Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Engelli çocukların Eğitim Hakkı: İnsan Hakları çerçevesinde Kaynaştırma/Bütünleşme

OturanBoğa

Yönetici
Üyelik
9 Ocak 2003
Konular
673
Mesajlar
57,985
Reaksiyonlar
342
Engelli çocukların Eğitim Hakkı: İnsan Hakları çerçevesinde Kaynaştırma/Bütünleşme Yoluyla Eğitim

Z. Hande Sart




Kaynak: Z. Hande Sart, "Engelli çocukların Eğitim Hakkı: İnsan Hakları çerçevesinde Kaynaştırma/Bütünleşme Yoluyla Eğitim" Engellilik ve Ayrımcılık: Eğitimciler için Temel Metinler ve Örnek Dersler içinde, K. Çayır, M. Soran, M. Ergün (der.), İstanbul: Karekök Akademi, 2015. Erişim: http://secbir.org/images/2015/pdf/metin7.pdf

Giriş
Türkiye'de engelli çocukların eğitimine yönelik gerekli kanunlar yürürlüğe girmesine rağmen haklar, eğitim ortamlarında istenen düzeyde güvence altına alınamamıştır. Engelli çocukların eğitime tam ve etkin katılımının sağlanamadığı, hatta ayrımcılığa uğradığı da bilinmektedir.
Engelli bireylerin haklarını ulusal düzeyde garanti altına alan ve 2005 yılında yürürlüğe giren 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun'a göre engellilerin eğitim alması hiçbir gerekçeyle engellenemez; engelliler, özel durumları ve farklılıkları dikkate alınarak, yaşadıkları çevre ile bütünleştirilmiş ortamlarda, eşitlik temelinde, yaşam boyu eğitim olanağından ayrımcılık yapılmaksızın yararlanırlar. Engelli çocukların eğitimine ilişkin olarak, 1983 yılında yürürlüğe giren 2916 sayılı özel Eğitime Muhtaç çocuklar Kanunu ile ise eğitim ortamlarında düzenlemelerin sağlanması için gerekli mevzuat yapısı oluşturulmuştur. Bu Kanun ile engelli her çocuk engel durumu ve derecesine bakılmaksızın özel eğitim olanaklarından yararlanabilme hakkına sahip olmuştur. Hatta kaynaştırma yoluyla eğitimden doğrudan bahsedilmemiş olsa bile, Kanun'un 4. maddesinde, "Normal çocukların eğitimleri için açılmış olan okul ve eğitim kurumlarında normal akranları arasında eğitilmeleri için gerekli tedbirler alınır" denerek kaynaştırma yoluyla eğitime gönderme yapılmıştır. 1997 yılında yürürlüğe giren 573 sayılı özel Eğitim Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kaynaştırma yoluyla eğitim, "özel eğitim gerektiren bireylerin diğer bireylerle karşılıklı etkileşim içinde bulunmalarını sağlamak ve eğitim amaçlarını en üst düzeyde gerçekleştirmek için geliştirilmiş eğitim ortamları" olarak tanımlanmıştır. 2006 yılında kabul edilen ve güncellenen özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği ile engelli çocukların eğitiminde kaynaştırma yoluyla eğitime öncelik verilmiştir.
Engelli çocukların eğitim hakları konusu uluslararası düzeyde incelendiğinde Türkiye'nin de imzaladığı ve 2006 yılında yürürlüğe giren BirleşmişMilletler (BM) Engelli Hakları Sözleşmesi karşımıza çıkar. Sözleşme'nin 24.maddesinde, engelli çocukların engelli olmayan akranları ile birlikte bütünleştirilmiş eğitim ortamlarında eşit haklara sahip olduğuna ve bu hakların garanti altına alınabilmesi için yasal düzenlemelerin gerekliliğine vurgu yapılmıştır.

Kaynaştırma Eğitimi Uygulamalarında Karşılaşılan Sorunlar
Ulusal düzeyde kanunların ve yönetmeliklerin yürürlüğe girmesine, hatta uluslararası düzeyde imzalanmış olan deklarasyonlara (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, BM çocuk Hakları Sözleşmesi, BM Engelli Hakları Sözleşmesi gibi) rağmen Türkiye'de özel eğitim alanındaki uygulamalarda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. ülke genelinde farklılıklar gösteren bu sorunlardan bazıları şunlardır:

* Engelli öğrencilerin tanılama sürecinde yaşadığı sorunlar (Rehberlik veAraştırma Merkezleri tarafından yapılan eğitsel değerlendirme ve tanılamalar ile Araştırma veya üniversite Hastaneleri tarafından yapılan tıbbi tanılamalar),
* Tanılamaya bağlı olarak gelişen etiketler,
* Eğitim ortamlarına yerleştirme kararları (en az kısıtlayıcı ortamdan -genel eğitim ortamıyla aynı olmasa bile en benzer çevrede olan- en fazla kısıtlayıcı ortamlara; kaynaştırma yoluyla eğitim ortamı, özel eğitim sınıfı, özel eğitim okulu -işitme/görme/zihinsel engelliler okulları gibi-) verilirken yaşanan sorunlar;
* Eğitimde tıbbi modelin geçerli olmasının yaratmış olduğu sorunlar;
* Okul yönetimi-öğretmen-okul psikolojik danışmanlar tarafından engelli çocukların ihtiyaçlarına göre hazırlanması gereken bireyselleşmiş eğitim programlarının oluşturulmasında ve uygulanmasında yaşanan sorunlar;
* Okul ve sınıf ortamlarının fiziksel durumlarına ilişkin sorunlar;
* Eğitim-öğretim programları ve materyallerine dair sorunlar, mâkul uyarlamaların yapılamaması ve öğretmenlerin rol ve yetkinliklere dair sorunlar;
* Engelli öğrencilerin farklılığının zenginlik değil eksiklik olarak algılanmasından kaynaklanan dışlanmalarına dair sorunlar.

Tüm bu sorunlar düşünüldüğünde özel eğitim alanındaki uygulamalar elbette istenen düzeyde olamamaktadır.
Uygulamadaki sorunlar, kaynaştırma yoluyla eğitim özelinde ele alındığında ise daha görünür olmuş; sadece özel eğitime dair değil, temel eğitimde yaşanan sorunlar olarak da kendilerini göstermiştir. Kaynaştırma yoluyla eğitim, engelli çocukların yaşadığı güçlükler/zorlukları ve ihtiyaçları ne olursa olsun, akranları ile birlikte aynı fiziksel ortamları paylaşması anlamına gelmemektedir. Aksine engelli çocukların okul ortamlarında eğitim ve öğrenim süreçlerine tam katılımının sağlanması anlamına gelmektedir. Bu tam katılım, çocukların akademik, sosyal, duygusal ve fiziksel gelişimlerinin tam olarak desteklenmesi ve eğitim ortamlarının, programlarının uyarlanması ile gerçekleşebilecektir. Bunların mümkün olabilmesi için kaynaştırma yoluyla eğitime hem bilimsel hem de hak temelli bir çerçevede yaklaşmak gerekmektedir. Engelli bir çocuğun kaynaştırma yoluyla eğitim alabilmesi en temel insan hakkıdır. Bu hak neden garanti altına alınamamıştır? Bu soru sorulduğunda aşağıdaki gibi yanıtlar gelebilmektedir:

* Okul ve sınıf ortamlarımız fiziksel olarak hazır değildi;
* Sınıf mevcutlarımız çok kalabalık;
* Hem engelli öğrenciyle hem de sınıftaki diğer öğrencilerle aynı anda ilgilenmek mümkün değil; öğretmenlik eğitimimde engellilerle ilgili hiç ders almadım;
* Kısıtlı kaynaklarla neler yapabileceğimi bilmiyorum;
* Farklı öğrenen çocuklar için en iyi ortamın nasıl oluşturulduğunu bilmiyorum;
* Bazı engel durumlarını hemen tanıyorum (görme/işitme/bedensel engellilik gibi) bazı engel gruplarını tanımıyorum (özel öğrenme güçlüğü gibi);
* Uygun materyalimiz yok;
* Diğer çocuklar ve velileri engelli çocukları sınıfta istemiyor;
* Bireyselleşmiş eğitim programını sınıfta tek başıma uygulamakta güçlük çekiyorum, hatta sınıf içi uygulamayı alanıma göre nasıl şekillendirebileceğimi bilmiyorum.

Bu yanıtların hemen hemen hepsi, kaynaştırma yoluyla eğitim uygulamalarında yapılan bilimsel araştırmalarda (1-2), öğretmenlerin kaynaştırma sürecindeki rollerinin, bilgilerinin, özelliklerinin, yeterliliklerinin ve engelli çocuklara karşı tutumlarının önemini vurgulamıştır. Kaynaştırma yoluyla eğitimde gerekli koşulların sağlanamadığı durumlarda "kaynaştırma", engelli çocukların, akranları ile birlikte sadece fiziksel olarak aynı ortamda olmasının ötesine geçememektedir. Hatta kaynaştırmada olan öğrenciler için "arada kaynayan RAM'lık (3) çocuklar" diye yaygın bir söylem de Türkiye'de kullanılmaya başlanmıştır.

Kaynaştırma Yoluyla Eğitimde Neredeyiz?
Uygulanma süreci içinde karşımıza çıkan sorunlar nedeniyle "kaynaştırma yoluyla eğitim Türkiye'de başarısız olmuştur" söylemi sık sık tekrarlanır olmuştur. Başarısız oldu denip, engelli çocuklara tek seçenek olarak -sözde eniyi seçenek olarak- özel eğitim sınıfları (eski adıyla özel "alt” sınıflar) veya özel eğitim kurumları sunulmuştur. Bu yönlendirme ve yerleştirme kararı ile öğrencinin, eğitimin temel amacı olan öğrenmeyi, düşünmeyi, yaratıcılığı içine alan bilişsel yetenekleri göz ardı edilmiştir. Böylece sosyal ve duygusal gelişim ile beyin gelişimini de destekleyen ve geliştiren ortamlardan engelli çocukların mahrum bırakılmasının önü açılmıştır.
Kaynaştırma yoluyla eğitim, Türkiye'de tanılama, diğer bir deyişle bireyin engel durumuna dair bir teşhis alması ile başlayan bir sürecin parçası hâline gelmiştir. Tanının, özel eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinde eğitim ortamlarına yerleştirme kararı için kullanılması özel eğitim hizmetlerine dair mevzuatlarda belirtilmiştir. Engelli çocuklar, tanıya bağlı olarak sınıflandırılmakta; engellilik durumu, sınıflandırılmaya bağlı bir etiketlendirme yapılarak, bir çocuğu tanımlayan tek özellik hâline dönüştürülmektedir. Tanılama, bir taraftan tanı destek hizmetlerinin erişiminde engelli çocuklara hizmet garantisi sağlarken, bir taraftan da damgalamaya ve ayrımcılığa neden olabilmektedir. Hatta tanı ile birlikte "Nasıl olsa engelli" denip eğitime dair beklentiler düşürülmektedir. Tanı almayan bir öğrenciye tanı alana kadar herhangi bir müdahale yapılamamaktadır. Ayrıca mevzuat gereği sınıf ortamlarında aynı engel grubundan öğrencilerin yerleştirilmemesi gerektiği belirtilmiş olsa bile kalabalık sınıf mevcutlarına aynı engel grubundan öğrencilerde eklenince sınıfta tek başına olan öğretmen zor durumda kalmaktadır. Böylece engelli öğrencilerin fiziksel, bilişsel, sosyal, davranışsal hatta akademik gelişimine katkıda bulunması tek bir öğretmenden beklenir olmuştur.
Başarısızlıktaki ikinci neden, engelliğe dair kullanılan yaklaşımdır. Her birey farklıdır. Buna karşın, öğrencinin gereksinim durumu yaşadığı çevre gözetilmeksizin "medikal/tıbbi” bir bakış açısıyla ele alınmaktadır. Bu da beraberinde rehabilitasyon ve destek eğitim hizmetlerinden yararlanabilmek için tıbbi tanılama gerekliliğini ortaya koymuştur. Böylece, bu yaklaşıma göre yapılantanılama sonrasında bireylerin ne tür rehabilitasyon hizmetlerinden yararlanacağına, engel durumunun derecesine/özür oranına göre okul türüne bile karar verilebilmektedir. Bu tanılama, kaynaştırma yoluyla eğitim uygulamasına dair hiçbir bilgi verememektedir. Tanıya bağlı olarak bireyselleştirilmiş eğitim programı (BEP) hazırlanması gerekirken BEP'ler, alınan tanı çerçevesinde (örneğin; zihinsel engellilik, özel öğrenme güçlüğü, görme engellilik gibi) bireylerin engel durumu düşünüldüğünde neyi yapabileceğinden çok neyi yapamayacağına odaklanmış (4) olup hiçbir bağlamsal öğeyi (çocuğun gelişimsel özellikleri, yakın çevre özellikleri -ailenin ekonomik ve eğitim durumu, okul ortamı, öğretmen yeterlikleri gibi-) içine almamıştır. Tıbbi model yaklaşımında engelli olma durumu ya da özel gereksinim durumu, bireyin içinde yaşamış olduğu tedavi edilmesi gereken bir sorun olarak görülmeye devam etmiştir.

Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı (BEP), her bir engelli çocuk için yazılı olarak, bireyin bağlı olduğu eğitim kurumunda oluşturulan birim tarafından geliştirilmiş olan ve engelli çocukların, öğretmenlerin, ana babaların özel ih- tiyaçlarını karşılamak için oluşturulan özel eğitim programlarıdır.
Kaynak:
http://mebk12.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/34/10/876303/icerikler/her- yonuyle-bep-bireysellestirilmis-egitim-plani_428282.html

Üçüncü neden, engellilik/özel gereksinim ve kaynaştırma yoluyla eğitimde kullanılan terminolojideki karmaşadır. Terminoloji karmaşası kaynaştırma yoluyla eğitim uygulamalarında ciddi sorunlara neden olabilmektedir. Engellilik "bireyin bir niteliği değil, sosyal çevre tarafından oluşturulan karmaşık yapının sonucunda ortaya çıkmaktadır". (5) Eğer karmaşık bir yapı varsa engelliliği tanımlamak pek mümkün olamayacaktır. Hatta Dünya Engellilik Raporu'na göre, (6) engelliliğe dair deneyimler çok kapsamlı olduğundan tanımlanması gittikçe zorlaşmaktadır. Aynı şekilde kaynaştırma yoluyla eğitimin tanımlanmasında da problem oluşmaktadır. Kaynaştırma yoluyla eğitim dendiğinde ne anlamaktayız? Süreç içinde tecritten (izole edilecek şekilde düzenleme; örneğin özel eğitim okulları) birleştirmeye (entegrasyon) ve bütünleşmeye (kaynaştırma yoluyla eğitime) giden bir yol bulunmaktadır. Kaynaştırma yoluyla eğitime karşılık gelen içerleyici/kapsayıcı eğitim de Türkçe kullanımlar arasında yer almaktadır.

Kaynaştırma yoluyla eğitimin amacı; özel eğitime ihtiyacı olan bireylere des- tek eğitim hizmetleri de verilerek yetersizliği olmayan akranlarıyla birlikte aynı ortamda eğitimlerini sürdürmelerini sağlamaktır.
Kaynak: http://orgm.meb.gov.tr/alt_sayfalar/yayimlar/kaynastirma/kaynastirma.pdf

Bütünleşme ya da bütünleştirme (kaynaştırma yoluyla eğitim) sadece engelli çocukları mı kapsamaktadır? En az kısıtlayıcı ortam demek ile mâkul uyarlamalar yapılarak engelli çocukların engelli olmayan akranları ile aynısınıflarda olması mümkün olabilir mi?
En az kısıtlayıcı eğitim ortamı ilkesi, engelli öğrencinin akranlarıyla birlikte aynı eğitim ortamında bulunarak eğitim ihtiyaçlarının giderilebildiği eğitim ortamlarına yerleştirilmesini öne sürer.
Kaynak: http://mebk12.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/24/01/145603/dosya- lar/2014_09/22021708_unite02.pdf

Yapılan yerleştirmeler sonucunda engelli çocukların akranları ile ilişki kurmaları engellendiği gibi temel eğitim ile ilgili öğretim programlarına erişimi de engellenmiş olmaktadır. Böylece engelli çocuklar ile ilgili beklentiler de gittikçe düşmektedir. Peki nedir kaynaştırma yoluyla eğitim? Neyi yansıtmaktadır? D. Mitchell'a göre; kaynaştırma yoluyla eğitim bir ülkedeki sosyal, politik, ekonomik, kültürel ve tarihsel bağlamların birbirleriyle olan ilişkisinin yansımasıdır. (7) Kaynaştırma yoluyla eğitim, engelli çocukların akranlarıyla aynı sınıfta bulunarak eğitim alması gibi basit bir tanımlama içermelidir.

Dördüncü neden ise, Türkiye'de özel eğitime dair mevzuatta ve yönetmeliklerde yeri olduğu hâlde kaliteli eğitime erişimdeki problemlerdir. Engelli çocukların eğitimdeki ihtiyaçlarını yerine getirmeye çalışan paydaşlar -özellikle öğretmenler, okul idarecileri ve aileler- gerekli desteği alamamaktadır. Bu da beraberinde öğretmenlerin rolleri ve yeterliliklerine dair sorunu ortaya çıkarmaktadır. öğretmenlerin; cinsiyet, etnik köken, din, dil ve engel durumuna bakmaksızın tüm çocukların eğitim ve öğretimlerine destek vermek yükümlülükleri vardır. Bu yükümlülüklerini yerine getirirken, sınıf ortamlarının da öğrenmeyi destekleyici biçimde şekillendirilmesi gerekmektedir. (8) Tüm bu koşulları sağlayabilmek için de hizmet-öncesi ve hizmet-içi eğitimlerle öğretmenlere bu becerilerin kazandırılmış olması ve öğretmenlerin -hatta yöneticiler ve okullardaki psikolojik danışmanların- her çocuğa hizmet verebilecek bilgi donanımına sahip olması gerekmektedir. Ancak öğretmenler tam donanımlı olarak mezun olamamakta ve bu eksiklikler de, yetersiz kalan hizmet-içi eğitimlerle giderilememektedir.

Uygulamada ciddi başarısızlıklara neden olan son etmen ise engelli öğrencilerin mikro düzeyde yaşadıkları dışlanmalardır. Daha önce belirtildiği gibi, engelli bir öğrencinin engelli olmayan akranları ile aynı sınıfta olması kaynaştırma olarak algılanmamalıdır. çünkü fiziksel olarak aynı sınıfta bulunması, eğitim programlarına tam ve etkin katılım sağladığı anlamına gelmemektedir. Sınıf ortamında en arkada oturtularak ders saatleri boyunca aynı ödevin yapılıyor olması veya okuma yazma bilmediği hâlde sınıf geçiliyor olması kaynaştırma yoluyla eğitim değildir. Ya da işitme problemi olduğu için öğrenciyi en ön sırada tek başına oturtmak kaynaştırma için iyi bir örnek teşkil etmez. Ayrıca aynı engel grubundan çocukların aynı sınıflarda bulunması da kaynaştırma yoluyla eğitim uygulamalarına engel teşkil etmektedir. (9)

Okul ortamlarında özellikle engelli ve üstün yetenekli öğrencilere yönelik destek eğitim odaları büyük önem teşkil etmektedir. Ama bazı durumlarda bu odalar, öğrencinin sürekli sınıfından alınıp yine ayrıştırılmış ortamda eğitim almasının önünü açarak kaynaştırma yoluyla eğitimden uzaklaşmasına neden olabilmektedir. Buna karşın velilerin bir kısmının, ilkokul sonrasında kaynaştırmada zorlanacağı ve kalabalık sınıflarlarda ilginin az olacağı düşüncesiyle çocuklarını az mevcutlu özel eğitim sınıfı veya özel eğitim okullarına göndermek istediği bilinmektedir. (10)

Yukarıda yer alan konulara tek tek değinilmediği zaman kaynaştırma yoluyla eğitim elbette mümkün olamayacaktır. Bu bağlamda neler yapabiliriz? Öncelikle hem uluslararası hem de ulusal düzenlemelere bakıldığında, kaynaştırma yoluyla eğitim Türkiye'de istenen bir durumdur. Bir çocuğun eğitim hakkından yararlanmaması ciddi bir insan hakkı ihlali olduğu gibi uluslararası hukuk düzeyinde de kanuna karşı olmaktır. Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nden alınan veriler doğrultusunda (11) 2014-2015 öğretim yılı itibariyle kaynaştırma yoluyla eğitim uygulamalarında her tür engel durumu ve kademede toplam 172.392 öğrenci eğitim görmektedir. Bu sayı oldukça fazladır.

Bu noktada şu soruların yanıtlarını düşünmemiz gerekmektedir: Eğitimde ne kadar içerleyiciyiz ya da ne kadar bütünleştiriciyiz? 172.392 öğrenciyi düşündüğümüzde, eşit ve kaliteli eğitime erişimi sağlayabiliyor muyuz? Öncelikle sınıflarımız farklılıklara karşı -ki farklılık derken özel gereksinim durumu kadar kültürel, dil ve etnik farklılıkları da düşünmek lazım- ne kadar kabul edici?
Toplum ne kadar kabul edici? Akranları ile beraber aynı sınıflarda olan engelli öğrencilerden beklentilerimiz nedir? Farklı öğrencileri sınıflarımızda istiyor muyuz? Tüm bu yanıtlarla aslında engelli öğrencilerimizin özelliklerini, içinde bulundukları çevre ile uyumunu geliştirebilir ve kaynaştırma yoluyla eğitimin başarılı olmasını sağlayabiliriz.


Makalenin devamı aşağıdaki mesajda
 
Kaynaştırma Yoluyla Eğitim Uygulamalarındaki Sorunlara Yönelik Öneriler
Yukarıda belirtildiği gibi engelli olma durumu, tıbbi model temelinde çoğu zaman bir hastalık, kusur, üretken olmama ve bağımlı olma hâli olarak da tanımlanmaktadır. Ancak bu yaklaşımda, sosyal algılar ve tavırların bireyin önüne çıkardığı engeller göz ardı edilmektedir. Bu eleştiriler temelinde gelişen sosyal modelde ise engellilik, kişiye dair bir sorun olarak görülmek yerine sosyal ortamın/toplumun neden olduğu bir sorun olarak algılanmaktadır.

Sosyal model, kaynaştırma yoluyla eğitimin sorunlarını çözmek için elbette yeterli olamamaktadır. Kaynaştırma modelinin gerektiği gibi uygulanmamasından kaynaklanan olumsuzlukları azaltmak ve bu modeli uygulanabilir hâle getirmek için sosyal ve kültürel bağlamları da içine alacak bir yaklaşım gerekmektedir. Bu noktada sadece engel durumları/yetersizlikler değil; kültürel, etnik, sosyal farklılıklar ve dil farklılıklarını da kapsayan biyo-psiko-sosyal model önerilebilir. Bu model ile birlikte, engelliğe bakış açımızda tıbbi model ve sosyal modeli de kısmen içine alan, daha geniş kapsamlı bir yaklaşım benimsenmiş olur.

Urie Bronfenbrenner, (12) biyo-psiko-sosyal modeli, bireyi merkeze alacak
şekilde çevreleyen, her biri bir sonrakini içine alacak halkalar dizimi olan bir yapı olarak görmektedir. Bu yapılar mikrosistem, mezosistem, egzosistem, makrosistem ve kronosistemi içermektedir. En içte bireyi çevreleyen mikrosistem bulunmaktadır. Bronfenbrenner, mikrosistemi "gelişmekte olan bireyi içeren ve çevreleyen ortam" (13) olarak açıklamaktadır. Bu ortam kişilerin yüz yüze etkileşim içinde bulunabileceği yerleri (ev, bakım merkezi, okul gibi) kapsamaktadır.
Çevrenin ikinci diziminde, bireyin etkin olarak katıldığı (örneğin, bir çocuğun evdeki, okuldaki, mahalledeki yaşıtları ile ilişkileri; bir yetişkinin işteki, ailedeki, sosyal yaşamdaki ilişkileri) iki ya da daha çok ortam arasındaki ilişkileri birleştiren mezosistem bulunmaktadır. (14) Bronfenbrenner'ın teorisine göre, bireyi çevreleyen üçüncü halkada egzosistem bulunmakta ve şu şekilde tanımlanmaktadır: "Gelişmekte olan bireyin aktif olarak katılmadığı; ancak yaşanan olaylardan etkilendiği ortamlar ya da bu ortamları etkileyen bir veya daha fazla ortam". (15) Bu sistemin bireye etkisi direkt değil, dolaylı olarak görülmektedir. Bakanlıklar, toplumsal yasalar ve kanunların etkisi bu sistemde yer almaktadır (örneğin, merkezde bulunan çocuğun bakanlıkta alınan yeni
bir düzenleme ile daha önce edinemediği hakkının garanti altına alınması).
Çevrenin en dış halkasını makrosistem oluşturmaktadır. Bu sistem, kültür, gelenek ve görenekleri, hatta değerleri içine almaktadır. Engellilik kültürünü belirleyen inanç sistemleri ve ideolojilerde burada bulunmaktadır. (16) Burada zaman olgusu kronosistem bağlamında devreye girmektedir. Belirli zamanlarda çıkan yönetmeliklerin uygulamadaki yansımaları bu zaman döngüsü içinde
de değerlendirilmelidir. Kaynaştırma yoluyla eğitim, bu alt sistemleri içine alacak şekilde ve her alt sistemde yer alan bireylerin (diğer değişle herkesin) sorumluluğu çerçevesinde düşünüldüğünde istenen şekilde uygulanabilecektir. Çünkü biyo-psiko-sosyal yaklaşım engelli bireye, ailesine, öğretmenlerine, politika uygulayıcılarına, hatta engellilik kültürüne gönderme yapmaktadır.
En önemli ilke bireyin biricikliği olup nicel bir sistem yerine (tanı var/yok) nitel bir sistem (bireyin engellilik durumu ve işlevselliği, tam ve etkin katılımını kolaylaştırıcı/zorlayıcı etmenler) bakış açısını kazandırmaktadır.

Uygulamadaki sorunların çözümü yolundaki önemli adımlardan biri de evrensel tasarım ilkesidir. öğrenmede evrensel tasarım ilkesinin (17) (herkes öğrenebilir) ve her öğrenci için öğrenme planlarının (18) devreye girmesi, gelecek için atılması gereken adımların başında olmalıdır. Bu adımlar atılırken bu alanda çalışan ve savunuculuk yapan bireylerin, ailelerin, hatta engelli çocukların da görüşlerini dikkate almak gerekmektedir. (19)

Gerekliliklerden bir diğeri ise, kaynaştırmanın eğitimde olduğu gibi sosyal hayatta, hatta istihdam boyutunda olmasıdır. (20) Örneğin; zorunlu eğitim sürecinde kaynaştırma yoluyla eğitimde bulunduktan sonra yükseköğretimde ayrı üniversite isteği kaynaştırma yoluyla eğitimin ruhuna tamamen aykırıdır. Tüm adımlar atılıp kaynaştırma benimsenerek temel eğitimin bir parçası hâline getirildiğinde, "özel eğitim" derken "özel" kelimesine ihtiyaç duyulmayacaktır.
Bu nedenle kaynaştırma, tüm eğitim kademelerini kapsayacak biçimde şekillendirilmeli, hatta eğitimde kaynaştırmanın olabilmesi için öncelikle sosyal kaynaştırmanın da sağlanması gerektiği gerçeği kabul edilmelidir.

Kaynaştırma yoluyla eğitim sadece eğitsel bir sistem olarak algılandığı için uygulamada problemler görmek kaçınılmazdır. Oysa kaynaştırma yoluyla eğitim, eğitim sistemini içerdiği gibi aynı zamanda öğrenme sürecinde olan tüm bireylerin ihtiyaçlarını merkez alan bir yaklaşım ve tutumdur. Desteğin, savunuculuğun, hizmet-içi ve öncesi eğitimlerin de önemli olduğu kaynaştırma yoluyla eğitimde, ayrımcılık yapılmadan mâkul uyarlama ve okula eşit düzeyde erişim hakkı tanınmalıdır. Yapılan araştırmalar, (21-22) kaynaştırma yoluyla eğitimin engelli öğrencinin öğrenme ve sosyal gelişimini hızlandırdığını, hatta beyin gelişimine ciddi katkıda bulunduğunu göstermiştir. Çocukluk döneminde gelişmekte olduğu için, her türlü çevresel uyaran beyin gelişimine katkıda bulunmaktadır. (23) Öğrenme ile birlikte beyin hem yapısal hem de işlevsel olarak değişmektedir. Okul ortamları, öğrenciyi merkeze alan sınıf ortamları (öğretmen, öğrenci iletişimleri ve etkileşimleri dâhil) gelişmekte olan beyinde sinir hücreleri boyutunda (nöron düzeyinde) yeni bağlantılar kurulmasını sağlamaktadır.

Çocuğu merkeze aldığımızda farklılığı ne olursa olsun, öğretilen şekilde öğrenmesi mümkün değilse başka yolların denenmesi, hatta çocuğun öğrenebileceği yöntemlerin aranması eğitimciler olarak bizlere düşen görevlerden biridir. Yeni öğretme yolları aramak, var olan becerilerimizi tekrar gözden geçirmemize ve hizmet-içi eğitim ihtiyaçlarımızın da belirlenmesine katkı sağlayacaktır. Tüm bu görevleri düşünmeye başladığımızda temel eğitimin parçası
olan kaynaştırma yoluyla eğitimde de iyi örnekler oluşmaya başlayacaktır -ki bunun örneklerini de görebilmekteyiz.
Bu durum düşünüldüğünde elbette aklımıza bir dizi soru gelebilir. örneğin; eğitim materyallerini uyarlayabiliyor muyum? Uyarlamak ne yazık muafiyet olarak algılanmakta, hatta bazen bir uygulamanın her çocuk için aynı olduğu algısı oluşmaktadır. Her çocuk farklıdır ve farklı ihtiyaçları, farklı öğrenme hızları, farklı meraklarıyla okul ortamlarında karşımıza çıkmaktadır.
Kullandığım materyal, eğitim ve öğretim programlarına ne kadar uygundur ve bunu teknoloji kullanımı ile destekliyor muyum? öğrencim materyaline erişebiliyor mu? Ya da o materyalin erişilebilir bir kopyası mevcut mu? Öğrencim okul, sınıf, oyun alanları hatta tuvaletlere erişebiliyor mu? Öğrencinin sisteminde yer alan paydaşlarla işbirliğine açık mıyım? Okulumdaki psikolojik danışmanlar ve öğretmenler özel gereksinim durumu olan çocuklar için etkileşim hâlinde mi?

İlk nereden başlayacağız? Yukarıda sorulan soruları kendimize sorarak olası ihtiyaçlarımızı belirleyebiliriz. Eğitim alanında çalışanların yeterli kaynağa, beceriye ve yeterliliğe sahip olması gerekmektedir. Bu, hizmet öncesi ve hizmet-içi eğitimle ancak mümkün olabilmektedir. Hatta gerekli bilgi düzeyine sahip olunduğunda farklılıklara karşı olumlu tutumlarda gelişmeye başlamaktadır. (24)

Okullar sadece eğitim alanları değildir; aynı zamanda sosyal alanlar olup katılımın esas olduğu öğrenmenin sadece uygulanan müfredat ile değil, akranların birbirleriye etkileşim ve ilişkileri içinde de öğrendikleri yerlerdir. Kaynaştırma yoluyla eğitim sadece engelli çocukların değil, tüm çocukların yararlanabileceği bir eğitim yaklaşımıdır. (25) Kaynaştırma, engelli bireylerin sınıf arkadaşları tarafından istenmediği ve sürekli azınlık grubu olarak kaldıkları, hatta ikinci sınıf vatandaş gibi algılandıkları ortamlar yaratmamalıdır. Ama uygulamalara bakıldığında, engelli çocukların, hem “normal” gelişen çocuklar hem de aileleri, hatta öğretmenler ve yöneticiler tarafından ikinci sınıf vatandaş olarak algılanabilecekleri ortamlar yaratılabilmektedir.

Dolayısıyla, özel eğitim alanının hizmet sağlamadaki yetersizlikleri akademik standartların ve kaynaştırma sınıflarındaki engelli çocuklar için beklentilerin düşmesine neden olmaktadır. Bir “damping alanı” olarak "özel alt sınıf" deniyor olması bile eğitimdeki hiyerarşiye işaret etmektedir. (26) Bir çocuğun "normal” bir sınıfa mı, kaynaştırma sınıfına mı, yoksa özel eğitim sınıfına mı yerleştirileceği ve öğrenmede yaşadığı sorunları yenmede ne kadar yardım alabileceği dikkatli planlama ve araştırmadan ziyade şans ve okulda veya sınıfta yer olup olmamasına bağlıdır. Eğitimde eşitlik ilkesi genel bir prensip olarak kabul edilmekte; ancak bu prensip uygulamada göz ardı edilmektedir. Politikaların uygulanması için istekli olan yerlerde dahi,
kaynak, engellilik alanındaki müfredat ve program geliştirme uzmanlarının yetersizliği uygulamayı zorlaştırabilmektedir.

Sonuç
Sonuç olarak, bu yazıda eğitim ortamlarında engelli çocukların eğitim haklarının garanti altına alınabilmesi için kaynaştırma yoluyla eğitimin önemine vurgu yapılmıştır. Bu vurgu için ilk önce kaynaştırma yoluyla eğitim tanımlanmış, tıbbi modele gönderme yapılmış ve uygulamadaki sorunlara çözüm için bir model önerisinde bulunulmuştur. Eşitlik, erişilebilirlik ve haklar bağlamında bilimsel çerçevede kaynaştırma yoluyla eğitimin önemine de ayrıca vurgu yapılmıştır. İsteyen her bireyin eğitim ortamına ulaşabilmesi ne kadar önemliyse, eğitim ortamındaki her bireyin hak ettiği şekilde eğitim alması da o kadar önemlidir. Her iki durum gerçekleşmediğinde ayrımcılık ile karşı karşıya gelmişiz demektir. Sadece biz eğitimcilerin bireysel çabaları üzerine
kurgulanacak uygulamalar sorunları gidermek için yeterli olamayacaktır. Ama biz eğitimciler, her çocuğun farklı beyinsel işlevlerle ve çeşitli sosyo-kültürel geçmişlerden geldiğine ve öğrenebileceğine inanıyorsak beklentilerimiz de değişecektir. Daha önce vurgulandığı gibi, kaynaştırma yoluyla eğitim sadece eğitimdeki düzenleme değil, aynı zamanda felsefesi olan bir yaklaşım ve tutumdur. Goethe'nin şu sözüyle bitirirsek, "Eğer insanlara olduğu gibi davranırsanız öyle kalırlar. Olması gerektiği ve olabileceği gibi davranırsanız daha iyi bir duruma gelirler." Her engelli çocuğun başta çocuk olduğunu eğitimin her adımında hatırlamak ve olabileceğinin en iyisi olması için uğraş vermek dönüşüm ve devingenlik için ciddi bir adım atmak anlamına gelmektedir.

KAYNAKÇA


Z. Hande Sart
Lisans derecesini Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık ve Psikoloji çift anadal programında, uzmanlık derecesini aynı üniversitenin Klinik Psikoloji alanında tamamladı. Pittsburgh Üniversitesi'nde Uygulamalı Gelişim Psikolojisi alanındaki doktorasında okul öncesi dönemde davranış sorunlarındaki süreklilik ve değişkenlik üzerine çalıştı. 2004 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi'nde psikolojik danışmanlık ve öğretmenlik öğrencilerine lisans ve yüksek lisans düzeyinde çeşitli dersler vermekte olan Sart, üniversitedeki Engelliler Birimi'nin ve GETEM'in (Görme Engelliler ve Teknoloji Laboratuvarı) koordinatörüdür. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) bünyesindeki Özürlü Öğrenciler Komisyonu üyeliği de yapan Sart'ın araştırma alanları nörogelişimsel engellilik, çocuklarda davranış sorun ve bozuklukları, engelli hakları ve rehabilitasyon danışmanlığıdır.
 
Güzel, kapsamlı, detaylı bir makale... Benim de katıldığım pek çok yerinde analiz var.

Ancak bir konuda hem fikir değilim: Yazar özel eğitimi sadece kaynaştırma kapsamında ele almış. Ülkemizde kaynaştırma sadece Milli Eğitim Bakanlığının OKULLARINDA, bir müfredat programı çerçevesinde uygulanan bir yapılanmadır.

Özel eğitim ve rehabilitasyon = kaynaştırma DEĞİLDİR. Kaynaştırmanın yegane amacı engellilerin kısıtlanmış ortamlara mahkum olmasını engellemek, "akranlarıyla mümkün olan en az kısıtlanmış ortamlarda eğitim hakkına sahip olması" dır.

Diğer taraftan, özel eğitim eğitim ve öğretimsel olduğu kadar tıbbi, sosyolojik, psikolojik boyutlarıyla da birlikte ele alınması gereken bir süreçtir. Ailenin eğitimi ve desteklenmesi de çocuğun eğitimi kadar önemlidir. Bir insanın engelli olup bununla mücadele etmesi zordur. Bir ailenin engelli bir çocuğu olup bununla mücadele etmesi ise çok daha zordur.

Kanımca özel eğitimin bütünsel bir yaklaşımla ele alınması gerekir ve ne yazık ki MEB böyle bir yeterliliğe veya vasfa sahip değildir. Olması da mümkün görünmemektedir. Sadece örgün eğitim kurumlarında alınacak önlemler veya eğitsel çalışmalar bu konudaki yetersizlikleri önlemeye yetmez.
 
Üst Alt