Seçimler yaklaşıyor. Temsili demokrasinin gereği olarak sakatlığı bulunan bizler kah seçmen olarak kah seçilen olarak demokrasinin işleyişinde rol alacağız. Biliyorum, çoğulcu demokrasi sadece seçimlerle ayakta duran bir sistem değil, demokratik toplum olmanın başka zorunlu çehreleri de var; kamu yönetimine katılmak, sivil toplum örgütlerinin gelişmişliği gibi, ancak bunları başka zaman tartışırız. Seçilen olarak ise fazla aktif olmadığımız/olamadığımız da malumunuz. Bari seçmen olarak bize verilmiş bu “hakkı” kullanmalı değil mi?
Hadi gelin, seçimlerin yaklaşması vesilesiyle seçmen olarak bizlerin ne kadar katılımcı olabileceğimiz üzerine düşünelim.
Öncelikle ulusal ve uluslar arası mevzuattan söz edeyim. 1982 Anayasa’sının 67. maddesi Türk Vatandaşlarına seçme ve seçilme “hakkı” tanımıştır. Türkiye’nin de tarafı olduğu Medeni ve Siyasi Haklara Dair Uluslararası Sözleşmenin 25. maddesi aynı yönde bir hükmü barındırır. Hatta bu hükümde söz konusu hakların makul kısıtlamalar dışında, hiçbir ayrım gözetilmeksizin vatandaşlarca kullanılacağı belirtilmiştir.
Şimdi, kimlerin seçmen olamayacağını görmek için Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’nun 8. maddesine bakalım:
Kısıtlı olanlar dendiğinde kastın ne olduğu tartışılmaz, kasıt Türk Medeni Kanunun düzenlediği vesayet altındaki kişilerdir. Kısıtlanma nedenleri arasında, “a) Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı, b) Savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim, c) Özgürlüğü bağlayıcı ceza ile d) istek üzerine” sayılmıştır.
Bizi ilgilendirenler a), b) ve d) şıklarıdır.
Vesayet altına alınma yani söz konusu kısıtlama işleminin nasıl işlediğini bilenler, kısıtlanan kişi hakkında verilen kararların, -örneğin bir kuruma zorunlu yerleştirme kararı gibi hürriyeti bağlayıcı olanların dahi- yeterince yargı denetiminde olmadığını rahatlıkla söyleyebilir. Ceza yargılaması sırasında akıl hastalığı ve akıl zayıflığı olan kişilere devlet tarafından avukat sağlanırken, vesayet altına alınma yada tedavi veya bakım amacıyla bir kuruma zorunlu yerleştirilen kişi sadece dinlenmek suretiyle karar verilecektir. İşin kötü tarafı, kısıtlanan suiistimale öyle açıktır ki, iyileşse yada kendine bakacak düzeye gelse dahi yargı makamlarına ulaşamadıktan sonra ömür boyu kısıtlı olarak bir akıl hastanesinde kalabilir.
Yine konuyu genişlettim, demem o ki, a) ve b) şıklarına girip de akıl hastalığı ve akıl zayıflığı olan kişilerin pekala seçme ehliyeti olabilir. Zira, kısıtlı kişilerin evlenmeleri, çalışmaları mümkündür. Eğer amaç seçme ehliyeti ise kısıtlılar yerine “ayırt etme gücüne sahip olmayanlar” ibaresi daha yerinde olacaktır. Türk Medeni Kanunu’nda ayırt etme gücüne sahip olmayanlarla kısıtlılar arasında ayrıma gidilerek, kısıtlıların ayırt etme gücüne sahip olmayanları kapsayan ama onlardan daha büyük bir küme oluşturduğu belirtilmiştir. Bu anlamda, kısıtlı her akıl hastası ve akıl zayıflığı olan kişiyi bu ayrımı yapmadan seçme hakkından mahrum etmemeliyiz.
Yukarıdaki paragrafta sunduğum fikirler tartışılabilirse de, 8. maddenin kapsamına giren “istekleri ile kısıtlananların” seçme hakkından mahrum bırakılmalarının akla uygun hiçbir açıklaması yoktur.
Görüleceği gibi, eğer sakatlığınız işlerinizi yerine getirmenizi engelliyor ve siz de “bari işlerimi yakınlarımdan biri yürütsün ve ben olur olmaz şey için dışarı imza atmaya çıkmayayım” diyorsanız, seçme ehliyetinizi yitiriyorsunuz.
Sonuçta makul olmayan bir şekilde seçme hakkı ihlal edilmiş oluyor. Bir anlamda, sen işlerini yürütemiyorsan ne işin var oy sandığının başında deniyor.
Eğer bu bahsettiğim kategorilerden birine girmiyorsanız, tebrik ederim seçme ehliyetiniz var. Var da nasıl gidip oy kullansak? (devamı ikinci yazıda)
Hadi gelin, seçimlerin yaklaşması vesilesiyle seçmen olarak bizlerin ne kadar katılımcı olabileceğimiz üzerine düşünelim.
Öncelikle ulusal ve uluslar arası mevzuattan söz edeyim. 1982 Anayasa’sının 67. maddesi Türk Vatandaşlarına seçme ve seçilme “hakkı” tanımıştır. Türkiye’nin de tarafı olduğu Medeni ve Siyasi Haklara Dair Uluslararası Sözleşmenin 25. maddesi aynı yönde bir hükmü barındırır. Hatta bu hükümde söz konusu hakların makul kısıtlamalar dışında, hiçbir ayrım gözetilmeksizin vatandaşlarca kullanılacağı belirtilmiştir.
Şimdi, kimlerin seçmen olamayacağını görmek için Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’nun 8. maddesine bakalım:
Aşağıdaki kimseler seçmen olamazlar:
1. Kısıtlı olanlar,
2. Kamu hizmetinden yasaklı olanlar.
Kısıtlı olanlar dendiğinde kastın ne olduğu tartışılmaz, kasıt Türk Medeni Kanunun düzenlediği vesayet altındaki kişilerdir. Kısıtlanma nedenleri arasında, “a) Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı, b) Savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim, c) Özgürlüğü bağlayıcı ceza ile d) istek üzerine” sayılmıştır.
Bizi ilgilendirenler a), b) ve d) şıklarıdır.
Vesayet altına alınma yani söz konusu kısıtlama işleminin nasıl işlediğini bilenler, kısıtlanan kişi hakkında verilen kararların, -örneğin bir kuruma zorunlu yerleştirme kararı gibi hürriyeti bağlayıcı olanların dahi- yeterince yargı denetiminde olmadığını rahatlıkla söyleyebilir. Ceza yargılaması sırasında akıl hastalığı ve akıl zayıflığı olan kişilere devlet tarafından avukat sağlanırken, vesayet altına alınma yada tedavi veya bakım amacıyla bir kuruma zorunlu yerleştirilen kişi sadece dinlenmek suretiyle karar verilecektir. İşin kötü tarafı, kısıtlanan suiistimale öyle açıktır ki, iyileşse yada kendine bakacak düzeye gelse dahi yargı makamlarına ulaşamadıktan sonra ömür boyu kısıtlı olarak bir akıl hastanesinde kalabilir.
Yine konuyu genişlettim, demem o ki, a) ve b) şıklarına girip de akıl hastalığı ve akıl zayıflığı olan kişilerin pekala seçme ehliyeti olabilir. Zira, kısıtlı kişilerin evlenmeleri, çalışmaları mümkündür. Eğer amaç seçme ehliyeti ise kısıtlılar yerine “ayırt etme gücüne sahip olmayanlar” ibaresi daha yerinde olacaktır. Türk Medeni Kanunu’nda ayırt etme gücüne sahip olmayanlarla kısıtlılar arasında ayrıma gidilerek, kısıtlıların ayırt etme gücüne sahip olmayanları kapsayan ama onlardan daha büyük bir küme oluşturduğu belirtilmiştir. Bu anlamda, kısıtlı her akıl hastası ve akıl zayıflığı olan kişiyi bu ayrımı yapmadan seçme hakkından mahrum etmemeliyiz.
Yukarıdaki paragrafta sunduğum fikirler tartışılabilirse de, 8. maddenin kapsamına giren “istekleri ile kısıtlananların” seçme hakkından mahrum bırakılmalarının akla uygun hiçbir açıklaması yoktur.
Türk Medeni Kanunu Madde 408: Yaşlılığı, sakatlığı, deneyimsizliği veya ağır hastalığı sebebiyle işlerini gerektiği gibi yönetemediğini ispat eden her ergin kısıtlanmasını isteyebilir.
Görüleceği gibi, eğer sakatlığınız işlerinizi yerine getirmenizi engelliyor ve siz de “bari işlerimi yakınlarımdan biri yürütsün ve ben olur olmaz şey için dışarı imza atmaya çıkmayayım” diyorsanız, seçme ehliyetinizi yitiriyorsunuz.
Sonuçta makul olmayan bir şekilde seçme hakkı ihlal edilmiş oluyor. Bir anlamda, sen işlerini yürütemiyorsan ne işin var oy sandığının başında deniyor.
Eğer bu bahsettiğim kategorilerden birine girmiyorsanız, tebrik ederim seçme ehliyetiniz var. Var da nasıl gidip oy kullansak? (devamı ikinci yazıda)