Yine başladı; kalbi ENGELLİ olmasın, zihni ENGELLİ olmasın söylemleri... Yahu engelli insanlar ne Mevlana olmak zorunda, ne de Einstein..
Sizin beslediğiniz kadar; kırıldığı birine kin besleyebilir. Bazen çekilmez birisi de olabilir; Nazım kadar. Sizin insan ilişkilerinde güler yüzlü olmaya çalışmanız, onlarda tanrı vergisi bir lütuf değildir, inanmayacaksınız ama aynı güler yüzlü olma çabasını onlar da veriyor bütün gün. Engelliler; iyi bir insan da olabilir, kötü bir insan da, bu kişiliği ve eğitimi ile alakalıdır, engelli olup olmaması ile değil. İnançlı birisi de olabilir, inançsız biri de,bu da hayata bakış açıları ile ilgilidir. Ya da hayatın kendisi de hiç sevmeyebilir; hayata dört elle sarılmak gibi bir mecburiyet sizde olmadığı kadar onlarda da yoktur. Ahlaki açıdan da topluma rol model olmak zorunda değillerdir; karşı cinsten ya da hemcinsinden beğendikleri birine kaçamak bakışlarla da süzebilir, gözlerini ayırmadan hunharca taciz de edebilir,iki türlüsü de yine kişiliğinden ve eğitiminden dolayıdır.
Kişi engelli olduğunda zekası birden bir şimşek hızıyla gelişmez. Mesela; görme engelliler görüşlerini kaybettikleri anda burunları ve kulakları gelişmez. O düşündüğünüz hali Türk filmlerinde falan oluyor sanırım. Yine aynı şekilde engelliler bir anda kitap kurdu, kültür deposu vesaire olmazlar; kimisi okuyup araştırmayı sever, kimisi de televizyonda kendisine ne verilirse onu takip etmeyi. Mizah yönü de benzer örneklerdendir; engelli olduğu anda ruhuna metin şentürk kaçmaz engellilerin, kimisi engeliyle dalga geçerken kimisi de bundan hoşlanmaz. Bunlar ve saymadıklarımın hepsi birer süreçtir, eğitimdir, eğilimdir...
Yani diyeceğim şu ki: Artık bırakalım şu söylemleri lütfen, engellilerin kalbine ya da zihnine bakacağınıza biraz kendi kalp ve zihinlerinize bakın; acıma ile karışık abartılı sempatinize, anlamsız empatilerinize bakın. İlla bir empati için uğraşıyorsanız: (kendi engelim için söylüyorum) Alışveriş coşkusu ile saldırdığınız mağazaların girişlerine bir dikkat edin; ne kadar yüksekte olduğuna, kaç basamağı olduğuna, rampası olup olmadığına. Hani tüketim şevkinizi az da olsa kırıp dikkat edebilirseniz; asıl empati o zaman olur. Sürekli aceleyle yürüdüğünüz kaldırımlarım rampalarına ya da sarı şeritlerine dikkat edebilirsiniz. Bir an önce eve gideyim de duyarlı bir şeyler paylaşayım, en duyarlı ben olayım hırsınızı yenebilirseniz; asıl empati o zaman olur. Okuduğunuz bir kitabın sonuna geldiğinizde sesli kitabının olup olmadığını düşünebilirsiniz. " Ben bununla ortamlarda ne havalar atar ne ahkamlar keserim" bencilliğini yenebilirseniz; asıl empati o zaman olur.
Hadi bunların hepsi size yorucu geliyor diyelim: En azından yeni tanıştığınız bir insanın ilk önce boyuna, kilosuna, rengine, şekline, engeline bakmak yerine gözlerinin içine bakın. O ilk tanışma, el sıkışma anında, bir kaç saniye de olsa sadece gözlerinin içine bakın. Bu kadar yazdıktan sonra beklentiyi iyice düşürdüm ama olsun, o da bir başlangıçtır, ona da razıyım...
Kamil B.
Sizin beslediğiniz kadar; kırıldığı birine kin besleyebilir. Bazen çekilmez birisi de olabilir; Nazım kadar. Sizin insan ilişkilerinde güler yüzlü olmaya çalışmanız, onlarda tanrı vergisi bir lütuf değildir, inanmayacaksınız ama aynı güler yüzlü olma çabasını onlar da veriyor bütün gün. Engelliler; iyi bir insan da olabilir, kötü bir insan da, bu kişiliği ve eğitimi ile alakalıdır, engelli olup olmaması ile değil. İnançlı birisi de olabilir, inançsız biri de,bu da hayata bakış açıları ile ilgilidir. Ya da hayatın kendisi de hiç sevmeyebilir; hayata dört elle sarılmak gibi bir mecburiyet sizde olmadığı kadar onlarda da yoktur. Ahlaki açıdan da topluma rol model olmak zorunda değillerdir; karşı cinsten ya da hemcinsinden beğendikleri birine kaçamak bakışlarla da süzebilir, gözlerini ayırmadan hunharca taciz de edebilir,iki türlüsü de yine kişiliğinden ve eğitiminden dolayıdır.
Kişi engelli olduğunda zekası birden bir şimşek hızıyla gelişmez. Mesela; görme engelliler görüşlerini kaybettikleri anda burunları ve kulakları gelişmez. O düşündüğünüz hali Türk filmlerinde falan oluyor sanırım. Yine aynı şekilde engelliler bir anda kitap kurdu, kültür deposu vesaire olmazlar; kimisi okuyup araştırmayı sever, kimisi de televizyonda kendisine ne verilirse onu takip etmeyi. Mizah yönü de benzer örneklerdendir; engelli olduğu anda ruhuna metin şentürk kaçmaz engellilerin, kimisi engeliyle dalga geçerken kimisi de bundan hoşlanmaz. Bunlar ve saymadıklarımın hepsi birer süreçtir, eğitimdir, eğilimdir...
Yani diyeceğim şu ki: Artık bırakalım şu söylemleri lütfen, engellilerin kalbine ya da zihnine bakacağınıza biraz kendi kalp ve zihinlerinize bakın; acıma ile karışık abartılı sempatinize, anlamsız empatilerinize bakın. İlla bir empati için uğraşıyorsanız: (kendi engelim için söylüyorum) Alışveriş coşkusu ile saldırdığınız mağazaların girişlerine bir dikkat edin; ne kadar yüksekte olduğuna, kaç basamağı olduğuna, rampası olup olmadığına. Hani tüketim şevkinizi az da olsa kırıp dikkat edebilirseniz; asıl empati o zaman olur. Sürekli aceleyle yürüdüğünüz kaldırımlarım rampalarına ya da sarı şeritlerine dikkat edebilirsiniz. Bir an önce eve gideyim de duyarlı bir şeyler paylaşayım, en duyarlı ben olayım hırsınızı yenebilirseniz; asıl empati o zaman olur. Okuduğunuz bir kitabın sonuna geldiğinizde sesli kitabının olup olmadığını düşünebilirsiniz. " Ben bununla ortamlarda ne havalar atar ne ahkamlar keserim" bencilliğini yenebilirseniz; asıl empati o zaman olur.
Hadi bunların hepsi size yorucu geliyor diyelim: En azından yeni tanıştığınız bir insanın ilk önce boyuna, kilosuna, rengine, şekline, engeline bakmak yerine gözlerinin içine bakın. O ilk tanışma, el sıkışma anında, bir kaç saniye de olsa sadece gözlerinin içine bakın. Bu kadar yazdıktan sonra beklentiyi iyice düşürdüm ama olsun, o da bir başlangıçtır, ona da razıyım...
Kamil B.