Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

İbrahim Sadri

UTOPYA

Üye
Üyelik
7 Haz 2005
Konular
37
Mesajlar
913
Reaksiyonlar
0
ÖYLESİNE SEVMİŞTİM


Şimdi gidiyorsun, git
Bütün sabahları üşüdüğüm
Bütün gördüğüm senli günlerim, onlar da gitsin
İçimde bir şarkı
Gözümde bir ışık kalmıştı herşeye inat
Kapat gözlerimi, sevdiğim anlar da gitsin
Yıldızları da alsana yanına gökyüzünden
Sevdiğimiz şarkıları da
Pencareme konan yusufcukları da
Bana karanlığı bırak
Beni bırak, beni böyle bırak
Böyle ansızın, böyle yakışıksız
Böyle anlamsız, böyle dağınık
Öyle kapıda susuşun
Öyle sarsak, öyle serkeş, öyle çerkes duruşun
Koy beni sensizliğe
Ve otursun içime kül gibi kor yangının


Şimdi gidiyorsun, git
Hadi git
Hepsi hepsi bir sevda benimkisi, al da git
Hadi kanatma
Hadi yıkma
Hadi dokunma
Zaten ben seni öylesine sevmiştim


Şimdi gidiyorsun, git
Bütün sabahları üşüdüğüm
Bütün gördüğüm senli günlerim, onlarda gitsin
İçimde bir şarkı
Gözümde bir ışık kalmıştı herşeye inat
Kapat gözlerimi, sevdiğim anlar da gitsin


İbrahim SADRİ
 
ADIN BATSIN

yüreğime bir gül çizdim kanlı yaş ile
yaktın beni küle döndüm dumana döndüm
nasıl edem nere gidem dertli baş ile
bilemedim teli kırık kemana döndüm

canım aldın, can evimden vurdun ya sende
küstüm sana, faydası yok, geri dönsen de
sende vefasız çıktın, sende hayırsız çıktın
sen de vicdansız çıktın adın batsın

zaman ola devran döne sen de çekesin
yitiresin umudunu heder olasın
aşka düşe kahrolasın candan bıkasın
ömrün boyu bir kez olsun gülmeyesin

sen ki beni rezil ettin yedi cihanda
yalan oldum talan oldum senin sayende
sende vefasız çıktın, sende hayırsız çıktın
sen de vicdansız çıktın adın batsın

beni özleyince bir nehir yatağını bulsun
kor düşsün dağlarına, ceylanlar suya insin
sesime bakıpta ağlıyorum sanma
seni özleyince böyle olsun birazda

ayrılıversin yaprak dalından
insan sevdiğinden ayrılıversin
kan damarımdan can pazarından
adam baharından ayrılıversin

dağda dört mevsim erimeyen kar varya
yokluğum öyle erimesin
sende vefasız çıktın, sende hayırsız çıktın
sen de vicdansız çıktın adın batsın

İbrahim SADRİ
 
ibrahim sadri

Süleyman kara bıyıklı bir işçidir
Ve bu kara bıyıklı Süleyman'ın hikayesidir
İş bulduğu günlerde evine dik dönmekte
Ve götürdüğü ekmeği yemektedir
Karısı Neriman ve oğlu Cevahir'le birlikte

Ne kadar zalim esse de rüzgar
Ne kadar belini bükse de ekmek parası
Aslan gibi bir adamdır işçi Süleyman

Onun Cevahir’i vardır
Cevahir altı yaşındadır
Çünkü gözleri çakmak çakmaktır
Çünkü Süleyman’a bir başka bakmaktadir

Bir pazar sabahi
Tutar babasi Süleyman; Cevahir'in elinden
Ve yaninda kader yoldaşi karisi Neriman
Çikarlar gezmeye Istanbul’u inadına
Bir yol düşünür Süleyman
Ulan bu bahtı kapalı kentte
Yürümek de parayla değildir elbette
Üstelik Neriman’a hanidir istediği o naylon terlikle
Canından özgü Cevahirine
Bir gazozla bir simidi alabilecek kadar
Para da vardır cepte

Yürürler İstanbul şehrinin kalbine
Önce Nerimanın naylon terliği alınır bir seyyardan
Sonra da beğenirler simidin en hasosunu umutları Cevahir’e

Anlatır işçi baba Süleyman
İş ararken adım adım arşınladığı sokakları
Bak Cevahir işte şu Yeni Cami
Hem cami hem güvercinlerinin bakması nasılsa bedavadır

Bak Cevahir şu dumanı tütenler vapur
Şu çığlık çığlığa ağıt yakanlar martılardır
Hem vapurun dumanı hem vapurun düdüğü de bedavadır
Bak Cevahir şu uzakta görünen de köprüdür
Geçmesi değilse de onun da bakması bedavadır

O pazar günü
Kara bıyıklı işçi Süleyman
Karısı can yoldaşı Neriman
Ve gözleri çakmak çakmak olan oğulları Cevahir
Gezerler İstanbul şehrini böyle bedavadan

Ve birden mumun alevi söner
İstanbul’un yalanı biter
Nasıl olur bilinmez takılır Cevahir’in gözü
Bir oyuncakçı vitrininde
Pırıl pırıl yanan kırmızı oyuncak arabaya
Döner karabıyıklı dağ gibi babası Süleyman’a
Bana şu kirmizi arabayi alsana baba
Alsana be Süleyman
Canina can parçana
Bir oyuncak araba almayacaksan eger
Yuh olsun sana
Nasil olsa babasi onu çok sevmektedir
Işin belasi küçük Cevahir bunu bal gibi bilmektedir

Bir vitrindeki kirmizi arabaya bakar Süleyman
Bir karisi Neriman’a
Sonra takılır gözleri Cevahirin gözlerindeki umuda inadına
Ulan alt tarafı bir oyuncak araba
Dünya yansa yorganın yok içinde Süleyman
Alem çökse üstüne hayıfın çok Süleyman
Bakarsın cepteki son gazoz parasına
Cevahir’in o kocaman umuduna
Yakışır şu kırmızı araba

Bırakır karısı Neriman’la Cevahir’i dışarda
Girer iflah etmez bir umutla dükkana
Sorar dağ gibi Süleyman
Usta şu vitrindeki nazlı gelin
Şu zalımın ışıltısı
Şu bahtımın kara yıldızı
Şu İstanbul ağrısı
Şu Cevahir’in çakmak çakmak gözleri
Şu kirmizi araba kaç para
Bir Süleyman’a bakar adam bir arabaya
Çok para der hemşerim yani çok para
Süleyman cebinde bir gazoz parasi
Yikilmiş bir dag artigi
Bir tufan sonrasi perişanligi
Döner kapiya çikmak için dişari
Oglu Cevahir
Kirmizi arabayla getirecek
Babasini beklemektedir
Nasil olsa babasi ordan
O kirmizi arabayla çikacaktir
Nasil olsa
Kara biyikli dag gibi
Işçi Süleyman babasidir
Yani Cevahir’in gözünde o
Dünyanın en güçlü
Dünyanın en zengin
Dünyanın en büyük adamıdır
Süleyman

Ama Süleyman
Eli boş çıkar dükkandan
Sorar Cevahir hani baba
Hani kırmızı araba
Sorar hesabı bulutlar dağa
Nasıl desin Süleyman
Nasıl desin adam yüreği
Ben onu sana alamadım
Benim ona param yetmedi diye
Başlar ağlamaya Cevahir
Başlar bulutlar ağlamaya
Yanar yerin yedi arzı
Ve güvercinlerin kalbi başlar kanamaya
Ulan istanbul yanar içine Süleyman’ın
Sorar Cevahir
Hani baba hani kırmızı araba
Martıları gösterir Süleyman
Bak ne güzel uçuyor
Cevahir martılar havada
Boş ver kırmızı arabayı
Baksana martılara
Bakmaz martılara Cevahir
Bakar yangın gibi arabaya
Ama bak der Süleyman
Ne güzel uçuyor martılar havada
Cevahir bir çocuktur küçük yüreğinde yer çoktur
Takılır gözü martılara
Gözünden sel olup akan kan rengi yaşlarını siler
Evet der ne güzel uçuyor martılar havada
Ve unutur gider Cevahir kırmızı arabayı

Unutur gider dalar gözleri martılara
Cevahir unutur unutmasına ya
Kara bıyıklı dağ gibi işçi baba Süleyman
Ömrü boyunca unutmaz o kırmızı arabayı
Her gece döşeğine yattığında
Uyumak için gözlerini kapadığında
Demir lokma gibi
Bir kırmızı araba takılır durur kursağına
Bütün ömrü boyunca

İşte bu
Kara bıyıklı Süleyman’ın hikayesidir
Ve herkesin bir yerine
Birgün bir Süleyman acısı değmiştir
 
NAN GİBİ

Ve gözlerin gelir geçer içimden
Su içerken sen sokulurken akşam kızıllığına
Ekmeği bölerken
Yalnızsam yıllar nasıl geçmişse aradan
Unutmak kolay sanmışsa şarkılar
Şiirler yalan yazmışsa ayrılığı
Kör olsun sözlerim, unuttuysam adını
An gibi aklımdasın

Gelir geçer gemiler
Belki sende geçersin diye
Bir kumru konar her sabah pencereye
Bir miladı taşır gece bir yıldız
Soğuk olur, üşürsün ya adamakıllı
Hani sarılırsın kendine
Hani aklın karışır
Bu bir divaneliktir gönül aha alışır
Ömrüm bitse ne çıkar
Can gibi aklımdasın

Gündür bu geçer gider
Belki bir şey kalmaz sanırsın
Yani bir sabah uyandığında
Ne hayatın tortusu ne kokusu alışmışlığın
Her şey başka olacaktır
Başka bir otobüs başka bir gazete
Resimlerden silinecek yüzün belki de ne adın ne sanın
Bir şafak vakti açınca gözlerini
Bir merhabayla
Yeniden kurulacak dünya
Ve sen her şafak
Nan gibi aklımdasın

Bazen bir şey geçer içinden insanın
En ücra yerlerinden cesaret gibi bir şey
Ne olacak işte kömür yanmıyorsa eskisi kadar güzel
Fasulyenin tadı yoksa
Şarkılar yakmıyorsa içini
Sadri Alışık öyle güzel ağlamıyorsa
Aşık olmayı beceremiyorsa İzzet Günay
Mahallenin en güzel kızına
Denizin tuzu
Yalnızlığın bahanesi yoksa
bir bıçak saplanınca yüreğinin tam ortasına
zannetmeki ölmek zor
ölmek kolay kolay da
kan gibi aklımdasın

bu da geçer
her sabah kanayacak değil ya
bakarsın taze ekmek çıkarır köşedeki fırın
biraz da helvası bizim bakkalın
senden ayırdığım üç beş zeytin
otururum sofraya
her lokmada geçer acısı belki bırakılmışlığın
bende unuturum nasıl unutulursa sana susuzluğum
ve nasıl becerdiysem kahrolmayı
öyle unuturum ekmek gibi
nan gibi aklımdasın

Ve gözlerin gelir geçer içimden
Su içerken sen sokulurken akşam kızıllığına
Ekmeği bölerken
Yalnızsam yıllar nasıl geçmişse aradan
Unutmak kolay sanmışsa şarkılar
Şiirler yalan yazmışsa ayrılığı
Kör olsun sözlerim, unuttuysam adını
An gibi aklımdasın
An gibi aklımdasın
aklımdasın

İBRAHİM SADRİ
 
MERHABA

Merhaba kardeşim, arkadaşım, gönüldaşım merhaba
Merhaba sırdaşım, amuzdaşım, kaderdaşım merhaba
İçtiğim su, aldığım hava, yediğim ekmek uyuduğum döşek
Gördüğüm rüya, beklediğim umut yaşadığım toprak merhaba

Merhaba
Ormanda ağaç, ağaçta dal, dalda yaprak, yaprakta tırtıl merhaba
Merhaba ovada çimen, denizde dalga, yaylada kar, dağda bulut merhaba
Harran, Çukurova, Yedigöller, Çorlu, Isparta, Çaykara Merhaba
Çankırı, Çorum, Adana, Niksar, Mudurnu, Bandırma
Midyat, İdil, Tarsus, Kemah, Yüksekova merhaba
Ula Zeki istanbul neki Erzurum yayla
Yayla ulan Erzurum sana da olsun merhaba

Merhaba memleketim, mahallede bakkalım, pamuk tarlasında ırgatım
Vergi dairesinde memurum, dağda çobanım, yürekte sızım, duvarda sazım
Hasatta yazım, gelinim alyazmalım nazım merhaba

Merhaba şose yolum, dağ patikam, geçit vermez kaçkarım
Adam yutan gavur dağım, İstanbul izmit otobanım merhaba
Merhaba Kızılırmak türkülerim, fırat ağıtlarım
Dicleye yaktıklarım, yeşil ırmak bozlaklarım merhaba

Merhaba ağaçlarım, selvilerim, çınarlarım
Rizede çayım, Anamur'da portakalım
Önde yürüyenim, arkada düşünenim
Seferberliğim, süpürge tohumu yiyenim
Dedem, edem cennetim cehennemim
Ey benim memleketim merhaba

Merhaba kardeşim, arkadaşım, gönüldaşım merhaba
Merhaba sırdaşım, amuzdaşım, kaderdaşım merhaba
İçtiğim su, aldığım hava, yediğim ekmek uyuduğum döşek
Gördüğüm rüya, beklediğim umut yaşadığım toprak merhaba

İbrahim Sadri
 
Paramız Yoksa Haysiyetimiz Var

dünya dediğiniz abiler
aha benim şu yüreğim kadar
abiler, hayat dediğiniz
ne kadar gülebiliyorsak o kadar
boşverin ötesini
sallayın gitsin dünyayı
paramız yoksa da haysiyetimiz var

gözünü seveyim zeytinin, taze ekmeğin, çayın
bakmayın, benim de canım elbet çeker
şöyle tereyağlı birbuçuk iskender
yine de olsun
kesmedikten sonra selamı bakkal ender
bi de bizim takıma gol olmadıktan sonra
ve de en kıyağından
ve de en ağırından bi şarkı patlatınca müslüm baba
ne gam ne tasa ne fırtına ne kar
boşverin abiler
paramız yoksa da haysiyetimiz var

şimdi beni iyi dinleyin
canımdan öte ve de
en kıymetli sevdiğim muhterem arkadaşlar
durumum ortadadır
hayat bana da sağlamına harbi bi çelme takmıştır
nevrim dönmüş, midem bulanmış, gözlerim kararmıştır
cümlenize olan bilcümle borç edavatım
üç vakte kadar askıya alınmıştır
biraz idare edebilirseniz eğer
bir de kahveci Nuri'den rica edebilirseniz
kesmezse tavşan kanı günde üç bardak çayı
elbet bu feleğin paslı çarkı
birgün benim için de döner ve düşeş gelmese de
gelirse eğer zarımız mesela bir dubara ve hele de dört cahar
işi kolayladık sayın
ve de inanın ki abiler
paramız yoksa da haysiyetimiz var

dalgalan bakalım kızkulesi önündeki dalgalar gibi kalbim
hayıflan bakalım hiç kimselere belli etmeden geceleri yorganın altında
yazıklan bakalım bu da reva mıdır hayatının baharında bir delikanlıya
hep kısa çöpü ben mi çekeceğim
hep bana mı denk düşecek çarkıfeleğin iflası
hep ben bileceğim başkaları mı kapacak beşyüz milyarı
hep ben sevip eller mi alacak aslıyı leylayı
batsın bu dünya, sende mi leyla, itirazım var yalana dolana
ve ben böyle dolana dolana
ellerim cebimde dudağımda ıslığım, başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Orhan Veli tadında basıp voleyi yürüyeceğim hayatın sonuna kadar
hiç tasalanmayın abiler
paramız yoksa da haysiyetimiz var


İbrahim Sadri
 
Ağabeylerim Vardı

Benim fidanlarım vardı
Karşıki bayıra gömülmüş yiğidin mezarı başında diktiğim.
Benim fidanlarım vardı
Hayallerimi dallarına astığım,
Yapraklarını gözyaşı olmuş dualarımla suladığım fidanlarım vardı.

Çölü bahara çevirmeye kararlı söğütlerim ,
Gökten rahmet yağmuru çekip indirme azminde
Meyveleri yıldızlar,
Yaprakları göktaşları fidanlarım vardı.
Şeytanlar taşlamak için sonbaharları
Benim semama göktaşları yağardı.
Ve bir şarkım vardı fidanlarıma söylediğim…
Kalkarmı ki yiğidim şu uykudan?
Ve şarkımda hayat vardı, ümit vardı , hasret vardı,
Anlattığım masallarım vardı.
Onları , yanına diktiğim yiğidin destanları,
Mazinin derelerinde kahramanlarım vardı.
Benim fidanlarım vardı. Ben fidanlarımda vardım.
Fidanlarım vardı ya…
Kurumuş fidanlar kurumuş ağaçlar arasında
Yemyeşil fidanlarım,
Bugünkü fidanlar kadar yarın da ağaçlarım vardı.
Dalları altında milletlerin serinlediği,
Koca söğütlerim vardı.
Ve ben böyle sevdim fidanlarımı
Onların üzerine titredim,
Onların yarını üzerime titredi.
Gölge oldum onlara yakıcı çöl sıcaklarında
Yarınları neslime gölge yaptım.
Suladım onları aşkla, şefkatle, hasretle…
Yarınları; semadan aşkı şefkati çekti, aldı
Geriye bir hasret kaldı
Ve ben hasreti sevdim…
Dediler:” Zaman sarrafı talipmiş fidanlarıma”
Dediler : ” ormanlarmış ücreti, kavuşmakmış, hasretten kurtulmakmış”
“Bayırdaki mezardan, yiğidim yeniden uyanmakmış”
Ve bana bunları görmek varmış!
Demek anlaşılmamak varmış
Demek hey gidi günler demek varmış
Hasrete hasret duymak varmış!
Anlaşılmamak varmış ki;
Ben hasreti sevdim çilemi sevdim
Fidan değil orman değil benim derdim!
Ben gözyaşlarıyla fidanlar yaşatmayı sevdim.
Suyu değil… sulamayı sevdim.
Kavuşmayı değil… Koşuşmayı sevdim.
Ve ben bunu ağabeylerimden öğrendim.
Evet; benim ağabeylerim vardı
Beni anlayanlarım vardı, hasreti sevenlerim vardı
Dertleri dertlerime
Dertlerim dertlerine karışmış benim ağabeylerim vardı
Kavuşmaktan geçmiş koşuşturanlarım vardı
Fidanlara su taşıyanlarım
Fidanları suya taşıyanlarım vardı
Derdi hayat bilip yaşayanlarım vardı.
Kuru dallar arasında yeşillik arayanlarım vardı.
Hayat verenlerim vardı, hayatlarını verenlerim vardı.
Benim ağabeylerim vardı
Ve ben ağabeylerimde vardım.
“Ehlime Allah ve resulunu bıraktım ” diyen Ebubekirlerim
“Bir bu kadarını bıraktım” diyen Ömerlerim vardı.
Adı vermekle bir anılan ağabeylerim vardı.
“Fidanlar ağaç olmadan verenle sonra veren bir değil” deyip vermekte
yarışanlarım vardı
Benim Karunlarım yoktu
Kendisiyle birlikte herşeyini veren Harunlarım vardı.
Ve ondandır, mutlu yarınlarım vardı.
Boynum bükük , “fidanlar derdine ağladığım gün ”
Sırt sıvazlayacak abilerim vardı.
Kutup yıldızlarım vardı.
“Siz koşmanıza bakın, arkanızda biz varız” diye
Yılda bir kaç kez ve daha fazla ışıldayan
Benim ahiretler aydınlatan güneşlerim vardı.
Karanlık kovalayıcılarım vardı
Konuşunca destan yazanlarım vardı
İNSANLAR ARASINDA İNSANLARDAN BİR İNSAN OLANLARIM vardı
Benim ağabeylerim vardı.
Benim ağabeylerimle paylaşacak bir hasretim vardı.
Aynı güzele vurulmuş yedi genç, yedi bin genç,
Kendi genç, kalbi genç, aşkı taze, hasreti genç
Ağabeylerim vardı.
Ve ondandır ben vardım, umutlarım vardı.
Ve kalbinde kıpırdayan bir hayal gibi
Bandıkça susatan bal gibi
Yudum yudum, nefes nefes içime çektiğim
Gelecekten haberlerim vardı.
Hiçbirşeyim kalmadığında, kimseler kimsesiz kaldığında
Benim ağabeylerim vardı.
Yok demek kalplerimize ağır gelip
Parmaklarımızı kırarcasına yumruklarımızı sıkıp
Şehadet parmaklarımızı ısırdığımızda
YOK diye gelen ses boğazlarımızda düğümlendiği günler,Varolan ağabeylerim vardı.
Kendi varlıklarıyla yoku varedenlerim vardı.
Fidanlarıma “benim” diyenlerim vardı.
Her çağrıya koşanlarım,
Her koşmaya çağıranlarım vardı.
Alanlarım, verenlerim, isteyenlerim vardı.
GÜLENlerim ağlayanlarım sevenlerim vardı.
Benim … Benim ağabeylerim vardı.
İşte “DERDİ SEVMEYİ” ben bu ağabeylerden öğrendim
Her dertliye ağabeylik yapan
Ağalardan beylerden öğrendim
Ondandır arkadaşım:
Bana fidanlardan bahset; Ağaçları sahibinden sor!
Bana sulamaktan bahset; suyu gönderenden bil!
Bana koşuşmaktan anlat; Kavuşmayı Allahtan bil!
Ve ne olur!Bana “derdin bittiği günden ” bahsetme
Çünkü ben derdimi sevdim.
Derdimi dert edenleri sevdim.
Ağabeylerimi sevdim.
AĞABEYLERİMİ SEVDİM.






Gülce




Uçurumun kenarındayım hızır
Bir dilber kalesinin burcunda
Vazgeçilmez belaya nazır
Topuklarım boşluğun avucunda
Derin yar Adımı çağırır
Kaldım parmaklarımın ucunda

Uçurumun kenarındayım hızır
Bir gamzelik rüzgar yetecek
Ha itti beni ha itecek

Uçurumun kenarındayım hızır
Divan hazır
Ferman hazır
Kurban hazır
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Başım döner, beynim bulanır
El etmez
Gel etmez
Gözleri bir ret, bir davet
Gülce uzak uzak dolanır
Mecaz değil
Maraz değil
Gülce semavi bir afet

Uçurumun kenarındayım hızır
Gülce bir beyaz sihir
Canıma bedel bir haz
Nur
Nar ve nurdan bir zehir
Gülce araf'ta infaz
Bir tek bakışıyla suyum ısınır
Güzelliğin zulme çaldığı sınır

Uçurumun kenarındayım hızır
Ben fakir
En hakir
Bin taksir
Cahil cesaretimi alem tanır
Ateşten
Kalleşten
Mızrakla gürzden
Dabbetül arz'dan
Deccal'dan, yedi düvelden
Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum gülce'den
Ödüm patlıyor gülce'ye bakmaktan
Nutkum tutuluyor, ürperiyorum
Saniyeler gözlerimde birer can
Her saniyede bir can veriyorum

Uçurumun kenarındayım hızır
Bir dilber kalesinin burcunda
Vazgeçilmez belaya nazır
Topuklarım boşluğun avucunda
Derin yar Adımı çağırır
Kaldım parmaklarımın ucunda
 
Üst Alt