Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[sabır] Tek kişilik duygulardan çift kişilik şiirler

sabır

Yeni Üye
Üyelik
8 Haz 2005
Konular
1
Mesajlar
32
Reaksiyonlar
0
Muamma Güzergâhında

Bir arabesk şarkıda geçiyordu adın,
Ben dolmuşun penceresinde,
Kaybeden adamın yüzüne bakıyordum o an
Sorgulamak ölüm gibiydi yüzünde ki mağlubiyetleri
Ki onlardan kazanmıştı, bu yalnız şiirleri
Bir kadehlik pişmanlığın, soğumuş mezesiydin
arkamdan ağlayacak,yarım bırakılış bir tabakta.
Miyavlayan tavus kuşları kadar, mağrur
Kırık bira şişeleri kadar, yetimdim şimdi
Acelem yoktu, şarkılı bir işkenceyi terk etmek için
"Neden yoksun"ları çoktan, gömmüştüm Seyhan`ın sularına
Korkularım, tespih taşları yüreğimin,
Çekiyorum "hastalıklı sevgime inat".
Şarkının sustuğu yerde, bir oto galeri tabelasında,
Adını gördüm
Hayatın en arka sıralarında, masaya kalp çizen
İçine kapanık, kapanıklığa hayran, bir genç suratı vardı camda
Şimdi bir sigara olsaydı, nikotine boyanmış sabahlarımı anardım.
Terkedilmiş sokakların kenarında, aç köpekler gibiyim,
Söyle, hangi çöplüğe attılar, umuttan gözyaşlarını
Patlamış bir tekeri bu ömrün
Ne bileyim ne zaman biter, bu karanlık yol
Gül gördüğüm bütün bahçelere, söverken.
Bilemezsin, nasılda çaresizlik kokuyor tenim
Telaşlı yol çizgilerine, caddenin köle kaldırımlarına
Ve ceset bakışlı vitrin mankenlerine soruyorum
"Yer yok" diyorlar, tinerli yalnızlığımın kirli suratına bakarak.
İşin kolayına kaçıpta oturabilirdim,
Bunalım metalinden tekerlekli sandalyeme,
Ama Ukala bakışların gölgesi bile yetiyordu
Bir uçurum boşluğunda, koltuk değnekleriyle uçmak için
Oysa "mavi çocuk çığlıklarını" ben yazmıştım
Günlerden 23, aylardan hüsrandı, çıktı biri bağırdı
tecavüz edilen her cümle, içimde bebek katliamı.
Bir unutulmuşun şarap şişesine adını yazmışlardı,
O Yudumladıkça, parçalandı yemek borum keskin pişmanlıklarımdan
Şimdi iki satır yazsam, sende mi şair oldun diyecekler
Muamma güzergâhında, basit bir yolcuyum sadece
Kusmam lazım satırlara, hayatın çirkef sözlerini
Yoksa nasıl unuturum, ömrümü yeşerten baharın
Hasretin dar ağacında, zemherilerin mahkumu olduğunu
Müebbet ayrılıkların ışığında, terk edişlerin affını isterken.

Lacivert
 
Anladım

Anladım

Ardından
Katili olmak vardı o güzel sabahların
Gecelere sırt çevirmek yokluğunu tenime sürerek
Hayal kırıklıklarını ümit edinmek vardı

ama olmadı sevdiğim.

Anladım.
Seni çektiğim kadar sensizliğide çekmeliyim.

...laciverTT...
 
Şerefsiz Yağmurlar

Bu şehrin şerefsiz yağmurlarını,
Hiç affetmeyeceğim.

Şemsiyesiz, bu sokaklara bakarken,
Islanıyor ruhum yokluğunda
Her bir damla, sensizlik çığlıklarıyla
Çarpıyor tenime
Tıkanmış lağımların vatanı bu şehirde
Dizlerim yamyaş çaresizlikten
Sağanak bir ayrılığın,
Üşüten yalnızlığını soluyorum.
Ufkunda kaybolduğun sokağın
Başındayım
Sokak lambalarıyla savaşıyor gece
Yıldırımlarda bir kahkaha kopuyor
Dönmeyeceğine inanmayan yüreğimi, küçümseyen
Yağmurlu bir gün de gelmiştin
Gidiyorsun şimdi
Beni sarıl’sıklam bir gecenin kollarına bırakıp.
Suçlu su yağmurdur, göz yaşların ise masum su
Bense maktulüyüm bu gecenin,
Sık bir damla daha, her damla kurşunsu.


lacivert
 
Uyuyan gece, ben değilim

Uyuyan gece, ben değilim
Göz kapaklarım yorgun savaşçıları sayfaların.
Sabahı unutmayı mıhlamışım aklıma,
Beynimde düşünceler savaşı,
Kan gibi süzülüyor satırlar sayfalara.
Bir masa lambasıyla paylaşıyorum yalnızlığımı,
Bir amerikan sigarasının dumanında,
Vatan, millet diyorum kendi kendime
Sıkıyorum öfke silahımdan çıkan kelimeyi
Düşman bellediğim beyaz sayfaya.
Bir yudum nescafe daha gidiyor dudaklarımdan içeri
Dudaklarım dan kulaklarıma bir ince fısıltı,
Vatan borcu daha bitmedi.
Of çekiyorum, şimdi ne güzeldir Gölbaşı’nda Murat dağı
Karanlıktır, o büyük gölün ardına bir eski muhafız gibi bekler:
Dimdik.Ne kaçar ,Ne yıkılır nede savrulur düşman rüzgarların yumruğuyla.
Belim de çocukluğumdan emanet bir ağrı, sinyal veriyor.
Uzanıyorum.
Gökyüzünde kaçamak yapan bulutlar ,
Elimde bir yabani ot büküyorum,
Etrafta ördeklerin gürültüsüne karışan, serçe çığlıkları
Bakışlarımın kilitediği noktada bir alıcı kuş daireler çiziyor.
Birden güçlü bir ses, yok yok sanki bir kılıc kesiyor gökyüzünün sukunetini.
Kafamı kaldıramadan görüyorum onları demir kuşlar, uçuyor gökyüzünde
İçimde bir sıkıntı açıyor dünyaya gözlerini,
Evime bir yuvarlak taş düşüyor ; biliyorum adını
Aklıma gelmiyor, Sonra kulakları sağır eden bir ses
Hatırlatıyor bana taşın adını :bommmmmba...
Olamaz ..! koşuyorum evime , aslında alevlerin içine koşuyorum
Koştukça düşüyorum, alevler yakınlaşıyor,
Kalkdıkça ağlıyorum, evim ırak’laşıyor.
Sonra bir daha düşüyorum.
Sigaram sönmüş, terlemişim, yarım kalmış yazım,
Neskafe bardağı düşmüş yere parçalanmış,
Şükür diyorum rüyaymış.
 
DELİLER

DELİLER

Kaldırım üstü kralları deliler
Ortalıkta çoğalır oldu.
Dışarının soğuğu bankamatiğe neyler
baksan senden benden mutlu gibiler.

Kimi zaman seyre dalarım,beni görmezden gelirler
Onları görmeye dayanamayanları anlatır gibiler
Millet akıl yolunda israf içinde yüzerken
Dünyayı, bilmem kaç kez kurtarır deliler.

Üstleri çıplak, karınları aç deliler
Zengininde üstü çıplak,fakirinde karnı aç,
deliler hallerinden memnun,akıllılar daha iyiye muhtaç.

kavşak havuzlarından, sahil kenarı olurmu?
Olur! işte bak kimi yüzüyor,kimi güneşleniyor deliler
Tatilmiş,izinmiş,rapormuş planlar,kaygılar,stresler
Gerildikçe gerilir sinirler,
bak caddeye gülen yüzleriyle seni izliyor deliler.


Koskoca şehir,kalabalık sokaklar,caddeler
Telaş ve panik kovalar insanları,adımlar koşar biçimde
Köşe başlarınında saltanat,rahat rahat sigara tüttürür deliler
Görünce onları;
Yalan dünyanın, sahte yüzü düşer, bir huzur çiçeği açar içimde

Tenha sokak aralarında yankılanan inlemeler,
Kirli yüzünden akan kan,kulağında jilet kesiği,
ağzından dökülen kırmızı dişten deliller,
Sadece bi cigaraydı be abi delinin istediği

-Çekil ulan yürü!kapatma vitrinin önünü kaçırma müşteriyi!
Sen delisin,çirkinsin,kötüsün,rezilsin
İnsanların, dünya malını sahiplenme özgürlüğünün önünde, nasıl durursun
Sen insan müsvettesi,ancak kirli kaldırımlara değersin.

Rengarenk hayatın,çevrenin arabaların ve evlerin arasında,
Kir'in rengiyle tanışırsınız çöpleri karıştıran adamın üstünde
İşte, sizin gözünüzün kör yanında kalan gerçek,
Oturuyor orda kendiyle sohbet ederken bir taşın üstünde.
Ne mavi,ne yeşil,ne sarı hayatın en gerçek rengi var yüzünde[size=2][/size]
 
aynı anlattığın kişiler adana daki yaşamış olan veya yaşanan olaylar gibime geldi ne dersin sabır kardeş?
 
Aynen öyle. Ama burda anlatılanlar, sadece benim Adana'da gördüklerim değil, çok sık seyahat ettiğim için bir çok yerdede gördüm. Yakında Deliler' e devam yazıcam. Bundada etraftandan duyduğum delileri hayatını sergiliycem. İlginiz için teşekkür ederim.
 
ne demek böyle anlamlı yazıları kim yazsa önce okur yorumumu yazarım sonrada gerekirse fikir alış verişinde bulunurum..nede olsa hemşeriyizde..
 
Hakkaniyet

Hakkaniyet

Anladım
Karanlık, ışığın yokluğu
Soğuk, sıcağın ölümü
Gece, gündüzün bıraktığı
Kalmak, gitmenin durağanlığı
Ayrılık, vuslatın ölü doğmuşu
Hasret, aşkın mapus damı
Adın, beni yaşatan zehir
Ağlamak, yürek sızıntısı
Susmak, kabullenme sancısı

Peki ya sensizlik,
Ölüm,
Son,
Kıyamet,
Belki de yalnızca;
Hakkaniyet.
 
OF YAAA....HARİKA ŞİİRLER...YÜREĞİNE KALEMİNE SAĞLIK ARKADAŞIM.
 
Bu Bir Mafya Şiiridir..

Bakışların habercisidir, susmayan namluların
Adın, Ölümün gerçek manası.
Delikanlılık;
Toy gençlerin giydiği takım elbise ise
Sık kafasına "terzi"lerin
Vakit, çakallarını kanla besleyen
"Baba" larındır.
Tabanca kabzasına kazınandır, aşk-ın en yiğit hali
Emrin ,yeminimdir usta;
Ölüme korkusuzca gitmeyen şerefsiz
Özünü bilmeyen vatansızdır.
Öfken, vur emridir
Hukuk, güçlünün silahında mermi,
Adalet, haksızı , haklıya vurdurmak
vicdan, zayıfların yüreğindeki şeytan
Durmayın vurun lan!
Canım devlete feda olsun,
Günahımlarım isimsiz kahramanların destanı.

Abi; ya sonunda tuzak varsa;
"Sonunu düşünenler kahraman olamaz.",
Mezar-ı başında gururla anarlar
Sonunu düşünmeyenleri.
"Al bu parayı ihtiyacı olana ver."
Kanlı parayı ancak fakirin umudu temizler.

"Ölüm,ölüm dediğin nedir ki gülüm
Ben senin için azrail olmayı seçmişim."

..LaciverT..
 
Onların Şiiri

Onların Şiiri

Büyüyünce anlarsın’la başladı her şey
Anlamak için her şeyi, büyümeye başladım
Daha 39 fırın vardı büyümek için
İlkin lahmacuncudan başladım
Un çuvalları arasında, Cardonların ekmek kavgasını
Ve bayat ekmek katılarak taze hamur yapılmasını
Liselerin önünde Eskimo satarken
Nasıl dayak yenmeyeceğini
Arabanın altında alın terinin motor yağına karışacağını
Hızar makinasında er geç bir parmağın feda olunacağını
Öğrenmeye başladım
Siyah önlüklere inat, kirden siyaha çalıyordu
Beyaz diye taktığımız yakalık
Okul zilinin en sevilen ses olduğunu
Matematik denilen karmaşanın,
Dört işlemden sonra bir şey kazandırmadığını
Müdürün çalışmayan kafaya değil
Uzun saça karşı büyük bir kini olduğunu
El kaldırmadan konuşucunca
En hafif cezanın tek ayak üzerinde
Duvarla sohbet olduğunu
Ve karne notlarında her kırığın
Bir karşılığı olacağını
Öğrenmeye başladım
Yazları kanal sularının, deniz sarhoşluğunda
Atari salonlarının, vurdulu kırdılı oyunlarında geçiyordu
Yazlık sinemada, Yılmaz Güneyi tanımamanın
Ayıp sayıldığını
Karpuz yendikten sonra, kapuklarının baraja fırlatmanın
Temizlik olduğunu
Erik, zerdali, dut çaldığımız bahçe sahiplerinin
Her zaman bir sopa bulundurduğunu
Sapanla vurulan serçenin, 5 kişiyle nasıl paylaşılacağını
Eşeğimi tazeledik oyununa, İstanbulluların
Birdirbir diye saçma bir isim taktıklarını
Ferah bade gazozlarının gazozu kadar
Kapağından ve şişelerinden de yararlanılacağını
Öğrenmeye başladım
Sadece bahçelerden gül çaldığımız için
Kanamıyordu parmaklarımız
Kız meselelerinde, en bıçkın yumrukları
Polis otolarında en sağlam tokatları
Delikanlının en hakiki dostunun
Sustalı bıçak olduğunu
Evden kaçıp, sigara içerken karanlık arka mahalle sokaklarında
Bir tek dileğim var mutlu ol yeter’in koro halinde nasıl söylendiğini
Kızın yanında nasılda, espri kaynağı olunduğunu
Haksız arkadaşın yanında kavga ederken
Haklılığın tartışılmayacağını
Boş geçen beden derslerinde, futbolun bedeni nasıl eğittiğini
Okul duvarının ardında en hakiki özgürlüğün gizlendiğini
Hocadan olmazsa arabasından nasıl intikam alınacağını
Bağır açık, gömlek dışarıda,elde tespih nasıl öğrenci olunacağını
Ve askerlikten önce
Ekmek savaşında, işsiz ordusuna nasıl katılacağımı
Öğrenmeye başladım.

lacivert
 
Yaşanmış, yaşanmamış duyguların nasıl kağıda döküleceğini ve niye dökülmesi gerektiğini öğrendim tekrar senle, üstadım...
ama galiba duyguları yaşamak kadar kağıda dökmekte zor...

Duygularına,Yüreğine ve Eline Sağlık...
 
Kapının Ardında Kaldı...

Kapının Ardında Kaldı...

Ardında kapının, hayali çocuklarımızın
Neşeli bağırtıları,
Umudunla beslediğin, solmayan kahverengi çiçek,
Camdan yapılmış gül'ün kutusunda ,karakalem portremiz,
Kelebek desenli ,gri ,metal ve yanmayan çakmağım kaldı.

Ardında kapının,
Kazandığım yokluğun, kaybettiğin hasretim,
Şüphelere yenik kararın, Öfkelere mapus sabrım
Tek kişilik sabahlara sığdırdığım,
Çift kişilik düşlerim,
Nefrete boyadığın sesinin arkasında, sakladığın özlem melodileri
kaldı.

Ardında kapının,
Ben zamirinin ağırlığından yorulan,
Hüzün gözlü adam,
Bekleyişlere hapis olmaktan,
Vuslatın geçmişte kaldığını
Unutan kadın,
Saatlerin nihayetinde, anları sonsuzlaştıran,
hatıra olmanın yükünü kabullenmiş
Yaşandığındaki güzelliği ,
Anıldığında büyük bir acıya dönüştüren;
Sevdamız kaldı.

LACİVERT.
 
23

23

Öfkenin zirvesinde, yüzüme değen çaresizlik rüzgarları
sevinç değil, hüzün değil
bunlar nefretin kanlı gözyaşları
Gururun bu en kırılgan noktasında, tonluk dertlere hamal olan yürek
Yaş 23 , hayatın en dalgalı suları
Güvenilen dağlardan yükselen dedikodu dumanları
Çocukluk mu bu yoksa olgunluk mu
Çelişkili ilişkilerin, kirli yüzünde içime batan inançsız tebessüm
Sonunda ben oldukça hep aynı gurbetin yolları
Ayrı gurbetlerin, robotsu , soğuk metal sabahları
Kaçışı elinden alınmış firarilerden hiç değilim
Firari zamanın , kaçık sistemlerinde bir dişli gibi
Gacır gucur buluyorum yerimi
Her defasında aynı ağrı, aynı çarkın parmaklığı olmayan hapsi
Değişen insanlara karşı değiştiremediğim hislerim
Sevda, başımda kavak yangınları
Ruhumu üşüten tuzlu deniz çıplakları
Aşk, istikbal formülünde yutan eleman
Yuvarlaklar siyahlaştıkça, kaybediyoruz kazandıklarımızı
Hayatın her yeri devletin sınav sorusu,
Ki öyle yanlışlarımız var bütün doğruları mahveden
Yaş 23, hayatın en hırçın fırtınaları
İçki tadında, dostların gözlerine bulanan
Basit, korkulu ve alkolik gelecek kaygısı
Çocukluk aşkı kadar masum,
Sınıfta kalma riski kadar heyecanlı,
Ve karasevdanın pusuya düşürülmüş hali gibi tutkulu,
Gerçeğin yüzdesine vurduğunda, en değersiz rakamın can bulduğu
Sonunu senin bile bilmediğin hayallerin.

lacivert
 
[sabır] Sustuklarım...

Yaşamak istiyorsan, YAŞATMALISIN


Senin kimle çıktığın beni o kadar alakadar etmiyor.Beni kıskandırmaya çalışmanın,sana bir şey kazandırmayacağını bilmelisin.
Seni suçlamıyorum.
Sadece hislerini dile getirmekten çekindiğini söylüyorum.Çünkü sen bunu zayıflık olarak algılıyorsun.
Belki asıl korkun;
birini sevince hayatın sana yükleyeceği sorumluluk duygusu yada daha kötüsü ayrılık seni ürküten.belkide incitilmekten korkuyorsun.
Ama ben incitileceğimi bilerek girebilirim,
girebilirim başka bir yüreğin en yalnız köşelerine.

Neden mi?

Nedeni; bir yüreği iyileştirmek için yaralanmaktan korkmam.Korkum birgün içimdekileri yazamamak.
çünkü yazmak zorundayım hislerimi, yazdıkça tüketmeye çalışıyorum gözyaşlarımdaki lekeleri, ruhumdaki yırtıkları kelimelerimle dikiyorum. Bir bilsen o kadar yama varki her giden melekten hatıra.
Hatta bazen senin gibilerin hislerini bile;
yani , çekingenliğin kalka nı ardından, özlem dolu gözlerle bakanların hislerini bile yazıyorum.
Doğru; yazmak insanları ve sevdaları, zor hemde geçmeyecek yaralarla yaşıyorken.
Evet ben yaralıyım ama sen öyle yaralar almak uğruna savaştınmı hiç
kazananları alkışlamak yerine,kaybedenleri kazanmayı denedinmi
dostum.
Yüreğin için ,içinde bastırdığın hislerin için ne yaptın, kafanı içine gömdüğün kitapları tüketmekten başka.
Söyle hangi kitap verebilir sana;
Ölümün eşiğinde sevmediğin bir insanın başında durup ona teselli verme gücünü.hemde vicdanın nefretinle savaşıyorken.

Kiminle paylaştın korkularını yada hangi zayıf tarafını, tanımadığın bir yabancıyla paylaşacak kadar cesur oldun sen sistemin en sadık dişlerinden olacaksın.
Kardeşim,
İnsanlar benim şiirlerimde kendilerini bulmasada, ben yazdığım her şiirde kendimle yüzleşiyorum ve kendimi tanıdıkça, hiç tereddüt etmeden tanımadığım insanlara açıyorum yüreğimi ve seninde dediğin gibi yaralıyım.
Yaramdan akan kan şiirlerimi yazmak için kullandığım mürekkeptir.Belkide sadakatimin sebebi ve fedakarlığımın kaynağı sabrım
İyileşmeyen yaralarımda gizlidir.

Dışardan bakmak içerdeki havayı solumakla aynı olmaz , yaşamak istiyorsan yaşatmalısın.
Bir gün sende, kaybetme riskini göze alarak, herhangi birine seni yaşatan umutlarını teslim edersen, işte o zaman beni anlamaya çabalamazsın.

Ben olursun...

laciverTT (dostum'a)
 
İHTİMALSİZ SEVMEK

İHTİMALSİZ SEVMEK

“Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevmiştim.” Diyordu şair.
Şiir dönüp duruyor yeniden başa geliyordu. “Ben senin beni sev…” .
Ben gerçektende o ihtimali mi sevmiştim. Evet dedim önceleri, o ihtimaldi beni senden koparmayan umut. Bir ihtimaldi beni seveceğin, küçük, belli belirsiz bir ihtimaldi. Varlığımdan haberdardın ama sadece o kadar, çünkü haberdar olmadığın daha önemli şeyler vardı; mesela sana olan sevgim.
Hep korktum, incinmekten (bir erkek incinmek kelimesini kullanmaktan bile korkarken.) . “Hayır” demenden belki , belki “nasıl böyle düşünebilirsin”, “aklıma gelmezdi bunları söyleyeceğin” gibi cümlelerden korktum.
Korktum; çünkü yakışmazdı ağzına bu kelimeler ve eğer benim yüzümden çıkacaklarsa dudaklarının arasından, varsın içimde kalsın sevgim.

Çok düşündüm sonraları, ihtimallere mi tutunmuştum, yoksa içinde senin nefes aldığın resimler miydi tutulduğum. Kendime neden kızıyordum, ihtimallere güvenmediğim için mi, yoksa yeşil gözlerindeki aydınlığın, elektriği kesik bir geceye mahkum olmasından mı?

Bazen yeter dediğim oldu ihtimallere kulak verip. Ne dir ki ulan dedim. Altı üstü sevda , çıkar karşısına adam gibi söylerim. Olursa olur , olmazsa… Başka bir bahar gelir dedim ,dallar da çiçekler açtıran.
İşte böyle hep söyledim, lakin hep kendim dinledim.
Öyle sakınıyordum ki ihtimaller den. Sana vermek için birinin bahçesinden çaldığım gülle bile, paylaşmadım sana olan hislerimi. Zaten gül de olduğu yerde kurudu gitti. İhtimaller gibi….

Kısa bir telefon görüşmesi * sonrasında , anladım.. İhtimalleri sevmediğimi..
Yani ihtimaller değilmiş, yüreğimdeki renklerini soldurmayan. Belki lere dayandırmamışım sevdamın harabeye dönen ocağının temellerini.

Aslında ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevmemişim. “Sen” i sevmişim. İhtimaller umurumda bile değilmiş aslında. Aslında söylesem de aynıymış söylemesem de. Ne benim ağzımdan çıkan sözlerin samimiyeti, ne senin söyleyeceklerinin olumlu cevaplar barındırması önemliymiş. Bakışlarındaki içtenlik, saçlarında parıldayan başak rengi yada seni ilk gördüğüm anasınıfındaki sıranın bir büyüsünün bir önemi yokmuş o kadar.

Doğru; beni sevmen bir ihtimaldi ama sevmemen de, yada hiç umursamamanda. Ama asıl olan benim “sen” i sevmemdi.

O gün, o gülü sana vermek isteyip de, veremeyişimin bir önemi varmış aslında. Engel olanların yada tatsız olayların yokmuş hiç değeri. Hikmet sana gülü veremeyişimde gizliymiş. Çünkü kabul etseydin seni bu kadar sever miydim bilmiyorum.Yada sıkılıp ayrılmak isteyebilirdin. Yahut hiç kabul etmeye bilirdin.
Ama sen o gülü hiç görmedin. Ve ben seni hep sevdim. İhtimalsiz sevdim. Çünkü kısa bir süre sonra yokluğun kapımı çaldı. Olmayan kişilerin sevme ihtimalleride olmazdı.Ama olmayan ,kişiler sevilebilirdi.Çünkü hayatın bir aralığında olmuşlardı, ve o aralıkta başlamıştım “sen”i sevmeye.

Yokluğunla pek sorunum olmadı, varlığınla olmadığı gibi. Benim derdim “sen” din. Sana olan sevgimdi.
Ve sevgim sen olmadan da , nefes alabiliyordu. Birini seviyorsan böyle sevmeliydin. Yani onsuz ,onu yaşatabilmeliydin.Saçma sapan ihtimallere kurban edilmemeliydi zaman.

SEVMEK DİYORSAN İHTİMALSİZ SEVEBİLMELİYDİN.

* ---bugünden altı yıl önce--
son görüşmeden yedi yıl sonra.
(ürkek ve titreyen bir sesle) – alo
(sıradan,vurgusuz bir ses tonu)- efendim
-… ‘ le görüşebilir miyim.
-buyrun ben ….
-ben Tuncer , hani ilk okulda aynı sınıftaydık, …. İlk okulunda , babamı tanırsın … hoca babanın arkadaşı….(babalarımız aynı okulda öğretmendi.)
-hatırladınmı ?
-evet . hatırladım. (yıllar sonra sesini duyduğunuz bir arkadaşınız ararsa böyle cevap vermeyin, karşıdaki baya kötü oluyor.)
-Ya şimdi garip olacak ama senden bir ricam var. (yıllar sonra aramak sanki yeterince garip değil !)
-Ne ricası ?
-Ya benim sana söylemek istediğim şeyler var, yıllardır içimde gizliyorum onları. Senden ricam sadece bunları yüzüne karşı söyleyebilmek
Yanlış anlama sana arkadaşlık falan teklif etmek değil derdim. Sadece içimdekileri taşımaktan yoruldum. Ölmeden bir defa bunları sana söylemeyi istiyorum. Yüzüne karşı , cevap vermek zorunda da değilsin sadece duy yeter.
- eeee (işte duymak istediğim his dolu cümle)
- Yarın benimle …parkında buluşur musun. Sadece 5 dakika istiyorum senden. Sonra emin ol bir daha benim sesimi duymayacaksın.
- HAYIR ! (salak mısın de, kafayı mı yedin de, sen telefonu açtığından beri ne saçmalıyorsun de. Ama hayır hiç olmadı şimdi )
- Ya ne olur sadece 5 dakika, yalvarıyorum. Artık bu yükü taşıyamıyorum. İçimden atmam lazım (inat mı ? sülük mü? Hiç de değil sadece yakarma )
-HAYIR ! (kız da kelime pintiliği var. Önceden böyle değildi bu)
-dııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııtttttttt (telefonu ben kapatmadım. Elim kapattı, o bile dayanamadı artık bu kadarına.)
ondan sonra üç kişiyle beraber oldum. Şu an en sonuncuyla evlilik planları yapıyoruz. Hepsine onu anlattım ve hepsi ona duyduğum sevgiye saygı duydu…
Yüreğimin bir tarafında hala nefes alışları devam ediyor……

laciverTT
 
HÜZÜN DOLARDI BAKIŞLARIN...

HÜZÜN DOLARDI BAKIŞLARIN...

Solgun akşamlar içime çökmüş
Sigara dumanı tesellilerde arıyorum kendimi
Verdiğim tüm sözler boynumun borcu olmuş
Hatırlamıyorum hangi yeminlerin gölgesinde kaybettim seni

Özleminin boşluğu her akşam ruhumla sevişmekte
Tutsak umutlarımı kim dinler bu dört duvardan başka
İnadına yalnızlaştıran bu büyük kalabalıklar arasında
Yürek mi dayanır yeni bir sevgiye sensiz bir aşka

Biliyor musun üzülmenin bir zehir olduğunu yeni anlıyorum
Pişmanlığın acısınıysa hiç sorma
Şimdi çayı şekersiz ve demli içiyorum
Görsen bakışların hüzün dolardı.bakışlarını çakıyorum ruhuma

Sabahları gözlerim tavanda yasını tutuyorum geçmişin
Öyle bir girdabın içine düşmüşüm öyle savrulmuşum ki
Anlamamamışım.Unutulur sanmışım isteksizce gidişini

Çöplüğe dönderdiğim bu küflü yüreğimde
Hayal kırıklıklarımı kelime kırıntılarına ekleyip
Kimsesizliğimi besliyorum.
Sensizliğimi besliyorum.


LACİVERT
 
Şizofren Özlemim.

Şizofren Özlemim.

Öyle özledim ki sana sarılmayı, kollarımın arasındaki boşluk cinayet sebebi,
Peki ya zalim hasretin ettiğine ne demeli,
Seven sadece özlemeli mi sevdiğini,
Yoksa İnadına her sabah yeniden hasretim deyip hüzünlenmelimi

Vurmalımı kafasını o düşünceden bu düşünceye
Acıttıkça içini sevdiğinin olmayan sesi,
Gözler yollara sonuna bakıp ta,
Kandırmalı mı ayakları, sevgilinin olmayan bedenine
Koşturmak için.

Belki yokluğunu varlığına bağlamalı,
Bir zamanlar orda olmuşluğunla teselli bulunmalı,
Olmayan elindeki sıcaklık elimi terletmeli ,
Dökülmeyen gözyaşların, şefkatimi ateşlemeli

Susmayan dudakların , söylediğim türküye eşlik etmeli
Yanlış söylediğim yerlerde duyulmayan sesin yükselmeli
İnmeli yüzüme hatamın bedeli, yumuşak tokatın
Çatıp kaşlarımı bakmalıyım, olmayan çocuk gözlerine
Ağzımda hafif bir tebessümle

İşte yokluğunu bile öpüyorum,
Sonunda buda mı oldu deme
Oradan kolay konuşması,
Peki sana sarılmamın her seferin de; yok olmanın sebebi ne......

Hadi gel benim güzel yoksunluğum
Özlem neymiş be, işte yanında sevgili boşluğun
Kokla koklayabildiğin kadar alabildiğine
Aslında içindesin de farkında değilsin aşktan öte sarhoşluğun
 
Bekleyiş

Bekleyiş...


Yağmur yağıyor diyorum kendime. Dışarıdan gelen seslerin onayını alarak beynimden. Yağmurlu bir sabahta tanışmamız geliyor aklıma ,titriyorum. Gevşetiyorum yorganı sıkan parmaklarımı, açıkta kalan sırtımı örtüyorum usulca yeniden yağmurun sesine takılıyorum. Aslında boşuna onca telaş, rekabet ve koşuşturma. İşte senin yerinde bir boşluk, işte benim aklımda boşluğun tarifsiz sızısı ve içinde kaybolduğum yalnızlık.
Oysa daha dün sabah, sıcacık bir yatakta uyanmış ve varlığının içimi rahatlatan hissiyle, daha bir sarılmıştım sana.

Şimdiye araması lazımdı diyorum. Öfkesi daha dinmedi herhalde. Loş, umutsuz ve bekleyişle dolu bu sabahı nasıl yenmeliyim. Uyumak diyorum kendime , biraz daha koparmalı bu gerçeklikten kendimi yada gözlerimi en azından.
Yavaşça dönüyorum yatakta, üstümden düşüyor yorgan ve hafif bir ürperti geçiriyorum. Hava gittikçe soğuyor…
Arka tarafa dönünce yokluğunu görüyorum yeniden, bir bıçak kesiği daha hissediyorum yüreğimde ,derinden. Ne ateşli gecelere ev sahipliği yapmıştı bu yatak, oysa şimdi soğuk yalnızlığımın esaretini taşıyor sessizce.

Saatler oldu, hala senden gelecek haberin umudunu ısıtıyorum içimde. Fitilim tükeniyor. Işığın odam da tükendiği gibi. Yağmur durdu galiba, ne diyorum biliyor musun;
eminim yine o çınar ağacının altındaki banka oturmuş, burnunda ıslak toprak kokusu, Seyhan’ın dalgın sularını izliyorsundur. İçindeki öfkenin yavaşça kapılmasını istiyorsun sulara, “dersini almıştır.” Diyorsun.

Umudum soğuyor. Ben mi aramalıyım acaba. Bu sefer, beyaz bayrağı ben almalıyım elime, affet demeliyim, yokluğun ruhumu zehirliyor, ne olur unut eskiyi demeliyim. Bunları bekliyorsun değil mi ?
Hayır daha buz tutmadı umudum. Yoksa inat mı var bu bekleyişin ardında gurur mu.

Yorgan yine açıldı, sanki kalk artık diyor, saatlerdir boşa bekliyorsun. Kalk artık.
Kalkıyorum ; masanın üstündeki sigaraya doğru yönelirken, bir şeye bastığımı hissediyorum. Telefonun…
Demek saatlerdir bunun için aramadın. Sinirle kapıdan çıkınca telefonu düşürmüşsün, kapanmış.
Kapanan telefon, Alevlenen umut. Açıyorum perdeleri sonuna kadar, Doğru banyoya gidiyorum, temizlenip, üstümü başımı düzeltmeliyim. Büyük ihtimalle evin yolunu tutmuşsundur çoktan.

kadife eteğimi ve en sevdiğin bluzumu giyip masayı hazırlıyorum,akşam yemeği için. İkimizde hak ettik artık baş başa, güzel bir akşam yemeğini.

Kapı çalınıyor, içimde kanat çırpıyor bir güvercin gibi heyecan. Son kez aynanın karşısına geçip , bir iki el hareketiyle saçımı düzeltiyorum. Yüzümde çocuksu bir tebessüm açıyorum kapıyı.

1.son
İki polis duruyor karşımda, Ellerindeki kimliği gösterip; “Bu şahsı tanıyor musunuz?” diye soruyorlar.
Evet tanıyorum diyorum neden bir şey mi oldu diyorum. Yüreğim patlamaya hazır bomba.
“boğuldu” diyorlar. “ Seyhan’ın kıyısında bulundu.”
Boğuluyorum, İçimdeki umut delip parçalıyor yüreğimi. Gözlerim kapanıyor, sonra seni görüyorum.
“ bir çınar ağacının altındasın, yüzünde bir tebessüm. Bana bakınca tebessüm kayboluyor. “neden geç kaldın” diyorsun.


2.son
Koca bir demet karanfil duruyor kapıda. Üstünde bir not, “beni affet. aşağıda seni bekliyorum.”
 
YOK !!!


Yan yana değiliz artık, göz göze değil diz dize değil
Artık 24 saatimizde beraber geçmiyor, 24 saniyemizde
Kollarımda saçların yok
Ellerimde ellerin,
Gözlerimde yüzün,
Dudaklarımda tadın,
Yok !

Bir başına avare bir adamım şimdi ,
Bir başına hayata dayanabiliyor musun şimdi,
Belki en büyük desteğin bendim,
Şimdi kötü bir bastonum
Yok !

Teselli değil de nedir sigaranın tadındaki,
Belki İsyan.
İsyanıma dayanacak sabrım
Yok!

Ben
Hep ben diyemi başlardı satırlarım,
Yada ben diyemi bitirirdim, sözlerimin sonlarını
İçine koskoca benlerimi sığdırdığım,
Ukala tarafım bile
Yok !

Ucuz bir sevda değil bu,
Dikenleri elime batan bir gülün hikayesi değil,
Soğuk değil sıcak değil,
Yaz ortasında yağmur,
Çöl tepesinde serap değil
Bambaşka bir şey
Bambaşka !
Çözemediğim sorular gibi,
Verecek cevabım bile
Yok !

Neyse “sen” varsın en azından
Hayal değil
Rüya değil
Sonu olmayan bir ümit değil

Sen varsın ya hiçbir şey umurumda değil
Bildiğim tek bir şey varsa eğer;
“Senden ayrılmaya hiç niyetim yok ! ”…

lacivert 2003
 
İlk,son ve tek mektup…

Seni seviyorum. Sana bu kelimeyi o kadar nadir söyledim ki…
Korkuyordum bu aşk ı çabuk tüketmekten, hızlı yaşayıp bıkmaktan korktum,
Aşina olup sıkılmandan, gitmenden korktum.
Yavaşça yaşanmalıydı,azar azar ,tadını çıkararak ,değerini bilerek, yükünü çekerek..
Hayatın bana sunduğu karşılıktın,umut kelimesi seninle kıymet kazandı, sevmek senin varlığını tanımaktı,yaşamaktı..
İstedim ki acıyı tadarak varalım tatlının kıymetine, bir ömrü iki kişi sahipleneceksek ;
O ömre gebe kalacak geleceği sabırla kuralım,
acele edilmiş bir doğum; ölü bir istikbal, cahilliğin esiri olmuş bir karar olacaktı.
Vuslat ellerimizin birleştiği yerde zannederken , fikirlerimizin savaştığı yerde olacaktı…
Yaşanmasın istedim;
Bedava sahiplenmelerin kaybetme kaygısı, erken birlikteliklerin geç anlaşılan mecburiyete bulaşmış sevdası.

İsterdim ki;
Geri kalan bütün sabahlarımda , uykularımdan her uyandığımda, yıllar önce verdiğim kararın doğruluğunu yüzündeki o çocuk masumiyeti kanıtlasın..
Yükün ödülüm, nefretin umudum, varlığın yaşama tutunduğum dal olsun…
İstediğin gibi;
Yatak odası duvarlarının yarısı mavi yarısı pembe olsun. Gönlümüz sevenlerimizle bir, sevdamız bizde sır olsun. Her akşam kapıda yüzündeki tebessümün sebebi benim dönüşlerim olsun.

Biraz klasik, biraz romantik ,çokça sıradan ama vazgeçilmez olsun..Bizim olsun.

Kolay kazanmadık bu aşkı ve hiçte kolay yaşamadık.
Hangi resmiyete , rest çekmedim. Hangi dostluğu hiçe sayıp, hangi yanlışı affetmedim.
Az mı üşüdün karaltında beni ikna etmeye çalışırken, az mı dayandın öfkemin en karanlık yüzüne,isteklerimin oluşturduğu denizde boğulmamak için az mı çabaladın.

Şimdi geçmiş zamanın ekleriyle zehirlerken yüklemlerimi, hâlâ hasretini korumaya çalışıyorum biliyorsun.
Çünkü özlemin kangren etti yüreğimi…
Ama artık dayanamıyorum çocuk… Ayrılık senin oyuncağın mı ,neden kafamda kırmaya çalışıyorsun… Kastın ayrılığa mı , bana mı…
Eğer ayrılığaysa, neden her defasında özür dileyip ,”kırdıklarının tamiratını bana bırakıyorsun.”
Gidişindeki soğuğa, sigarımı yakan kibritlerle dayanmaya çalışırken dönüp fırtınalarınla o kibriti bile söndürüyorsun…

“ben her şeyi hiçe sayarak üç senemin katili oldum,beni arayarak sende hayatımın katili olma.!”

Ben bu satırlarının fenalığı yüzünden aramak kelimesini çıkardım hayatımdan…
Ama sen beni çıkaramadın hayatından ve sabrımın en kanlı katili oldun…


Lacivert…
 
Umut: unut


Güneş apartmanların ardına
Dikenli kelimeler ruhuma batarken
Yine bir umut, unut diye bekledim
Korkalığım evet, evet güçsüzlüğüm
İnce düşüncem, bitmeyen öfkem
Yavaşça çaresizlik, gönlüme çökerken
Yine bir umut, unut diye bekledim
Kelimeler hep aynı diye sustum
Çok şey kaybettim ama hala dürüstüm
Ben bu sevdayla ne barıştım, ne küstüm
Yine bir umut, unut diye bekledim
Biliyordum kolay değil, ağır yükün
Her yürek kaldırmaz acı sözlerini dilin
Ben gittikçe, sen hep bekledin
Yine bir umut, unut diye bekledim
Tutku kör eder dedim
Hasret kambur eder dedim
Ne ümit, ne söz verdim
Sen de hiç bıkmadın, vazgeçmedin
Yine bir umut, unut diye bekledim.

lacivert.
 
Otobüs Camı...

Bir otobüs camının, dostluğu kadarsın şimdi.
Oysa sahipsiz bir bankın evsahipliğin de, simit parçalarını bölüştüğüm kumrumdun. Yalnızlıktan üşüdüğüm hasret mevsimlerinde girmiştin, gözlerimin hüzünlü ufuklarına. Yakılmış gemiler geçerken dost muhabbetlerinde, inadına gurur ve sonuna kadar pişman olunacak yeminler edilirken, yaralar nefretle açılıp küfürle kapatılmaya çalışılırken, titreyen omuzlara takıldı bakışlarım. Soğuk ve sert esen rüzgara karşı, bu gözlerdeki alevlerle durabilirdi ancak. Cesaretin bayrağı gibi dalganıyordu saçların. Ürktüm biraz , öyle güçlü duruyordun ki orda, kim bilir hangi savaşların yalnız kahramanıydın. Kocaman bir yüreğin olmalıydı, kaşlarındaki öfkeyi dizginliyen.
Bir suskunu, dinleyebilir mi diye sordum gönlüme. Kör tedavilerle, iyileştirebilir mi yaralarımı.
İstemek hiç hakkım olmamıştı. İstemedim senide, sadece diledim. Düğüm düğüm oldu dilim, dilim dilim dilimlendi göz yaşlarım, sana doğru yöneldikçe. Sen, kitaplarımdaki o hayali dost muydun. Şiirlerimdeki her haykırışta, beni içine gizleyen özne, sen miydin.

Yeniden takıldı karanlığa camdaki aksim. Arada cılız ışıkları uzak evlerin, terk edip gidiyordu bir bir karanlığı. Yansımamın terkedilmiş ifadesine bakınca acıdım birden, yeniden sana açıldı sahipsiz düşünceler kapısı.

Acılarımızı paylaşmayı kabul edince yüreğin, ne garip laflar dökülmüştü acınası dudaklardan. Çirkin dediler ilkin, sonra içine kapanık ve suskun. Boydan kaybediyor diyenler mi istersin, asabi diyenler mi.
Oysa dışına hiç kapanmayan, güzel kelimesinin sarhoşluğunda, lâl yüreklerine inat dudak araları kelime çöplüğü olmuş, bu insancıklara çok cevabım vardı verecek.
Tek cevap sen oldun. Yabancısı olduğum bir coğrafya değildi ruhun. Tanıdık türkülerin tesellisinde, için; o huzur bulduğum şelale. Ben gülün tomurcuğuna tutulmuşken varsın başka gözlere batsın dikenleri.

Yeniden yanımdaki boş koltuğa kayıyor gözüm. Bir otobüs yolculuğunun en kedere bulanmış hali oturuyor yanımda, yalnızlık…
Muavinin uyku yarasına bulanmış, çatlak gözlerinde yeniden sana yöneliyor güzergâhım.

Sabahsız gecelerimin, uyku bahçesinde; ayakta durmak için tekrar tekrar yıkadığın yüzün.
Islak saçların, göğsümdeki şefkat arayışı. Bedenim kollarının her sarışında, bir savaşçı ruhuna esir düşüyor; Cesur ve sadık.
Kapalı gözlerim, burnumla buluyorum cenneti. Bu koku olamaz başka yerde. Çiçekler boyun büker bu kokuya, boyun büker kibirli yalnızlığım. Yüzümde o anda ölebilme arzusu.

Kırmızı ışıklı saati otobüsün, gecenin kör yarısını geçtik diyor. Karanlığın içinde uykuya düşman gözlerim. Şoförün tavanda savrulan sigara dumanına, karşıdan gelen arabaların ışıkları karışıyor. Sarsılıyor otobüs, sarsılıyor en tatlı yerinde biten hatıralar.

Sarsıntılı günlerimizin, en sağlam duruşunu anımsıyorum. Resmi ağızların, yetkili karanlığında, kibrit ışığına yüklediğimiz istikbal umudu. “Her şeye rağmen, seninle olabilmek” düşüyor gözyaşlarının ıslattığı dudaklarına, “sus” diyorum sonra, “biz”liğe tapulanmış bir sevdada, “sen”liğe yer olmamalı. Emir gitmekse, bütün biletler iki kişilik bundan sonra.

Yarım saatlik ihtiyaç molasının, kör eden ışıkları yanıyor ansızın. Yarım saate nasıl sığdırılır sana olan ihtiyacım, bilmiyorum. Soğuk mola durağında demli bir çay içmek istiyorum yokluğunla. Ben masada yokluğunu beklerken, o hâlâ oturduğum otobüs koltuğunun camından, gülümsüyor. Gittikçe deliren umutlarıma…..

laciverTT
 
Gözyaşların hangi durakta mola verir

Bursa nın sokaklarına acımı döktüm ben
Bursa nın yokuşlarında nefretimle yarıştım
Sen varken de aynıydım sen gittiğinde de
Ondokuzum da gençliğimi yaktım seninle tanıştım


Yalnızlık güzeldi Muğla’nın ıssız ormanlarında
Yıldızlarla bile konuşmuştum, Kayseri’deki bir yol kenarında
Orhangazi’nin kutsal sessizliklerinde yaşayan bir kuldum
Bilmiyorum hangi şehrin kıyısında belamı buldum
Sana vuruldum

Biliyorum hala yanımdasın Menderes bulvarında otururken
Ve çıldırasıya Seyhan gölüne daldırırken bakışlarımı
Yine beni suçluyorsun , çünkü ben yanlışı sevdim
Seni sevdim

Gölbaşının en yüksek zindanlarında ,
Gidememek kelimesiyle zincirlerken zihnimi
İnadının gücüyle boğuyorsun beni bir kez daha
Ve alamadığım nefes kadar hasret kalıyorum geçmişime

Yine aynı şarkının melodisi çınlıyor içimde
Bir otobüs camının dostluğuna ne kadar sığınır insan
Göz yaşların hangi durakta mola verir
Benim göz yaşlarım geldiğim şehirde kayboldu
Çünkü o şehirde yüreğim senin oldu.

Lacivert 2003
 
KOYNUMDAKİ YILAN

Güvendim ona dost olur diye
Beni sırtımdan vurmak istedi
Sarıldım ona post olur diye
Postuma saman tepmek istedi

Kara kışta aba verdim sırtına
Dedim ‘üşütmesin seni fırtına’
Ben düşünce hiç bakmadı ardına
Bir de üstümden geçmek istedi

Bakmasını bilmezdi aynaya
Sayemde yaşıyor güle oynaya
Uçurumdan aldım koydum yaylaya
Beni uçuruma itmek istedi

Görmeyi bilmezdi göz oldum O’na
Konuşmayı bilmezdi söz oldum O’na
Mızrapsız haykıran saz oldum O’na
Sazımı üç kuruşa satmak istedi

Bülent der ki benden uzak ola
Benden uzak cehenneme yakın ola
Uğruna gençliğimi vermiştim O’ysa
Canımı tenimden almak istedi...

TEMMUZ-2001 / ANKARA
 
Ben güzelmiyim..?

- Ben güzelmiyim..?
- Ne nerden çıktı şimdi bu ?
- Çabuk söyle ben güzelmiyim ?
- Ya hayırdır, ne oldu şimdi birden bire selam sabah yok,
- Sen benim dostumsun, sözüne hep güvendim. Ne olur söyle ben güzelmiyim.
- Ne dememi bekliyorsun
- Doğruyu söylemeni istiyorum ve söyleceğinede eminim.
- Nasıl emin olabiliyorsun?
- Bir başkasını arasaydım. Tabi güzelsin derdi hemen.
- O zaman sen benim vereceğim cevabın hayır güzel değilsin olacağını
kabullenmişsin.
- Hayır böyle bir şey yok.Dayanamam buna.
- Peki güzelsin demem neyi değiştirecek
- Emin ol. Tahmin edemeyeceğin bir şeyi.
- Peki güzelsin diyeceksem, bunu biliyorsan. Bana neden soruyorsun.
- Lütfen cevap ver.
- Hayır veremem.
- Neden ...!!!?
- Çünkü soruyu neye göre sorduğunu bilmiyorum.
- Ne demek şimdi bu?
- Yani diyorum ki, sen neye göre güzel misin?
- Ne demek neye göre?
- Dışarıyı göre biliyormusun olduğun yerden?
- Evet çok net. Çünkü dışarıdayım.
- Etrafına bak, bana orda olan ve sana güzel gelen
bir şeyi söyle.
- Martıların havada süzülmesi, şu an tek o güzel görünüyor.
- Havada süzülmek mi istiyorsun.
- Evet, uzaklara doğru süzülmek. Burdan, bu acılardan uzaklaşmak.
- Sence o martılarda bunu için mi havada süzülüyorlar?
- Nasıl soru bu böyle...?
- Sen cevap ver.
- Elbette hayır, onlar martı.
- Martı olmaları neyi değiştirir?
- Ne demek neyi değiştirir? Onlar hayvan düşünemezler.
- Bu düşünümeyen martılar, bir şekilde sana güzel görünmeyi beceriyorlar ama
- Onların böyle bir çabası yok, ben öyle görmek istediğim için güzel görünüyor.
- Hım. Demek ki güzellik görmekle alakalı.
- Olabilir.
- Şimdi söyle bana ben şu an seni görmeden, nasıl güzel olup olmadığına karar verebilirim.
- Ama sen beni tanıyorsun. Daha önce gördün.
- Sen daha önce hiç martı görmemişmiydin.
- Görmüştüm.
- Peki o zaman neden şimdi sana güzel görünüyorlar bu martılar. Acılarından uzaklaşmak istediğin için olmasın.
- Evet galiba ondan.
- Tamam o zaman bulunduğun yerden uzaklaş. Boğazın kenarındaki bir çay bahçesine git. Ve beni ara.
- Yapamam.
- Yaparsın. Çünkü çok büyük acıların var şu an. Ve onlardan kurtulmak istiyorsan. İlk olarak bulunduğun yeri terk etmelisin.
- Biraz sonra öyle yapacağım zaten.
- Biraz sonra değil, şimdi. Boğazın kenarına, bir çay bahçesine git ve beni ara.
- Olmaz burası çok kalabalık izin vermezler.
- Emin ol verecekler.
- Yoksa sen beni görüyormusun ?
- Tabi ki hayır, görsem ilk sorduğun soruya hemen cevap verirdim.
- Peki. Ama beni görünce hemen cevap vereceksin.
- Tamam. Dost sözü.
(- Ali, Murat kalabalığı dağıtın şahıs iniyor, dışarı çıkacak. Kesinlikle dokunmayın..!
- Sağolun memur bey.
- Asıl siz sağolun. )
- Buyrun ne alırdınız.
- Hiç bir şey, sadece arkadaşımı bekliyorum.
- Ama olurmu, Böyle güzel bir günde, güzel insanların arasında, küçücük şirin çocukların etrafta koşuştuğu bu güzel
parkta, o güzel gözyaşlarınız yanaklarınızdan süzülürken, elimde kalan şu son güzel çayı, Sizin kadar güzel birine
verebilirim ancak.
- Bütün müşterileri söylüyormusun bunları.
- Hayır sadece Şurda oturan güzel dostun, güzel dostlarına söylüyorum.....


Lacivert
 
Banada Bir Şiir Yazarmısın

Banada Bir Şiir Yazarmısın


— baksana sen hâlâ şiir yazıyor musun?
— ara sıra
— Bana da bir tane yazar mısın?
— olur, bir ara yazarım
— Hayır, hayır şimdi istiyorum ben
— şimdi mi?
— evet, şimdi, şu an bir şiir dinlemeye çok ihtiyacım var
— oldu. Nasıl olsun
— şöyle gün batımını falan hatırlatsın, kuşlar falan olsun, sevgililer falan işte
— Aşk falanda katalım mı içine
— Ne bileyim o kadarını da sen düşün
— sen aklını mı yitirdin, ciddi ciddi bir de şiir ısmarlıyor ya, yemek mi söylüyon sen
— ne yani
— ne yanisi, şiir öyle istendiğinde yazılır mı, hem nerde gördün ısmarlama özelliklerle şiir yazıldığını
— Yani yazamam diyorsun
— hayır, ne alakası var
— bırak şimdi canım, yaza bilen adam her halükarda yazar, nasıl şairsin sen
— Benim öyle bir iddiam yok, ne şairim ne de biri istedi diye o an şiir yazabilirim.
— Aman be tamam, kırk yılda bir şey istedik.
— Şey değil şiir
— Üff anladık ya ukalalıkta da üstüne yok. Sevgilim yetmiyordu bir de sen başladın.
— O kadar benziyoruz yani
— Yok, be o şiirden falan hiç anlamaz, Onun işi gücü arabesk şarkılar, birde halı saha maçları.
— Olacak o kadar ne yapsın çocuk
— Niye, bir gün güzel bir yerde oturup güneşin batışını seyrederken, Elimi tutup bana bir iki dörtlük okusa ya.! , hani şey gibi
— Ney gibi
— Şey gibi işte ya, hani beraber geçirdiğimiz zamanlar gibi
— Sen herkesi ben mi zannediyorsun
— Keşke herkes sen ol…


Keşke herkes sen olsaydı,
Belki bu zindan şehirde bile duyardım çocuk seslerini
Gün batımlarına tekrar tekrar âşık olurdum,
Tutardım ellerinden, sen olan başkasının
Tükenmeyen umutlarıma koşardım…

Bir yağmur sonrası, yalın ayak
Bağırarak, gülerek, düşene kadar koşarak
Çimlerin üstünde
Ve sonra dizlerinin üstünde eski hikâyeler dinlerim.
Yeniden o soğuk, gurbet akşamında
Montunu atıp omuzlarıma
Isıtırdın, üşüyen, ürkek yüreğimi
Ve sarardım kollarımı sana
Sanki hiç çözülmeyecekmiş gibi


Serçe çığlıklarıyla açardık gözlerimizi sabahlara
Uzaklara dalıp sigara içişini seyrederdim sonra
Sonra canım deyip beni alnımdan öpmeni beklerdim
Sonra ben hep bekledim
Bekledim
Biten cümleler hiç özletmedi, için de sen geçenler hariç…

Keşke herkes sen olsaydı….

— Pardon ya, bizimki geldi de kapıya bakmaya gitmiştim, bir şey söyledin mi sonra
— Yoo.
— Eee ne diyordun en son, nerde kalmıştık?
— Hiç gitmediğimiz yerde kalmıştık, hiç gidemediğimiz yerde…



lacivert...
 
Üst Alt