[FONT=Verdana][/FONT]Uzun zamandır benimle aynı kaderi paylaşan yol arkadaşlarımdan sıkça işitiyorum şu cümleyi: "kanser değil en çok insanların acıyan bakışları üzdü beni." Kimi kellikten ve maske takmaktan değil, etrafın meraklı bakışlarından huzursuz olduğunu söylüyor. Kimi çevresi tarafından eksik, hasta, ölümlü olarak algılanmaktan rahatsızlık duyuyor.
Hastalıkları ve fiziksel güçlükleri dile getirmeyen, üstüne örten bir toplum olma yolunda ilerledikçe bu durumlar karşısında ya acıyacağız ya da anlamsızca ah vah edeceğiz.
Sizde bu durumlarla karşılaştınızmı güzel insanlar bilmiyorum ama acımak karşıdakini kendimizden eksik ve az görmekten kaynaklanan bir duygu. Belki yalandan vicdanı rahatlatmaya yarıyor ama içi boş. Oysa kalpten gelen ve doğal olanı şefkat, bir annenin çocuğuna duyduğu gibi. Sevmek koşulsuz şartsız, elden gelenin en iyisini yapmaya çalışmak ama asla acıma değil.
Acımak sevgi değil korku kökenli bir duygu. Hemen karşılastırmalar yapıyor beyin ''ya benim başıma gelirse'' diye. Bir yere takılıp kalıyor ve ne ne yazık ki karşısındakinin özünü güzelliğini görmeyi kaçırıyor. Kimbilir belki fark etmeden defalarca…
Görmüyor ki beyazlanan saçlar bilgeliğin simgesi, eksik bir uzuv gücün göstergesi. Her tedavinin izi denemenin cesaretle yaşamışlığın nişanı.
Kim hangi durumda olursa olsun asla tamire değiştirilmeye ihtiyacı yok. Her farklılık, her iz bir güzellik getiriyor beraberinde görebilen gözler için.
1 yıla yakın terminal hastalara hizmet veren bir bakım merkezinde gönüllü olarak çalışıyorum. Ve bu deneyimden öğrendiğim en önemli şey, fiziksel olarak vücut tükendiğinde fonksiyonlarını yavaş yavaş yitirdiğinde bile ruhun bütünlüğü ve güzelliği her zaman kalıcı. Bunu kabullenen kişiler inanılmaz bir güzellik yakalıyor, yaşıyor ve yayıyor etraflarına. Bunu hayranlıkla izliyor ve tanık oluyorum.
İşin aslı kimseyi değiştirmek mümkün değil o zaman ben önüme ve içime bakarım. O şefkati uyandırabileceğim başka yerler var mı diye. Değişime ancak kendimizle başlayabiliriz öyle değil mi!
Sevgiyle kalın. UMUT hep sizlerle olsun.. Özge Deniz
Hastalıkları ve fiziksel güçlükleri dile getirmeyen, üstüne örten bir toplum olma yolunda ilerledikçe bu durumlar karşısında ya acıyacağız ya da anlamsızca ah vah edeceğiz.
Sizde bu durumlarla karşılaştınızmı güzel insanlar bilmiyorum ama acımak karşıdakini kendimizden eksik ve az görmekten kaynaklanan bir duygu. Belki yalandan vicdanı rahatlatmaya yarıyor ama içi boş. Oysa kalpten gelen ve doğal olanı şefkat, bir annenin çocuğuna duyduğu gibi. Sevmek koşulsuz şartsız, elden gelenin en iyisini yapmaya çalışmak ama asla acıma değil.
Acımak sevgi değil korku kökenli bir duygu. Hemen karşılastırmalar yapıyor beyin ''ya benim başıma gelirse'' diye. Bir yere takılıp kalıyor ve ne ne yazık ki karşısındakinin özünü güzelliğini görmeyi kaçırıyor. Kimbilir belki fark etmeden defalarca…
Görmüyor ki beyazlanan saçlar bilgeliğin simgesi, eksik bir uzuv gücün göstergesi. Her tedavinin izi denemenin cesaretle yaşamışlığın nişanı.
Kim hangi durumda olursa olsun asla tamire değiştirilmeye ihtiyacı yok. Her farklılık, her iz bir güzellik getiriyor beraberinde görebilen gözler için.
1 yıla yakın terminal hastalara hizmet veren bir bakım merkezinde gönüllü olarak çalışıyorum. Ve bu deneyimden öğrendiğim en önemli şey, fiziksel olarak vücut tükendiğinde fonksiyonlarını yavaş yavaş yitirdiğinde bile ruhun bütünlüğü ve güzelliği her zaman kalıcı. Bunu kabullenen kişiler inanılmaz bir güzellik yakalıyor, yaşıyor ve yayıyor etraflarına. Bunu hayranlıkla izliyor ve tanık oluyorum.
İşin aslı kimseyi değiştirmek mümkün değil o zaman ben önüme ve içime bakarım. O şefkati uyandırabileceğim başka yerler var mı diye. Değişime ancak kendimizle başlayabiliriz öyle değil mi!
Sevgiyle kalın. UMUT hep sizlerle olsun.. Özge Deniz