Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Latin Caz Blues 2

andante

Üye
Üyelik
11 Ocak 2005
Konular
23
Mesajlar
755
Reaksiyonlar
0
Benim kedim pakize ilginç bir kedi. Bundan önceki kedim müzikten nefret ederdi. Örneğin ben piyanoya oturduğumda saklanacak yer arar en kuytu köşeleri seçerdi.

İster istemez, "yahu bu kadar mı kötü çalıyorum " :D dediğim olurdu.

Ama Pakize çok farklı. Müzik sesi duymaya görsün nereden geliyorsa o ses ona en yakın köşeye gelip yatma pozisiyonu aldıktan sonra gözlerini kapatıp sanki mırıl mırıl müziğe eşlik ediyor.

Garip bir şekilde de jazz seviyor. Özellkle Jan Garbarek e bayılıyor.Onun sayesinde aklıma geldi Garberek i sizlerle paylaşmak düşüncesi.

Jan Garbarek


Jan Garbarek, (4 Mart 1947 Mysen/Norveç) Polonya asıllı, Norveçli caz saksafon sanatçısı. En önemli caz sanatçılarından biri olarak kabul edilir.İskandinav cazının babası olarak nitelenebilir.

Jan Garbarek 1970'li yıllarda piyanist Keith Jarrett, bas çaları Palle Danielsson ve baterist Jon Christensen ile Avrupa Quartet 'i ismiyle sahneya çıkmıştır. Daha sonraları, sahnede giderek daha fazla, solo olarak görünmeye başladı.

1993 yılında yayınladığı Officium albümünde saksafonu ile 5. ses olarak Hilliard Ensemble'ye eşlik etmiştir.

Garbarek'in parçalarına etki eden en önemli unsur onun ; klasik amerikan caz büyüklerinin yanında kendisine, özgün ve farklı sound sağlayan ,geleneksel norveç folklorunu kullanmasıdır. Gençliğinde müzikal anlamda örnek aldığı kişi John Coltrane'dir. Hemen hemen tüm albümleri, müzik yapımcısı Manfred Eicher ile sıkı sanatsal çalışmalar sonucu kaydedilmiştir.

Kaynak





Jazz - Jan Garbarek

Jan Garbarek & Ustad Fateh Ali Khan - Saga

Twelve Moons - Jan Garbarek Quartet
 
Yine bu bölümü öksüz bıraktık. :oops:

Eski bir film müziğini jazz yorumuyla dinleyelim bakalım. Ve kadın klarinetçi de bence müthiş. Pek alışkın değiliz bildiğiniz gibi kadın klarinetçilere. Ama iyi çalmış.

Waverly Seven -- Charade
 
madem bölüm hareketsiz kalmış kızıl saçlı güzellik süper yetenek bi hanfendiyi tanıtarak biraz olsun hareket katayım buraya.

Gülden Gökşen

kendisini bi arkadaşım sayesinde "güldencaz" adlı albümüyle tanıdım. zaten sanırım ilk ve şu an için tek albümü de o. ilk albümü maalesef bu kadar çok az sattığına göre belki de bu ülkeye bi diğerini bahşetmiyecektir haklı olarak!. her neyse albümde gerçekten takdire şayan çalışmalar var.

bu arada gülden hanım müzik kariyerine istanbul üniversitesi devlet konservatuvarında yarı zamanlı piyano eğitimiyle başladı ondan sonra mimar sinan üniversitesi devlet konservatuvarında lisans ve lisans üstü çalışmalarını yine piyano bölümünde devam ettirdi şu an yine mimarsinan'da piyano bölümü hocalığı yapıyor yanılmıosam.

kendisinin "türkicaz" adındaki çalışmasını dinlemek için:

http://www.youtube.com/watch?v=c5tNzNRtPNI

bi de sitesi var o da:

www.guldencaz.com

Not: linkler falan hep babür abimden saolsun ben açarım bu başlığı ddeyip hemen araştırmaya koyulmuştu lakin bana kaldı . emir büyük yerden-miş :p
 
andante' Alıntı:
... Pek alışkın değiliz bildiğiniz gibi kadın klarinetçilere. Ama iyi çalmış.

Sanem Hocam, bu durum, bildiğim kadarıyla, kadın ve erkek beden yapısıyla ilgili.. Yani diyaframın yeri falan giriyor olaya.. Ağızdan nefes almak - burundan nefes almak esprisi var işin içinde. Bilmiyorum yanılıyor muyum? :roll:
 
Önce sevgili pathetique e çok teşekkürler.Gerçekten çok başarılı bir Türk kadın piyanisti buraya taşıdığı için.

Gülden Gökşen bu olağanüstü kadın.Sınırları zorlayan kendi çizgisini yaratan son derece yetenekli bir kadın.

Sonra pek haksız sayılmazsın sevgili baben. Nefesli çalgılar gerçekten insanı zorlayan çalgılardır. Ama klarinet o kadar üfleme açısından insanı diğer nefesli çalgılar gibi zorlayan bir çalgı değildir. Yinede ben çok doğru ses çıkartamadığımı söyleyeyim. :D

Ona bakarsan benim kızım yan flüt çalıyor ondan da çok doğru sesler çıkartamıyorum.

Ama trompet gibi gerçekten insanı zorlayan nefesli çalgılar yok değil. Bir çok nefesli çalgıyı kullanan kişilerde oldukça ciddi rahatsızlıklar çıktığı görülmüştür. Mesela ses telleri kisti gibi.

Ya bende de var bildiğin gibi ama benim ki sesimi çok kullanmaktan ve sevgili sigaramdan.

Yinede son derece haklısın doğru nefes alabilmekle çalınabilen çalgılar olmakla beraber hepsinin kendine özgü, dudağı kullanma biçimiyle doğru ses elde edilebiliyor.
 
Bir kadını atlamışım arkadaşlar. Bugün onun müziğini dinleyip arkadaşlarıma yollarken fark ettim. Bence buraya taşınması gereken büyük sanatçılardan bir tanesi.

Nina Simone


ABD'nin Kuzey Karolina eyaletinde 21 Şubat 1933'de doğan Nina Simone, müziğe henüz 4 yaşındayken piyano ile başladı. Bu uğraşı, New York Jullıard School'un müzik bölümünde akademik düzeyde sürdü. Aldığı klasik piyano eğitiminin ona kattıklarıyla ünlü besteci Gershwin'in yapıtından yola çıkarak yaptığı 'I Love You Porgy' plağı 50'li yıllarda çıkacak ve onun tanınmasını sağlayacaktı. Ardından kariyerinin kilometre taşı diyebileceğimiz 'My Baby Just Cares For Me' plağı gelecekti.

Siyahî müzisyen Nina Simone , ABD'deki ırk ayrımcılığına her zaman tepki gösterdi. Bu tepki onun müziğine ve yaşam biçimine de yansıyacaktı. 1963'te bombayla katledilen 4 siyahî kız için yazdığı 'Missippi Goddam'; suikast sonucu yokedilen Dr. Martin Luther King için yazdığı 'Why? The King Of Love is Dead' ve 'To Be Young, Gifted And Black' gibi şarkıları ırkçılığa meydan okuyan baş yapıtlardandı. Sadece ırk ayrımcılığına karşı mücadele etmekle kalmayıp, ABD'nin işgalci savaşlarına da meydan okuyacaktı. Bu meydan okuyuş ona barış misyonunu yükleyecekti. Yaşadığı çağı sorgulayan sanatçının iyi bir örneğini veren Simone, ülkesi ABD'ye daha fazla tahammül edemeyerek, 90'ların başından itibaren Fransa'ya göçedecekti. Aslında 70'li yıllardan bu yana, Amerika'dan çok Avrupa'da daha çok bir dinleyici kitlesi buluyordu. Özellikle Fransa'da gerçekleştirilen 'Nice Jazz Festival'inin 77'den sonra değişmez konuğu haline gelen sanatçı, Avrupa'nın çeşitli ülkelerindeki festivallere de davet alıp, yoğun ilgiye mazhar olacaktı. Son olarak Yunanistan'da yapılan 'Thessalonica Jazz Festival'inde sahneye çıkan Nina Simone, yıllar sonra Carnegi Hall'da 2001'de verdiği konserle ABD'deki sevenlerini de mutlu edecekti.

Soul tarzı gırtlağıa örnek gösterilebilecek sesiyle Aretha Franklin vea Dusty Springfield gibi bayan vokallerini de etkileyen şarkıcı , piyanoda da akademik düzeyde bir kariyere sahiptir. Jacquel Brel'le yaptığı düetler; Animals, Beatles, Bob Dylan, Brecht – Weil şarkılarına getirdiği yorumlarla ve imzasını taşıyan albümleriyle unutulmazlar arasına giren Nina Simone, yaşamdaki duruşuyla da 20. yüzyıla damgasını vuran bir kişilik olabilmeyi fazlasıyla başarmıştır.

Caz ve Soul müziğin önemli yorumcularından olan Nina Simone , 21 Nisan 2003'de son yılların geçirdiği Fransa'da 70 yaşında hayata veda etti. Caz, gospel, blues alanında olduğu kadar popüler türlerde de kendini gösterebiliyordu. Hatta Fransızlara özgü bir dal olan Şanson'lara bile el atacak kadar geniş bir perspektifi vardı. Müzisyenliğindeki düzeyine koşut olarak, çağının gerçeklerine de yabancı kalmayışı ile ve politik duruşuyla insanlığa hizmet edebilmişti.
Nina Simone: Sinnerman

Nina Simone - Improvisation - 1961

Masal gibi bir efsane kadın :D
 
Buraya alıp almama konusunda kararsız kaldığım bir müzisyeni sizlerle paylaşmak istiyorum.

Rock köşesine de çok kolaylıkla alınabilir aslına bakarsanız. Ama en iyisi buraya almak diyorum çünkü buranında biraz hareketlenmesini isteyenlerdenim ne de olsa.

Bilirsiniz, bazı müzisyenleri çok erken yaşlarda kaybetmişizdir. Şimdi buraya alacağım iki müzisyende çok erken yaşta kaybettiklerimizden.

Baba oğul Buckley ler.... :oops:

Tim Buckley çok erken yaşta aramızdan ayrıldı..Muhteşem bir sesi vardı. Söylenecek çok şey varda bence sadece müzik konuşsun şimdi;

Tim Buckley - sweet surrender

Ve şimdi de oğlu; Jeff Buckley

O da ayrı bir yetenek, çok özel bir ses aynı zamanda. Ve boğularak ölmesi de işin ayrı trajik bir yönü...

Jeff Buckley-Hallelujah

Ve en sevdiğim parçası;

Jeff Buckley-Grace
 
Ne iyi ettin be öğretmenim :D

Vallahi bimiyordum ben bu kişileri.Üzüldüm gerçekten böyle genç yaşlarda yitip gitmelerine.Oysa bizlere öğretecek ne çok bilgileri vardı. :oops:

Dinledim sayende ve şöle bişi atayım ortaya.Sanırsam Tim Buckley ( psychedelic yada progressive folk/ Jazz ) tarzlarındaimiş.Ne bileyim banamı öle geldi acaba ?sweet surrender için böle bir düşünce hasıl oldu bende.Hoş albümlerine şöyle bir göz gezdirdiğimde Gary Lucas ile de çalışmışlar.Kendileri pek nadir bulunan slide gitar çalar aynı pek saygıdeğer >>> George Harrison <<< gibi :)

Daldan dala atlıyoruz belki ama araştırınca bu sanatçılar hep aynı dönemlerde aynı tonlama ile çalmışlar.Bu adamlar gerçekten de geleneksellikten yada tek bir kalıp içersinde tıkanıp kalmaktansa hep daha ileriye,daha yeni özelliklerde yada yorumlarda müzik çalışmalarına imza atmışlar. :) Yani folk,latin yada ne bileyim rock dememişler özelllik ve güzellikler katmışlar.Onların sayesinde şimdilerde sanat icra eden birçek yenilikçi sanatçı müzisyen var.Ne mutlu ki böyle insanlar varmış.Umarım bundan sonrada olur.

Verdiğiniz bilgilerden dolayı tekrar teşekkürler canım öğretmenim.Sizin gibi yenilikçi eskileri seven yüreği genç kalmış/kalacak tüm müzik aşıklarını seviyorum. :)

>>> Gary Lucas <<<

http://www.youtube.com/watch?v=Qa3ry6ibvXo&feature=related

http://www.youtube.com/watch?v=cdvUB5QdPTo&feature=related


Ya bu arada aklıma gelmişken Tim Buckley ve Jeff Buckley'in diva Betty Buckley ile bir akrabalığı varmı acaba :?:

Saygı ve Sevgilerimle.

RUHUNUZUN GIDASINI RUHUNUZDAN EKSİK ETMEYİN EFENDİM :)
 
Vallahi sevgili cem Betty Buckley ile aralarında bir bağ varmıydı bilmiyorum açıkcası.

Baba Buckley gerçekten çok farklı bir müzisyendi. O dönemin müzisyenlerinin bir tek konuda bütünleştiğini söylemek çok kolay değil açıkcası. Seninde dediğin gibi folk tan tut, jazz a kadar uzanan geniş bir yalpazaleri vardı. Ve bence büyüklükleri de burdaydı.

Oğul Buckley ise bana göre çok daha farklı bir yerde. Sesine dikkat ettiysen oldukça değişik bir rengi var. Ve aslında hafif te bir romantiklik söz konusu Oğul Buckley de. Çok genç yaşta elbiseleriyle girdiği Missisippi nehirinden sağ çıkamayacak olan bir müzisyen işte. Hemde doruk noktasındayken müziğin.

Kabul etmek gerekir ki iki Buckley inde müziğinde ve sesinde bir başkaldırıyı hissedebilmek olası.

Baba Buckley i bu bölüme almak bence isabetli. 60 yılların özel bir şarkıcısıydı. Ve Pychedelia yı jazz ve soul ile birleştiren bir şarkıcıydı.

28 yaşında uyuşturucudan öldüğünde oğul Buckley yine babası gibi müzisyen olan annesiyle birlikte sürdürdü yaşantısını. Üvey babası da vardı ve bana göre üvey babasına da çok şey borçluydu oğul Buckley. Çünkü ondan o dönemin en ünlü müzisyenlerini dinleyebilme ve öğrenebilme imkanı buldu.

Bunların arasında benim de çok sevdiğim o gurupları görebilmek ayrı bir mutluluk benim için. Bu yüzden çok seviyorum sanırım bu oğul Buckley i.

Ortaya çıkışı ve onu tanımamıza sebep olan şey ise babası için düzenlenen bir konserde çıkıp şarkı söylemesidir. Ondan sonra çıkardığı albüm ve benim çok sevdiğim grace te hemen hemen her türü yakalayabilmen söz konusudr.Özellikle jazz ve blues u o çok özel puslu sesiyle seslendirirken sanırım onu buraya almam yanlış bir şey olmadı.

Neyse, yaklaşık on yıldır aramızda değil oğul Buckley de....Keşke o nehre hiç girmeseydi dediğim çok oldu. Ama yapaılabilecek bir şey yok işte...
 
Awnn Öğretmenim :( senin üzüntüne paylaşıyorum inan.O güzel insanlar sayesinde bir yerlere geliyor bu müzik.

Ben bu Güzelliklere daha önce de değinmeye çalıştığım çooook güzel bir grubun şarkısı ekleyerek bu faslı şimdilik son vereceğim.En azından şimdilik ve belkide çok kısa bir süreliğine :) Pazartesi İstanbul GATA da olmam lazım.Malum SEvk olayları yüzünden.

Neyse,Daha önceden bahsetmiştim bu grubtan >>> Koop<<< gerçekten de çoook güzel ve bende çook harika duygular uyandıran ender Jazz gruplarından biri.Aslında Jazın her teline muhakkak bir dokunuşları var. alternative jazz ise esas uzmanlık dalları.Bu hollandalı grubun en beğendiğim parçasını sizler ile paylaşmak bana büyük mutluluk verecek.Her ne kadar Elektro Jazz desede siz ona muteber etmeyin :wink: Ne alaka allla alla :?

Bu parça aynı zamanda görselliği ile de gerçekten insanı oo küçük adaya götürüyor doğrusu.Gece geç oldu ve ben bu parça ile huzur buldum :) Umarım sizde huzur bulursunuz.

http://www.youtube.com/watch?v=Vj2rZ63o7ms


Öte yandan,üsten basan sesi ile kirişi kırmış bir zatı muhterem ve onun kurduğu güzelde bir grup var yenilikçi olma adına olumlu puanlar almakta her daim. rhythm and blues ve neo soul yanında yine daha önceden belirtiiğim bir grup >>> Gnarls Barkley <<< funk,psychedelic soul, alternative blues ve experimental jazz dahil her bir deliğe girip çıkmış bir kimse >>> Cee-Lo <<<.İriden de öte Siyah cüssesi kazınmış bir kafa ile çok enteresan bir kişilik Cee-Lo :) Bir dönem hip hop ve rap yapsada Gnarls Barkley'e geçtikten sonra keskin bir u dönüşü yaptığını söyleyebiliriz.Enteresan tuhaflıktaki grup elemanları da Cee-Lo kadar gruba renk kattığı da bir gerçek tabi :) Ben uzatmayayım daha fazla ve siz ondan Crazy'i dinleyin.

http://www.youtube.com/watch?v=vbfhXyfbIfo

Bu arada unutmadan Gnarls Barkley hayranları için bir müjdeli haber vereyim,grup 2008 ortalarına doğru Atlantis albumünü piyasaya çıkaracakmış.Bu albüm ağırlıklı olarak soul/jazz-funk olacakmış :)


RUHUNUZUN GIDASINI RUHUNUZDAN EKSİK ETMEYİN EFENDİM :)
 
Yeni yılın bu ilk günlerinde ve gecenin ilerleyen saatlerinde çok hoşuma giden bir müziği sizlerle paylaşmak istedim.

ilkin deniz trio
 
ray charles

( üzgünüm bi yerlerden alıntı yapama ve buraya ekleeme özürlüsü olduğum için kusura bakmayın...)
hit the road jack ( ekleyebilrmisin baben, yada sanem :)
 
Soul dünyasının müthiş kara adamı;

James Brown

Çok ta farklı bir yorum olmuş çünkü büyük tenorlardan Pavarotti de eşlik etmiş, çok ta güzel olmuş.

James Brown & Pavarotti
 
biraz geç oldu ama Buckley'lerden yazılıp çizildiğini görünce damlama ihtiyacı hissettim hemen :)

Tim Buckley'den daha çok üzmüştür Jeff, eşsiz vokal tekniği ve bence herhangi bir türe sokulamayacak kadar eşsizdi yaptıkları.

Benim için trajikomik bir anısı Grace'i 7 kez satın almış olmamdır. Bir yerlere giderken yanıma aldıklarım arasında olduğu için orada burada yitirmiş ve ilki bir zamanalrın online müzik marketi cdnow.com'dan diğerlerinin tamamı d&r mağazasından olmak üzere defalarca satın aldırtmıştır kendisini. Son kez alırken d&r stoklarında yoktu ve isim soyad telefon alarak özel olarak getirtiyorlardı, ne tesadüftür ki kasiyerde muhtelif magazinlerin yanında birkaç kez bu albümü aldığım kişi olunca Mel Gibson'ın Conspiracy Theory'de her gördüğü yerde bir adet J.D. Salinger’ın “The Catcher in the Rye" adlı kitabını satın aldığı manyak karakteri gibi bir duruma düşürmüştür beni d&r ellerinde...


andante en güzel iki şarkısını vermiş, ben de işin içine daha da anlam yüklemek adına üçüncü bir tane ekleyeyim;


Jeff Buckley - Last Goodbye

http://www.youtube.com/watch?v=hm8JoMhgjRw


hemen ardından da Jeff Buckley ile vokal tekniği çok benzetilen, hatta arak da dedikleri ama bence yine eşsiz bir başka örnek verip kayboluyorum..

Patrick Watson - Drifters

http://www.youtube.com/watch?v=Qigmz2YWZtY

Patrick Watson - Weight of the World

http://www.youtube.com/watch?v=Vidn4smi8bQ
 
Saygıdeğer Müzik tutkunları,bugün saat: 20:00 da İstanbul İş Sanat Kültür Merkezin’de,sahneye çıktığı yetmişli yıllarda çıkardığı ilk albümünde ağırlıklı olarak fusion,soul jazz etkileri hissedilen >>>Afro Blue<<< albümü ile tanıştığımız ve özellikle Vocal Jazz ve Blues şarkılarıyla belkide yüz yılın en iyi bayan jazz sanatçısı olan ( Ella Jane Fitzgerald ) namıdeğer adıyla Ella Fitzgerald’a övgü niteliğinde 1997 yılında çıkarmış olduğu >>> Dear Ella <<< adlı albümü ile en iyi jazz vokal performansında Grammy ödülü sahibi Memphis/Amerikalı jazz şarkıcısı, (Denise Eileen Garrett ) Dee Dee Bridgewater,Malian Project eşliğinde sahneye çıkıyor.Belkide son dönemlerde vokal jazz eşiliğinde African müzik yaptığı en iyi albümlerde biri olarak sayılan 2007 yılında çıkardığı derleme albümü >>> <red <Earth <<< ile Jazz severlerin gönlünde taht kumuştur.Olağan üstü bir jazz akşamı yaşamak isteyen İstanbullu jazz severlerin kaçırmaması gereken bir konser olacaktır.

Bu Jazz akşamında olmak isteyenler aşağıdaki link’ten bilgi alabilirler.

İŞ SANAT KÜLTÜR MERKEZİ

RUHUNUZUN GIDASINI RUHUNUZDAN EKSİK ETMEYİN EFENDİM. :)
 
Epeydir tanıtmayı düşündüğüm ancak çeşitli nedenlerle bir türlü yapamadığım bir müzisyeni sizlerle paylaşmak istiyorum.

Tayfun Erdem


Tayfun Erdem'in Kalan Müzik'ten çıkan 'Sessiz Bir Kelebeğin Rüyaları ve Dansları', coşku ile hüznü bir noktada buluşturuyor. Pop-caz tutkunları için birebir..




Tayfun Erdem, yirmi yılı aşkın bir süredir Berlin'de yaşayan önemli bir piyanist ve besteci. Onun çalışmaları ilk kez 1992 yılında 'Ağrı Dağı Efsanesi' adlı konsept bir albümle ortaya çıkmıştı. Türkiye'de yayımlanan bu çalışmanın alt başlığı 'Caz ve Destan'dı. Tayfun, piyano ve müzik eğitimini ilkgençliğinde Cemal Reşit Rey'den almaya başlamış, Boğaziçi Üniversitesi'nde ekonomi eğitimini tamamladıktan sonra 1980-82 yıllarında ABD'de kompozisyon eğitimini sürdürmüş; 82'de Berlin'e yerleşmişti.

Müzikal formasyonu klasik geleneğe yaslandığından ilk yapıtı 'Ağrı Dağı Efsanesi'nde klasik altyapıyla caz ve doğaçlamanın müzikal kaynaşımına rastlanmıştı. Tayfun için bir başka önemli kaynak edebiyat oldu ki, bu ilk çalışma Yaşar Kemal'in 'Ağrı Dağı Efsanesi'nin modern bir müzik fikrine dönüştürülmesi anlamına geliyordu. Sanatçı, 1995'te 'Demir, Kömür ve Şeker' adlı bir konsept çalışma yaptı. Anadolu halk müziği formları alttan alta kompozisyonlarda var oluşunu sürdürse de, ortaya çıkan müzikal yapı, modern caz ve klasik müzikte yeni bir vücut kazanmıştı.

Tayfun'un ikinci albümünün yayımlanışının ardından başladığı yeni çalışmaysa, yaklaşık altı yıl sonra 2001'de Almanya'da piyasaya çıktı. Yayımlandığı günler ciddi yankılar uyandıran 'Sessiz Bir Kelebeğin Rüyaları ve Dansları' adlı bu albüm, ilk ikisi gibi yine Kalan Müzik tarafından müzik marketlerinde yerini aldı. Bu albüm, inanılmaz ölçüde şaşırttı bizi. Evet, Tayfun, yine merkezi caz olan bir kaynaşım sound'unun peşinde. Ancak, önceki albümlerinde oldukça gizli duran lirizm, tüm derinlikleriyle bu albümü kuşatır nitelikte. Yine ilk iki albümünde, toplumcu duyarlılığı, oluşturduğu konseptin en önemli parçası niteliğindeyken, bu kez söz konusu duyarlılıktan bir ölçüde uzaklaşan, epik değil dramatik bir kurguya yaslanan ve müzikal ufku daha genişlemiş ve olumlu anlamda 'popülerleşmiş' bir sound'la baş başa kalınıyor.

Tayfun'un lirik, natüralist ve aynı ölçüde dünya müzikleriyle, cazın çeşitlilikleriyle kurduğu akrabalık oldukça dikkat çekiyor. Bu yeni duyarganın, dramatik yapının şekillenmesinde Tayfun'un bu albümü ithaf ettiği MS hastası olan arkadaşı Margit'in, bitip tükenmeyen hayat sevinci, verdiği mücadele tüm albümün yeni, lirik atmosferini doğurmuş. İnanılmaz bir düşsel dünya kurmuş. Latino bir duyarlılık albümü büyük ölçüde kuşatmış. Bazı parçalarda insanın aklına 70'lerin Latin-caz çizgisi geliyor. Piyanoyu çalış stili ve bir-iki parçada yaptığı vokallerle bütünleşerek tarzın ünlü temsilcisi Chick Corea'nın dolaylı esintilerine rastlanıyor. Geniş anlamda bu albümün pop-caz bir çizgiyi temsil ettiğini söyleyenler olabilir.

Albümde coşku ve hüzün iç içe var oluşunu sürdürüyor. Neşeli gibi gözüken fantastik dünyasında Tayfun'un yaşadığı derin bir hüznün açık izleri var. Sanki Tayfun'u da ayakta tutan hasta arkadaşı. Margit'in yaşamla kurduğu bağın, bitmez tükenmez uğraşının içli bir müzikal draması ortaya çıkan. Bu albümü caz ve pop-caz dinleyenler inanılmaz derecede seveceklerdir. Dünyadaki farklı halk müziklerinin de esinleri, ezgileri bu düş dünyasının parçası durumunda. Evet bir 'yolculuk' Tayfun'un çıktığı. Bir tür dünya yolculuğu. Ama, nereye varırsa varsın bestelerinde anlattığı kendisi, kendi hüznü, Margit'e duyduğu aşk, bağlılık. Bu albümün gerçek kaynağı, tüm müzikal birikimlerinden de önce Margit'in ona öğrettikleri, kazandırdıkları. Müzik vizyonundaki değişimi de Margit'in hayatının, mücadelesinin payının çok açık olduğu söylenebilir. Batı yakasında büyük ilgi gören bu albümün Türkiye'de de dinleyenleri müzikal boyutta heyecanlandıracağı açık.


Orhan Kahyaoğlu / Radikal (Kültür-Sanat) 02.06.2004

KAYNAK


Tayfun Erdem-Margit Dans ederken

Bu albümü bence dinlemelisiniz sevgili arkadaşlar. MS hastası bir arkadaşa duyulan bağlılık ve bu hastalığın izlerini müzikle anlatan olağanüstü bir çalışma.
 



Bu genç kızı dinlemenizi öneririm.

Katie Melua
 
andante' Alıntı:
Bu genç kızı dinlemenizi öneririm.

Katie Melua

Canım Öğretmenim uzuuunn bir aradan sonra sizleri buralarda görmek ne kadar güzel :D

Katie Melua'ıdaha önce ben UB40 den tanıdığımız,gitar çalıp vokal yapan Ali Campbell ın 2007 tarihli >>>Running Free<<< adlı albumünden Don't Try this at Home adlı parçayı seslendirdiğin'de duymuştum.Birde ben bu kızcağızı Norah Jones'e benzettim ben.Özellikle,Call Off the Search albümü ile aynı adlı parçacı çok hoşuma gitti doğrusu.Uzun zamandır güzel bir vokal jazz dinlemediydim çook çokk teşekkür ederim canım öğretmenim :D
 
Eberhard Weber



22 Ocak 1940'da Almanya'nın Stutgart kentinde doğdu.6 yaşında çelloya ve 16 yaşında bas gitara başladı.1970'li yıllarda bas gitara 5.teli ekleyerek yeni bir kuşağın ilk öncüsü oldu.Kendi adıyla ilk albümünü 1973'te çıkardı.

Uzun yıllar boyu Wolfgang Dauner ile birlikte çalışmış olan Eberhard Weber aslında lirik ve oneirik tonuyla çoklukla cazdan ziyade klasik oda müziğine ve de minimalist avantgard müziğe daha yakın durmuştur.Aralık 1973'te keyboard'da Rainer Brueninghaus ile birlikte yayınladığı hemen hemen bir trio müziği olan The Colours of Chloe adlı albümündeki 19 dakikalık No Motion Picture adlı başyapıtında eşzamanlı,soyut ve duygu dolu orkestral stilinin ilk örneklerine rastlarız.

1975 Eylül'ünde Soprano Saksofoncu Charlie Mariano,klavyeci Rainer Brueninghaus ve davulcu Jon Christensen ile birlikte yayınladığı Yellow Fields albümünde 15 dakikalık Sand Glass,10 dakikalık Yellow Fields ve 13 dakikalık Left Lane gibi uzun ve ağır hareket eden şarkılarıyla melodi ve hipnoz arasındaki o sihirli çizgide dinleyicilerini dolaştırmış,büyülemiştir.



Kurduğu uçuk ve tabiri caizse dünyevi olmayan atmosfere Ağustos 1976 da çıkardığı Following Morning adlı albümüyle devam etti.Bu albümde davul kullanmayarak,önceki albümünde çalıştığı Rainer Brueninghaus ile şarkılarına senfonik öğeler kattığını ve yer yer de şarkıları klasik müzik orkestraları ile seslendirdiğini görürüz.

Mariano,Brueninghaus ve John Marshall ile birlikte kurdukları Colours adlı quartet ile Kasım 1977'de Silent Feet ve
Temmuz 1980'de Little Movements albümlerini yayınladı.Colours adlı quartet ile çalıştığı yıllar özellikle Seriously Deep ve A Dark Spell ( A Dark Spell ECM Koleksiyon albümü Works'te de yer alır ve benim favori şarkımdır
icon_biggrin.gif
) gibi daha caz şarkılar yazmaya başladığı dönemdir.

Fluid Rustle albümünde Eberhard Weber'e artık Bill Frisell (gitar) ve Gary Burton (vibrafon) gibi dünya devleri "eşlik" etmektedir ve başından beri yer aldığı ECM ekolü dışında müzisyenlerle de çalışmaya başlamıştır.Bu albümde her zamanki çizgisinde 16 dakikalık Death in the Carwash Eberhard Weber başyapıtı yer almaktadır.

Mart 1982 de yayımladığı Later That Evening adlı albümünde yine Frisell ile çalışmaya devam eden Weber albüm kadrosunda piyanoda Lyle Mays,davulda Michael DiPasqua ;soprano saksofon,obua,English Horn ve bas klarinette Paul McCandless'a yer vermiştir.



Bir ECM devi Jan Garbarek'in klasik enstrümanları ve Weber'in de synthesizer'ları çaldığı üç trombon,iki fluegelhorn,iki French Horn,tuba ve bass için bestelenmiş neredeyse barok bir Seven Movements ile karşılaşıyoruz 1984 e gelindiğinde ve aynı şekilde 1988 de Orchestra ile yoluna devam eder Weber.
3 kontrbas için yazılmış olan en ilginç,en deneysel ve en vurucu albümü Pendulum'u 1993 te yayınlamıştır.

Nisan 2000'de McCandless,Brueninghaus ve DiPasqua ile tekrar biraraya gelerek bu uzun ve görkemli müzikal yolculuğunun bir özete biçimindeki Endless Day'i kaydetmiştir.
http://faanahtari.com/viewtopic.php?f=44&t=1121

eberhard weber-mainz the black and white months

http://www.video75.com/_sWtfj0n6ZZ/mainz-the-black-and-white-months-music-eberhard-weber/
 
Üst Alt