12 Haziran seçimleri giderek yaklaşıyor. Tüm siyasi partiler kendilerine avantaj sağlayacak açıklamalar ve etkinlikler yapıyor. Herkes halk için çok güzel işler yaptığını ya da yapacağını taahhüt ediyor. 16 Nisan 2011’de benzer bir televizyon programı seyrettim. TV 8’de, TV 8’in Ankara Temsilcisi Erkan Tan’ın moderatörlüğünü yaptığı ve programa yorumcu olarak katılan yazar Hüseyin Kocabıyık’ın bulunduğu Vizyon 2023 adlı programı seyrettim. Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ ve dolayısıyla sağlık politikaları konuşuldu. Türkiye’nin 8 yıl içinde çok yol aldığı, sağlık hizmetlerinde her şeyin yolunda olduğu ifade edildi. Programı biraz şaşkınlık ve teessüfle izledim. Zira programda anlatılan ülke Türkiye’ye pek benzemiyordu. Üstelik moderatör ve yorumcunun ifadeleri Sayın Bakan’ı hep destekler ve kucaklar nitelikteydi. Çok soru sordular ama aslında hiç soru sormadılar.
Ben tıp dilinde nöromüsküler hastalıklardan (kas-sinir hastalıkları) biriyle (Spinal Müsküler Atrofi) ile yaşayan bir bireyim. Tekerlekli sandalye kullanıyorum. Herkes gibi sağlık hizmetlerinden yararlanmaya çalışıyorum. TV 8’deki programdan edindiğim bilgilerle gerçekte yaşadıklarım ile uyum (!?) içindeydi. Mesela İstanbul Tıp Fakültesi’nde yaklaşık 2 yıldır ameliyat sırası bekliyorum. Fakülte’ye defaten müracaat ediyorum, hem sözlü hem de yazılı. Fakat yoğunluk sebebiyle hizmet gerçekleştiremeyeceklerini ifade ediyorlar. Mesela İstanbul Fizik Tedavi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin binaları, hemen yanına yapılan inşaat sebebiyle hasar görüyor, yatak kapasitesinin yarısından fazlası ve hidroterapi havuzları kullanılmaz hale geliyor ama Bakanlık hele durun bir bakacağız, yapacağız, ya nasip, kısmet diyor. Mesela Sağlık Uygulama Tebliği’nin (SUT) medikal araç ve gereçleri (tekerlekli sandalyeler, sondalar, işitme cihazları vs) vermemek adına yaptığı düzenlemenin yürütmesini Danıştay durduruyor (ücretleri bakımından) fakat Bakanlık her yıl yeni bir SUT yayınlayarak bir önceki SUT’u kadük ve konusuz bırakıyor. Yeni Tebliğ için yeni dava açmak zorunda kalıyoruz. Ya da mahkeme kararının arkasından dolaşmanın başka yöntemlerini ararken buluyoruz Bakanlığı. Son bir örnek; mesela kas hastalarının ihtiyacı olan skolyoz ameliyatları kamuda yapılamıyor, özel hastaneler en az 40-50 bin istiyor. Yine genetik tetkiklerin sadece çok küçük bir kısmı yapılabiliyor. Ya evde bakım. Evde bakım hizmeti alamayan binler, onbinler evlerinde kaderlerine terk ediliyor. Basit biyokimya testleri için saatlerce sıra bekleyip kan verdikten sonra yine saatlerce sıra bekleyip sonuç almak için yüzlerce kişinin arasından sıyrılmaya çalışıyoruz. Fakat TV 8’de programda öyle bir tablo çizildi ki “hastalar o kadar memnun ki, evinde bile bulamadığı huzuru hastanede buluyor ve hastaneden çıkmak istemiyor” deniliyor. Doğru, hastalar hastaneden çıkmak istemiyor çünkü istese de çıkamıyor.
Bu memlekette iyi bir eğitim, sağlık, konut ve barınma gibi hizmetleri almak isterseniz ya dayınız ya paranız olmalı fikri değişmiş değildir. Geçenlerde üzücü bir olay yaşadık ve ünlü türkücü İbrahim Tatlıses silahlı bir saldırıya uğradı. Hastane önünde canlı yayınlar ve lahmacun patilerini es geçiyorum. Ama nasıl oluyor da benim alamadığım fizik tedavi hizmetini İbrahim Tatlıses alabiliyor. Sakın yanlış anlaşılmasın. Neden İbrahim Tatlıses bu hizmeti alabiliyor demiyorum. Neden ben de alamıyorum diye soruyorum. Haberlerde izliyorum. Deniliyor ki: “Türkiye’de altı ayda alınabilecek fizik tedavi hizmeti Almanya’da 3 haftada verilecek”. (Aslında bu konuda bazı suizanlarım var fakat serdetmemeyi uygun buluyorum) Sağlık Bakanlığı İbrahim Tatlıses için özel uçak ambulans tahsis ediyor ve iltimasta sınır tanınmıyor. Bizim gibi parası ve dayısı olmayan hastalar ise bir randevu almak için telefonla kavga ediyor ya da bir tekerlekli sandalye almak için devlete dava açıp senelerce davanın sonuçlanmasını bekliyoruz.
Hakan Özgül
Ben tıp dilinde nöromüsküler hastalıklardan (kas-sinir hastalıkları) biriyle (Spinal Müsküler Atrofi) ile yaşayan bir bireyim. Tekerlekli sandalye kullanıyorum. Herkes gibi sağlık hizmetlerinden yararlanmaya çalışıyorum. TV 8’deki programdan edindiğim bilgilerle gerçekte yaşadıklarım ile uyum (!?) içindeydi. Mesela İstanbul Tıp Fakültesi’nde yaklaşık 2 yıldır ameliyat sırası bekliyorum. Fakülte’ye defaten müracaat ediyorum, hem sözlü hem de yazılı. Fakat yoğunluk sebebiyle hizmet gerçekleştiremeyeceklerini ifade ediyorlar. Mesela İstanbul Fizik Tedavi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin binaları, hemen yanına yapılan inşaat sebebiyle hasar görüyor, yatak kapasitesinin yarısından fazlası ve hidroterapi havuzları kullanılmaz hale geliyor ama Bakanlık hele durun bir bakacağız, yapacağız, ya nasip, kısmet diyor. Mesela Sağlık Uygulama Tebliği’nin (SUT) medikal araç ve gereçleri (tekerlekli sandalyeler, sondalar, işitme cihazları vs) vermemek adına yaptığı düzenlemenin yürütmesini Danıştay durduruyor (ücretleri bakımından) fakat Bakanlık her yıl yeni bir SUT yayınlayarak bir önceki SUT’u kadük ve konusuz bırakıyor. Yeni Tebliğ için yeni dava açmak zorunda kalıyoruz. Ya da mahkeme kararının arkasından dolaşmanın başka yöntemlerini ararken buluyoruz Bakanlığı. Son bir örnek; mesela kas hastalarının ihtiyacı olan skolyoz ameliyatları kamuda yapılamıyor, özel hastaneler en az 40-50 bin istiyor. Yine genetik tetkiklerin sadece çok küçük bir kısmı yapılabiliyor. Ya evde bakım. Evde bakım hizmeti alamayan binler, onbinler evlerinde kaderlerine terk ediliyor. Basit biyokimya testleri için saatlerce sıra bekleyip kan verdikten sonra yine saatlerce sıra bekleyip sonuç almak için yüzlerce kişinin arasından sıyrılmaya çalışıyoruz. Fakat TV 8’de programda öyle bir tablo çizildi ki “hastalar o kadar memnun ki, evinde bile bulamadığı huzuru hastanede buluyor ve hastaneden çıkmak istemiyor” deniliyor. Doğru, hastalar hastaneden çıkmak istemiyor çünkü istese de çıkamıyor.
Bu memlekette iyi bir eğitim, sağlık, konut ve barınma gibi hizmetleri almak isterseniz ya dayınız ya paranız olmalı fikri değişmiş değildir. Geçenlerde üzücü bir olay yaşadık ve ünlü türkücü İbrahim Tatlıses silahlı bir saldırıya uğradı. Hastane önünde canlı yayınlar ve lahmacun patilerini es geçiyorum. Ama nasıl oluyor da benim alamadığım fizik tedavi hizmetini İbrahim Tatlıses alabiliyor. Sakın yanlış anlaşılmasın. Neden İbrahim Tatlıses bu hizmeti alabiliyor demiyorum. Neden ben de alamıyorum diye soruyorum. Haberlerde izliyorum. Deniliyor ki: “Türkiye’de altı ayda alınabilecek fizik tedavi hizmeti Almanya’da 3 haftada verilecek”. (Aslında bu konuda bazı suizanlarım var fakat serdetmemeyi uygun buluyorum) Sağlık Bakanlığı İbrahim Tatlıses için özel uçak ambulans tahsis ediyor ve iltimasta sınır tanınmıyor. Bizim gibi parası ve dayısı olmayan hastalar ise bir randevu almak için telefonla kavga ediyor ya da bir tekerlekli sandalye almak için devlete dava açıp senelerce davanın sonuçlanmasını bekliyoruz.
Hakan Özgül