Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Sosyal Grupların ve Ayrımcılığın Kökeni [Tartışma]

OturanBoğa

Yönetici
Üyelik
9 Ocak 2003
Konular
674
Mesajlar
58,377
Reaksiyonlar
721
Sosyal Grupların ve Ayrımcılığın Kökeni

Bülent Küçükaslan

BİANET / 25 Aralık 2006

“Levinas, sorumluluğu anlatırken, ‘hücrelerinde duyulan bir huzursuzluk’tan bahseder. Durduğu yerde duramamak, olup biteni görmezden gelmemek sözkonusudur. ‘Sessiz kalmanın imkânsızlığı’nı yaşıyoruz”
Asuman Bayrak​
“Bir ilkokul öğretmeni (Jane Elliott) 1970 yılında, dış görünümünden dolayı nedensiz yere ayrımcılığa uğramanın nasıl bir şey olduğunu öğrencilerine gösterebilmek için sıradışı bir yöntem kullanmış.
Öğrencilerini mavi ve kahverengi gözlüler olarak iki gruba ayırmış. Mavi gözlülerin diğerlerinden daha zeki ve üstün olduğunu, kahverengi gözlülerin onlarla aynı yerde oynamamaları gerektiğini, çünkü kahverengi gözlülerin yeterince iyi olmadıklarını söylemiş. Sonra kahverengi gözlülere, kahverengi gözlü olduklarını belli edecek işaretler taktırmış.
Kısa bir süre içinde iki grubun da içinde bulundukları durumu benimsediğini farketmiş. Mavi gözlüler küçük birer Nazi gibi davranırken, kahverengi gözlüler öğretmene ve mavi gözlülere karşı nefret hisleriyle dolmaya başlamışlar.*”

Devam etmeden önce lütfen üstteki alıntıyı bir kez daha (ve bu sefer tane tane) okuyun.

Şimdi, sakatlara otomobil kullanabilmeleri için verilen “özel” ehliyetleri, otomobillerine takmak zorunda oldukları “özel” plakaları, nüfus cüzdanlarına eklenen “özel” ibareleri, mesleki becerileri umursanmadan dayatılan “sakat statüsünde beden işçisi” kadrolarını, sakatlar için açılan “özel” parkları, otelleri, okulları, otobüsleri, vagonları, tuvaletleri düşünün; sonra “ben çocuğumun sınıfında sakat çocuk istemem, çocuğumun psikolojisi bozuluyor” diyen anne-babaları, “komşular rahatsız oluyor” gerekçesiyle evinden çıkmak zorunda bırakılan ve sakat çocuğu olduğu için yaşayacak konut bulamayan aileleri, “diğer çocuklar alay ediyor, ben de ilgilenemiyorum, ‘özel’ okula verin” diyen sınıf öğretmenlerini, “bu çocuk okuyamaz, götür evde otursun” diyen okul yöneticilerini, “duymuyorsan/görmüyorsan gelme okula” diyen üniversite hocalarını, ‘’ne diye uğraşıyorsunuz, Allah onları öyle yaratmış, Allah’ın veremediğini siz mi vereceksiniz, 124 Murat ile Mercedes’i yarıştırmak istiyorsunuz; bu çocukları neden lise giriş sınavlarına sokmak istediğiniz anlayamıyorum?‘’ diyen Milli Eğitim Bakanlığı en üst bürokratlarını, herkes gibi yurtdışı eğitim faaliyetlerine katılmak isteyen öğrenciye “sakat kontenjanı bize bildirilmedi” diyen üniversite yöneticilerini düşünün. Sonra, “sakata verilecek kızım yok”ları, “ayyyy yazık”ları, “ben olsam dayanamaz intihar ederdim”leri, “kim bilir ne günah işledi de Allah cezalandırdı”ları, “başının gözünün sadakası olsun”ları, “bak işte çoluk çocuğundan çıktı”ları düşünün. Sonra “Kalp Gözü”, “Sırlar Dünyası”, “5. Boyut” vb. isimlerle yayınlanan, ‘lanetli cezalar”ı pompalayan diziler/programlar da gelsin gözünüzün önüne.

Şimdi “mavi gözlüleri” bırakıp, “kahverengi gözlülerin”, “bizi bizden başka kimse anlamaz”, “sakat değilsen sakatların olduğu bir sitede ne işin var”, “bence bu sitede sadece sakatlar olmalı”larını düşünün. Sonra, “H sınıfı ehliyet, özel plaka uygulaması ve nüfus cüzdanına sakatlık ibaresinin yazılması ayrımcılıktır, kaldırılmalıdır” diyen sakatlara karşı, “sakatlığınızdan mı utanıyorsunuz”, “özel hakları kullanırken iyi de işaret koyulunca mı zorunuza gidiyor” ve/ya “konsolosluk ya da resmi araçlarda da özel plaka var, ne olmuş” diyen sakatları düşünün. Sonra “sakatız, tabii ki her koşulda yardıma muhtacız”, “bence de sakatlar farklı okullarda okutulmalıdır” diyen sakatları düşünün.

Şimdi de “sakatlara vergi indirimi”, “sakatlara şehirlerarası yolculuklarda %50 indirim”, “sakatlara %3 istihdam kotası”, “sakatlara muhtaçlık maaşı”, “sakatlara hastanelerde öncelik hakkı” gibi uygulamalarla, sakatları (diğer tüm özelliklerinden ve dezavantajlarından bağımsız halde) tek-tip olarak gören, ve sakat=muhtaç formülüyle sorunlara “çözümler” arayan anlayışı düşünün.

Son olarak, varolan sivil toplum hareketlerinde sakatların neredeyse hiç olmadığını, ayrışmış halde (ve sadece sakatlığa özel konularda) faaliyet yapan bir konumda olduklarını, ülke nüfusunun %12’sini kapsamalarına rağmen sokakta, işyerinde, sinemada, alışveriş merkezinde, okulda, mahallede hiiiiç mi hiç görünmediklerini de hatırlayın.

Şimdi mecaliniz kaldıysa (bu sefer düşünmeden) cevap verin: Sizce ülkemizde sakatlar ötekileştiriliyor mu, bütünleştiriliyor mu, ve sizce çözüm ötekileştirmekte mi, bütünleştirmekte mi?

Not: Biliyor musunuz ki ben mavi gözlüyüm, kardeşimse kahverengi!


* Hafif.Org
 
bu sorduğunuz ötekilşetirmeli mi, bütünleştirmeli mi sorusuna E/H gibi kısa bir yanıt vermek istemiyorum. bir ara daha uzun bir cevap yazacağım.

bu soruya evet bütünleştirmeli ya da hayır ötekileştirmeli gibi mekanik bir cevap anlamlı olmaz. çünkü konu organik bir konu; yani olay bazında farklılıklar gösteriyor. bazen bütünleştirmek gerekirken bazende pozitif ayrımcılık yapmak meburiyeti doğuyor. konu konu ele alınsa net cevap verilebilir. yani olaya, zamana ve kişiye göre değişken.

ayrıca konuya Levinas ve ÖTEKİ bağlamında bir giriş yapılmasından duyduğum memnuniyeti belirtmek için yazdım. konuyla tam bağlantılı olmasada affınıza sığınarak, levinas temelli bir düşünceyide buraya eklemek istedim. "Öteki, benim kendimden eminliğimi, özgürlüğümü ve özerkliğimi tartışmalı hale sokar. Böylece özneliğim ötekine tabi hale gelir. yani ben iyiyim dediğimde neye göre iyisindir. ötekine göre. seni sen yapan temel şey ötekidir."

ayrıca öteki ne olduğu tam olarak bilinmeyen gizil olandır. içinde ne cevher taşıdığını kimse bilmiyordur. oysa "sen" aleni olansın. ötekindeki cevheri bilmediğinden kendini üstün sanıyorsun(yani sadece sanı).
 
Bülent Bey bizde kahverengi gözlü yok ama annem mavi gözlü :)

Ötekileştirme aileden başlıyor...toplumda devam ediyor..
Aile zaten doğuştan itibaren öteki gözüyle bakıyor ona ..yani potansiyel bir öteki oluşuyor..
Bana göre içerdekiler dışardakiler diye bir tanımlama daha doğru..
Çünkü bir engellinin yeri çoğu zaman evin içi olmuştur toplumdan uzakta..yani içerde...
Şehirler hep dışarıdakilere göre yapılmış..düzen hep dışarıdakilere göre kurulmuş..
Ne zaman engelli birey topluma karışmaya ,toplumsal roller almaya başlamış..Ortaya ihtiyaçlarının karşılanmasını bekleyen..birey olarak kabul görmek isteyen insanlar çıkmışlar ortaya..
İlk yadırgayan dışarıdaki bireyler olmuş onları çünkü hiç bir zaman iç içe yaşamaya alışamamış içerdekiler dışardakiler..
Daha doğrusu birbirlerini kabullenecek kadar beraber yaşamı paylaşmamışlar..mahallede beraber oynama okullarda beraber okuma..bir engelliyi sevme.onunla evlenebilme,onunla beraber çalışabilme kısacası bir engelliyle yaşamı beraber yaşama olgusu yerleşmemiş içlerine .Bir bütün olunmamış hiç bir zaman..
Devlet aradaki uçurumu gidermek biraz olsun denge sağlamak için sağlamak,engelliyi birey yapmak için indirimler, fırsatlar,muafiyetler ,imkanlar verilmiş engelli bireye..
Herşey gibi bu uygulama da sistematik ve planlı yapılmadığı için tam bir kaosa sürüklenmiş herşey...

Fikrime göre bu gidişatla bütünleşmeye ulaşılacağını sanmıyorum..
bana dokunmayan yılan 1000 yaşasın mantığında bir toplumumuz var..Eleştirmeyi seven ama parmağını bile kıpırdatmaktan aciz..
Daha ülke olarak o kadar başındayız ki...
Daha engelli tanımını bile yapamamış kanunlarımız..Kime engelli denir..Engellilik nerede başlar..hangi türdendir..Hangi engelli neye ihtiyaç duyar..
O kadar çok konu var ki belirlenmesi gereken..Çözümlenmesi gereken..
 
konuyu biraz daha açmak adına; bu konuyla ilgili kafamızdaki soruların çözüme kavuşmasında iki farklı yaklaşım düşünüyorum:

1. bu kahverengi gözlü arkadaşları şu şu konuda bütünleştirmeliyiz ve şu konuda da pozitif ayrıma tabi tutmalıyız. (günümüzdeki yaklaşım bu ve sonuç da bu)

2. bu kahverengi gözlü arkadaşlar bir gün nicelik ve nitelik anlamında o noktaya gelirler ve derler ki; bizler şu konuda bütünleşmek ve şu şu konuda da pozitif ayrımcılık istiyoruz ve alacağız...
 
Murat ,Düşününce mavi ve kahverengi gözlü insanların sadece göz renkleri farklı...
Hepsi insan ,hepsinin vücudu var...
Aynı olay engelli ve engelsiz insanlar için de geçerli...
Sadece bedenlerinde yaşamalarını zorlaştıracak bir engelleri var.Başka fark ne...
Başta engelli engelsiz insanların oluşturduğu gruplaşma..Dış grupları bir bakıma reddetme onları arasına almama...Hakların sadece kendine verilmesini isteyen ,başka gruba verilen hakkı kabullenemeyen bir grup çıkıyor ortaya...
Ayrımcılık düşüncede başlıyor ..
 
"pozitif ayrımcılık" yapmak, ötekileştirmek değildir ki. Bilakis, pozitif ayrımcılık, farklılıklarından/dezavantajlarından dolayı herkes için varolan (negatif) hakları herkesle eşit oranda kullanmakta bazı dezavantajları olan kişilere, herkesle eşit olabilsinler diye bazı ekstra/telafi edici haklar/destekler verilmesidir.
Ve "eşitlik" de herkese aynı biçimde davranmak demek değildir elbette. "Eşitlik, toplumdaki farklı grupların fırsat eşitliğine sahip olmalarını engelleyen çeşitli unsurları anlamak ve bunları ele almak"tır aslında.
Yani pozitif ayrımcılık aslında herkes gerçekten eşit olabilsin diye yapılır.

Kent merkezlerine umumi tuvaletler yapılması için yasal düzenleme yapmak, "negatif hak"tır.
Sakatlıklarından/engellerden dolayı o tuvaletleri kullanamayan vatandaşların varlığını görmek ve tuvaletlerin sakatlar için uygun hale getirilmesini yasayla düzenlemek ise "pozitif hak"tır, bütünleştirmedir.
Burada, "kanun yapıcılar sakatları öteki yaptı" diyemeyiz zaten.
Ne zaman ki "sakatlar bu tuvaleti değil, şu tuvaleti kullanacak" derler, işte o zaman ayrımcılık/ötekileştirme/dışlama sözkonusudur.

"ötekileştirme mi, bütünleştirme mi" derken, bunu kastediyorum, ve tereddüt etmeden "bütünleştirme" diyorum.

Bir de sakatlığı olan kişilerin hepsini aynı kefeye koyan bakışlı sorgulamak gerek diye düşünüyorum. Oysa olması gereken, bireysel/sakatlığa özel dezavantajlara odaklanmaktır. Böylece sakatları "öteki" ve tek-tip yapmamış oluruz.
 
tabıkı bütünleştırılmelıler...
okullarda sosyal yasamda hayatın her alında bütğnleştırılmelıler..
ama bunlar ıcın herseyın sil bastan yapılması gerek.okullara gırıs cıkıslar okullardakı ortak kullanımlar engellılere gorede yapılmalı..boyle ıcerdekıler ve dısardakıler bırarada olabılırler.bu sadece bı ornek..
ama dusunsenıze alısverıse cıkıyorsunuz ıyı yada kotu yolları caddelerı atlatıyorsunuz ve bı magazanın onune gelıyorsunuz ıcerı gırebılmenız ıcın uygun deıl:(
sınemaya gıtmek ıstıyorsunuz bılet alıyorsunuz ama sınema salonuna gırmak ıcın onunuzde bı suru basamak...:(
kendınıze oturacak ev bakıyorsunuz once apartman gırıslerıne bakıyorsunuz basamak varmı dıye ama cogu uyugun deıl:(
toplumun ıcınde olmadıgımız surece ve kendımızı bırılerının gozune sokarak gostermedıgımız surece hersey boyle oldugu gıbı kalacaktır...
bütünleşelım ama nasıl?
 
Mlesef bütünleştirelim derken ötekileştiriliyor. Bizler sakatız diye neden farklı uygulamalar yapılır. Düşünün sakat değil ancak yaşı iletlemiş biriside bazı meaknları kullanamıyor merdiven yada kaldırımları, veya uzun yürüyemiyor park yerini. daha birsürü sıralaya bilirz. işte bunlar göz önüne alınarak mekanlar herkeze uygun yapılmalı yani benim kullanabilecegim mekanı sağlıklı biri zaten kullanır. Bunun için ayrı bir yasaya gerek yok amamalesef bu aciz sistem bunu kanun olarak yasaya koydu.
Birde şu özürlü maaşı ama çalışmasın maaşını vereyim zihniyeti. hah gereki kişilere yani çalışamayacak durumda olan engelliye verilmeli. ancak çalışabilir engelliye sınır koymayıp( 3 engeli çalıştırma sınırı ) eğitimini ve istihdamını sağlamalı.Ayrımcılık yaparak değil.
 
Bütün, bütün, bütün bunların kökeninin; EKONOMİK olduğunu düşünüyorum.

Bundan tam 9,5 yıl önce kaleme aldığım, şu anda da köşe yazılarım içerisinde yer alan KUŞLARI BOYAMAK'ta kısaca üzerinde durmuştum:

Gelişmiş toplumlarda bile sık görülen yabancı düşmanlığının altında yatan gerçek neden, elimizdeki olanakları daha çok kişiyle paylaşma kaygısıdır. İnsanın doğasında varolan bu bencillik duygusu daima yeni düşmanlıkların yaratılmasında malzeme olmuştur. Topluluğa dışardan katılan bireyin, eski üyelerin ‘boğazlarına ortak’ olma olasılığına karşı bazen gizliden gizliye, bazen de açıkça ‘düşman’ olunur. Tâ ki yabancının, ‘bir dost’ olduğunu, ‘kendisinden bir zarar gelmeyeceğini’, ‘yük olmayacağını’ hatta gerekli ilgiyi, yardımı, sevecenliği vb. görür ise ‘yararlı bile olabileceğini’ gözle görülür, elle tutulur bir biçimde ‘kanıtlamasına’ dek. Bu elbette kolay değildir. Hem de hiç kolay değildir.

Kimi toplumlarda da ‘güçsüz’ olana karşı bir ‘acıma duygusu’ gelişmiştir. Konuşmalarda, bakışlarda, hemen her davranışta aslında ‘ne yapılması gerektiğini bilememekten’ ileri gelen ‘telaşlı bir yardımseverlik’le karışık acıma duygusudur bu. Böyle olması nedeniyle her türlü ‘sömürüye’ de açıktır. ‘Duygu sömürüsü’ bunların başındadır. Özellikle son yıllarda medyada buna yönelik pek çok örnek sergilenmiştir. Konuya, ‘bu zavallı yardım bekliyor’ söylemiyle yaklaşmak yalnızca ‘zavallı’ sayısını artırmaktadır. Oysa ihtiyacı olanlara yardım etmenin toplumsal sorumluluk olduğu bilinci ile konunun kişisellikten kurtarılıp; kurumsallaştırılmasıyla kalıcı çözümler bulunabilir.
Kesin çözüm de: "Herkes çalışır, herkesten yeteneğine göre alınır, herkese ihtiyacı kadarı verilir" diyen sistemin hayata geçmesindedir..

Burada aklınıza gelebilir. "Baben, ilkokul öğrencilerinin ekonomiyle ne alakası var şimdi?"

Geçen hafta, NTV'deki "Biri Bana Anlatsın" programında, bir konuşmacının can alıcı bir örneği vardı. (Tam aklımda kalmadı, mealen anlatacağım :oops: )

Henüz iki yaşında, o zamana kadar kedi ve fare görmemiş çocuklar arasında deney yaptık. Çocukların fareden korktuklarını ama kediden kokmadıklarını gözlemledik. Buradan şöyle bir sonuç çıkardık: İnsanların 4 milyon yıldır yaşadıkları, duyguları, düşünceleri "alt beyin"de genetik olarak şifreleniyor. Ve zamanı geldiğinde ortaya çıkıyor.. Gibisinden bir şeyler söyledi.

Elbette konunun uzmanları tartışmaya daha bilimsel katılırlar. Ama davranışlarımızın kökeninde binlerce yıllık (yoğun olarak son 7 bin yıl) toplumsal yaşamın genetik şifresi yatıyor! Ama insanın 'toplumsal' bir varlık olduğunu, bebeklik çağından çıktıktan sonra bilinçli olarak çevresini örnek alıp büyüdüğünü bildiğimize göre, sorunun sadece ve tek başına kişinin/bireyin yüceltilmesiyle çözüleceğini düşünemiyorum. Hele içimizdeki "ben" bilincini yok edip, "biz" bilincini onun yerine yerleştirmeden "öteki" olmaktan çıkıp, "bütün" olabilmeyi başarabileceğimize hiç inanmıyorum. :(
 
Evdeki bilgisayarımda bir bozukluk olduğu için bunu okulda yazıyorum ve çok fazla zamanım olmadığından da biraz acele ediyorum. Aslına bakacak olursanız aceleye gelmeyecek ve çok detaylı bir şekilde yazılması gereken bir konu bu.

Her şeyden önce mavi gözlü ve kahverengi gözlü diye ve bu renklere bir özellik katarak ayrıştırma gibi bir niyeti olmayan çocuklara ayrıştırmaya yönelik bir görev verildiğinden ortaya çıkan sonuç çok normaldir.

Kuşkusuz bu kişinin yapmaya çalıştığı şeyi çok ama çok iyi anlıyorum. İster istemez belki de insan denen varlığın içinde yaşattığı bir şey bu demek geliyor ilk başta. Kazanılmış bir davranış şekli mi bu yoksa içimizde içgüdülerimizde var olan bir davranışın sonucu mu bu?

Ben genel anlamda birbirinin aynısı varlıkların olmadığına inandığım gibi, olmamasından da yanayım. Bu çok renklilik, yaşama anlam katan olgulardır. Ancak bu asla birinin diğerinden daha iyi ve daha güzel olduğu anlamında değil tabikii.

Var olduğumuz andan itibaren her canlıya benim gibi mi değil mi diye bakmıyormuyuz acaba? Herşeyden önce insan denilen varlık erkek ve kadın olmak üzere iki farklı türden meydana gelirken biz genel anlamda bu cinsiyet özelliğini pek önemsemeyerek bizlere genel anlamda "insan " diyoruz. Bana soracak olursanız insanın bu anlamda bir tanımı asla yapılamaz. Kadın ve erkek olmak üzere bile ikiye ayrırarak tanımlamak zorundayız. :D

Kuşkusuz doğada herşey ama herşey birbirinden farklı bir yapı içersinde. Önemli olan bu farklılıklar içersinde bir bütün olarak yaşayabilmesini becerebilmek yada becerememek....Sanırım bütün sorun burda. Bunun başarılmaması durumunda , ki; başarılmadığı kesin ve nettir neden başarılamadığı üzerinde durulması gerekir diye düşünüyorum. Bu nedenlere verilecek cevaplar sorunun giderilmesini sağlar mı onu da bilmem ama en azından başlangıç olacaktır diye düşünüyorum.

Devam ederim arkadaşlar bir bilgisayar bulduğum sürece.... :D
 
ben bütünleştirmeli -ötekileştirmeli sorusuna bir ilave yapmak adına ötekileşme ve pozitif ayrımcılığı koydum. yoksa tabi ki bütünleştirmeli.

ama zaten ötekileştirmeye çalışan olmasa da. hiçbir "pozitif ayrımcılık" yapmadığınızda (bazı konularda) zaten öteki konumundayız. ötekini; eksikliği, problemleri, sıkıntıları olan anlamında kullandım. o nedenle bütünleşmek için, önce "pozitif ayrımcılıkla" durumu eşit hale getirip sonra bütünleştirmeli diye düşündüm. çünkü ne kadar istemesekte ötekilik, (sıkıntı,problem) var. bunları kabul edip. bunları en aza indirecek ortamı vs... sağlayıp sonra bütünleşmeyi olayın doğal sonucu olarak beklemeliyiz.

ayrıca cerenin de dediği gibi sadece engelli anlamında değil başka sorunları olan insanlarında "pozitif ayrımcılığa" ihtiyacı olabiliyor. ama bu bütünleştirmemeli anlamında değil. aksine bütünleştirmek için gerekli alt yapıyı sağlamak için gerekiyor.

sevgili bülent, şöyle demişsin: "Bir de sakatlığı olan kişilerin hepsini aynı kefeye koyan bakışlı sorgulamak gerek diye düşünüyorum." kesinlikle haklısın. her sakatlığın farklı problemleri var ve farklı "pozitif ayrımcılığa" ihtiyaç duyuyorlar. hepimizin eksiklikleri ve o eksikliğin telafisi farklı. şimdi yenilerde tıp alanında bir söz var ya, "hastalık yoktur hasta vardır" diye. hatta aynı hastalığı taşıyan farklı insanların tedavisi bile farklı olabiliyor. ama görme, işitme ve ortopedik engelliye işte ne olacak hepsi sakat hepsine aynı muafiyetler yapalım kafası yagın. bunun nedeni de bence yine biziz. çünkü "el elin eşeğini türkü çağırarak arıyor". bizler sıkıntılarımıza kendimiz sahip çıkmadıkça sorunların çözümü de zor gözüküyor. (2. bu kahverengi gözlü arkadaşlar bir gün nicelik ve nitelik anlamında o noktaya gelirler ve derler ki; bizler şu konuda bütünleşmek ve şu şu konuda da pozitif ayrımcılık istiyoruz ve alacağız...) bu da hemen olabilecek bir şey değil tabi ama çabalanırsa süreç içerisinde bir gün olacaktır. geçenlerde gördüğüm bir şeyi de kısaca anlatarak bitireyim. merdivenler var yanınada sağ olsunlar rampa yapmışlar. intihar etmek isteyen arkadaşlara duyrulur. neredeyse 90 derecelik bir açıyla iniyor. oradan sağlam, hafif ortapedik sorunulu ya da tekerlekli sandalyede bir arkadaş inmeye kalksa anında öteki tarafta. yani bir sakat arkadaşın kontrolünde yapılsa orası ona izin vermezdi. sırf yapmış olmak için yapılan o kadar çok şey var ki...
 
Sakat insanlara göre planlanmış her şeyi sağlamlar da kullanabilir. Ama sadece sağlam insanlar düşünülerek planlanmış şeyleri sakatlar kullanamaz.
Genel mantık bu olursa engelliler toplumla daha bütünleşik yaşayabilirler.

Her merdivende korkuluk olsa bunu sadece sakatlarmı kullanacak?
Her yapıda asansör bulunsa sadece sakatlarmı faydalanacak?
Her Wc sakatlara da uygun yapılsa bundan yaşlılar veya hastalarda yararlanmayacaklarmı?
Kaldırımlar yüksek yapılması sadece sakatlaramı engel teşkil eder?
Dış mekanlara yapılmış kaygan yüzeylerden sadece sakatlarmı kayıp düşerler? v.s. v.s.
Hem kimin garantisi var sakat olmamaya?
Sakat olmasa da kişi yaşlanmayacakmı, güçsüzleşmeyecekmi ömrünün son baharında.
Akıllı insan odur ki geleceğine yatırım yapar.
Sakat biri için "ektiğini biçiyor" gibi laf etmek yanlıştır ama kendisinin veya bir yakınının da muhtemelen sakat olabileceğini düşünmeyip sorumsuzca engelli imalat yapanlar ektiklerini muhakkak biçeceklerdir. Hatta böylesine büyük konuşmak bile konuşan için ektiğini biçmeye yeter.
 
doğuştan kahverengi gözlüyüm. (?) ama biraz kafa yorduğumda bu durumun çözümsüz olmadığını buldum. kahverengi gözlü olmanın toplumsal anlamda rahatsızlık vermemesi için Kontak lens kullanmaya karar verdim. Evet ardık ne kahverengi gözlerim var ne de dışlanmışlık durumum.
kahverengi gözlü olmayı sevgili oturan boğa iyi ve anlaşılır bir şekilde tane tane açıklamış. bu vesileyle onu selamlarla anıyorum.
lens meselesine gelince.
evet ilk ve orta okulda hep hep -kahverengi gözlülerle- iç içeydim. bu halde göz rengimin anlamını bilmem baya zaman aldı. öyle ki "Ben kör bir vatandaşım" demem taaaa 11 yaşımdayken mümkün oldu. körler okulundaki bir körün yani ötekilerden birinin ötekilerden olduğunu farketmesi ötekilerin yanındayken zor oluyor. Lise de ötekilerden bir kişi vardı o da ben...
Liseye kaydolma sürecimin başlangıcı, ötekilerden olduğumun şamarını suratımda hissetmenin en iyi ve en dakik anıydı. okul müüdürü o beklenen tokatı indiriverdi: "biz kahverengi gözlülerle hiç karşılaşmadık ve bir daha da karşılaşmayı hiç göze alamayız." bu arada ilk lensimi aldım. o zamanlar lisenin pansiyonuna öğrenciler DPY sınavıyla giriyorlardı. ve o yurdu kazananlar arasında bu kahverengi gözlü vatandaşta vardı. ama yeni lensiyle... yeni lensin adı: sınavı pansiyonda kalanlar arasında en yüksek puanla kazanmış olmamdı.
Artık insanlar neden kahverengi gözlü olduğumu sorgulamamaya başladı ve içlerinden biriydim. dipnot sıra daya çekilirken nasibimi almama sevinmiştim o zamanlar. üstelik suç pansiyonda yarı çıplak kadın resimleri bulunması... nihayet körlüğüm göz ardı edilmeye başlanmışdı. Diğer yandan kalabalıkda ders çalışamadığım için (gürültülü ortamda dinlemek zorlaşır.) bana bir oda tahsis edildi. ve gerçekten verim alındı. bu anlamda da kahve rengi gözlü olmamın dez avantajlarını gidermiş oldum. hocalar beni sınava tek başıma alırlardı ve özel koşullar sağlarlardı. bunlarda özel muameleler ama asla ötekileştirmek değil. zira bazı arkadaşlarım sınav ortamından uzakta olmamdannnn büyük üzüntü duyarlardı. çünkü bazı durumlarda bana ihtiyaç duyuyorlardı örnek: sınavda benden yanıt sızdırmak. evet bir çok arkadaşıma uygun şartlar olduğunda yanıt söylerdim. bir ayığ belki ama şu açıdan belirttim. sıradanmavi gözlüler ne yaptıysa kahverengi gözlü de aynı şeyleri yapıyordu...
üniversitede kopya falan çekmedim. zira öğretmen olmak için eğitim alıyordum. bu dönemde "lens"lerimi kullanmam oldukça zordu ama ben gene de bir yolunu bulup hapsaneye cep telefonu sızdırırcassına lensleri bulup kullandım buradaki lensler de gayet profesyonelce ve gayet sıra dışıydı.
Hacettepe üniversitesi Psikolojik danışma ve rehberlik bölümüne yerleştiğimde aynı bölümde 4 tane daha kör vatandaş vardı. onların hocalarla ilişkilerini araştırıp buldum. içleri acısı bir durum ama kahve rengi gözlü olduğu için bazı ödev proje ve staj çalışmalarından muafiyet taleb edenler bile vardı. ben ödev ve sorumluklarımın hiç birinden kaçmadım ve hepsini başarıyla tamamladım. buradaki lensin adı da: azim ve sıradışılıktı. her kahverengi gözlüden beklenen tavırlardan uzak durdum. bitirme tez önerimin adını vermeden de geçmeyeyim: "KÖRLERİN SOSYAL BECERİ DÜZEYLERİNİN BAZI DEĞİŞKENLER AÇISINDAN İNCELENMESİ"
Şimdi bir meslek sahibiyim eşimi ailesinden isterken kullandığım lens buydu. öğrenci veli ve yöneticilerle kurduğum başarılı ve etkili iletişim süreci de rehber öğretmenken kullandığım lens.
not hiç bir lens ya da tedavi körlüğümü ortadan kaldırmıyor. .
:)
 
İnsan, kendisine sorulmadan hakkında hiçbir fikri olmadığı bir dünyaya gözlerini açınca ne olur?

Önceleri kendisine süt veren sıcaklığıyla kendisini koruyan annesiyle kendi öz varlığını bir bütün sanar. Ancak sonraları ayrı bir varlık olduğunun farkına varır. Ayrı bir varlık olmak...Bu cümle bağrında nice sancılar saklar.

Ayrı bir canlısınızdır. Anlamakta zorlandığınız sonsuz sayıda olayın gerçekleştiği bir dünyada yapayanlız tek başınıza bir canlı olarak kalmak... Bu pek mümkün değildir. Çünkü yanlızlık korkutucudur. Korkarsınız çünkü kudreti karşısında şaşırdığınız bir dünyadasınızdır. Eğer o dünyayla aynı şey olsaydınız korkmanıza gerek yoktu. ama siz farklı, yanlız, ve görece güçsüzsünüz. İşte bu yüzden insan bir gruba ait olmak ister.

Bir gruba ait olmak sizi bir şeye ait kılar ve yanlızlığınızdan kurtulursunuz. Bir "izm" olabilir, bir futbol takımı, bir terör örgütü, bir dini tarikat ya da bir siyasi parti... Her durumda bir bütünün parçası olmanın verdiği rahata kavuşursunuz. Artık siz yanlız değilsinizdir.

Ancak işte tamda bu noktada sorunlar başlar. Çünkü siz belli bir gruba ait olduğunuzda sizi siz yapan bir takım özellikleri kabul edersiniz. Bu ise başkalarının sizinkilerden farklı özellikleri olduğuna da inanmak demektir.

Örneğin sizin aidiyetinizle özelleşen bir futbol takımı "iyidir" ama diğer futbol takımı ya da herhangi bir farklı oluşum iyi değil kötüdür. Çünkü ancak bu yaklaşımla sizin o bütün içindeki varlığınız anlamlı olabilir.

İşte sizin grubunuz iyi ise karşınızdaki her grup her oluşum kötüdür anlayışı önyargıların temelidir. Konunun bu yanını besleyen bilişsel bazı kısıtlamalarımız da vardır. İnsan zihni kendisine yönelen tüm mesajları depo edecek potansiyele sahip değildir. Bu yüzden mesela bir otobüste giderken sadece ilgimizi çeken tabelaları görürüz. Çünkü etrafta görülecek milyonlarca unsur vardır. İşte sadece bizi ilgilendiren bu seçiciliğe 'Algıda seçicilik' diyoruz. Algıda seçicilik bizi biz yapan grupla ele alındığında bizi önyargılar bağlamında çok önemli bir noktaya taşır. Biz "iyi" ve karşımızdaki de bizim gibi "iyi" olabilir diye düşünebilmek için bu algıda seçicilik dınırlarını aşmak gerekir. "Yunanlılar şerefsizdir" diyerek konu üzerinde daha ayrıntılı bir araştırmaya girmekten kurtuluruz. Beynimizin psikolojik ve bilişsel yapılanması nedeniyle daha fazla bilgiye erişmek zorunda kalmadan olayı bir önyargı üzerinden sonuca bağlarız. Bu önyargılar olumlu da olabilir. Mesela "Universite mezunları daha akıllıdır" gibi.

İte bilişsel zorunluluklar ve varolışsal sancılarımız nedeniyle kendimize bakarken öteki "iyi olmayan" ya da olmama potansiyeli taşıyan kişiler üzerinden bakarız. bu ise ötekileştirmeye giden yolun kapıları ardına dek açan süreçtir.

Kahverengi gözlüler grubuna ait olmak bu anlamda bir ötekileştirmeye tabi kalmaktır. ama en azından ait olacakları bir gruba dahl olmuşlardır. Böyle bir grubun içine girdikleri anda kendilerine ayrımcılık yapan mavi gözlülerle fazla da bir farkları yoktur. Çünkü artık onlar olaylara x kişi x kişi olarak değil kahverengi gözlüler olarak bakacaktır. Bu ise tıpkı diğerleri gibi ötekiye ihtiyaç duyan bir bakış açısıdır.

İnsanın varoluşsal sancıları bağlamında olaya bakıldığında ben bu durumun değişebileceği kanaatinde değilim. Ancak bu durumun farkında olmak sözkonusu halin yansımalarını yönetmek konusunda bize yardımcı olabilir. Mesela bu süreci kahverengi ve mavi gözlülere anlattığımızda meselenin köklerindeki 'korku' unsuruyla yüzleşebilmeleri sorunun çözümünde (ya da en azından katlanılabilir olmasında ) bizlere yardımcı olabilir.


Bahsetmek istediğim bir diğer konuda sakatlık haline yönelik verilen cevaplara dairdir. Bu konuda daha önce bir çok defa yazdım. Yine tekrarlayalım.

Öncelikle bizler sakatız. Bizzat bu sakatlık haline içjkin bir takım olumsuzluklara sahibiz. Duymuyor, görmüyor, yürüyemiyor vb yiz. bu durum insan fiziğine, doğasına aykırı bir durum. Yani bir sıradışılık sözkonusu. Ancak tamda burada bazılarımızın anlamadığı şey şudur. Bu sıradışılık kelimenin tam anlamıyla normaldir. İnsan dediğimiz canlının böyle halleri de vardır. Bu sıradışı hallerimiz bizim insanlığımızdan hiçbir şey götürmez. Bu olumsuzluklarımızın varolması, bizim toplumun diğer kesimlerinden daha az hakka sahip bireyler olduğumuz anlamına gelmez. Bu yüzden toplumsal ve sosyal yapılanma daha sonraları kültürel yapılanmayıda dönüştürecek şekilde değişmelidir. Hayat tüm formlarıyla herkesi kapsayacak bir halde yeniden düzenlenmelidir. Sakatlık gibi insana has özellikler içerdiği olumsuzluklar nedeniyle her platformda önlenmeye çalışılacak, ancak bu durumun kişilerin hayatına engel olmaması için gerekli tüm düzenlemeler yapılacaktır. Bu düzenlemeler toplumun her kesimini temsil eden genel otorite (Devlet) üzerinden yönetici iktidar tarafından gerçekleştirilmiyor ise bu haklar sakatlar tarafından ısrarla talep edilecektir. Olayın özü budur.

Bu sayede varoluşsal önyargıların yol açtığı gruplaşma eğilimi ve bunun sebep olduğu ötekileşmenin gücü azaltılmaya çalışılacaktır.
 
engelli

Bir engelli yaşayabilmek için illa başarılı olmak zorunda mı (bu başarı denilen şey dayatılan bir olgu, sanırım tazı gibi koşmak, kuş gibi uçmak dayatılır.başarı kime ve neye göre başarı)

Başarı insanın mutlu olabilme sanatını icrasıdır. Herkes Stepen Hawking olamayabilir kapasitesi olamayabilir görünüşte fiziki şartları aşabilen mavi gözlüler var anlama kapasitesi düşük olabilir ki bu normaldir zeka denen şey mavi, kahverengi gözlü diye ayırmıyor.

zihinsel engelli insanları düşünmeden atıp tutulur bence onlar için başarı kendi elbisesini giyebilmesi bile büyük başarı önemli olan kapasitesi miktarında birşeyler yapmaya çalışması yoksa en başarılı çağdaş köle olmak değil.
Önemli olan kahverengi gözlüler ne istiyor veya mavi gözlüler ne istiyor değil insanlık ne gerektiriyor Sonuçta insan alt benliğinde güçlü olabilmek var Aslan bir topal geyiğe saldırır zayıf kimse ona saldırıyor aslan. İnsanda öyle değil midir? zayıfa saldırır bazen kahverengi gözlüler kahverengi gözlülere saldırır içindeki güçlülüğü ortaya çıkarır.
Evlenmeye gelince En iyi canlılar iyi üreyebilenlerdir yani bir kadın veya bir erkek karşındakinin sağlıklı olmasını ister ki düzgün nesiller orataya çıkarabilsin ki biliçaltında bu tür yaklaşımlar var bu inkar edilemez bir olgu ama istisnalar kaide bozmaz sağlıklı bir insan engelli bir bireyle evlenebilir ama toplum genelinde bu olgu çok düşüktür ki deyme gelişmiş yerlerde bu böyledir. ki İnsanoğlu daha insani olmak için daha çok ekmek yemesi lazım.

Mavi gözlülerle savaşımız daha çok sürecek ama sonunda biz kazanacağız yada bizden sonrakiler ama teknoloji bu hızla geliştiği sürece zaten engelli kalmayacak 20-40 yıl sonra tarihin tozlu sayfalarında kalacağız ama bu bitecek bir olgu değil. bu mavi gözlüler kim daha gözü mavi diye savaşacaklar güçlü zayıf muhabeti sürücek hitler gibi soysuzlar türeyecek

saygılar
 
OturnBoğa' Alıntı:
Sizce ülkemizde sakatlar ötekileştiriliyor mu, bütünleştiriliyor mu

İkisinin de yapıldığını, ama


OturanBoğa' Alıntı:
sizce çözüm ötekileştirmekte mi, bütünleştirmekte mi?

İkisinin de doğru çözüm olmadığını düşünüyorum;

Şimdilik buna grafik bir yorum getirebilir miyim? :) :)



Alt yazısını da bir ara yazmaya çalışacağım. :)
 
Engel ve yaşam

Hiç gözlerinizin kıymetini bildiniz mi? Doğadaki tüm renkleri görebiliyorsunuz .Hiç başkalarından farklı yanlarınızı düşündünüz mü? daha güzel,daha çirkin,daha uzun,daha kısa,daha çalışkan,daha tembel. Bunlar bize çok yakın kavramlardır. Farklı olmak,bazen üstün olmak,galip gelmek,hatta yukarıdan bakmak,bazende altta kalmak,ezilmek,utanmak gibi yaşantılar getirmiş bize. Birde iyice farklı olanlar var. Uzun süre oturup dikkatini toparlayamayan,içinde olup bitenleri bizler gibi anlatamayan,yürüyemeyen yani toplumun kör,sağır,sakat,geri ve deli dedikleri,uzak durduklarımız,aramıza almayı başaramadıklarımız.
Şimdi bir deney yapalım.Kısa bir süre gözlerinizi kapatıp sanki hiç açılmayacaklarmış gibi dolaşmaya çalışın,sonra gözlerinizi açın ve görmeden yaşarken neler hissettiğinizi hatırlayın. Yüzünüze,saçlarınızın ve teninizin rengine bakın. Hiçbiri sizin seçtiğiniz şeyler değil. Boyunuz,gözlerinizin rengi,hatta adınız tüm bunlar başka türlü olabilirdi.Aynaya bakamayabilirdiniz,annenizin sizi çağıran sesini duyamayabilirdiniz,bazı şeyler için şanslı oldugunuzu unutmayın. Bir insan karşısındaki engelleri aşarak hayatta bir şeyler öğrenmeye çalışır. Bizler için en uygun zaman şu an içinde bulunduğumuz zamandır. Geçen her dakika her şeyi değiştirmek için bir fırsattır.
Ne kadar kötü olursa olsun asla pes etmeyin.Başkalarına hala her şeyin üstesinden gelebileceğinizi gösterin.Yapamayacağınız şeyler için boş yere üzülmeyin,yapabileceklerinizi yapmaktan zevk alacağınız için uğraşın. Gecelerinizi paylaştığınız yıldızlarla gözyaşlarınızı da paylaşın.Anne ve baba olmak,gönüllü çıkılan ve hiç bitmeyen bir yolculuktur.kimilerinin yaşadıkları gönlünden geçenlerle bir olurken kimileri için şaşırtıcı sürprizler hazırlamıştır hayat. Bu sürprizlerden biride özel bir çocuğa sahip olmaktır.
Atacakları her adım için daha fazla emek ve koskocaman bir gülümsemeye sahip olacağı bilinmelidir. Ölmek zorunda oldugunuzu bilseniz bile daha yapacak çok şey oldugunuzu unutmayın örneğin birini sevmek gibi. Önemli olan ruh ve akıldır bedensel özürlü biri de sağlıklı olabiir.
 
Merhaba ben bugün bu siteye üye oldum arkadaşlar. Konu ilgimi çektiği için ben de birşeyler yazayım dedim. Aslına bakarsanız, bu konu düzenle ilgili. Bu düzenin dayattığına baksanıza.Biz engelliler zaten isan yerine koyulmuyoruz.Herzaman bizlere dayatılan anlamsız,akıldışı,mantıksız daha birçok şeyler var.İşyerlerinde çalışan engelli kardeşlerin sorunlarına hangi yetkili ilgileniyor?Mecliste vekillikyapan sözde şahıslar bizler için neler yapıyorlar?Dernekler de dahil buna.
 
Selam...
Bu sistemde engellilerin ötekileştirilmesi bitmeyecek sadece değişik kılıflara bürünecektir.Evet baben 'e katılmakla birlikte yaşadığımız ortamda bu sistemde de bir şeyler yapılması gerektiğine inanıyorum.Fakat bunlar bireysel mücadeleler şeklinde olduğu gibi bazen kanun vb leri ile haklar kazanılmış oluyor.Bir daha sefere bu haklar kaybedilmiş olunabiliyor.
Eee. Ne yapmalı nasıl yapmalı...
Her şeyden önce örgütlü bir güç olunmalı..
Tüm toplumsal sosyal ve ekonomik taleplerimizi tek bir ses haline dönüştürülmeliyiz...
Sonra bu sistemde ekonomik güç önemli olduğundan insanlar bunun için ömür boyu çalışmakta ve parası kadar Adam olunmakta vs vs..
Öyle ise Engelliler ekonomik bir güç olmalı.
Engelli bir işveren 1000-2000 kişiye iş vermişse orada çalışanların o işverene davranışı farklıdır.Hatta işe alması için il veya ilçedeki ….amirler bile ona farklı davranırlar…
Engelli kişi kendi ekonomik sorununu halletmişse kendi çemberini genişletmiştir.Toplumsal olarak çözülmemiş olsa bile…

Örneğin:Bu sitedeki Engelliler 200 kişi 3000 tl koysak 600 000 tl bir konfeksiyon üretim yeri açtığımızı ve 100 -200 kişi çalıştığını varsaysak.O ilçede kaymakamın vergi dairesi müdürünün TEK vs müdürlerinin yanına gittiğimizde nasıl karşılandığımızı ve o işyerinde gelirini iyi olduğu bilenen engelli işçilere nasıl davranılacağını O yerdeki Esnafın ve halkın nasıl davranacağını düşünün..

Buna benzer durumları yaşadığım için somutlamak adına yazdım…

Aydın yarınlar…
 
Selamlar. Bence olay ötekileştirmek değil kanımca özürlüler sosyal hayata Fazla katılmamakla ilgili, Kaç özürlü haftada kaç gün dışarı çıkıyor. Kaçımız, sinema veya tiyatroya gidiyor. Kaçımız Alışveriş merkezi, Lunaparklara özürlü kardeşimizi götürüyoruz. Kaç tanemiz kaçıncı iş başvurusundan sonra vazgeçti, Bu konuda veya diğer konularda Nerelere şikayette bulunduk. Bence bizde pasif değil miyiz bu konuda... Yapılmayan işler mevzubais olunca belediyeler, Büyükşehir, Valilik, Hatta Bakanlık Basbakanlık'a Şikayet dilekçeleri yollansa. Bu bir Çokluk oluştursa bence bazı şeyler değişecek. Ama kafamızdaki önce Önyargılardan kurtulmamız gerekiyor. Aman beni kim düşünecek psikolojisinden kurtulmamız gerekir bence...
 
Üst Alt