Geçtiğimiz günlerde iki günlük iş gezisi için Moskova ya gittim.
İlk gün işleri tamamlayıp ikinci gün akşam en geç uçakta yerimi ayırttıktan sonra otelden çıkıp Moskovanın meşhur Kızıl meydanına gitmek için yola çıktım. Sokakta taksi yoktu. 200 metre kadar ilerleyip anayola çıkmaya karar verdim. Ancak anayola çıkmak için dik bir yokuşla karşılaştım. Yol kenarında çalışan yol işçilerinden yardım istedim. Yola çıkmak istediğimi anladılar ve hemen sandalyemi iterek yardımcı oldular. Yolda yarım saat beklememe rağmen taksi geçmedi. Bizdeki taksi yoğunluğunun nasıl bir değer olduğunu anladım. Neyse ilerde bir benzin istasyonu vardı. Oraya gittim ve bana bir taksi çağırmalarını rica ettim. Gelen taksiye binip Moskovanın İstiklal Caddesi diye bilinen en meşhur sokağının başında indim.
Lavaboya girmem gerekirse ne yaparım diye düşündüm. İleride gördüğüm Starbucks a girdim. İçerdeki lavabonun kapısı çok dardı. Çıkıp başka bir yer baktım, yoktu. Dükkânların girişlerinde mutlaka birer basamak vardı ve rampa neredeyse hiçbirinde yoktu. Sokağın sonuna vardığımda ilerideki Kızıl meydana nasıl gidebileceğimi sordum. Polisin biri altgeçitten geçmem gerektiğini çünkü arada yayalara kapalı çok geniş bir yol olduğunu söyledi. Peki, ben tekerlekli sandalyemle geçebilir miyim diye sorduğumda kendinden emin şekilde evet dedi. Altgeçide vardığımda şok oldum. Son derece dik bir merdiven vardı ve inmem imkânsızdı. Şaşkınlıktan ağzım açık bir süre ne yapacağımı düşündüm. O esnada yanımdan geçen genç bir çifte karşıya geçmemin başka bir yolu var mı diye sordum. Çat pat İngilizcesi olan bu genç çift trafiği durdurup beni karşıya geçirdi. Çabalarına minnettarım.
Şunu fark ettim. Dünyanın her yerinde gençler ortak bir millete mensup adeta. Daha önyargısız daha sevecen oluyorlar. Bizim yaşımızdakiler ve daha yaşlılar ise kuşkucu, mesafeli... Yolu karşıya geçtiğimde çilemin bittiğini ve meşhur mimarisiyle o ünlü kiliselere ve kremlin binasına vardığımı sandım. Yanılmışım. Önümde yedi sekiz şeritlik devasa genişlikte bir yol daha vardı. Kremlinin kırmızı duvarları hemen arkasında davetkâr şekilde yükseliyordu. Hemen önümde engelliler düşünmeden inşa edilmiş altgeçitten insanlar umursamaz şekilde gidip geliyor bense nasıl karsıya geçeceğimi düşünüyordum. Yoldan aşağıya inmeye karar verdim. Belki ilerde bir kırmızı ışık vardır ve böylece karsıya geçebilirim diye düşündüm. Moskovada bütün sokak temizlikçileri kadınlardan oluşuyor. Yoldan aşağıya vardığımda yolun dönüp bir köprüye uzandığını ve hiçbir şekilde karşıya geçilemeyeceğini gördüm hafiften sinirlenmeye başlayarak. Ulan Putin dedim içimden çok ayıp ediyorsun.
Neyse temizlik işçisi kadına sanki üniversite rektörüymüşçesine gidip İngilizce nasıl karsıya geçerim diye sormuş oldum. Kadın bir başladı konuşmaya susmuyor da, arada kahkahalar atıyor onu anlamadığım için. Ben de gülmeye başladım. Birbirimizi anlamadan karşılıklı o Rusça ben İngilizce konuşup güldük bir süre. Kadın yoldan gecen birini çevirip sanırım İngilizce bilip bilmediğini sordu. Kadın ben almanca biliyorum demesin mi! Sanki dediklerini anlıyormusumcasına deli gibi almanca konuşmaya başladı. Şehvetli bir heyecanla yabancı dil bilmenin gururunu yasadığı belliydi. Ama dediklerinden hiçbir şey anlamadım. O da bir süre heyecanla şaşkın şaşkın suratına bakan beni umursamadan konuşup sonra rahatlamış olduğunu gösterir bir şekilde nefesini çekip bıraktı. Sonra çüzzz deyip gitti. Bu Ruslar deli dedim yüksek sesle. En az bizim kadar...
Temizlik işçisi kadın bana bakıp gülerek bir yandan da Rusça bir şeyler söyleyerek kaldırım kenarlarını süpürmeye devam ederken ben yoluma devam ettim. İlerde bir yokuş ve yokuşta beni alakasız bir kıyıya atacak kırmızı ışıklar vardı. Karşıya geçip yolun Kremline gecen tarafına geçip bir taksi beklemeye başladım. Ancak orası da taksilerin sıkça geçtiği bir nokta değildi. Birden yanıma dünyalar güzeli bir Rus kızı geldi. Gayriihtiyarî süzdüm kızı. Bu kız o iki günlük gezide gördüğüm şaheserlerden biriydi. Ben bir yandan taksi var mı diye kaplumbaga gıbı yolun ilerisinden gelebilecek taksilere bakmak için boynumu uzatırken aniden kız dönüp karşıya geçmek için yardım isteyip istemediğimi sordu, Rusça anlamadığımı görüp İngilizce tekrarlayarak. Taksi aradığımı ama bulamadığımı söyleyince burada öyle zor taksi bulunur. Bekle ben sana çağırayım dedi. Sonrada yeri tarif edip 25 dk içinde burada olacak istersen o zaman kadar sohbet edelim dedi. Bu komplekssiz güzellik ve yardımseverlik bizim pek alışık olduğumuz bir şey değil. Duygulandık tabi. ) Model ve fotoğrafçıymış, işe gidiyormuş falan filan.
Taksi geldikten sonra kıza teşekkür edip az ilerdeki kızıl meydana gittim. Bu arada bindiğim iki taksi şöförüde kırkızıstandaki Özbek Türklerindenmiş. Bir kaç yıl önce Kızgızıstandaki Özbek azınlığa Kırgızlar saldırmış ve binlerce kişi ölmüştü. Orta Asya Türklerinin abisi olduğunu iddia eden Türkiye dururken Putin meğer bu azınlığın hepsine pasaport ve çalışma izni verip Moskovaya taşımış. Son derece dindar oruçlu bu arkadaşlar Putinden övgüyle bahsediyordu. Kremlinde tek bir Arap turist görmedim. Ama her yan Kırgız Özbek Kazak doluydu. Döndüğümde Atatürk havaalanında yığılmış Arap turistleri görünce Turkiyenin Orta Asya Türkleriyle maddi manevi iplerini kopartmış ve oraları Rusyaya terketmıs olduğunu anlamak zor olmuyor.
Neyse mevzuya dönecek olursak, Kremlin sarayı ve hemen yanı başındaki masallardan fırlamışçasına yükselen kilisenin önünde fotoğraf çektirmek istedim. Rus bir kadını çevirdim. Makineye baktığımda ben vardım ama kilise yoktu. Elinde dev bir makine olan diğer bir rusu cevirdim. Çektiği fotoğrafta bu sefer kilise vardı ama ben yoktum. Üçüncü bir Rus kadından fotoğrafımı cekmesini istedıgımde birden manken gibi poz verdi. Yanlış anladı. Tam Umutlarımı kaybedecekken elindeki makineden profesyonel olduğu belli bir rusa detaylı izah edip nihayet bir kremlin anısı kaydedebildim.
Vaktim azalıyordu ve ben Nazım Hikmetin mezarına gitmeden geri dönemezdim. Kremlin meydanından taksiye binip beni Novodeviçi mezarlığına goturmesını istedim. Sağ olsun o da beni alakasız bir yerde indirdi eliyle aha şurası diyerek. Oradan don babam don mezarlık arama işine giriştim. Sandalyemin on sağ tekerlegının bilyeleri dağılmış olduğundan korkunç güç sarfedıyordum. Kaldırımlarda kesinlikle rampa falan yok. Yoldan geçenlerden yardım isteyerek karsıya gecıyorum. En sonunda hafif meyilli bir yoldan yemyeşil bir parkın yanı sıra inip o meşhur mezarlığın yanı basında yükselen manastırı buldum. Mezarlık için yine etrafını dolanmam gerekti. Yoldan gecen iki gence mezarlığı sorduğumda saolsunlar beni alıp mezarlığın içine kadar goturduler. Mezarlıgın gırısınde Puşkin Solijenitsin ve Nazım Hikmet gibi ünlülerin nerede olduğunu belirten bir liste var. Ama yazılar Kiril alfabesiyle ve İngilizcesi de yok. Neyseki beni getiren çocuklar nazımın mezarının olduğu numarayı söyleyip ayrıldılar. Yine de yarım saat aramama rağmen bulamadım. Mezarlık işçilerıne sorunca hemen yönlendirdiler sagolsunlar.
Nazım bir şiirinde Anadoluda bir köy mezarlığında yatmak ıstedıgını başucunda da bir çınar olursa tas mas da istemedıgını yazmıştı. Orda yemyeşil ağacların altında yatıyor ve hala ülkemizin onun ölüsünü dahi hak ettiğini düşünmüyorum. Başucunda rüzgâra kası direnen bir adam resmedilmiş. Biz de direniyoruz be üstat dedim kendisine.
Sakatlara karşı esen önyargı rüzgârları halen öylesine güçlü ki biz de başucundaki kayada rüzgârda zorlukla yürümeye çalışan adam gibiyiz. Puşkin gibi hayran olduğum yazarları da ziyaret etmek istedim ancak vakit yoktu.
Özele şunu gördüm Rusyada: Ruslar bizim Hıristiyan versiyonumuz. Doğu batı arasına sıkışmış ne biri ne öteki olabilen tek toplum biz değilmişiz. Sokakları, trafik kurallarına ciddi anlamda kimsenin uymayışı, emniyet şeridinin ful dolu olması, kaldırımların bir ucuna rampa yaparken diğer ucunu unutmaları vb tamamen bize benziyor. Sanırım yabancılara karşı bizden bir derece daha soğuklar. Belki de kendi toplumumuzu bir yabancı olarak gözlemleyemediğimizden böyle gelmiştir, bilemiyorum.
İki sene yaşayıp en ücra köylerinde dahi bir kez bile engellenme duygusu yaşamadığım Amerika gibi ulaşılabilir bir ülke daha yok galiba.
Budur iki günlük Rusya maceramın özeti. Rusyaya gidecekler Otellerde engelli lavabosu olup olmadığını iyice teyit etsinler. Hatta ısrarla kapı ölçülerini vb istesinler. Zira sakatlar için onarılması zor sürprizlerle karşılaşabilirler.
İlk gün işleri tamamlayıp ikinci gün akşam en geç uçakta yerimi ayırttıktan sonra otelden çıkıp Moskovanın meşhur Kızıl meydanına gitmek için yola çıktım. Sokakta taksi yoktu. 200 metre kadar ilerleyip anayola çıkmaya karar verdim. Ancak anayola çıkmak için dik bir yokuşla karşılaştım. Yol kenarında çalışan yol işçilerinden yardım istedim. Yola çıkmak istediğimi anladılar ve hemen sandalyemi iterek yardımcı oldular. Yolda yarım saat beklememe rağmen taksi geçmedi. Bizdeki taksi yoğunluğunun nasıl bir değer olduğunu anladım. Neyse ilerde bir benzin istasyonu vardı. Oraya gittim ve bana bir taksi çağırmalarını rica ettim. Gelen taksiye binip Moskovanın İstiklal Caddesi diye bilinen en meşhur sokağının başında indim.
Lavaboya girmem gerekirse ne yaparım diye düşündüm. İleride gördüğüm Starbucks a girdim. İçerdeki lavabonun kapısı çok dardı. Çıkıp başka bir yer baktım, yoktu. Dükkânların girişlerinde mutlaka birer basamak vardı ve rampa neredeyse hiçbirinde yoktu. Sokağın sonuna vardığımda ilerideki Kızıl meydana nasıl gidebileceğimi sordum. Polisin biri altgeçitten geçmem gerektiğini çünkü arada yayalara kapalı çok geniş bir yol olduğunu söyledi. Peki, ben tekerlekli sandalyemle geçebilir miyim diye sorduğumda kendinden emin şekilde evet dedi. Altgeçide vardığımda şok oldum. Son derece dik bir merdiven vardı ve inmem imkânsızdı. Şaşkınlıktan ağzım açık bir süre ne yapacağımı düşündüm. O esnada yanımdan geçen genç bir çifte karşıya geçmemin başka bir yolu var mı diye sordum. Çat pat İngilizcesi olan bu genç çift trafiği durdurup beni karşıya geçirdi. Çabalarına minnettarım.
Şunu fark ettim. Dünyanın her yerinde gençler ortak bir millete mensup adeta. Daha önyargısız daha sevecen oluyorlar. Bizim yaşımızdakiler ve daha yaşlılar ise kuşkucu, mesafeli... Yolu karşıya geçtiğimde çilemin bittiğini ve meşhur mimarisiyle o ünlü kiliselere ve kremlin binasına vardığımı sandım. Yanılmışım. Önümde yedi sekiz şeritlik devasa genişlikte bir yol daha vardı. Kremlinin kırmızı duvarları hemen arkasında davetkâr şekilde yükseliyordu. Hemen önümde engelliler düşünmeden inşa edilmiş altgeçitten insanlar umursamaz şekilde gidip geliyor bense nasıl karsıya geçeceğimi düşünüyordum. Yoldan aşağıya inmeye karar verdim. Belki ilerde bir kırmızı ışık vardır ve böylece karsıya geçebilirim diye düşündüm. Moskovada bütün sokak temizlikçileri kadınlardan oluşuyor. Yoldan aşağıya vardığımda yolun dönüp bir köprüye uzandığını ve hiçbir şekilde karşıya geçilemeyeceğini gördüm hafiften sinirlenmeye başlayarak. Ulan Putin dedim içimden çok ayıp ediyorsun.
Neyse temizlik işçisi kadına sanki üniversite rektörüymüşçesine gidip İngilizce nasıl karsıya geçerim diye sormuş oldum. Kadın bir başladı konuşmaya susmuyor da, arada kahkahalar atıyor onu anlamadığım için. Ben de gülmeye başladım. Birbirimizi anlamadan karşılıklı o Rusça ben İngilizce konuşup güldük bir süre. Kadın yoldan gecen birini çevirip sanırım İngilizce bilip bilmediğini sordu. Kadın ben almanca biliyorum demesin mi! Sanki dediklerini anlıyormusumcasına deli gibi almanca konuşmaya başladı. Şehvetli bir heyecanla yabancı dil bilmenin gururunu yasadığı belliydi. Ama dediklerinden hiçbir şey anlamadım. O da bir süre heyecanla şaşkın şaşkın suratına bakan beni umursamadan konuşup sonra rahatlamış olduğunu gösterir bir şekilde nefesini çekip bıraktı. Sonra çüzzz deyip gitti. Bu Ruslar deli dedim yüksek sesle. En az bizim kadar...
Temizlik işçisi kadın bana bakıp gülerek bir yandan da Rusça bir şeyler söyleyerek kaldırım kenarlarını süpürmeye devam ederken ben yoluma devam ettim. İlerde bir yokuş ve yokuşta beni alakasız bir kıyıya atacak kırmızı ışıklar vardı. Karşıya geçip yolun Kremline gecen tarafına geçip bir taksi beklemeye başladım. Ancak orası da taksilerin sıkça geçtiği bir nokta değildi. Birden yanıma dünyalar güzeli bir Rus kızı geldi. Gayriihtiyarî süzdüm kızı. Bu kız o iki günlük gezide gördüğüm şaheserlerden biriydi. Ben bir yandan taksi var mı diye kaplumbaga gıbı yolun ilerisinden gelebilecek taksilere bakmak için boynumu uzatırken aniden kız dönüp karşıya geçmek için yardım isteyip istemediğimi sordu, Rusça anlamadığımı görüp İngilizce tekrarlayarak. Taksi aradığımı ama bulamadığımı söyleyince burada öyle zor taksi bulunur. Bekle ben sana çağırayım dedi. Sonrada yeri tarif edip 25 dk içinde burada olacak istersen o zaman kadar sohbet edelim dedi. Bu komplekssiz güzellik ve yardımseverlik bizim pek alışık olduğumuz bir şey değil. Duygulandık tabi. ) Model ve fotoğrafçıymış, işe gidiyormuş falan filan.
Taksi geldikten sonra kıza teşekkür edip az ilerdeki kızıl meydana gittim. Bu arada bindiğim iki taksi şöförüde kırkızıstandaki Özbek Türklerindenmiş. Bir kaç yıl önce Kızgızıstandaki Özbek azınlığa Kırgızlar saldırmış ve binlerce kişi ölmüştü. Orta Asya Türklerinin abisi olduğunu iddia eden Türkiye dururken Putin meğer bu azınlığın hepsine pasaport ve çalışma izni verip Moskovaya taşımış. Son derece dindar oruçlu bu arkadaşlar Putinden övgüyle bahsediyordu. Kremlinde tek bir Arap turist görmedim. Ama her yan Kırgız Özbek Kazak doluydu. Döndüğümde Atatürk havaalanında yığılmış Arap turistleri görünce Turkiyenin Orta Asya Türkleriyle maddi manevi iplerini kopartmış ve oraları Rusyaya terketmıs olduğunu anlamak zor olmuyor.
Neyse mevzuya dönecek olursak, Kremlin sarayı ve hemen yanı başındaki masallardan fırlamışçasına yükselen kilisenin önünde fotoğraf çektirmek istedim. Rus bir kadını çevirdim. Makineye baktığımda ben vardım ama kilise yoktu. Elinde dev bir makine olan diğer bir rusu cevirdim. Çektiği fotoğrafta bu sefer kilise vardı ama ben yoktum. Üçüncü bir Rus kadından fotoğrafımı cekmesini istedıgımde birden manken gibi poz verdi. Yanlış anladı. Tam Umutlarımı kaybedecekken elindeki makineden profesyonel olduğu belli bir rusa detaylı izah edip nihayet bir kremlin anısı kaydedebildim.
Vaktim azalıyordu ve ben Nazım Hikmetin mezarına gitmeden geri dönemezdim. Kremlin meydanından taksiye binip beni Novodeviçi mezarlığına goturmesını istedim. Sağ olsun o da beni alakasız bir yerde indirdi eliyle aha şurası diyerek. Oradan don babam don mezarlık arama işine giriştim. Sandalyemin on sağ tekerlegının bilyeleri dağılmış olduğundan korkunç güç sarfedıyordum. Kaldırımlarda kesinlikle rampa falan yok. Yoldan geçenlerden yardım isteyerek karsıya gecıyorum. En sonunda hafif meyilli bir yoldan yemyeşil bir parkın yanı sıra inip o meşhur mezarlığın yanı basında yükselen manastırı buldum. Mezarlık için yine etrafını dolanmam gerekti. Yoldan gecen iki gence mezarlığı sorduğumda saolsunlar beni alıp mezarlığın içine kadar goturduler. Mezarlıgın gırısınde Puşkin Solijenitsin ve Nazım Hikmet gibi ünlülerin nerede olduğunu belirten bir liste var. Ama yazılar Kiril alfabesiyle ve İngilizcesi de yok. Neyseki beni getiren çocuklar nazımın mezarının olduğu numarayı söyleyip ayrıldılar. Yine de yarım saat aramama rağmen bulamadım. Mezarlık işçilerıne sorunca hemen yönlendirdiler sagolsunlar.
Nazım bir şiirinde Anadoluda bir köy mezarlığında yatmak ıstedıgını başucunda da bir çınar olursa tas mas da istemedıgını yazmıştı. Orda yemyeşil ağacların altında yatıyor ve hala ülkemizin onun ölüsünü dahi hak ettiğini düşünmüyorum. Başucunda rüzgâra kası direnen bir adam resmedilmiş. Biz de direniyoruz be üstat dedim kendisine.
Sakatlara karşı esen önyargı rüzgârları halen öylesine güçlü ki biz de başucundaki kayada rüzgârda zorlukla yürümeye çalışan adam gibiyiz. Puşkin gibi hayran olduğum yazarları da ziyaret etmek istedim ancak vakit yoktu.
Özele şunu gördüm Rusyada: Ruslar bizim Hıristiyan versiyonumuz. Doğu batı arasına sıkışmış ne biri ne öteki olabilen tek toplum biz değilmişiz. Sokakları, trafik kurallarına ciddi anlamda kimsenin uymayışı, emniyet şeridinin ful dolu olması, kaldırımların bir ucuna rampa yaparken diğer ucunu unutmaları vb tamamen bize benziyor. Sanırım yabancılara karşı bizden bir derece daha soğuklar. Belki de kendi toplumumuzu bir yabancı olarak gözlemleyemediğimizden böyle gelmiştir, bilemiyorum.
İki sene yaşayıp en ücra köylerinde dahi bir kez bile engellenme duygusu yaşamadığım Amerika gibi ulaşılabilir bir ülke daha yok galiba.
Budur iki günlük Rusya maceramın özeti. Rusyaya gidecekler Otellerde engelli lavabosu olup olmadığını iyice teyit etsinler. Hatta ısrarla kapı ölçülerini vb istesinler. Zira sakatlar için onarılması zor sürprizlerle karşılaşabilirler.