Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Sakatlık hallerini aşağılayan yılışık bir film: Can Dostum [Tartışma]

OturanBoğa

Yönetici
Üyelik
9 Ocak 2003
Konular
673
Mesajlar
57,989
Reaksiyonlar
343
Sakatlık hallerini aşağılayan yılışık bir film: Can Dostum

Bülent Küçükaslan*

The Intouchables, gerçek bir hikâyeden 2011 yılında filme aktarılmış. Başrolde tekerlekli sandalye kullanan bir adam var, yanına laubali bir Afro-Fransız Recep İvedik koymuşlar, almışlar birini vurmuşlar ötekine, vurmuşlar, vurmuşlar, vurmuşlar; çıkan teneke sesine de “film” demişler! Yetmemiş, iki saat boyunca kendi yaşamlarını aşağılamalarını komiklik, sakatlık halleriyle cıvık cıvık alay etmelerini de meziyetten saymışlar. Allah selamet versin deyip geçmek var, ama ne mümkün; film geniş kitlelerce izlenmiş ve sakatlar dâhil herkesten çokça övgü almış olunca, 15 yıla yakın zamandır tekerlekli sandalye kullanan biri olarak bu teneke sesine dair bir şeyler yazmazsam, ayıp etmiş olurum diye düşündüm...

Milyoner aristokrat Philippe x tekerlekli sandalye = 0 (sıfır)

Yamaç paraşütü kazası sonrası omurilik felci olan ve başını hareket ettirmenin dışındaki tüm hareket yetilerini kaybettiği için (kuadripleji) tekerlekli sandalye kullanan milyoner Philippe, Paris’in göbeğindeki malikânesinde yardımcıları, fizyoterapistleri ve hizmetçileri ile birlikte monoton bir yaşam sürer. Film, bu zengin adamın bir hiç olarak sıkıcı bir ömür tükettiğini sezdirerek başlar: Philippe (bundan sonra ondan sadece Bahtsız diye söz edeceğim) kendisi için bir bakıcı aramaktadır ve bu iş için başvuru yapan adamlar da Bahtsız’ın çalışma odasının girişindeki ihtişamlı salonda iş görüşmesi için sıkılmış bir vaziyette beklemektedir. O esnada Bahtsız, içerde bir adayın iş görüşmesini izlemektedir. İzlemektedir diyorum, çünkü görüşmeyi Bahtsız’ın asistanlığını yapan bir kadın yürütmekte, bizim Bahtsız ise olabilecek en basmakalıp insan kaynakları mülakatındaki “Motivasyon kaynağınız nedir?” vb. soru-cevaplara sıkılarak tanıklık etmektedir (Soru 1: Madem sıkılıyorsun, neden bu şekilde olmasına izin veriyorsun?).

Birbirinden itici adaylar birbirinden itici performanslar sergiler... Belli ki yönetmen ölümü göstererek, birazdan kapıdan girecek olan sıtmayı (Afro-Fransız Recep İvedik Driss’i) seyirciye pazarlamak istemektedir. Adaylardan biri daha görüşmeden çıkar, Bahtsız’ın yardımcısı salonda bekleyen adaylardan bir diğerini içeriye davet eder, ama patavatsız Driss bitirim triplerle atılıp, kendi sırası gelmediği halde bizim Bahtsız’ın çalışma odasına dalar: “Kâğıtlarımı imzalatmaya geldim”. Bahtsız ve asistanı bir an şaşırır gibi olur, ama gözlerinin içindeki parlamadan anlarız ki ikili arasında çoktan bir elektriklenme olmuştur! Sahnede herkes üzerine düşen saçmalığı oynar:

Asistan: Referansınız var mı?
Driss: "Kool & the Gang", "Earth, Wind & Fire". Bunlar iyi referanslar değil mi?
Bahtsız: Onları tanımıyorum. Oturun.
Driss: Onları tanımıyorsan, müzik hakkında hiç bir şey bilmiyorsun demektir.
Bahtsız: Konu müziğe gelince kültürsüz olduğumu düşünmüyorum. Peki ya sen, Chopin, Schubert, Berlioz'u tanıyor musun?
Driss: Bana Berlioz'u tanıdığımı mı soruyorsun?
Bahtsız: Berlioz sizin sömürge olmanızdan önce yaşamış ünlü bir bestecidir.
Driss: Şakaydı. Berlioz'un kim olduğunu biliyorum. Ama mizah anlayışının da müzik gibi olduğunu görüyorum.

Misyon ortaya çıkmıştır artık. Bahtsız, Driss’i adam edecek, yontacaktır; Driss de Bahtsız’a mizahı ve bitirim hayatı gösterecektir (Soru 2: Madem yardımcın olmasını istediğin kişi böyle patavatsız, özelliksiz, laubali bir serseri olsun istiyorsun, neden doğrudan böyle birini aramıyorsun; önceki adaylarla yaptığın görüşmeler de neyin nesi?). Sonuç olarak Driss beklemediği halde Bahtsız’ın yanında işe başlar; arasının kötü olduğu ailesi ile yaşadığı evinden bir çantaya doldurduğu eşyalarıyla ayrılır ve Bahtsız’ın evindeki ihtişamlı odasına yerleşir!

Sahne Driss’in

İlk andan itibaren Driss, gerçeklikle bağdaşmayacak kadar şişirilmiş bir güvenle sergilediği rahat tavırlarla Bahtsız’ın yaşamına dokundurmaya başlar: Fizyoterapist bir yandan Bahtsız’a fizik tedavi uygulayıp bir yandan da nasıl yapılması gerektiğini Driss’e anlatırken, Driss arkada uyuklar mesela! Yataktan tekerlekli sandalyeye geçiş gibi özen gerektiren bir konuda Driss karga tulumba Bahtsızı alıp sandalyeye oturturken –sözüm ona sert mizaçlı- fizyoterapistin gıkı bile çıkmaz. Aynı şekilde o taşınma haline ve sandalyeden düşme riskine karşı bizim Bahtsız’ın ağzından kısık bir “ııh”tan başka bir ses de çıkmaz. Banyo sahnesinde Bahtsız’ın saçına şampuan diye krem süren Driss, şükür ki zengin banyolarındaki renkli şampuan klişesini es geçmemiştir (Soru 3: Bahtsız, manyak mısın be adam? Konuşsana, “o şampuan değil” desene!). Sonra bir varis çorabı giydirme sahnesi var ki, ancak bu kadar çiğ olunabilir. Beyimiz Driss’in görevi bakıcılıktır ama “ölürüm de o varis çorabını giydirmem” diye şımarık şımarık tepinmekten geri kalmaz. Sonra fizyoterapistler dururken Driss fizik tedavi yaptırmaya başlar, ama bir elinde cep telefonu birilerine sms atmaktan ve bilumum laubalilikleri yapmaktan da geri kalmaz.

Devamında yine gerçeklikten kopuk, Bahtsız’ın bacağına sıcak su dökme sahnesi var ki, evlere şenlik! Fizik tedavi yaparken bir elinle çay dolduracaksın, doldururken paşamın ayağına sıcak su dökeceksin, paşam gözleri kapalı olduğu için –his kaybından dolayı- bunu fark etmeyecek, sen hissetmediğinden emin olmak için bilerek yine bacağın üstüne sıcak su dökeceksin, paşam nihayet gözlerini açacak ve “eğleniyor musun” diyecek! Aslanım, o bacağı alır adama yedirirler, biliyor musun? (Soru 4: Bahtsız, madem bu laubali adamı sevdin ve bakıcın yaptın, ne diye gözlerin ve ağzını hep kapalı tutarsın, neden konuşmazsın?). Laubalilikler bitmez...

Film bundan sonra milyoner aristokrat Philippe’in tekerlekli sandalye kullanmaya başladıktan sonra nasıl da aciz bir Bahtsız’a dönüştüğünün hikâyesi olarak akmaya devam eder, ama bir farkla; artık Driss zincirlerinden boşalmıştır ve olabilecek en bayağı şekilde sakatların yaşamaları ile alay etmektedir. Hem de gözümüzün içine bakıp “haydin gülsenize” diye diye!
Evden ilk çıkma sahnesinde, tekerlekli sandalye ile araç içi seyahat için “seni at gibi arka tarafa yüklemeyeceğim” diyerek hassasiyetini dile getirir Driss efendi. Aciz Bahtsız da “at-mat, yapacak bir şey yok” deyip metanetli olduğunu gösterir maşallah. Ama Driss ısrar eder ve o rampalı minibüs yerine kapıda duran son model spor otomobile binerler. Hey hak, ne muhteşem bir adam bu Driss! Bizim aciz Bahtsız araca binince bir mutlu olur, bir mutlu olur! Dersiniz rüyada! (Soru 5: A Bahtsız, araba senin, kapıda yatıyor, madem onunla seyahati seviyorsun, ne diye şoförünle binmiyorsun? İlle banliyö şımarığı mı lazımdı sana?).

Arada bir olduğu anlaşılan gece yarısı nefes alamama krizinde Bahtsız yatağında yalnız başına zor anlar yaşarken (Soru 6: Neden yalnızsın be adam?), Driss efendi cihazdan sesleri duyar ve “lanet olsun” diyerek yataktan kalkıp Bahtsız’ın alnına soğuk bir havlu koyup, onu iyi eder! Ne büyük iyilik ama! Bahtsızın o bakışları... Allah o Driss’ten razı olsun. Demek o olmasa bizim Bahtsız yatağında yalnız başına debelenip duracak! Nedir bu sakatların çektiği ya Rab! Bitmedi, sabaha karşı bizim Bahtsız bir anda nefessiz kalır ve Driss kaptığı gibi onu sandalyesine atıp, Paris’te sabah turuna çıkartır. Zavallı Bahtsız, uzun zamandır sabahın o erken saatinde Paris’te dolaşmamıştır (Sebep?). Dolaşırken Bahtsız kadınları görüp iç geçirir. Driss atlar: - yapabiliyor musun? – hayır, ama uyum sağlamalıyım. – yani yapamıyorsun. – yapabiliyorum ama ne zaman olacağına ben karar veremiyorum. Ayrıca başka yerlerden de alacağın zevkler var. – Nereden? – Kulaklar... (Soru 7: Sevişmekten bahsedince sandalye kullanan hangi ahmağın aklına kulak memeleri gelir yahu?)

Sonra neredeyse her sahnede gerçeklikle bağını kopartarak, şımarıklıklarına devam ediyor Driss efendi: Yanlış yere park eden komşuyu arabasından çıkartıp tartaklıyor, güya sempatiklik yaparak Bahtsız’ın asistanına “hadi birlikte olalım” diye tacizde bulunuyor, Bahtsız’la gittikleri bir resim galerisinde resimlerle ve sergiyi gezmeye gelen kişilerle alay ediyor, yine birlikte gittikleri operada performans sahnelenirken sesli sesli gülüp, sağa sola bulaşıyor (bu ne özgüven ya rab!). Bahtsız’ın bir kadınla uzun zamandır yazışarak flört yaşadığını öğrendiğinde “onu hiç görmedin mi? Kesin çirkin, şişman veya engellidir” diyebiliyor ve telefonu kaptığı gibi kadını arayıp Bahtsız’a verecek kadar da ileri gidebiliyor (Soru 8: Sahi, tekerlekli sandalye kullanır olmak hoşlandığın bir kadını arayamayacak kadar hiçleştirebilir mi insanı, geçmişteki karakterinden bu kadar kopmak mümkün mü?).

Driss zıvanadan çıkıyor

Ve en aşağılıkça olanı operaya gittiklerinde, Bahtsız’ın flört yaşadığı kadına bir fotoğrafını göndermesiyle ilgili sohbette sergileniyor (Tam da Driss gibi bir yılışık adamla opera gibi bir mekânda girişilecek sohbet doğrusu! Sağ olsun, Driss de yakışanı söylüyor zaten): “Sandalye ile beraber bir resmini yollayabilirsin, ama çok da belirgin olmasın. Bağış yapılması için televizyona konulan salyalarının aktığı, pisliğe benzeyen resimlerden göndermek zorunda değilsin”. Ne muhteşem değil mi? Bunları söylerken dilini dışarı çıkartıp o durumdaki sakatları taklit etmekten de geri kalmıyor tabii. Sakatlık halini aşağılayıp alay ediyor; buna gülünmez de neye gülünür, değil mi? Sempatiklik... Bahtsız da keyifle gülüyor. Maşallah, maşallah!

Bunun gibi sayısız saçmalık ve hakaretle devam ediyor film. Finali de muhteşem: Driss işten ayrılmak zorunda kalıyor ve bizim Bahtsız mahvoluyor! Yemekten içmekten kesilip, yıkılıyor. Allah’ım, Driss’in gitmesi nasıl büyük bir boşluk yaratmıştır öyle. Zavallı Bahtsız! Driss, yeri doldurulması imkânsız biri gerçekten. Bahtsız ondan sonra başka yardımcı arıyor, arıyor, arıyor, arıyor, ama nafile! Herkes aptaldır, sıkıcıdır, beceriksizdir, yanlış programlanmış android gibidirler. Bahtsız, ölse daha iyi! Paris’in göbeğinde ne yapacağını bilemez halde kalakalmıştır. Uçak, malikâne, lüks arabalar, entelektüel çevre, bunlara sahip olmanın tadını bilerek yetişmiş bir adam... Hepsi boş. Bahtsız yaşama küser. Neyse ki yardımcıları var. Derhal Driss’e bir telefon, Driss gelir, atar bizim Bahtsız’ı lüks arabasına, bir şehir turu yaparlar, trafikte saftirik polislerle alay ederler, oooh, hayat varmış! Sigara denen o meretten de tüttürürler (not: sigara alınacak yerleri bir tek Driss bildiği için, Driss’ten sonra Bahtsız hiç sigara içememiştir).

Ama bir son sahne var ki... Söylemem! Kıyakçı** Driss yapar yapacağını. Bin yıl düşünse kimsenin aklına gelmez. Bahtsız da zaten minnet dolu o son bakışla şükranlarını sunar kendisine, Driss ağzı kulaklarında görevini tamamlamanın verdiği huzurla ayrılır oradan...

Her sahnesinden tiksindiğim, zorla seyrettiğim, berbat bir film.


* Engelliler.Biz Platformu | Engelliler.Biz Platformu - SENİN BEDENİN, SORUN ETMEYİ BIRAK ARTIK!
** Kıyakçı: atları çiftleştirmek için ellerini kullanmak zorunda kalan yardımcı kişilere verilen unvan
 
Ya bırakın bunları arkadaşlar kendinizle barışık olun ben filmi seyretmedim ama kendiyle alay edebilen bir yığın insan tanıyorum ben şimdi siz bu filme bakarak derseniz hakaet var derseniz bu film zaten bizim kültürümüzde yapılmamış bu bir birde film adı üzerinde yani bazı durumları olduğundan fazla gösterebilir bu normal benim görüşüümdür katılırsınız katılmazsınız o sizin bileceğiniz bir şey ama ben takılmıyorum böyle şeylere hatta eğleniyorum da
 
Bülent bey beğendiniz bir engelli temalı film var mıdır?
 
Kendimle barışık olmam ne demek? Birisi bana dair hakaretler yağdırdığında "hoop!" dememle, kendimle barışık olmam arasındaki ilgiyi anlayamadım? Kendimi değerli hissetmek için Driss gibi bir adama ihtiyaç duymam ki. Ona mı kaldık?

Mert, şu filmi beğenirim mesela:http://www.engelliler.biz/forum/ayr...-et-sana-gercek-bir-romantizm-gostereyim.html
Ayrıca beğendiğim başka filmler de var, zamanla onlar hakkında da yazacağım...
 
ohoooo daha birde yürüyüpte yürümeyen sakatlarımız var bizim türk dizilerimizde daha şimdiden benim yürüdüğüme inananlar bile olmaya başladı ayakkabımın altını kaldırıp bakıyorlar
 
Bülent sana katılmıyorum filimi baştan sona karalamana da inanamıyorum :) Sakat ve bakıcı olarak değil de; Fransız ve siyah adam olarak da algılanabilinecek bir film. Fransızların o kültür kokan ihtişamlı hayatlarını tamamen eğitimsiz bir siyah adam tarafından renklenmiş olması bir mana kazanmasını vurgulyor, bir yandan da entellektüellik adına yapılan tüm faaliyetleri saçma bularak dalga geçiyor opera sahnesinde olduğu gibi. Özellikle almanca olması ve aslında bir çok kişi tarafından anlamı bilinmemesine karşın 4 saat oturup opera dinlenmesi yada beyaz tuvalde ki kırmızı noktacıklara binlerce avro ödenmesini yeren bir film olarak izledim ben. Belki başka bir zaman diliminde daha farklı bir gözle bakabilirsin diye düşünüyorum :)
 
Ben izledim bazı yerler canımı yaktı bazı yerler mutlu etti mesela at gibi bagajamı bindirceğim gel aracın önüne demesi ve acımaması bu çok güzel ama bazı yerler çirkin ve içimi acıttı
 
Oturanboğa;

Bu yazıyı okuduktan sonra izledim filmi, daha önce izlememiştim.. Yazının etkisiyle izledim ama, ben de, sen de yarattığı etkiyi yaratmadı..:)

Ben, Driss'i çok sevdim..:) Film de hoşuma gitmeyen tek sahne Philippe'nin bacağına kaynar su dökmesiydi.. Bu tavrını "şaşkınlık ve şaşkınlıktan kaynaklanan merak" olarak aldım.. Sağlam olan, dokunma hissi olan, kaç kişi hissisliği bilir ki? Mesela ben de merak ederim, hissetmemek nasıl birşey diye..? Kaynar su dökmem ayrı konu..:)

Driss, sürekli unutuyordu Philippe'nin sakat olduğunu, Philippe'nin de en çok hoşuna giden buydu, ve en mühimi acıma hissi ile bakmıyordu ona, açıkcası Driss'in bu tavrı benim de çok hoşuma gitti.. Sağlam biri, karşısında sakat bir insan varsa sürekli aklında mı tutmalı sakatlığı..? Sakınarak mı davranmalı, çok çok düşünerek mi konuşmalı..? Driss'in konuşmalarını ben dobra dobra bulduğum için sevdim.. Niyeti kötü değil sonuçta, güzel kalpli bir insan..

Philippe'nin çok parası, her ihtiyacına hizmet eden ayrı ayrı hizmetçileri, bi dünya akrabası vardı ama, bir "can dostu" yoktu.. O eksikliğide Driss gidermiş oldu.. Yani ihtiyacı olan tek şey samimi bir dosttu demekki..:) Ben Driss'i samimi, sevimli ve içten buldum.. Hayat dolu olması insanın içini kıpır kıpır yapıyor.. Sakatlık üzerine yaptığı espirileri itici bulmadım.. Çünkü, özünde duyarlı, duygusal bir adam Driss.. Bunu ailesine olan düşkünlüğünden anlıyoruz.. Opera ile dalga geçmekte de haklı, çok lüks bir sanat dalı olsa da, raconu sessiz sedasız izlemek olsada, bizde de gırgır geçilen, üzerine çok espiriler yapılan bir şey opera.. Hatta ve hatta sıkıcı.. Operada yaptığı espirileri ben de komik buldum ve güldüm.. Ayrıca o saçma sapan tablo hakkındaki düşüncelerinde de çok haklıydı..:) Evet bazen şımarık bir çocuk gibiydi ama yinede itici değildi bence..

Philippe ve Driss ikilisini çok sevdim.. Hatta Driss'e hayran kaldım desem abartmış olmam.. Sen neden bu kadar Driss'e gıcık kaptın valla dahaca çözemedim.. Yazını kaç kere okudum, izlediğim her sahneyi yazıyı okurken gözümün önünden geçirdim ama ııh yok, senin gözlemlediklerini, çıkardın anlamları ben göremedim bu filmde..

Kulak memesi konusuna gelince, belki adam kulak memesi fetişisti, olamaz mı..?:)

Belki başka bir zaman diliminde daha farklı bir gözle bakabilirsin diye düşünüyorum :)

Bu konuda seninle hem fikirim.. Valla ben beğendim yani, Driss bana çok sempatik geldi..:)
 
"İçimdeki Dansı" bu sitenin giriş sayfasında görüp izlemiştim. Bu filmi, bu başlığı açan arkadaş sayesinde izledim ve teşekkür ediyorum. "Can Dostumu"da kardeşimin ısrarları sonucu seyrettim ona da teşekkür ediyorum. Can Dostumla ilgili bir de ayrıca yine bu başlığı açan arkadaşa da teşekkür ediyorum: iyiki bu başlığı ben filmi seyrettikten sonra açmış. Mazallah konu sahibi arkadaşın KİŞİSEL yorumlarından sonra Can Dostum filmini seyretmezdim heralde.
Sorular Sorular Sorular...
- Arkadaşım film nedir sence? ( Türk dil kurumundaki anlamını sormuyorum)
-Arkadaşım sanat nedir sence?(Türk dil kurumundaki anlamını sormuyorum)
-Arkadaşım "gerçek hayattan kurgu bir film" dendiğinde anladığın nedir?
-Arkadaşım hür iradenle Philippe'e bahtsız demişsin de valla ben adamı bahtlı buldum hür irademle. Ben Philippe bu tanımlamayı takana sorardım yani sana arkadaşım; sen Philippe'e ya da diyelim canlandırdığı gerçek karakterden daha mı bahtlı görüyosun kendini? (özeleştiri yaparsan)
-Arkadaşım kulak memelerinden tahrik olmayı eleştirmişsin acımasızca (bana göre); bunu kendine göre acımasızca eleştirirken Philippe gibi olan kişilerin hangi vücut organlarından ya da kısımlarından ne derece tahrik olduğunu tıbbi ve psikolojik olarak inceledin mi?
-Arkadaşım Driss karakterini hür düşüncenle ve fikrinle eleştiriken gerçek hayatında Driss gibi kaç kişi tanıdın, konuştun, saatlerce dinledin? Fransız banliyölerini ne kadar inceledin? Türkiye banliyölerini ne kadar inceledin ve hiç Türk banliyöleri içinde yaşadın mı? O şartlarda büyüyen kişilerin hayata nasıl baktıklarına şahit oldun mu?

Şimdi film ereştirinden yola çıkarak iki yakın olayı bağlıycam; aşağıda demek istediklerimi anlarsın ya da anlamazsın ya da kendi açından anlarsın onu bilemem:
Yukarda engelli zengin bir adamın varoşlardan gelme engelsiz bir adam tarafından aşağılandığından yola çıkarak engelliler tarafında filmdeki gibi hiç de böyle bir şey olmadığını ya da engelli kişileri küçük düşüren bir film sahneye konulduğunu anlatmaya çalışmışsın, GÖRÜŞÜNE SAYGI DUYARIM. İyide CAN ARKADAŞIM; 75 milyonluk Türkiye Devletindeki 8 milyon engelli vatandaşın büyük bölümünün ÖZÜRLÜ YA DA SAKAT olarak isimlendirilmeme isteminden dolayı Türk Devletinde bu vatantaşlarımız ENGELLİ olarak adlandırılırken (kanunlarda dahi) bu sitenin büyük çoğunlu da kendilerini engelli olarak tanımlarken ki sitenin adıda "engelliler.biz" iken ve Türk Toplumunda ve engelli vatandaşlar tarafından sakat ve özürlü isimlendirmelerinin kendilerine hakaret ya da küçümseme veyahut negatif bir tanımlama olarak görürken bir ara sen SAKAT'ız biz ve böyle adlandırılırsak darılmayın aşın bunu BİZ SAKATIZ diyebiliyosun geçmişte çoğunluğa muhalif olarak -zira orda belkide 6 milyon engelliye tanımlamaları aşma dersi veriyordun da- burdaki filme veryansın ediyosun bu ikilem nedir onu anlayamadım CAN ARKADAŞIM?
 
Film sonuçta gerçek bir hayat tan alıntı ve muhteşem bir film olduğu dünyada aldığı ödüllerinden bellidir...sonuçta film abartı saçmalıklar olabiliyor...

Ayrıca böyle film izlemek isteyenler İçimdeki Deniz - Mar Adentro filimini kaçırmamalı
Konusu : Film, tam anlamıyla özürlüğüne düşkün bir adamın, 30 yılını yatağa mahkum geçirdikten sonra bu hayatına bir son vermek istemesini konu alıyor.
 
A-KILIC;

Malesef o film yıllar önce izlendi ve ateşli tarışmalara sahne oldu. Geç kaldın. :)
 
ben bu filmi çok severek 2 kez izledim... her film tabiki eleştiriye açıktır... ancak bu film sayın oturanboğa'nın eleştirdiği kadar asla kötü değildir...sanırım sayın oturanboğa bu filmi morali çok bozukken izlemiş...film hakkında fransız kanallarında gerçek insanlar ile onları oynayanları bir araya getirip defalarca kez yayın yaptılar ve filmde yaşananların,dialogların çoğunun gerçek olduğu ortaya çıktı... yani aslında engelli adam kendine bakıcı,yardımcı değil tam tersine normal, sağlıklı bir insanmış gibi kendisiyle muhabbet edecek, gerekirse birbirleriyle dalga geçecek, hatta beraber serserilik ve hovardalık yapabileceği gerçek bir arkadaş aramaktadır...ve sonuçtada o şekildede aralarında arkadaşlık kurulmuş...hatta şimdi bu engelli fransız adam ile driss aslında "idris" in memleketi fas'ta yaşıyorlar...ve idris'e bir arkadaş olarak engelli adam bir iş kurmuş kendi şirketinlerinede ortak etmiştir...sanırım bende bu filmden kendimce çok şey buldum...öncelikle beni çok etkiledi...heleki engelli biri olduktan çevremdeki arkadaşlarımdan 2-3 tanesi hariç hepsini kaybettim...bazılarınada ben s.ktir çektim o ayrı konu...hatta çok yakınım olan birisi benim durumumdan dolayı bana acıdığını söyleyince tümden koptum...panik atak geçirdim...o derece yani...bence her engellinin etrafında bu driss gibi arkadaşlar olmalıdır...yoksa kendi iç dünyamıza çekilip yanlız kalıyoruz...malesef bir ara bende böyle oldu...
 
Yamaç paraşütü kazası geçiren Karun'un boyundan aşağısı felç olmuştur. Her şey çok sıradandır. Para vardır ama huzur yoktur.

Dört bir yanı kurallar dizgesi işgal etmiştir, ta ki İdris ortaya çıkana kadar. Epten aykırı kızan olan İdris aynı zamanda siyahidir ve de çok sıradışı birisidir. Ve duruma el koyar, yeni bir süreç başlatır. Doğru bilinen yanlışları ortadan kaldırır. Ve dostluk rüzgârları esmeye başlamıştır. Karun ile İdris'in dostluğu gerçekten de insanı duygulandırabilir. Tüm yokluklara rağmen yamaç paraşütüyle tandem atlayışlar gerçekleştirdikleri sahneye bayıldım. Tandem ''ikili'' demekmiş. Gerçekten de bu ikiliye bayıldım. Çünkü bu ikilinin arasında asla ikilik çıkmıyor. İdris'in yapmış olduğu resim Avro cinsinden hatırı sayılır bir paraya Karun tarafından müşterisi bulunarak satılıyor. Karun komisyon bile almadan parayı son sentine kadar İdris'e teslim ediyor. Filmin hikâyesi gerçekmiş. Film ezberimi bozdu. Ben hep işverenlerin emekçiyi sömürdüğüne inanırdım. Ben acaba değerler dizisinde değişikliğe mi gitsem!?
Philippe ve Driss'in dostluğu çok iyi işlenmiş. Ben bu filmi biraz komik, biraz iç acıtan, biraz eğlenceli ve biraz da dramatik buldum.
Ve buradaki birazların toplamından biraz daha fazla politik buldum.
 
Cogumuzun sormak istedikleri ve merak ettiklerini komik bir şekilde, gerçeği abartarak ele alan güzel bir film bence
 
cicikıs;

pardon :) izlemeyenler olabilir diye söylemiştim.
 
Şuan IMDB'de dünyanın en iyi film sıralamasında 62. sırada yer alıyor!
 
Muhteşem bir filmdir. Hala izlemeyen varsa, beklemesin derim.
 
Filmin çoook büyük kitlelerce beğeniyle izlendiğini biliyorum. Filme dair internetteki yorumlarla burada yapılan yorumlar neredeyse aynı (ve bence bu çok trajik). Bu yazıyı bunu bilerek yazdım zaten. Filmi 2 kere izlemek zorunda kaldığımı da söyleyeyim!

Filmdeki Bahtsız’ın bu kadar aptal olmasının da Driss’in bu kadar laubali ve özgüvenli olmasının da mümkün olmadığını düşünüyorum. Düşünmek de değil aslında, yazımın her satırında bu tespitlerime dair somut alıntılar yapıp sorular sordum. “Filmi beğendim” diyen arkadaşlarımız bu yazdıklarıma dair birşeyler söylerlerse çok daha verimli tartışabiliriz...

Ama her şey bir yana, evet, filmdeki iki karakter de sahiden o kadar aptal ve laubali olabilir diyelim. Tamam. Ama sakatlara karşı yapılan doğrudan hakaretlere ne demeli?

İnsanlar keyiflerinden mi minibüsle seyahat ediyor? “seni at gibi arka tarafa yüklemeyeceğim” demek, her gün minibüsle seyahat eden tekerlekli sandalye kullanıcılarına hakaret değil mi? At mıyız biz?

Adam içerde acı çekerken telsiz-radyodan inlemeleri duyup “lanet olsun” demek, her gece uykusunda sağa-sola dönmek için birilerinden yardım isteyen kişiler için ne anlam ifade ediyor? Bakıcı diye çalışan bir dallama “lanet olsun” diyerek yatağından kalkıp yanıma geliyorsa, ne yapmam beklenir?

Flört ettiğim bir kadın için “onu hiç görmedin mi? Kesin çirkin, şişman veya engellidir” diyen hıyarağasına ne dememi ister sakat kadın ve erkek arkadaşlarım?

“Bağış yapılması için televizyona konulan salyalarının aktığı, pisliğe benzeyen resimlerden göndermek zorunda değilsin” diyen bir pisliğe “ağzını topla” demezsem, salyalarını kontrol edemeyen arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakarım?

Film bir yerinden sakatlığa değse, umurumda olmazdı. Ama merkezde sakatlık olunca, üstüne bir de gerçeklikten kopmuş laubalilik ve hakaretler eklenince, filme dair eleştiri yazmak bence farz.

Çirkin, salyalı, pislik, lanete layık, her gün at gibi minibüse binen arkadaşlarımın yorum yazmasını bekliyorum?
 
Soru 2: Madem yardımcın olmasını istediğin kişi böyle patavatsız, özelliksiz, laubali bir serseri olsun istiyorsun, neden doğrudan böyle birini aramıyorsun; önceki adaylarla yaptığın görüşmeler de neyin nesi?

Yahu ne yapacaktı adam, “Ben kendime laubali, patavatsız,serseri bir bakıcı arıyorum” diyerek ilan mı verecekti..?..:) Driss gelene kadar belki kendide bilmiyordu ne istediğini, ya da biliyordu da karşısına çıkmamıştı Driss gibisi.. Bir sürü bakıcı değiştirmiş olmasının nedenide bu bence..

Soru 3: Bahtsız, manyak mısın be adam? Konuşsana, “o şampuan değil” desene!
Adam eğleniyordu bu durumdan, hem sorun edecek ne var ki..? Philippe zaten illalah etmiş kendisine saat gibi dakik bir yaşam biçimi inşa edilmesinden, rutininden bıkmış.. Her zaman ayağı yıkanan şampuanla, bu defa kafası yıkanmış, komiğine gitmiş olabilir.. Ayak şampuanıyla başı yıkandığı için acı çekiyormuş gibi durmuyordu, sırıtıyordu..:)Driss’in saflığı onu eğlendiriyordu..

Soru 5: A Bahtsız, araba senin, kapıda yatıyor, madem onunla seyahati seviyorsun, ne diye şoförünle binmiyorsun? İlle banliyö şımarığı mı lazımdı sana?)

Bazen nerede olmak istediğin değil, kiminle olmak istediğin mühimdir.. Yanında olmasını istediğin kişi yanında yoksa gezdiğin gördüğün yediğin içtiğin tat vermeeez.. Şoförüyle çıksaydı ne olacaktı.. ? Adam ne dese hayhay sahip vari konuşan, yine o boğucu kurallar çizgisinden dışarı çıkmayan, parayla kumanda edilen bir robotla yolculuk etmiş olacaktı.. İnsanın sevdiği bir dostu arkadaşıyla yolculuk etmesi nerde, emir eri modunda çalışanı ile seyahat etmesi nerde..:)

Sigara meseleside öyle, tek başına bir seferde 1 paket sigara içmeyle, sevdiğin bir insanla beraber 1 dal sigara içmenin keyfi hiçbirşeye değişilemez.. :)

Paris’in göbeğinde ne yapacağını bilemez haldekalakalmıştır. Uçak, malikâne, lüks arabalar, entelektüel çevre, bunlara sahip olmanın tadını bilerek yetişmiş bir adam... Hepsi boş. Bahtsız yaşama küser.

Etrafında halinden, derdinden, dilinden anlayacak, seni sen olduğun için sevip sayacak biri yoksa evet hepsi boş.. Hiçbir anlamı yok tüm bunların.. Hem hiç!

İş Başvurusu yapan diğer bakıcı adaylarında olmayan bir çok şey vardı Driss’de.. Dürüstlük vardı..Cana yakındı, yapmacık değildi, olduğu gibiydi, yalaka hiç değildi bence..

Adam içerde acı çekerken telsiz-radyodan inlemeleri duyup“lanet olsun” demek, her gece uykusunda sağa-sola dönmek için birilerindenyardım isteyen kişiler için ne anlam ifade ediyor? Bakıcı diye çalışan bir dallama“lanet olsun” diyerek yatağından kalkıp yanıma geliyorsa, ne yapmam beklenir?
Kültür farkı.. Panik olunca, korkunca verilen bir tepki onlarda.. Acizlenmek değil ki..

“Bağış yapılması için televizyona konulan salyalarınınaktığı, pisliğe benzeyen resimlerden göndermek zorunda değilsin” diyen birpisliğe “ağzını topla” demezsem, salyalarını kontrol edemeyen arkadaşlarımınyüzüne nasıl bakarım?

“Bağış yapılması için” kısmı çok önemli.. Bence burada Driss hakaret etmiyor, aksine insanlar acısın da yardım etsin diye sakatlıkların kullanılmasına tepki veriyor..

Çirkin, salyalı, pislik, lanete layık, her gün at gibi minibüse binen arkadaşlarımın yorum yazmasını bekliyorum?

O bir arka mahalle serserisi... Düşüncelerini ifade etme şekli böyle.. Driss'e sorsalar sakatlar için nasıl bir araba olsun diye.. Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma farketmez aynı şeyi söyler.. "Arabanın önünde yolculuk yapabilsin sakatlar, at gibi arkaya binmesinler" der.. Eleştiriyor sakatların arabanın arkasında yolculuk etme mecburiyetini bence..:)
 
ben filmi 3 kere izledim :) ve cok beyenmişdim bence çok hoş bir filimdi ve sanırsam gerçek yaşanmış bir olaydan alıntıdı driss cok başarılıydı sonucda her türlu karakter insan mevcut driss karkaterıde samımı alaycı meraklı sahıplenmesını bılen bir karakteri canlandırıyor bence başarılı bir fılımdi
 
Bacıbeyim, önemli bir şeyi gözden kaçırıyorsun, herkesin algıladığı ve filmin de "can dostum" diyerek ayar verdiği gibi Driss efendi Bahtsız'ın arkadaşı değil, maaşla tuttuğu bakıcısı. Nitekim bir nedenle işi bırakıyor ve aynı şehirde olmalarına rağmen çağrılana kadar da Bahsız'In yanına gelmiyor! Ne Bahtsız Driss'i "arkadaş, gel de takılalım" diye çağırıyor ne de Driss Bahtsız'ı "can dostum bugün ne yapıyorsun, hadi dolanalım" diye çağırıyor. Olan şey, Driss aciz Bahtsız'ın yaşamına sihirli bir laubali dokunuş yapmıştır ve sonra da kayıplara karışmıştır; Bahtsız da onsuz bir hiç oladuğunun kabulüyle yaşam eziyetini çekmeye devam etmiştir! Ne öncesi vardır ne sonrası! Driss var Bahtsız var, Driss yok Bahtsız yok! :)

Herkesin bir karakteri vardır. Entellektüel, zengin, belli bir kültür ve yaşam standardı ile yetişmiş, yani belli bir doygunluğa ulaşmış biri sadece sandalye kullanmaya başladı diye bu kadar aciz ve birilerinin saçmalıklarına muhtaç hale gelmez. Bu gerçek dışı bir kurgudur. Sandalye kullanmaya başladı diye bu hale düşen insanlar algısı yaratmak her açıdan yanlış ve sakıncalıdır. Bir sandalyeye oturdu diye Philippe bu kadar değişmez/düşmez. Sandalye kullanmaya başlayınca nasıl ki operadan, resimden, klasik müzikten, edebiyattan zevk almaya devam ediyorsa, nasıl ki bir anda rap müzik dinlemeye başlamıyorsa,Driss gibi bir adama maruz kalmaya da katlanamaz. Yani, bakıcı ararken ne istediğini bilir insan. Velev ki fark etmiş olsun ki artık Driss gibi bi adamı bakıcı olarak kullanmak istesin, eyvallah, o zaman en azından ikinci aramasında ona benzer birilerini arasın! Yok mu yani Driss gibi bir bakıcı? Hadi Driss gibisi yok, yahu en azından androit gibi olanlarını ele, onlardan kendine bakıcı seçme!

Arabanın ön koltuğuna oturup keyifle dolanmak için de Driss gibi bir BAKICIYA ihtiyaç yok. Hiç mi arkadaşın yok, kimi istediğini hiç mi bilmiyorsun? Eğlenceli biri bulmak bu kadar mı zor? Eğlenmeyi bilmiyor musun sahiden? Sigara içmek istiyorsan al iç. İlle bakıcın da içsin diyorsan, sigara içenini tercih et. Sigara içen arkadaşlarınla takıl (hatırlatma: Driss arkadaş değil, maaşlı çalışan)

Diğer androit bakıcı adayları ne kadar saçma kurgulanmışsa, Driss de o kadar suni kurgulanmış. Adam bildiğin laubali yahu. :)

Önceki mesajımda sıraladığım hakaretler ise bence affedilmez. Bunları söyleyip "ben arka mahalle serserisiyim" diye sıyrılamaz kimse. Birisi çıksa onun siyah oluşuna dair temel konularla alay edip onlar üzerinden hakaret etse, bu tolere edilebilir mi?

Film bu, zevk meselesi tabii. Milyonlarca insan Recep İvedik filmlerini keyifle izledi, eğlendi. Bence olabilecek en kötü filmler... Ama o filmler hakkında yazmadım! Bana ne :) Ama merkezinde sakatlık konusu varsa, Recep İvedliklere karşı söz söyleme ihtiyacı hissediyorum.

Ben sevmedim, olabilecek en kötü film olarak görüyorum. Yarattığı sakat/lık algısının da kötü olduğunu düşünüyorum: Her sakat TAM olmak için bir Driss'e ihtiyaç duyar. Driss yoksa sandalye kullanan için hayat anlamsızdır...
 
bülent bey bu film sinemalarda yayınlanırken fransız tvlerinde philip ve idris'i bir çok kez bir araya getirip program yaptılar...orada philip'in söyledikleri aklımda kaldığı kadarıyla şöyleydi.
"-ben aristokrat gibi yaşamayı sevmediğim ve bu ortamdan uzaklaşmak bahanesi ile yamaç paraşütünü hobi edindim...ancak kazadan sonra mecburen bu ortama bağlı kaldım...kimseye kendimi anlatamadım...bana bakacak birini değil beni tekrar özgürlüğüme kavuşturacak birini arıyordum ve karşıma idris çıktı ve benim aristokrat olmayan tarafıma hitap etti,aradığım arkadaşı bulmuştum..."
yani bülent bey sizin yazdığınız hoşunuza gitmeyen şeyler demekki bu adamın aradığı ve zevk aldığı şeylerdi...ve bunuda sinemaya çok iyi aktarmışlar...şahsen hangi engelli arkadaşımın altında o spor araba olsa emin olun hiç kimse at gibi ticari aracın arkasına bindirilmek istemezdi...bence bu filmde anlatılmak istenen engelli insanlara nasıl davranmak veya ne aradıkları veya nasıl hitap edilmesi gerektiği değil, sadece basitçe 2 dostun arasındaki muhabbet o kadar...bunu şöyle düşünün iki yabancı insan birbirine argo hitap ettiğinde kavga çıkabilir ama iki yakın dost birbirine argo seslenebilir veya hitap edebilir...bu durum belkide onların hoşuna gidiyordur...demekki idris'in yapmış olduğu laubali hareketler aslında philip'inde çok hoşuna giden hareketlerdi...ve belkide o da idris'e karşı laubali davranıyordur...birde idris philip'in yanına çağrılınca gitmiyor.orada yönetmen veya senarist kurguyu sallamış...aslında gerçekte olan idris'in ablası ölüyor ve bir dünya çocuğa tek başına bakmak zorunda kalıyor bu yüzden mecburen fas'a tekrar geri dönüyor...idris philip'in rahatsızlandığını duyunca tekrar onun yanına gidiyor...sonrasında philip fransadan pılını pırtısını toplayıp o da fas'a yerleşiyor...

bu arada filmde çalan müzikler özellikle spor arabayla gezerken çalan müzik benim çok sevdiğim 70'li yılların en kral müzik grubu "Earth Wind and Fire-September" şarkısıdır...

bu da klibi;

http://www.youtube.com/watch?v=2S8ZrQG0y6g

bu idrisin doğum gününde dans ettiği müziğin klibi;

http://www.youtube.com/watch?v=DbQrqospZDo
 
My Name Is Khan “Benim adım Khan”

Arkadaşlarıma Tavsiye Edeceğim Bir Film...

Şimdi şuraya hangi kelimeleri yazayım bilmiyorum.
Müthiş bir film , şahane bir oyunculuk, şahane bir konu..Ne desem az..
Hasta bir adam.. Zeki ama garip hareketleri olan normal olmayan bir Müslüman adam..
Hindu bir eş…
Ölen bir çocuk..
11 Eylül saldırısı..
Amerikan halkının Müslüman Nefreti..
Öyle güzel bir konu işlemişki, hani kenarda diyor ya sitemde Karşıyız diye. Alevisine Sünnisine Müslümünanına hristiyanına.. Bu kadar muhteşem anlatılamazdı sanırım..
İslamiyet açısından da çok güzel bir film olmuş.
İyiler vardır
Kötüler vardır..
Bunun mezhebi dini olmaz..
10 üzerinden 10 verdim..1 puan bile düşüremem bu kaliteye..
Tekrar diyorum harika..

Filmin konusu
Rızvan Khan (Shahrukh Khan) küçüklüğünü annesiyle (Zarina Vahab) ıssız bir yerde geçiren bir müslümandır. Annesi öldükten sonra Amerika'ya küçük kardeşinin yanına gider. Orada tanıştığı ve aşık olduğu Mandira (Kajol) adında dul ve Hindu bir kadın ile evlenir. Rızvan Khan aynı zamanda da Asperger sendromu hastasıdır. Bu hastalık Otizm rahatsızlığının bir çeşididir ve ömür boyu süren, sosyal etkileşime ve iletişime zarar veren, sınırlı ve tekrarlanan davranışlara yol açan beynin gelişimini engelleyen bir rahatsızlıktır. 11 Eylül saldırılarından sonra Mandira'nın oğlu faşist kesimler tarafından döverek öldürülür. Öldürülme sebebi annesi evlendikten sonra Khan soyadını almış olmalarıdır. Bunun üzerine Mandira Rizvan'i terk eder. Rizvan ne zaman geri gelebileceğini sorunca, Mandira ona Amerika Birleşik Devletleri başkanına gidip, adının Khan olduğunu ama bir terörist olmadığını açıklamasını ve ondan sonra geri gelmesini söyler. Rizvan hastalığı dolayısıyla bunu ciddiye alır ve yolculuğuna başlar. Başkan ile buluşmadan geri dönmeyecektir ve ona diyecektir ki: "Sayın Başkan, benim adım Khan ve ben bir terörist değilim."
 
Ali, ben gerçek yaşamdaki durumu bilemem. Benim değerlendirmem filme bakarak olur. Ve filmde Driss ile Bahtısz arkadaş değil... Tekerlekli sandalye kullanan bir adam ve onun maaaşlı bakıcısı var. Sözlerim de filme dair...
 
Hadi Driss ve Bahtsız arasındaki ilişkiye arkadaşlık ve dostluk olarak bakmayalım bakalım.. Arkadaşlığı ve dostluğu yok saydığımda benim gördüğüm şey birçok duygudan daha üstün olan "alışkanlık" oluyor.. İnsan alıştığı birini kaybedince yoksunluk duygusu yaşar.. Boşluğa düşer.. Bocalar.. Batsız gibi mesela..:) Yani ben bu duruma sakat bahtsız, sağlam Driss'siz bir hiç gözüyle bakmıyorum.. Alışkanlıklardan kopmak çok zor.. Keşke olsada etrafımızda hep Driss gibiler olsa.. Motivasyon aracı para ve sözüm ona engelliler ve yaşlılar olan, nabza göre şerbet veren iki yüzlüler olmasa!

Herkes kendi kişiliğine, hayata, olaylara bakış açısına göre yorumlar çıkarır izlediği filmlerden.. Benim bir bakıcıya ihtiyacım olsaydı Driss gibi birini tercih ederdim.. Mesela bir zamanlar bir dizi vardı. Tatlı hayat diye.. Başrollerinde Türkan Şoray ve Haluk Bilginer'in oynadığı.. Bir hizmetçileri vardı Menekşe.. Alışagelmiş hizmetcilerden çok çook farklıydı.. Driss gibi patavatsız, lafını bağışlamayan vs.. Bir hizmetçiye ihtiyacım olsaydı da Menekşe gibi birini tercih ederdim..:)

Maaş veriyorum diye karşımda el pençe divan duran birini görmek istemezdim.. :)

Driss'in bu filmde sarfettiği hiçbir sözü hakaret olarak görmüyorum.. Sözlere laflara takılıp kalırsak etrafımızda bir Allah kulu kalmaz.. Niyet önemli.. Benim önceliğim niyet.. Kötü niyetli değil ki benim karaböcüüm..:D Ben çok şirin buldum yaw Driss'i..:)

Driss sadece patavatsız abisi, o kadar, kızma sen ona..:) İçi dışı okunmayan, kibarlık, nezaket taklidi yapanlardan iyidir böyleleri..
 
2 defa izledim filmi hatta şimdi kapadım tesadüfen siteye girdim ne var ne yok yazıyı gördüm bu kadar tesadüf olur dedim. filmde abarttığınız gibi bir aşağılama duygusu asla hissetmedim. gayet normal çekilmiş bir film. hiç bir şekilde yuh demedim bu da mı olur demedim. hatta filmin bir yerinde dikkat ederseniz "telefon çaldığında bana uzatıyor unutuyor hiç bir şekilde bana acıma göstermiyor" gibi bir söz geçiyordu. şu hayatta en nefret ettiğim şeylerden biri; birinin bana acıyan gözlerle bakmasıdır ki filmde de ben öle birşey hissetmedim. güzel filmdi hoşuma gitti.
 
:) shu acima konusu biraz abartilior bence... sanki bir engellinin arzu edebilecegi tek shey, insanlarin kendisine acimamasidir [SIZE=1](beni shahsen cok eglendirdigi de olmushtur o aciyan bakishlarin - tamamen yok olmasini istemem yane :))[/SIZE]...

yine filmi izlemeden [SIZE=1](digerini de hala izleyemedim :eek:)[/SIZE] konushucam ama yazilanlara bakilirsa en cok bu acima konusunun üstünde durulmush gibi görünüo; hic kimseden lafini esirgemeyen, herkese her aklina geldigini söyleyen 'cesur' (civik) bi adam, 'acinmasi ve yumushak davranilmasi gereken' bir agir engelliye gelince bile dur demio - her aklina geleni söylüo!... aman allaam, nasil olur!!!... müthish bishey bu!!! :rolleyes::p...

sakatlarin hayatta kalabilmek icin kendilerine acindirmaya muhtac oldugu dönemlerin artik bittigini iyi ki anlamaya bashladi insanlar! bakalim daha kac tane film yapilicak shu "sakatmishin gibi davranmami bekliorsan, avucunu yalarsin!" geyigi üzerine :)... epey popüler bi geyik...


yeni girdigim cevrelerde de bazen rastliorum, sakatim diye güyya farkli davranmiomush mush, acimiomush mush vs.; sakat degilmishim gibi davranmak icin o kadar kasilior ki bazi insanlar, bana baktiginda sakatligimdan bashka birshey göremior izlenimini birakiolar bende :)...
 
Üst Alt