Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Sinema ve Sakatlık | İlker Ortaç

ilkerortac

Yeni Üye
Üyelik
20 Mar 2013
Konular
5
Mesajlar
24
Reaksiyonlar
0
Selamlar,

(I)
'Sinema ve sakatlık' mevzusu üzerinde dönecek olan bu yazının başına bir 'fragman' işlevinde açıklama getirmek zannımca faydalı olacak.

Ben, sakatım , Robert Mcruer ‘un belirttiği, herkesin yeterince uzun yaşadığı taktirde bir gün bedensel olarak taşıyacağı kimliği ; 1973 yılında doğum öncesinde, esnasında ve sonrasında merkezi sinir sisteminin hareket işlev alanların hasar görmesi ile tanıştım. Bunun ismi, Serebral palsi (SP).Bugüne kadar ötekini konu edinen altı kısa film çalışmam ve filmlerle katıldığım festivaller var. En son açıklanan kültür bakanlığı desteklerinden de, bir projem ve bir senaryom destek aldı.

Özü; sakatım ve sinemacıyım.


(II)
Modern - öncesi dönemde, bedenlerin ona uygun olması ve davranması gereken bir normal kavramı yoktu. Kültürlerin varsaydığı, sadece mitoloji tanrılarının veya ahlak sistemlerinin kahramanlarının ulaşabileceği ideal karşısında tüm bedenler kaçınılmaz olarak kusurlu addediliyordu. Sıradışı bedenlerin doğumu (bugünün ‘kalıtımsal bozuklukları’ ya da ‘doğum kusurları’) huşu ve hayretle karşılanıyordu. Bu tür doğumlar, iyiye ya da kötüye yorulsun, tanrısal olanın insan dünyasına müdahalesinin işaretiydi. ‘Sakat insan’, diye bir statü yoktu.2
Bugünse ; normal çoğunluk kültürünün bana atfettiği kimlik, kusurlu bir beden, zihin, duyu, normal-olmayan görünüşün, ya da genç - orta yaş arası fit erkek idealinden sapan normal olarak kabul edilmeyen bedenimin kimliği.

Ben; normal kişinin kendisini sakat kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumun sinema ile de seyirciye iletilmesi sürecinden öte, yani normallerin bugüne kadar anlattığı sakatlık temalı filmlerden öte, bir sakat sinemacının yorumunu aktarıyorum sizlere.
Öteki kimliği ile özdeşleşmiş bir sinemacı örneği, 'İspanyol'ların haşarı çocuğu :' Alamdovar ile durumu daha net aktarabilirim sanırım. Almodovar yaşadığımız ortamda çoğu kez anlamadığımız, bırakın kabullenmeyi fırsat buldukça kınadığımız çoğu durumu, eşcinsellik, travesti baba, komadaki kıza tecavüz eden hastabakıcı gibi, öyle bir anlatmakta ki, farkında olmadan anlamayan-kınayan halimizden sıyrılıp karşımızdaki "anormal"liği anlayışla kavrayan, hatta benimseyen bir noktaya getirmekte . Bu denli başarılı olmasında üstün yönetmenlik vasıfları kadar cinsel kimliğinin de payı büyük.

(III)
İçinde bulunduğumuz dönemde kitle iletişim araçları toplumsal yaşamın önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Kitle iletişim araçlarının genel tutumların oluşumunda ve değişiminde önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Kitle iletişim araçları sadece bireyler üzerinde doğrudan etkide bulunmakla kalmayıp aynı zamanda kültürü, bilgi birikimini, toplumun norm ve değer yargılarını da etkilemektedir. Bu araçlar izleyicilerin kendi davranış biçimlerini belirlerken kullanabilecekleri bir dizi imge, düşünce ve değerlendirmeler sunması açısından da önemlidir

Sinema da kitle iletişim araçları içerisinde, insanların tutumlarını etkilemede önemli bir yere sahiptir. Sakatlık gibi gerek yaygınlığı gerekse yayılma hızı yüksek olan bir olgunun sinema filmlerinde nasıl ele alındığı, bunu yaşayan kitlerin ve çevresindekilerin nasıl bir tipleme ile gösterildiğinin incelenmesi önemlidir.
Zira, bugün gezi parkı olayları ile de sakatlar ordusuna yeni bireylerin eklendiğini görmek son derece üzüntü vericidir. Başbakanın 'Halkın yüzde ellisini zorla evde tutuyorum' söylevi eksiktir, sakatları da zorla evde tuttuğu ayrı bir beyiz konusudur.

Bizim sinemamız dendiğinde akla ilk gelen türlerden melodramsa, ahlaki ve kültürel kodlar oluşturarak; yoğun duygusallığı ve ifade biçimi ile her dönem için etkileyici ve yönlendirici bir tür olmuştur. Örneğin 1973 yılının öne çıkan melodramlardan biri Atıf Yılmaz’ın, baş rolde Fatma Girik’in oynadığı Kambur filmi; Yaşadığı bir taşra kasabasında halk tarafından horlanan bir kambur kızla rastlantı sonucu karşılaştığı gözleri görmeyen bir kemancının içli aşk öyküsüdür. Bu öyküde de bundan otuz beş yıl sonra vizyona giren, yönetmenliğini İlksen Başarır yaptığı, Başka Dilde Aşk, baş rollerini Saadet Işıl Aksoy, Mert Fırat ve Lale Mansur'un oynadığı filmde de, seyircide acıma duygusu oluşmaktadır. Araba çarpınca kör kalan kızdan günümüze Türk sinemasının sakatı ele alışı negatif etkiler yaratmaktadır

(VI)
Yukarıda ismi geçen filmler de dahil, dilerseniz bu hafta benzer filmleri birlikte okuyabilir üzerine konuşabiliriz. Ya da 'sakatlık' nasıl işlenmeli konusunda fikir paylaşımına gidebiliriz. Bunun içindi bu giriş yazısı .....

Eyvallah ......


1 lenard j davis normalliğn inşası,çağ eğrisi, roman ondokuzuncu yüzyılda sakat bedenin icadı.

2 Senin Cinselliğin, Senin Bedenin, Sorun Etmeyi Bırak Artık!: Queer ve Sakatlık Kuramının Özgürleştirici Etiği KAOS GL , Temmuz 2010.
 
Sakatlık mevzuunda sinemanın gücü sakatların aleyhine işliyor maalesef. İzlediğim, baş karakterlerinden biri sakat olan ya da içinde sakat karakterlerin yer aldığı filmlerin neredeyse tamamına yakını, sakatlıkla ilgili olarak toplumda varolan tüm klişeleri yakınplanla zihinlere işliyor. "Sakatlar" deyince akla gelen ne kadar mıymıy-da-mıymıy varsa, film bittiğinde tüm bunlar katmerlenerek zihinlerde yer kaplamaya devam ediyor.

Bu saçmalığı aşmak için sakat yönetmenler ya da senaristler önemli bir iş görebilir. Kendine bunları dert edinen sinema severler bence toplumun sakatfobikliğini, sakat-beden algısını değiştirebilir.

Not: Sakatlık konulu filmleri izleyip haklarında eleştirel yazılar yazmayı seviyorum. Yukarıda da dediğim gibi, sinemanın gücünü önemsiyorum...
http://www.engelliler.biz/forum/ayr...-et-sana-gercek-bir-romantizm-gostereyim.html
http://www.engelliler.biz/forum/ayr...yan-yilisik-bir-film-can-dostum-tartisma.html
 
Sinema değil vereceğim örnek ama "öyle bir geçer zaman ki" adlı dizide yer alan murat karakterini hatırlayın. adamı her defasında iktidarsız ve kötü karakter olarak verdiler. Yoldan geçen bir kadın bir tekerlekli sandalyedeki erkeğin yanağını sıkabiliyor. Neden, e öğrenmiş diziden, zarar gelmez diye.

Adını vermek istemediğim bazı televizyon kanallarının diziye benzer programları hiç dikkatinizi çekti mi? Adları genellikle bir gizemlilik içerir: “Karaciğer Gözü”, “89. Boyut”, “23. His” vb. Bu dizilerde kötü bir insan başroldedir. Ölesiye içki içer, kumar oynar, karısı ve çocukları döver, her türlü çirkefliği yapar. Karısı genellikle mazbut, umutlu ve dayağı içselleştirmiştir.

Kadının rüyasına aksakallı bir amca gelir ve der ki:

Kızım sabret…!

Aradan zaman geçer ve o kötü adam bir kaza geçirerek felç olur. Seyirci ekran karşısında moral kazanır: “Oh oldu sana”, “Allah’ın sopası yok”, “Gördün mü gününü” diye.

Kötü adam birden bire hidayete erer ve erenlerden oluverir. Filmin sonunda eskiden kötü ama şimdi melek gibi olan adamın yürüyerek evden ayrıldığını görürüz… Bu filmler ne anlatıyor, tefsir edecek arıyorum doğrusu.

Türk Filmleri vardı yine kötü karakter rolünde. Uyuşturucu baronu bir adam, tekerlekli sandalyede ve bacaklarına battaniye serili.

Yok ya bu sakatlar kötü galiba...
 
Haklısınız Bülent Bey her yerde olmalıyız ki kendimizi ifade edebilelim. Umarım gelecek yıllarda her platformda bir engelli kardeşimiz söz sahibi bir konumda olur.
 
Sakatlık filmi mi? Filmlerin sakatlığı mı?

Aslında sakatlığı ele alan filmler, toplumun (ki aslında sistemin de demek gerek burada) engelliyi nasıl gördüğünün (ve tabi sonuçta nasıl görmek istediğinin) ipuçlarını veriyor! Bu algıya göre:

1-Engellilik acınacak bir "hal"dir. Filmlerde kahraman sakatlanır sakatlanmaz, etrafındaki herkesten uzaklaşan, perdeleri kapalı evinde dünyaya küsen ya da sokaklarda deli divane dolaşan birey olur.

2- Evet, sakatın yaşamı zordur, sakatlık, çaresizlik ve kendine yetememezlik halidir ama Onu seven, sevdalanmış sevgili, onun için her fedakarlığı (!) yapmaya hazırdır.

3-Ama sonuçta sakatlık halinin normal bir durum olduğu kabullenilememektedir! Sakatlığın bir mucize ile bitmesi, körün gözlerinin açılması, kötürümün yürümesi, filmin daima mutlu sonudur. (Yani mesaj şudur: Sakatlık berbat birşeydir, sakatlığa rağmen mutlu olunmaz, sakat kalınan bir filmin sonu da mutlu son olmaz!) O yüzden yaşasın sağlamlık!

Ezcümle, filmlerdeki hal budur. Tabi bundan kastım, Türk filmleri. BU o kadar belirleyicidir ki, daha bundan birkaç yıl önce bir dizideki sakat karakteri bile (ilk başlarda sakatlık uzun bölümler devam ederken, filmin ilerleyen sahnesinde bir kızı seven adam, geliştirilen yeni yöntemlerle sonunda yine) yürütüldü.
Bir ikilem var sonuç olarak. BU ikilem, sanatın yansıtma görevi ile kapitalist yüzünden sanatın endüstrileşmesinin getirdiği reyting kaygısından doğuyor.

İnsanın özgürleşmediği yerde ne sanat, ne de sakatlık özgürleşebilen, normalleşebilen bir "hal" olamıyor.
 
bence bu problemleri aşmak için kendi filmimizi kendimiz yapmalıyız ve kendi senaryomuzu kendimiz yazmalıyız benim düşüncem bu kişiler her ne kadar engellileri anladığını söyleseler de bu anlayış sadece yüzeysel ve kendi bkış açıları olacaktır ama engelli kişi o yaşadıklarından da yola çıkarak daha rahat yazıp daha rahat oynayacaktır ben şahsen düşünüyorum bu tarz kısa film tarzı bişey yapmayı senaryoyu tekrar oluşturmaya çalışıp tekrar deneyecem inşallah başarılı olursam burada da paylaşırım ...
 
Türk filmlerinde sizlerin de bahsettiği gibi sakatlık ceza ödülü de filmin ya da dizinin sonunda iyileşme olarak gösterilmekte ne yazık ki.

Ben iki hint filminden bahsetmek istiyorum biri Black. doğuştan sağır, kör ve duymayan bir küçük kızın, azimli birazda kaçık öğretmeniyle hayata tutunmasını anlatan filmi herkese öneriyorum. Diğeri de Barfi. Sağır ve konuşamayan Barfi ile otistik bir kızın aşkı. Bu iki filmde de kültürlerinden olsa gerek sakatlık olgusu aşşağılama, yargılama unsuru olarak kullanılmamış.
 
ilkerortac;

Kısa filminizi izledim. Bekçinin yalnızlığı ama bir okadar da hayata tutunuşu güzel işlenmiş. Kaçırılan kıza olanlar ve sonrasında yaşadığı çaresizlik...sonu düşündürücü
 
Kısa filmi dün gece izledim gerçekten anlamlı ve güçlü bir ifade kullanılmış özellikle son bölümü çok düşündürücü nitelikte.

Önerebilceğim bir başka film ise; inside ı'm dancing (içimde dans ediyorum) Anlayamadığım daha doğrusu bir türlü cevabını bulamadığım hoş bir tat var filmde.

Peki kendi filminizi kendiniz çekmeyi düşündünüzmü hiç ''gerçek bir senarist'' ve ''gerçek oyuncularla'' Örgütlenildiği ve birlik olunduğu takdirde ortaya unutulmaz bir film çıkacağından eminim aslında film demek yersiz oldu sanırım film olmayacak bu unutulmaz bir baş yapıt yada adını siz koyun. Bu şekilde başka hayatlara dokunabilirsiniz, belki içinde bulunduğu durumda karanlıkta kalmış birine UMUT olabilirsiniz. Bu konuda miktar olarak kısıtlı bir maddi destekte bulunabilirim belki ama manevi anlamda kalbim ve varlığımla hep yanınızda olurum, ne demiş Nazım HİKMET: ''cebimde yoktu, yüreğimden verdim''

sevgiler.. Özge Deniz
 
Konu engellilik olunca durum bence sinema ve dizilerde daha farklı işleniyor. Dizilerde daha çok engelli bireyi, dediğiniz gibi, suç işlemiş, kötü karakterlere verilen ceza olarak gösteriyolar. Sinemalarda ise durum farklı.En azından benim izlediğim çoğunlukta.

Candostum izlediğim en özel engelli içerikli film idi. Acıma hissinden uzaklaşmak istememiz, konu aşk olunca reelden uzak kalmamız, duygularımızı açıklarken bizden kralı olmayan ama mevzu tanışmaya gelince İşte Orda Dur! dediğimiz benliğimiz. Herşey ön planda idi. Çok severek izlediğim, müzikleri oldukça sağlam hala hergün dinlediğim piyano keyfi. Hatırlamışken bir daha dinleyeyim. :)

Sağlam bir sinemasever olarak, engelli içerikli filmleri ( kaliteli ) izlerken farklı bir süreç içerisine giriyorum. Film 120 dk ise, 120 dk bambaşka diyarlarda buluyorum kendimi. Bu başlık altında önerilen filmleri de bu hafta sonu planlarım arasına aldım.

Üzülerek söylüyorum ki, Türk yapımcıların bu konuda yapmış olduğu, henüz izlediğim kaliteli bir sinema filmi hatrımda yok maalesef.

Engelli bir senaristin yazdığı senaryo daha mı gerçekçi olur, bilinmez. Ancak, ben film için sadece yazmanın yeterli olmadığını düşünenlerdenim. Yazmak kadar yönetmek de işin büyük parçası.

İçimdeki Deniz. Tavsiye edilesi bir film.
 
İçimdeki Deniz güzel bir film. Gerek oynculuk gerekse konus itibarı ile. Lakin ötenazi konusu tabi ki tartışılır bir konu. Kimi bunu hak olarak görürüyor kimisi de gerek dinsel yönden gerek duygsal yönden uygun bulmuyor. cidden üzerinde uzun uzun konşulacak bir konu bu.
Ben bir film daha öneriyorum: Dalgıç ve Kelebek. Filmin kahramanı Bauby'nin kendi bedeninde hapsolmasını ve özgürlük çabasını simgelemektedir filmin adı.
 
eğer engellilerle alakalı film önereceksek ben de al pacinonun kadın kokusunu tavsiye ederim ki efsane filmlerdendir forest gump ve iran sinemasından cennetin renkleri de çok güzel iki engelli filmi ...
 
Forumda yıllar evvel bu konudaki filmleri bir başlıkta toplamaya başlamıştık. Listedeki filmleri ve daha fazlasını izledim. Yüzlerce film demek oluyor bu.

Sonuçta fikrim şu ki:

Sinema dünyasında engelliler ve engellilik konusunda tablo çok da karamsar değil.

Üstte bahsedilen İran, Hint ve Avrupa filmleri de olmak üzere çok sayıda başyapıt var.

Belki bu konuda ve belki tüm sinema dünyasında seyrettiğim en etkileyici filmlerden biri :

Lars Von Trier e ait 1998 yapımı "IDIOTERNE"..

IMDB : Idioterne (1998) - IMDb

Yorum : Idioterne (1998): Madem Genciz…

Dikkat : Bu film aşırı cinsel içerikli sahneler de içermektedir.

Filmde bir grup insan, bir başkaldırı, bir toplumsal mesaj-şok, vermek amacıyla.. Zihinsel engelli rolüne girerek, günlük hayatlarına bu şekilde devam etme -etkinliği- veya -saçmalığını- bilerek isteyerek sürdürmeye çabalıyorlar. KENDİ ARALARINDA VE TOPLUM İÇİNDE: Tüm sosyal-etik-ahlaki-mantıksal sınırları yok eden davranış ve hareketler sergileyerek, hem kendilerini, hem de toplumu test ediyorlar.

Bu filmi seyretmek cidden çok çok zor.
Seyrettikten sonra içimizde oluşan derin kuyulardan çıkmak da zor.
Film ve içindekilerin iyi veya kötü olması bir yana... Karanlık veya ışığa boğmasından öte ... Diyeceğini, demek istediğini, en futursuz en patavatsız ve en etkili şekilde söyleyen bir yapıt.

Zaten Lars Von Trier, filmlerinde kamerasını sanki şeytanın karnından, karanlığın en uzaklarından alıp gözlerimize birer kırık şişe dibi gibi sokarak dünyayı ve hayatı bize bu şekilde gösteriyor.

Akıl ve yüreğimizi sağlama alıp, algılarımız tetikte seyretmek gerek o filmleri..

The Idioterne (1998) .. !!!
 
toplum sakatı nasıl görüyorsa. filmlerde de aynı tema işlenir.
dışlanmışlığın hor görülmüşlüğün en ince detaylarını barındırır.
 
Üst Alt