Bu yazıda amacım “aile” kavramını tartışmaya açmak. Daha özelde sakatlık ve aile ilişkisine odaklanmak istiyorum.
Çıkış noktam şu: Aile kavramının büyük önem taşıdığı bir toplumsal yapı içerisinde yaşıyoruz. Sakatlık söz konusu olduğunda ise, ailenin sakat kişi ile olan ilişkisi, bağları daha da yoğunlaşabiliyor. Bu yoğunlaşma sakatlanmanın hemen sonrasında hastane süreci ile başlıyor ve daha sonra evdeki yaşamda çoklukla bir ömür boyu devam ediyor. Ailenin böylesine merkezi bir rol üstlenmesine, Türkiye’deki sağlık sisteminin de büyük katkısı oluyor, devletin sunduğu sosyal hizmetlerin veriliş şeklinin de…
Bir diğer deyişle, sakatlanma sonrası hastanede yaşanan rehabilitasyon sürecinin ailenin varlığını temel alıyor olması da etkili bu süreçte, sakatlanan kişi evine çıktıktan sonra, ona hizmet sunan devlet sisteminin sakat kişinin ailesi ile yaşamaya devam ettiğini farz ediyor olması da… Bu durum, aileyi sakat kişilerin hayatlarının sıklıkla tam merkezine oturtuyor, ister istemez…
Buradan yola çıkarak, şunun üzerine düşünmemizi, tartışmamızı öneriyorum: Ailenin böylesine merkezi bir konuma sahip olması, sakat kişilerin hayatlarını ne yönde etkiliyor olabilir? Burada illa “kötü” ya da “iyi” aile resimleri çizmek değil amacımız. Ancak olumlu ya da olası olumsuz yönleri ile ailenin rolünü masaya yatırmak. Toplumsal düzen, sosyal hakların dağıtılış şekli, sağlık sisteminin çerçevesi, sakat kişiyi aile içerisinde değil de, bir birey olarak ele alsaydı, dolayısı ile sakatlanan kişi, görece daha bağımsız bir yaşam seçebilme olanağına sahip olsaydı, bu durum hayatı nasıl etkilerdi? Biraz bu konuda görüş alışverişinde bulunmaya ne dersiniz?
Bu soruların aklımızda yer etmesine, Sibel Yardımcı ile yaptığımız bir çalışma yol açtı. Bu çalışmayı İstanbul’da bir rehabilitasyon hastanesinde gerçekleştirdik. Yola çıkarken anlamaya çalıştığımız, rehabilitasyon süreçlerinin sakatlanan kişiler üzerindeki etkisiydi. Ancak çalışmanın her aşamasında, karşımıza aileler çıktı. Hastane ortamında aile denince sözünü ettiğim elbette ki refakatçi aileler. Bütün hastane süreci ve daha sonrası belli ki ailenin varlığını temel alarak şekilleniyordu. Dolayısı ile ailenin sakatlığa ve sakat kişiye yaklaşımı da, sakat kişinin kurgulamaya çalıştığı yeni hayatında çok başat bir rol oynuyordu.
Bunun üzerine aileye odaklandık. Bizim bulgularımız şunu gösterdi ki, ailenin varlığı önemli bir destek olmakla beraber, sıklıkla sakatlanan kişinin çeşitli açılardan daha bağımlı hale gelmesine de yol açabiliyor. Yani aile, sakatlanan kişinin bir yandan çeşitli ihtiyaçlardan ötürü vaz geçemediği, ama öte yandan da ve belki bu sebeple, bağımsız bir yaşam olasılığına da bir nebze ket vuran bir kuruma, eğer daha sert bir ifade kullanabilirsem, belki bir çeşit kapana dönüşebiliyor.
Ailelerin sakatlanan yakınlarına yaklaşımlarını ele aldığımızda dört temel yaklaşım tespit ettik:
Ne dersiniz?
Çıkış noktam şu: Aile kavramının büyük önem taşıdığı bir toplumsal yapı içerisinde yaşıyoruz. Sakatlık söz konusu olduğunda ise, ailenin sakat kişi ile olan ilişkisi, bağları daha da yoğunlaşabiliyor. Bu yoğunlaşma sakatlanmanın hemen sonrasında hastane süreci ile başlıyor ve daha sonra evdeki yaşamda çoklukla bir ömür boyu devam ediyor. Ailenin böylesine merkezi bir rol üstlenmesine, Türkiye’deki sağlık sisteminin de büyük katkısı oluyor, devletin sunduğu sosyal hizmetlerin veriliş şeklinin de…
Bir diğer deyişle, sakatlanma sonrası hastanede yaşanan rehabilitasyon sürecinin ailenin varlığını temel alıyor olması da etkili bu süreçte, sakatlanan kişi evine çıktıktan sonra, ona hizmet sunan devlet sisteminin sakat kişinin ailesi ile yaşamaya devam ettiğini farz ediyor olması da… Bu durum, aileyi sakat kişilerin hayatlarının sıklıkla tam merkezine oturtuyor, ister istemez…
Buradan yola çıkarak, şunun üzerine düşünmemizi, tartışmamızı öneriyorum: Ailenin böylesine merkezi bir konuma sahip olması, sakat kişilerin hayatlarını ne yönde etkiliyor olabilir? Burada illa “kötü” ya da “iyi” aile resimleri çizmek değil amacımız. Ancak olumlu ya da olası olumsuz yönleri ile ailenin rolünü masaya yatırmak. Toplumsal düzen, sosyal hakların dağıtılış şekli, sağlık sisteminin çerçevesi, sakat kişiyi aile içerisinde değil de, bir birey olarak ele alsaydı, dolayısı ile sakatlanan kişi, görece daha bağımsız bir yaşam seçebilme olanağına sahip olsaydı, bu durum hayatı nasıl etkilerdi? Biraz bu konuda görüş alışverişinde bulunmaya ne dersiniz?
Bu soruların aklımızda yer etmesine, Sibel Yardımcı ile yaptığımız bir çalışma yol açtı. Bu çalışmayı İstanbul’da bir rehabilitasyon hastanesinde gerçekleştirdik. Yola çıkarken anlamaya çalıştığımız, rehabilitasyon süreçlerinin sakatlanan kişiler üzerindeki etkisiydi. Ancak çalışmanın her aşamasında, karşımıza aileler çıktı. Hastane ortamında aile denince sözünü ettiğim elbette ki refakatçi aileler. Bütün hastane süreci ve daha sonrası belli ki ailenin varlığını temel alarak şekilleniyordu. Dolayısı ile ailenin sakatlığa ve sakat kişiye yaklaşımı da, sakat kişinin kurgulamaya çalıştığı yeni hayatında çok başat bir rol oynuyordu.
Bunun üzerine aileye odaklandık. Bizim bulgularımız şunu gösterdi ki, ailenin varlığı önemli bir destek olmakla beraber, sıklıkla sakatlanan kişinin çeşitli açılardan daha bağımlı hale gelmesine de yol açabiliyor. Yani aile, sakatlanan kişinin bir yandan çeşitli ihtiyaçlardan ötürü vaz geçemediği, ama öte yandan da ve belki bu sebeple, bağımsız bir yaşam olasılığına da bir nebze ket vuran bir kuruma, eğer daha sert bir ifade kullanabilirsem, belki bir çeşit kapana dönüşebiliyor.
Ailelerin sakatlanan yakınlarına yaklaşımlarını ele aldığımızda dört temel yaklaşım tespit ettik:
- Aileler sakatlanan yakınlarını yaşlarından tamamen bağımsız olarak birer çocuk gibi görmeye başlayabiliyorlar. Örneğin genç bir sakat erkek ya da kadın, aseksüelleşebiliyor birden ailenin gözünde. Yani, artık onun bir sevgilisinin olamayacağı, evlenemeyeceği, çocuğunun olamayacağı, hatta belki de aslında böyle ihtiyaçlarının dahi artık olmadığı var sayılabiliyor.
- Aileler sakatlanan yakınlarını birer “savaşçı” olarak kurgulayabiliyorlar. Yani onun “eğer isterse muhakkak yürüyeceği”ni var sayabiliyorlar; ya da “herşeyin sadece istemeye, yeteri kadar istemeye ve bunun için çabalamaya” bağlı olduğunu vurgulayabiliyorlar. Bunun sonucunda sakatlanan kişiden durmadan ve yıllarca çalışması, yürüyeceği güne kadarki hayatını dondurması beklenebiliyor.
- Sakatlanan kişinin bir birey olduğunu, “ayrı” bir birey olduğunu unutabiliyor aileler. Yalnızca “biz” hissi baskın çıkabiliyor. Sakatlanan kişi kaç yaşında olursa olsun, onun kendi arzuları, talepleri, tercihleri, duruşları olabileceği düşüncesi ikinci planda kalabiliyor.
- Bu son madde genellikle eşler arasında yaşanan bir durum kanımızca. Eşlerden sakat olmayan, sakatlanan eşi değersizleştirebiliyor. Özellikle sakatlanan kişi kadınsa, kocası eşini değersizleştirme, boşanma ile tehdit etme vs eğilimine sahip olabiliyor.
Ne dersiniz?