geri kalanın da dünyadan postalanması olabilir mi?
Sakatlık sorununuz olsaydı savaşlara, katliamlara karşı çıkardınız. Bomba, kurşun üretmezdiniz. İnsanları dışlayarak, lanetleyerek, işkence yaparak, delirtmezdiniz! Gerçi savaş da olmasa ya düşerek ya yuvarlanarak ya başka bir şekilde yine dâhil oluyoruz dünyanıza ayrı mesele (bu da sakatlığın baca girişi/size lütfü).
Başta dedim ya kahredici bir felaketi asırlardır yaşatıyorum size. Size felaket olabilir bu. Ama şahsen sakat bana değil. Daha anne karnında dünyayı hissediyorum. Bütün hücrelerimle yaşamı hissediyorum. Anne karnında beni öldürmeye kalktığınızda bir eşya gibi bozulmuyorum, çürümüyorum yani. Sizler gibi öldürülüşü tadıyorum. Ölüyorum. Öldürdüğünüzü biliyorum o an.
…
Öldürseniz de yaksanız da bir şekilde yanınızda kolsuz, bacaksız, kör, topal, cüce halimle cirit atmaya devam edeceğim.
Gerçi sadece sakat benle derdiniz yok bunu da biliyorum. Siz dünyayı parsellemişsiniz. İlla tanrıcılık oynayacak ve dünyaya çekidüzen vereceksiniz. İstediğiniz ırklar, istediğiniz diller, istediğiniz cinsler, istediğiniz dinler yaşayacak sadece.
Bir insan çizmişsiniz. Masaya yatırıp ölçülerini almışsınız. Boyu şöyle, kilosu böyle, ahlakı şöyle olsun diye kriterleri belirlemişsiniz. Güzel konuşacak, güzel yazacak, akıllı olacak, koşacak, güzel olacak vs birçok “normal ” saydığınız kurgularınızı dayatmışsınız. Kıyafetinden tutun yediğine içtiğine bile ayar çekip, yontmuşsunuz.
Farklı olanı da linç edip boğuyorsunuz. Terörist, hırsız, katil, ırk, dil, din vs bilumum suçlardan damgayı basıyorsunuz. Lanetliyorsunuz. Tıpkı sakat bana yaptığınız gibi!
Lakin onlar da kaçak yolcu işte. İnanın anne karnında tespit edilseydi ne oldukları, vize vermezdiniz onlara da! Durumu anladığınızda ise yine de geç kalmıyorsunuz maşallah! Sakat beni ormanda ölüme terk eden babam gibi!
Uçakları hazırlıyorsunuz, bombalıyorsunuz. Lanetliyorsunuz, dışlıyorsunuz. Anlatamam onca kahredici zulmünüzü. Yahu bir ırkın anadiline bile tahammülünüz yok! Daha ne deyim!
İsteseniz de istemeseniz de bütün renklerimizle bu dünyaya girişimiz olacak! Şimdi bu gerçeği kabullenin, yeryüzünü parsellemekten vazgeçin. O şehirler, bu dünya, sizin babanızın tapulu malı değil!