RADİKAL 2'DE 17.10.2010 TARİHİNDE YAYINLANAN YAZIM.
VOLKAN ERKAN (Arşivi)
Radikal İnternet’teki bir haber yeni bir çizgi roman kahramanının yaratılma sürecinden bahsediyor. Savaşın içinden gelen bu Müslüman kahraman bacaklarını kaybetmiş, yani sakat. Sakat bir süper kahraman! Sakatları tekinsiz addetmek veya insanüstü niteliklerle resmetmek edebiyat dünyasında sıklıkla görülür. Fakat bunun yanı sıra günlük yaşamımızda süper insan tabirini dünyanın dört bir yanında yaşayan bazı sakatlar için zaten kullanıyoruz.
Dünya yarış alanı, zamanımız rekabet çağı ve bu yarış içinde, diğer rakiplerinden çok gerilerde bazen başlama atışını bile duyamayacak kadar uzaklarda biz sakatlar, ha gayret atılırız hayata. Ancak yarış alanını hazırlayanlar kuralları baştan tespit etmiştir. Sahadaki bütün yerleşim kendilerine göredir. Tabii onları da anlamak lazım, ekmek aslanın midesinde, ki artık ekmek derdinin çok ötesine düşüyor kaygılar. Kazanmak ve daha çok kazanmak. Bu devirde, yarının kimseye garantisi yok!
Süper insanlar
Bazen ötekini anlamak istermişçesine kuralları koyanlar “bizim de sakat olmayacağımız ne malum; hepimiz sakat adayıyız” deyip küçük bir etkinliğe katılır. Günah çıkararak vicdanlarını rahat ettirdikten sonra, bir “Allah korusun” çekip evlerinin yolunu tutarlar. Bilmezler ki birinin suratına ben de senin gibi olabilirim demek, ben senin gibi değilim demenin hiç de kibar olmayan ve küçümseyici bir yoludur. Neyse!
Sakat doğanlar veya sakatlananlar bir şekilde topluma adapte olma, öteki olmama kaygısına düşerler. Zira sakat olmayanlardan “farklı” olduklarını baştan ayaklarına kadar –ki eğer ayakları varsa ve de ayaklarında bir duyu sorunu yoksa- hissederler. Eğer önüne birkaç fırsat çıkmış ise ve bir de şans ondan yanaysa bütün kuralları hasır altı edip defolu bedenini kabul ettiren birkaç kişi çıkar her şeye rağmen! Onlar azmedip başaran süper insanlardır toplum nezdinde. Sanmayın sadece yazılı ve görsel basının süper insanlarıdır onlar. Onlardan, başarıları medyaya yansımayanlar bile günlük konuşmalarda süper insanlardır.
Arkadaşım “benim başıma bunlar gelseydi, ben evden adımımı bile atamazdım, sen çok cesursun” diyor gözüme bakarak, beni övmek için. O kadar cesur insanlarız ki kimimiz kör, kimimiz tekerlekli sandalyeye mahkum, kimimiz çolak, kimimiz topal halimize bakmadan vuruyoruz kendimizi dışarıya. Kusuruma bakmayın hepimiz değil, süper sakatlar.
Aslında çok normal
Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın yaptığı araştırmalardan biliyoruz (1) sakatların televizyonda yansıtıldığı hallerden biri de çok yetenekli olmalarına dair. Bu araştırma sakatların en çok yansıtılma hallerinin –yukarıdaki tespitte ironik şekilde- yardıma muhtaç, kendine acıyan, alay objesi olduğunu gösterir. Toplumun kabulü, okumayı başarıp bir iş edinmiş ya da etkinlik ve aktiviteleri ile topluma adapte olmuş sakatların sakatlıklarına yani bedenlerine rağmen azmedip başardıklarıdır.
Toplumun kalıplaşmış yargısının aksine sakat bir kimsenin topluma katılımındaki çabaları ve dolayısıyla bunun sonucunda geldiği yerin normal olarak kabul bulması gerekir. Çünkü sakat olmak okumayı, eğitim görmeyi, iş sahibi olmayı doğrudan engelleyen bir insanlık hali değildir. Bir insanın en temel haklarıdır, eğitim görmek, iş sahibi olmak. Bununla birlikte azmin zaferi derken kastımız sağlamların kurduğu düzene karşı, toplumdaki önyargıları yok sayarak, sosyal devletin sağlaması gereken imkanlar olmadan başarılı olmayı irdelemek ise doğruluk payı var. Ama yine de azmin zaferi başlıklarının bana kalırsa olumsuz bir sonucu oluyor bilinçaltında. “İnsanoğlunun isteyip de başaramayacağı şey yoktur” fikrini içten içe işler ve gizlice fırsat eşitliği, pozitif ayrımcılık gibi sosyal devletin besleyip büyüttüğü kavramları zayıflatır. Zihinlerde şu fikir şekillenmeye başlayabilir: “Onlar bu düzende, kendilerine özel kurallar olmadan azmedip başarmışsa diğerleri de yapabilir! Farklı kurallara, pozitif ayrımcılığa ne hacet”. Yukarıda değindiğim gibi önüne birkaç fırsat çıkmış ise ve bir de şans ondan yanaysa bütün kuralları hasıraltı edip defolu bedenini kabul ettiren birkaç kişi yardıma muhtaç, kendine acıyan, alay objesi olan diğerlerine örnek gösterilir.
Bu yanılsamayı önlemenin bir ayağı anayasaya yansıyan fırsat eşitliğinin sağlanması yönünde alınacak tedbirlerden olan pozitif ayrımcılığı uygulamaya sokmak ise, diğer ayağı medya, televizyon ve edebiyat dünyasında, sakatların kendi ağızlarından ve kalemlerinden kendilerini daha sık anlatmaları olsa gerek.
1) Selma ÇALIK ,Televizyon Yayınları ve Özürlülük Anketi, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Aralık 2005
VOLKAN ERKAN: Avukat
VOLKAN ERKAN (Arşivi)
Radikal İnternet’teki bir haber yeni bir çizgi roman kahramanının yaratılma sürecinden bahsediyor. Savaşın içinden gelen bu Müslüman kahraman bacaklarını kaybetmiş, yani sakat. Sakat bir süper kahraman! Sakatları tekinsiz addetmek veya insanüstü niteliklerle resmetmek edebiyat dünyasında sıklıkla görülür. Fakat bunun yanı sıra günlük yaşamımızda süper insan tabirini dünyanın dört bir yanında yaşayan bazı sakatlar için zaten kullanıyoruz.
Dünya yarış alanı, zamanımız rekabet çağı ve bu yarış içinde, diğer rakiplerinden çok gerilerde bazen başlama atışını bile duyamayacak kadar uzaklarda biz sakatlar, ha gayret atılırız hayata. Ancak yarış alanını hazırlayanlar kuralları baştan tespit etmiştir. Sahadaki bütün yerleşim kendilerine göredir. Tabii onları da anlamak lazım, ekmek aslanın midesinde, ki artık ekmek derdinin çok ötesine düşüyor kaygılar. Kazanmak ve daha çok kazanmak. Bu devirde, yarının kimseye garantisi yok!
Süper insanlar
Bazen ötekini anlamak istermişçesine kuralları koyanlar “bizim de sakat olmayacağımız ne malum; hepimiz sakat adayıyız” deyip küçük bir etkinliğe katılır. Günah çıkararak vicdanlarını rahat ettirdikten sonra, bir “Allah korusun” çekip evlerinin yolunu tutarlar. Bilmezler ki birinin suratına ben de senin gibi olabilirim demek, ben senin gibi değilim demenin hiç de kibar olmayan ve küçümseyici bir yoludur. Neyse!
Sakat doğanlar veya sakatlananlar bir şekilde topluma adapte olma, öteki olmama kaygısına düşerler. Zira sakat olmayanlardan “farklı” olduklarını baştan ayaklarına kadar –ki eğer ayakları varsa ve de ayaklarında bir duyu sorunu yoksa- hissederler. Eğer önüne birkaç fırsat çıkmış ise ve bir de şans ondan yanaysa bütün kuralları hasır altı edip defolu bedenini kabul ettiren birkaç kişi çıkar her şeye rağmen! Onlar azmedip başaran süper insanlardır toplum nezdinde. Sanmayın sadece yazılı ve görsel basının süper insanlarıdır onlar. Onlardan, başarıları medyaya yansımayanlar bile günlük konuşmalarda süper insanlardır.
Arkadaşım “benim başıma bunlar gelseydi, ben evden adımımı bile atamazdım, sen çok cesursun” diyor gözüme bakarak, beni övmek için. O kadar cesur insanlarız ki kimimiz kör, kimimiz tekerlekli sandalyeye mahkum, kimimiz çolak, kimimiz topal halimize bakmadan vuruyoruz kendimizi dışarıya. Kusuruma bakmayın hepimiz değil, süper sakatlar.
Aslında çok normal
Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın yaptığı araştırmalardan biliyoruz (1) sakatların televizyonda yansıtıldığı hallerden biri de çok yetenekli olmalarına dair. Bu araştırma sakatların en çok yansıtılma hallerinin –yukarıdaki tespitte ironik şekilde- yardıma muhtaç, kendine acıyan, alay objesi olduğunu gösterir. Toplumun kabulü, okumayı başarıp bir iş edinmiş ya da etkinlik ve aktiviteleri ile topluma adapte olmuş sakatların sakatlıklarına yani bedenlerine rağmen azmedip başardıklarıdır.
Toplumun kalıplaşmış yargısının aksine sakat bir kimsenin topluma katılımındaki çabaları ve dolayısıyla bunun sonucunda geldiği yerin normal olarak kabul bulması gerekir. Çünkü sakat olmak okumayı, eğitim görmeyi, iş sahibi olmayı doğrudan engelleyen bir insanlık hali değildir. Bir insanın en temel haklarıdır, eğitim görmek, iş sahibi olmak. Bununla birlikte azmin zaferi derken kastımız sağlamların kurduğu düzene karşı, toplumdaki önyargıları yok sayarak, sosyal devletin sağlaması gereken imkanlar olmadan başarılı olmayı irdelemek ise doğruluk payı var. Ama yine de azmin zaferi başlıklarının bana kalırsa olumsuz bir sonucu oluyor bilinçaltında. “İnsanoğlunun isteyip de başaramayacağı şey yoktur” fikrini içten içe işler ve gizlice fırsat eşitliği, pozitif ayrımcılık gibi sosyal devletin besleyip büyüttüğü kavramları zayıflatır. Zihinlerde şu fikir şekillenmeye başlayabilir: “Onlar bu düzende, kendilerine özel kurallar olmadan azmedip başarmışsa diğerleri de yapabilir! Farklı kurallara, pozitif ayrımcılığa ne hacet”. Yukarıda değindiğim gibi önüne birkaç fırsat çıkmış ise ve bir de şans ondan yanaysa bütün kuralları hasıraltı edip defolu bedenini kabul ettiren birkaç kişi yardıma muhtaç, kendine acıyan, alay objesi olan diğerlerine örnek gösterilir.
Bu yanılsamayı önlemenin bir ayağı anayasaya yansıyan fırsat eşitliğinin sağlanması yönünde alınacak tedbirlerden olan pozitif ayrımcılığı uygulamaya sokmak ise, diğer ayağı medya, televizyon ve edebiyat dünyasında, sakatların kendi ağızlarından ve kalemlerinden kendilerini daha sık anlatmaları olsa gerek.
1) Selma ÇALIK ,Televizyon Yayınları ve Özürlülük Anketi, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Aralık 2005
VOLKAN ERKAN: Avukat